• Sonuç bulunamadı

TÜRK MASALLARINDA TOPLUMSAL CINSIYET KALIP YARGI VE ROLLERI

2.8. Sahip Olunan Kadınlar

Çalışmada incelenen masallarda, masallardaki kadınların başı sıkıştığı zaman erkekler tarafından kurtarılan, iftiraya uğradığı zaman kendini savunmasına dahi fırsat verilmeden öldürülen olmalarından da bahsedilmişti. Kadın karakterlerin, kurtarılan ve öldürülen bir nesne olmaları ve ne kurtarılırken ne de öldürülürken, hatta kendisini kurtaran şehzadeler onlarla evlenmeye karar verirken dahi fikir beyan etmemeleri kadınların masallarda bir nesne, alınıp verilebilen, gerektiğinde değiş tokuş edilebilen bir meta olarak görüldüğü gerçeğini göz önüne sermektedir. Kadın, erkek egemenliğinin bir sonucu olarak, erkekle eşit bir şey olarak değil, erkeğe tabi bir şey olarak görülmektedir. Bu tabi olma durumu, kadının sosyal statüsünün de ikinci konuma gelmesine sebep olmuştur. Bu ikincilemenin tarihi, dinler ve mitoloji kadar eskiye dayanmaktadır. Bu tarihsel süreci açıklamak için, kadın ve erkeğin dünyadaki varlığının başlangıcına işaret eden ve dört büyük kitapta geçen Adem ile Havva hikayesini incelemek yanlış olmayacaktır. Kur’an, Tevrat ve İncil’de benzer şekilde verilmiş olan Adem ile Havva hikayesine bakıldığı zaman, Tevrat ve İncil’de Tanrı’nın ilk önce Adem’i, daha sonra ise Adem’e arkadaşlık etsin diye, Adem’in kaburga kemiğinden Havva’yı yarattığı görülür (Yaratılış 2: 21-23); Kur’anda ise Allah önce Ademi yaratmış, daha sonra Adem’in “bir parçasından” Havva’yı yaratmıştır (Zümer: 6; Nisa: 1). Bu yüzden, Havva Adem’e tabi, Adem’in bir parçası ve malı olmuştur. Mitolojik bir inanışa göre ise, Adem’le eşit olarak yaratıldığına

45

inanılan Lilith isminde bir kadın daha vardır, ancak bu kadın Adem’le aynı anda yaratıldığından Adem’e tabi olmayı reddetmiş; Tanrı’ya asilikle suçlanmış ve cennetten uzaklaşarak İblis’le evlenip kötülüğün anası olmuştur. Buradan anlaşılmaktadır ki, dini ve mitolojik inanışların temelinde bile, erkeğin birincil, kadının ikincil konumu gözetilmekte; ikincil konumda olmaya karşı çıkan kadın cezalandırılmaktadır. Sözlü ve yazılı halk edebiyatının, kültürel ve dini motiflerle iç içe geçmiş olduğu göz önünde bulundurulduğunda, masallarda da bu kültürel birikime işaret eden motifler bulunmasının kaçınılmaz olduğu anlaşılmaktadır.

“Zümrüdüanka Kuşu” isimli masalda, erkek kardeşleri tarafından devi öldürmek için girdiği kuyuda mahsur bırakılan şehzadenin hikayesi konu edilmekteydi. Burada, kuyunun dibine inen en küçük şehzade üç tane birbirinden güzel kız görür, bunlardan bir tanesini kendine diğerlerini de abilerine hediye etmek için kuyudan yukarıya gönderir. Bu durum masalda şu şekilde verilmiştir: “… Şehzade kuyu başında bekleyen kardeşlerine seslenir, onlar ipi aşağı sallandırdıklarında, bu kızları teker teker bağlayıp: “Al ağam, bu senin kısmetin” diyerek önce büyük, sonra küçük ağasına iki kızı gönderir…” (Alangu, 2017, s. 150). İki kızı ağabeylerine gönderdikten sonra, üçüncü ve en güzel kızı “Bu da benim kısmetim” diyerek kendisine ayırır (s. 151). İki kızı kuyudan yukarıya çeken ağabeyler, üçüncü kızı da yukarıya çektiklerinde görürler ki, küçük şehzade en güzel kızı kendisine ayırmış. Bunun üzerine, büyük şehzadeler içten içe küçük kardeşlerine haset eder ve şöyle diyerek onu kuyunun dibinde mahsur bırakırlar: “Vay düzenci vay, Bre yordam, usul bilmez; başına buyruk, töreden kopuk, şımarık bacaksız! Ağaları dururken, kızların en güzelini, en hasını kendine saklamış. Vay, sen bak şuna!” (Alangu, 2017, s. 151).

