• Sonuç bulunamadı

I. TÜRK DEVLETLERİNDE YÖNETİM ŞEKLİ

I.III. Osmanlı Devletinde Devlet İdare Şekli

I.III.II. Ι.ve II Meşrutiyet Döneminde Devlet Yönetim Şekli

1.5. Büyük Millet Meclisinin Açılması ve Saltanat

1.5.1. Saltanatın Lağvedilmesi Hususunda Meclisin Tutumu ve Hilafet

Saruhan Âzâ’sı olan Refik Şevket, 13 Mayıs 1920’ de padişahın iradesinde olan askeri ve mülki memurların ve yine sadece padişahın kararıyla gerçekleştirilen atanmaları ve görevden alınmalarının artık meclisin kararıyla yapılmasına dair, bir önerge vermiştir. Çünkü bilindiği üzere artık Türkiye Büyük Millet Meclisi ulusun ve padişahın gücünü kendi bünyesine almıştır. Dolayısıyla daha önce padişahın bünyesinde olan her türlü konunun bundan sonra kurulan bu olağanüstü meclisin elinde olması gerekir. Bunu takiben Şarkî Karahisar Âzâ’sı Mustafa Bey’de, 8 Temmuz 1920′de, bir kanun teklifi vererek, Saltanat ve Hilâfet makamını ilgilendiren bütün meselelerin bundan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğunu bildirmiştir. Bu teklifin yapılma gerekçeleri olarak ise, "Padişahın esir olmasından dolayı, geçici hükümetin Anadolu da kurulduğu ve ülkenin eski kanunlarla yönetilmesinin bu vakitten sonra mümkün olmayacağı, ayrıca Saltanat ve Hilâfet makamının boşluğunun sadece milli uğraşlarla doldurulması gerektiği" gösterilmiştir. 188

Böylelikle alınan bu kararlar, sürekli Saltanat ve Hilâfetle ilgili ortaya atılan düşünceleri yasallaştırmıştır. Diğer taraftan Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasından kısa bir süre sonra, yeni anayasa çıkarılmasına dair görüşmeler başlamıştır. Ancak ilk olarak meclise sunulacak olan bu Anayasa Tasarısı’nın kapsamı ile ilgili görüşmeler, Ağustos 1920′de hız kazanmıştır. Yapılan bu görüşmelerde birçok konu ele alındığı gibi, Hilâfet ve Saltanat konusu da ele alınmış ve sonuç olarak, "asıl amaç olan vatan ve ulusun kurtuluşunun sadece bağımsızlığımızla olacağı ve Hilâfet ve Saltanatın bu amacı gerçekleştirinceye kadar sürdürüleceği" düşüncesi kabul edilmiştir.189 Ardından, tasarının ikinci maddesi üzerinde tartışmalar yaşanmış ve bu tartışmalar üzerine Menteşe Âzâsı olan Tevfik Rüştü, "hilafetin gözden çıkarılacak bir makam olmadığını ve gözden çıkarılması düşüncesi ile genel anlayışa bir ayrılık

187 Selahattin Tansel, Mondrostan Mudanya’ya Kadar, C. 3, İstanbul, 1991, s. 103-104

188 Mustafa Oral, Birinci TBMM’de Saltanat ve Hilafet Üzerine Bazı Notlar, http://www.atam.gov.tr/wp-

content/uploads/Mustafa-ORAL-Birinci-TBMMde-Hil%C3%A2fet-ve-Saltanat-Meselesi- %C3%9Czerine-Baz%C4%B1-Notlar.pdfBirin, s. 1183

sokulduğunu" söylemiştir. Bu ifade üzerine Şarkîkarahisar Âzâsı Mehmet Vasfi Bey de söz alarak "Hilâfetin bir manevî emir" olduğunu dile getirmiştir. Böylece bu defada Hilâfet bir maddi emir mi yoksa bir manevi emir mi şeklindeki sorularla oturum devam etmiştir.190

Daha önce Ağustos 1920′de Anayasa hazırlıklarına başlanıldığını söylemiştik. İşte bu hazırlıklar sırasında, bir broşür halinde bastırılan Halkçılık Programı, 13 Eylül 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine hükümet önergesi olarak sunulmuş ve Hilâfet ve Saltanat tartışmalarına yine Halkçılık programı kapsamında da devam edilmiştir. Bahsettiğimiz Halkçılık programı, 13 Eylül’de önerge olarak sunulmasına karşı 18 Eylül’de de Mecliste okunmuş ve kapsadığı konular itibariyle bir Anayasa Tasarısı olduğuna karar verilmiştir. Bu kararın ardından incelenmesi için tasarı, özel bir komisyona gönderilmiştir. Öyle ki 1921 Anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye üzerine yapılan çalışmalar bu komisyonun hazırladığı tasarı dikkate alınarak yapılmıştır.