En küçük şehzadenin, kuyunun dibindeki kızları kendisi ve ağabeyleri arasında paylaştırması ve kızların kuyudan çıkarılmalarına, kardeşler arasında paylaştırılmalarına hiç ses çıkarmamalarından anlaşılmaktadır ki masallardaki erkek karakterler kadınları bir mal olarak görmektedir ve masallardaki kadınlar da bunu kanıksamıştır. Yine aynı masalda, padişahın dileğini yerine getirmelerinde kendilerine yardımcı olan şehzadeye saray ustası kızını vermeyi teklif eder (s Alangu, 2017, 174). Ustanın, şehzadeye bu teklifi yaparken kızına hiç sormaması, babasının kızını, hakkında her türlü kararı verebileceği, sahip olduğu bir malı olarak gördüğünü göstermektedir.

46

“Saka Güzeli” isimli masalda da, kendisini öldürmek üzere gelen Saka Güzeli’nden kaçan vezir kızı, ormana kaçar ve denize düşüp akıntıya kapılır. Yarı baygın haldeyken balıkçılar tarafından kurtarılan vezir kızını balıkçılar aralarında paylaşamazlar:

Hak benimdir, yok bana düşer; sandal benimdir, yok ağ benimdir; balık senin, kalanı benim… diye sille tokat, kavgaya girişirler. İçlerinden birisi bakar ki iş kötüye varacak, ucu ölüme erecek ‘Arkadaşlar, boşuna kavga etmeyelim, şu oku atalım. Hangimiz onu bulup gidip getirirse kız onun olsun’ der (Alangu, 2017, s. 260).

“Helvacı Güzeli” isimli masalda ise, ailesini ziyarete giden padişah eşine yolda padişahın lalası eşlik etmekte onu koruyup kollamaktadır. Ancak, yolda giderken niyeti bozan lala, padişahın eşine kendisine teslim olmasını, yoksa çocuklarını öldüreceğini” (Alangu, 2017, s. 44) söyler. Buradaki teslim olmak deyimi, kadının yine “verilecek” bir şey olduğu düşüncesini ve erkeğin etken, kadının edilgen rolünü, dolayısıyla erkeğin güç sahibi kadının ise hükmedilen olduğu varsayımını desteklemektedir. Türk Dil Kurumu’nca da teslim olmak deyimi: “1) üstün güç karşısında mücadeleden vazgeçip yenilgiyi kabul etmek, 2) kadının bir erkeğe kendini vermesi” olarak açıklanmaktadır. Kullanılan deyim, kadının bir erkek tarafından alınabilen bir mal olduğu savını destekleyici niteliktedir.

Keloğlan Masalları’nda da, kadın karakterlerin sahip olunan ve haklarında

karar verilen nesneler olarak görüldüğü görülmektedir. Salih San tarafından derlenen “Keloğlan Masalı” isimli masalda, vali keloğlana kızıyla evlenmesi için haber gönderip şöyle demiştir: “Kızımı alıyorsa hiçbir mesarif etmeden kendine veririm” (ty, s. 1). Aynı şekilde “Keloğlan ile Yılan” ve “Köpek, Kedi ve Balık” isimli masallarda da padişah kızını, kızına sormadan keloğlana verir (ty, s. 2).

Yukarıdaki örneklerden görülüyor ki, incelenen Türk masallarında kadınlar, kendileri ile ilgili kararlar verme yetkinliğine dahi sahip olmayan, ağabeylerinin, babalarının yahut kendilerini kurtaran erkeklerin kararlarına itaat eden, haklarında verilen kararları sorgulamayan, alınabilen, verilebilen, paylaşılabilen bir mal, bir nesne olarak muamele edilmektedir. Bunun dini ve mitolojik sebepleri bölüm başında tartışılmış olup, kadının erkeğe tabi olan, erkeğin yardımcısı olan ikinci kişi olduğu görüşü örneklerle doğrulanmıştır.