Böylelikle, komisyonun hazırladığı tasarı dikkate alınarak hazırlanan Halkçılık programı kapsamındaki çalışmalar, 21 Ekim 1920’de tamamlamış ve Anayasa Tasarısı olarak da 18 Kasım’da Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştur. Tasarı ilan edilirken, "Büyük Millet Meclisi Beyannamesi" şeklinde ilân edilmiştir. Bu beyanname, hilafet ve saltanat makamını kurtarmak adına yemin etmiş ve TBMM’nin milli sınırlar içerisinde bağımsızlığını sağlamak amacıyla ilan edilmiştir. Dolayısıyla bağımsızlığının ancak, kutsal olarak gördüğü Türkiye halkını, diğer devletlerin emperyalizminden kurtararak ve yine onu yönetim ve egemenliğinin sahibi yapmakla amacına ulaşacağı düşüncesinde olduğu191 belirtilmiştir.

Diğer taraftan Anayasa Tasarısı’nın gerçek anlamda Mecliste görüşülmesine ancak 18 Kasım’da başlanmıştır. 18 Kasım tarihli görüşmeyi 20 Kasım tarihli ikinci görüşme takip etmiş ve sonuç olarak, 31 maddeden oluşan bu tasarının 21 maddesi kabul edilmiştir. Ancak 7 Aralık gününe gelindiğinde gizli bir oturumu daha yapılmış ve bu oturumda tasarı yeniden görüşülmüştür. Halkçılık Programı’nda, "Padişah ve Halifenin mevcut kanunlar dâhilinde saygın yerini alması, hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasından sonra gerçekleştirileceği" şeklinde bir ifade bulunmaktadır. İşte 7 Aralık oturumunda yapılan görüşmede İç Tüzük Kanunu’n birinci maddesi hatırlatılmıştır. Ardından bu görüşme esnasında yine Hilâfet ve Saltanat konusuyla ilgili

190 Seçil Akgün Karal, Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik (1924-1928), Turhan Kitabevi, Ankara, s.50-51 191 İsmail Arar, Atatürk’ün Halkçılık Programı ve Halkçılık İlkesinin Tarihçesi, Baha Matbaası, İstanbul,

tartışmalar çıkmıştır. Bunun üzerine 25 Eylül’de bir kapalı oturum daha gerçekleştirilmiş ve Mustafa Kemal bu kapalı oturumda konuyla ilgili oldukça kesin ve sert bir açıklamada bulunmuştur. Öyle ki Mustafa Kemal, esir bir kişinin padişah olamayacağını, ancak padişahımızın eskiden beri haince davrandığını, dolayısıyla ya onun tanınacağını ya da hemen yeni birinin onun yerine seçileceğini, bu açıklamasında belirtmiştir.

İlaveten, padişahın ulusumuza karşı, örgütler oluşturduğunu ve yine böyle bir kişinin katiyen halife olamayacağını da belirtmiştir. Ardından, bu işle oynamamamız takdirinde düşmanlarımız olan İngilizlerin ve onlarla iş birliği yapan kişilerinde bütün ümitlerinin yok olacağını, zaten asıl amacımızın ne olduğunu belirten beyannamemizde de bunun belirtildiğini söyleyerek sözlerini bitirmiştir.192

28 Nisan 1920 tarihine gelindiğinde ise Mustafa Kemal’in TBMM üyelerinin yemin etmelerini istediğini ve bu doğrultuda ilk tekliflerin verildiğini görüyoruz. Ardından bu teklifler, TBMM Başkanlığınca Lâyiha Kuruluna gönderilmiştir. Öyle ki meclis ilk olarak 6 Temmuz da bu yemin metni hakkındaki layihayı okumuş ve 8 Temmuz tarihli toplantıda da başka bir günde münazara edilmesi uygun görülmüştür. Bu kararla birlikte Meclis 10 Temmuz da tekrardan toplanmış ve mebuslar nihayet yemin etmişlerdir. Yemin metni okuduktan sonra TBMM başkanı Mustafa Kemal Paşanın, taslak metninin başına "makam" kelimesinin eklenmesi doğrultusunda bir isteği olmuştur.193 Bu istek de yerine getirildikten sonra yemin metni hazır hale gelmiştir. Bu metin âzâların ulus ve millet ile saltanat ve hilafetin kurtuluşu doğrultusunda çalışacaklarını göstermesi açısından öneme sahiptir.

Diğer taraftan 7 Aralık 1920 tarihinde TBMM gizli bir birleşim daha gerçekleştirmiş ve bu gizli birleşimde halifeye karşı olan tavrın ciddi bir şekilde değişmiş olduğu görülmüştür. Bundan sonra TBMM, halifenin mecliste bulunmasını istememiş açık bir şekilde onu dışlamıştır. M. Kemal Paşa’dan sonra, Erzurum vekili Mehmet Salih Bey söz alarak, halifelik sorununun fazlasıyla uzadığını ve bu sorunu bir ailevi sorun olarak gördüğünü, akabinde hemen çözülmesi gerektiğini dile getirmiştir. Bu ifaden de anlaşıldığı üzere milletvekili hoca efendilere ve Halife ile hilâfet aleyhinde konuşanlara yönelik bir sitem vardır. Diğer taraftan, anayasa tasarısının 7. Maddesi

192 Mustafa Oral, Birinci TBMM’de Saltanat ve Hilafet Üzerine Bazı Notlar, http://www.atam.gov.tr/wp-

content/uploads/Mustafa-ORAL-Birinci-TBMMde-Hil%C3%A2fet-ve-Saltanat-Meselesi- %C3%9Czerine-Baz%C4%B1-Notlar.pdf, s. 1185-1186

"Meclis içinde Meclis" oluşturma anlayışını getirmiştir ki bu madde 20 Ocak 1921’de tekrardan görüşülmeye başlanmış ve Saltanat ve Hilâfet makamları hususunda yoğun tartışmaların tekrardan yaşanmasına neden olmuştur.

Anayasa Tasarısı’nın beşinci maddesi kapsamında görüşmeler yapılmış ve Erzurum Âzâsı olan Hüseyin Avni Bey, bu maddeyle olağanüstü meclis konumunda olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerinin sınırlandığını dile getirmiştir. Bunun üzerine M. Kemal bir cevap verme gereksiniminde bulunarak, egemenliğin zaten anayasadaki ilk madde ile millete verildiğini ve 5. Madde ile meclisin yetki sınırlanmasının söz konusu olamayacağını belirtmiştir. Hüseyin Avni de Mustafa Kemal’in bu ifadesinin karşısında, "siz birinci madde ile zaten istenilen şeyin yapıldığını söylüyorsunuz. Ancak siz burada sadece, aslında padişah haklarından olan ama meclis tarafından kullanılacak olanları açıklıyorsunuz. O halde, padişaha ait olup da meclise alınmak istenen hakların tamamını burada göstererek bunu tamamlayalım.194 Şeklinde bir cevap vermiştir. İlerleyen süreçte Osmanlı iktidarının başında bulunan kişilere karşı, keskin eleştirilerin yapılmasına neden olacak Londra Konferansı gibi diplomatik sorunlar gündeme gelmiştir.

8 Şubat 1921 tarihine gelindiğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi ile İstanbul Hükümeti arasında Sevr Antlaşmasını kapsayan muhabere hakkında bir gizli oturum daha yapılmıştır. Bu gizli oturum, Türkiye Büyük Millet Meclisinden Babıâli’ye gönderilmek üzere bir telgraf hazırlanmış ancak, Burdur Mebusu Mehmet Akif Ersoy, hazırlanan bu telgrafın üslûbunu olabildiğince ağır bulduğu için, bunun yerine kendisinin hazırladığı bir metni önermiştir. Fakat önerdiği metin TBMM’ce kabul edilmemiştir. Kabul edilmeyen bu metinde " İstanbul’un üzerine düşen vazifesinin hemen Büyük Millet Meclisinin meşrutiyetini onaylayarak, konferans için katılımcı delege yollamanın bu Meclisin hakkı olduğunu ilan etmek olduğunu ayrıca saltanat ve hilafet makamının gayrı meşru bir duruma sokulması gerektiği" söylenmiştir.