47 2.9. Erkek Kılığına Giren Kadınlar

İncelenen Türk masallarında okuyucunun karışışına sıkça çıkan bir başka kadın kahraman ise, toplumsal alanda yaşamını devam ettirmek için erkek kılığına giren kadınlardır. Ataerkil kültürün bir sonucu olarak, kadınların yaşam alanının ev içi olarak belirlenmesi, kadınların kamusal alandaki varlıklarına da bir kısıtlama ve dayatma getirmiştir. Öyle ki, özel alanlarından çıkıp topluma karışması, kendi geçimini sağlaması gereken kadınlar, kadın olarak topluma kesinlikle karışamazlar. Topluma karışmak isteyen kadınlar, mutlaka bir erkek kılığına girer ve yaşamlarını bu kılıkta devam ettirirler. Ölçer, kadın kahramanların erkek kılığına girmesini kadınların erkeksileşmesi olarak yorumlamaktadır. Özel alanından ayrılan kadın “kendini kamusal alanda meşrulaştırmış ve serbest dolaşım hakkı elde etmiş, namus ve iffeti üzerinde erkeğin oluşturduğu tehditten kendini bu şekilde koruyabilmiştir” (2003, s. 45). Bu sebeple, amacı bazen sevdiğinin peşinden Yemen’e gitmek, bazen ise yalnızca geçimlerini sağlayıp hayatta kalmak olan kadınlar kamusal alanda ancak erkek kılığında dolaşabilmişlerdir. Evli ve bekar yahut yaşlı bir kadın olması fark etmeksizin, iyi kadınlar kamusal alanda kadın olarak varlık gösterememiş, göstermeyi de talep etmemişlerdir. Kamusal alanda erkek kılığına girmeden varlık gösteren kadınlar daima yaşlı ve dul işbirlikçi kadınlardır.

“Billur Köşk ile Elmas Gemi” masalında, padişah kızı hapsedildiği yer altı sarayından yer üstüne çıkar çıkmaz gönlünü Yemen padişahının oğluna kaptırır. Sevdiği şehzadenin peşinden gidebilmek için babasından hemen bir elmas gemi yaptırmasını rica eder. Kızının bir dediğini ikiletmeyen padişah, kızı için hemen elmas bir gemi yaptırır ve padişah kızı bu gemi ile sevdiğini bulmaya Yemen’e yola çıkar. Yemen’e ulaşınca, Yemen padişahının lalası bir filika ile gemiye gider. Gemiye kaptanlık eden sultan hanım kendini lalaya şu sözlerle tanıtır: “Ben bir tüccar oğluyum. İstanbul’dan Yemen’e dünya görmek için geldik, hem gönül eğlendirmek hem de bilgi edinmek istiyoruz” (Alangu, 2017, s. 17). Bu cümlelerden, padişah kızının, lalaya kendisini erkek olarak tanıttığı anlaşılmaktadır. “Billur Köşk ile Elmas Gemi” masalı çalışma boyunca incelenen diğer masallardan çok önemli bir noktada ayrılmaktadır. Evde dikiş nakışla uğraşan, ev işleriyle zaman geçiren ve evliliği bekleyen diğer kadın kahramanların aksine, bu masalın kadın kahramanı bir gemiye kaptanlık edecek kadar gözü pek, sevdiğinin peşinden başka bir diyara gidecek kadar da cesur olmasına rağmen, toplumsal alana çıkabilmek için erkek kılığına girmesi

48

gerekmiştir. Kadınlar, bir erkek kadar bilge ve cesur dahi olsalar, kadın olarak toplumda var olamazlar. Toplum kadını, kadın olarak kabul etmez. Bunun bilincinde olan kadın kahraman özel alanından çıkarken erkek kılığına bürünür çünkü ancak bu kılıkta olduğu müddetçe iffeti ve namusu zarar görmeden erkeklerle iletişim kurup sevdiğine ulaşabilir.

Benzer şekilde, “Helvacı Güzeli” masalında da, iftiraya uğrayıp kaçan kız, çalışıp hayatını devam ettirebilmek için erkek kılığına girer: “Çaresiz kız… bir tenha çarşıya girip yüzüğünü, küpelerini ucuz pahalı satıp, kendisine erkek elbiseleri alır; bir köşeye çekilip onları giyinir, saçlarını da külahının içine bir güzel saklar” (Alangu, 2017, s. 48) Erkek kılığına giren kız, bir helvacı dükkanında çalışmaya başlar ve orada helva yapıp satarak geçimini sağlar.