Bu oturumda değinilen bir diğer konu, Mersin Âzâsı İsmail Safa Bey tarafından, dile getirilmiş ve kendisi hilafet sorunuyla uğraşmanın gereksiz olduğunu, vakti geldiğinde zaten gerekli kararların alınacağını söylemiştir. Bunu takiben İzmit vekili Hamdi Namık Bey de İsmail Safa Bey’in düşüncelerine katılmış ve ilaveten, padişahın

194 Ahmet Demirel; a.g.e, s. 202-204

meclise itaat etmediği takdirde düşürülmesi gerektiğini de söylemiştir.195 Gördüğümüz üzere, Türkiye’nin geleceği söz konusu olduğu zaman, öncesinde Hilâfet ve Saltanat makamına olabildiğince bağlı vekiller bile halifeye olan eski bağlılıklarını bırakabilmişlerdir.

Halifelik hususunda, Mustafa Kemal’e karşı başka bir direniş de en yakın silah ve çalışma arkadaşları olan Refet Paşa, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir’den gelmiştir. Çünkü bu devlet adamları, hilafet makamını umutlandıracak nitelikte söz ve davranışlarla Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyete muhalif olmuşlardır. Mustafa Kemal ise bu durumu şu şekilde yorumlamıştır:

"Ulusal mücadele yoluna birlikte çıktığım bazı şahıslar, milli hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadarki olgunlaşmasına, kendi fikir ve kendi ruh halleri ile artık canları istemediği için bana direniş göstererek ve muhalif olma kararı almışlardır." 196

Nitekim Mustafa Kemal’in, Halifelik ve Saltanat hususları hakkında fikirlerini öğrenmek istediği Rauf Bey’in, “Hilafet ve Saltanat makamlarına vicdanen ve hissen

bağlanmış durumdayım. Vaziyet-i umumiyeyi tutmak kolay değildir. Öyle bir makam olmalıdır ki, herkes erişememelidir, o vakit bu makamın yüksekliği görülebilir. Bu da Hilafet ve Saltanat makamıdır.” tarzındaki açıklamasına Refet Paşa şu eklemeyi

yaparak “Rauf Bey’in tüm söylediklerine katılıyorum. Filhakika bizde Halifelik ve

Padişahlıktan başka bir yönetim şeklinin telaffuzu dahi olamaz.”197 Tarzındaki cevapları Cumhuriyete kesinlikle olumlu bakmadıklarını ortaya koymuştur.

Mart 1922’ye gelindiğinde, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk’in, milli davamızı savunmak ve tanıtmak amacıyla Avrupa’ya gittiğini görüyoruz. Yusuf Bey Avrupa’ya giderken İstanbul’dan geçmiş burada Sadrazam ve Padişah Vahdettin ile görüşmüştür. Ancak bu durum Büyük Millet Meclisinde hükümetin aleyhinde gensoru verilerek, Saltanata karşıt davranışların doğmasına neden olmuştur. Görüşmeler devam ederken, Trabzon mebusu Hafız Mehmet Bey söz alarak, "Bakanlar Kurulunun, meclis ve hükümetin yasallığını Padişaha onaylatma ihtiyacına asla karar veremeyeceğini"

195 Mustafa Oral, Birinci TBMM’de Saltanat ve Hilafet Üzerine Bazı Notlar, http://www.atam.gov.tr/wp-

content/uploads/Mustafa-ORAL-Birinci-TBMMde-Hil%C3%A2fet-ve-Saltanat-Meselesi- %C3%9Czerine-Baz%C4%B1-Notlar.pdf, s. 1188

196 Birinci TBMM’de Hilafet ve Saltanat Meselesi Üzerine Bazı Notlar, Atatürk Araştırma Merkezi,

http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-57/birinci-tbmmde-hilafet-ve-saltanat-meselesi-uzerine-bazi-notlar, [Erişim Tarihi: 19 Aralık 2017]

197 Serkan Ünal, Mustafa Kemal Paşa’nın Yol Arkadaşlarının Cumhuriyet’in İlanına Tepkileri,

söylemiştir.198 Buradan da anlaşılacağı üzere mebuslar, Osmanlı hanedanına karşı tepkili bir yaklaşım içerisindedir. Görüyoruz ki TBMM, Türkiye’nin temsil edilmesi konusunda haklarını olabildiğince savunmaktadır. Bundan sonraki süreçte yani saltanatın kaldırılmasına kadar, padişahlık ve halifelik sorununu TBMM’de bir daha tartışma konusu olarak görmemiştir.