Kadının kadın olarak yalnızca toplumsal yaşamda yer bulamaması değil, bazı zamanlar yaşamını devam ettirmek için erkek kılığında yaşaması bile mümkündür. Bunun örneğine, “Ağlayan Nar ile Gülen Ayva” isimli masalda rastlanmaktadır. Bu masalda, tam dokuz kez kız çocuk doğuran hamile karısına padişah, bir kez daha kız doğurması halinde hem onu hem de bebeği öldüreceğini söyler (Alangu, 2017, s. 54). Buna sebep olarak da, tahtını bırakacak bir varisinin olmayışını gösterir. Bunun üzerine korku ile doğumu bekleyen hanım sultan, onuncu kez kız bebek doğurunca, padişah kocasına oğlan doğurduğu yalanını söyler ve onuncu kızını tam bir erkek çocuğu gibi yetiştirir: “Zavallı valide sultan, adamları ile çocuğu gece gündüz gözden ayırmazlar. Saçlarını uzadıkça keserler, ona erkek elbiseleri giydirip, erkek eğitimi verirler. Silah kullanmayı, ata binmeyi, yaşıtlarıyla güreş tutmayı öğrendikten sonra…” (Alangu, 2017, s. 55).

Sünnet yaşı gelene kadar erkek olarak yaşayan kız, padişah babasının sünnet ettirmek istemesi üzerine, törenden hemen önce evden kaçar. Bir kasabaya erişip bir saraya ulaştıktan sonra, saraya gidip aşçıdan iş ister. Aşçı önce reddeder, sonra erkek kılığındaki kızın hünerlerini görünce onu yamak başı yapar (Alangu, 2017, s. 64). Saray içerisinde erkek kılığında yaşamını devam ettiren kız, altı yılda bir gelip padişahları öldüren devi alt eder ve gösterdiği kahramanlıkla padişahın gözüne girer. Hala erkek kılığından çıkmayan kız, padişahın kızıyla evlenmek ister (s. 68). Bu masalda, kurtarıcı her ne kadar bir şehzade olarak verilse de, masalın ilerleyen kısımlarında aslında bu şehzadenin erkek kılığına girmiş bir kadın olduğu anlaşılmaktadır. Buna rağmen, bu sahte şehzadeye aşık olan padişah kızı kadın olduğunda da hislerini sürdürür ve içlerinden birisinin erkeğe dönüşmesi için dua

49

ederler. Bu çalışmanın konusunun dışına çıkmamak adına fazla üzerine durulmayacak olan bu konuda, kadının şehzadeye duyduğu aşkı anlatırken onun “cesaretinden ve hünerinden etkilendiğini” söylemesi (Alangu, 2017, s. 157-158), onun yine erkeksi özelliklerinden etkilendiğini göz önüne sermektedir. Kadın kahraman, erkek olduğunu sandığı bir kadına aşık olmuştur, ancak onun aşık olmasına sebep olan erkek kılığındaki kadının cesareti ve gözü pek olmasıdır. Bunlar da yine bir erkeği temsil eden özelliklerdir. Bu yüzden, bu masalda, kadın kahraman kadına aşık olmuştur diye yorumlamak doğru olmayacaktır. Bu bağlamda, bu masal diğer masallardan ayrılmaktadır.

“Ağlayan Nar ile Gülen Ayva” masalında dikkatlerden kaçmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. Bu masalda, bir kız çocuğu olarak dünyaya gelen kahraman, erkek olarak yetiştirilmiş ve erkeklerin sahip olduğu tüm becerileri kazanmıştır. Silah kullanmayı, güreş tutmayı, ata binmeyi öğrenen kahraman, masalın ilerleyen bölümlerinde bir devi bile yenerek alt etmiş, sığındığı saraydaki padişahın ve kızının sevgisini gösterdiği cesaretle kazanmıştır. Öyle ki, kendisi açıklayana dek, hiç kimse onun aslında bir kadın olduğunu anlamamıştır. Bu bağlamda, kadın ve erkek bireylere toplumsal cinsiyet kimliğinin sonradan kazandığını, bireylerin bu cinsiyet özelliklerini doğuştan getirmediklerini, herhangi bir cinsiyet kimliğinden ari olarak dünyaya gelen bireyin öğretiler yoluyla bir toplumsal cinsiyet kimliği edindiğini bu masal aracılığıyla öne sürmek yanlış olmayacaktır.

İncelenen bu üç masaldan yola çıkarak söylenebilir ki, kadın olarak toplumsal yaşamda yer alamayan kadın karakterler, özel alanlarından çıkabilmek için erkek kılığına girmektedir. Buradan anlaşılmaktadır ki, incelenen Türk masallarında, kadının ve erkeğin varlık göstermesi gereken alanlar kesin çizgilerle belirtilmiştir; kadının yeri evi yani özel alanı, erkeğin yeri ise toplumsal alandır. Önceki bölümlerde de belirtildiği üzere, özel alanından kadın olarak çıkmak isteyen kadınların başına iftiraya uğramak, kötü niyetli insanların ya da canavarların eline düşmek gibi türlü felaketler gelmektedir.