• Sonuç bulunamadı

TÜRK MASALLARINDA TOPLUMSAL CINSIYET KALIP YARGI VE ROLLERI

2.4. Kurtarılan Kadınlar

Masallardaki kadın karakterlerin sabırlı olmalarından ve kaderlerine boyun eğmelerinden daha önceki bölümlerde bahsedilmişti. Bu bölümde, Türk masallarındaki sabreden ve kaderine razı olan kadınların her zaman bir kurtarıcı erkek tarafından içinde bulundukları zor durumdan kurtarıldıklarını okuyucuya gösteren örneklere yer verilecektir.

“Kıral Padişahının Kızı” isimli masalda, padişah kızını bulmaya giden şehzade, yolda bir ejderha ile karşılaşır. Bu ejderhayı öldüp karnını yarınca, ejderhanın karnından güzel bir kız çıkar ve kendisini kurtaran şehzadeye: “Ey insanoğlu” der “Beni kurtardın, artık ben seninim sen de benimsin” (Boratav, 1969, s. 100). Ütelek isimli masalda da, kendisiyle evlenmek isteyen babasından kaçan kız ormana kaçıp bir ağaç kovuğuna saklanır. Saklandığı ağaç kovuğunda bir şehzade kızı bulur, onu hayvan sanır ve sarayına getirir. Sarayına getirdikten sonra onun bir hayvan değil bir kız olduğunu anlar ve onunla evlenir (Boratav, 1969, s. 216).

“Helvacı Güzeli” isimli masalda, müezzin tarafından iftiraya uğrayan ve bu iftira neticesinde babasının öldürülmesine karar verdiği kızın hikayesine yer verilmişti. Ancak ağabeyi, öldürmek için dağ başına götürdüğü kardeşine kıyamayıp yerine bir köpek yavrusu öldürüp, kanını kızın gömleğine bulamış, babasına bu gömleği götürüp kardeşini salıvermişti. Bu salıverilen kızcağız, geceye kadar bir ağacın gölgesinde oturur, ancak gece olunca korkarak bir ağaç tepesine çıkar. Ertesi gün de ağaç tepesinden inmeye cesaret edemez. O gün avlanmak için ormana gelen padişahın oğlu ağaç tepesindeki kızı görür, görür görmez aşık olur, kızı ağaçtan indirir ve kırk gün kırk gece düğünle evlenirler (Alangu, 2017, s. 42).

Benzer bir olay örgüsü, “Tasa Kuşu” isimli masalda da okuyucunun karşısına çıkmaktadır. Tasa Kuşu tarafından kaçırılan ve bir dağ başına bırakılan sultan kızı, erkek kılığına girerek çeşitli işlere girip yaşamını idame ettirmeye çalışır. Ancak tasa

35

kuşu, kızın her girdiği iş yerini kırar döker, kızın çalışmasına imkân vermez. Tasa kuşu yüzünden son girdiği işinden de olan sultan kızı, tasa kuşu onu bulamasın diye kaçar ve gide gide ormana gelir. Akşama kadar ormanda kalan kız, gece olunca ormandaki yaban hayvanları ve canavarlardan korkarak geceyi geçirmek üzere bir ağaca tırmanır. Sabah olunca, avlanmak üzere ormana gelen şehzade, ağacın üzerindeki sultan kızını kuş zannederek kızın olduğu dala ok atar. Ancak daha sonra kızı görür, “ayın ondördü gibi bir kızı karşısında görünce bayılır” (Alangu, 2017, s. 128). Hemen babasından izin alarak, kırk gün kırk gece düğün yapar ve sultan kızı ile evlenir (s. 128).

“Saka Güzeli” masalında ise, padişah kızının güzelliğini kıskandığı için vezir kızını öldürtmek istemesi, bunun üzerine kızın kaçarak, ev işleri yaparak etkilediği saka güzeli ile evlenmesi, saka güzeli ile mutlu bir hayat sürerken ailesini ziyarete gidip iftiraya uğraması ve saka güzeli kendisini öldürmesin diye vezir kızının yeniden kaçışı konu edilmişti. Saka güzeli masalında, aslında gidecek yeri olmayan vezir kızının, sandık içerisinde saka güzelinin evine gelmesi, onu ev işleriyle etkileyip kendiyle evlenmeye ikna etmesi bir kurtarılma hikayesi olarak verilebilir. Gidecek yeri olmayan vezir kızını, saka güzeli evlenerek ortada kalmaktan kurtarmıştır (Alangu, 2017, s. 256). Ancak iftiraya uğradığı zaman kaçtığında, balıkçıların eline düşen ve balıkçıların kendini paylaşmaya çalıştığını anlayan vezir kızı yeniden kaçmış, bu sefer ona kötülük etmeyen bir Yahudi ile karşılaşmış, ormanda yolunu kaybetmiş, bir çeşme başında yorgunluktan uyuyakalmıştır. Bu sırada ava çıkmış olan bir padişah oğlu, vezir kızına denk gelir. “Bakar ki, dünya güzeli, pınar perisi bir kız oracıkta uyur” (Alangu, 2017, s. 261). Kızın güzelliğinden çok etkilenen padişah oğlu, kız uyanana kadar bekler, sonra kızı alıp sarayına götürür ve onunla evlenir (s. 261).

Kadın karakterlerin özel alanlarından dağ başlarına atılıp, yeniden bir özel alan edinme süreçlerinde dikkat çekici bir nokta vardır. Kadınlar, dağ başında bir başlarına kaldıklarında bir ağaç tepesine sığınırlar bazen geceyi, bazen de günleri orada geçirirler. Kadının bir ağacın tepesinde geçirdiği bu süreç, kadın kahramanın kendini korumaya alması olarak yorumlanabilir. Dağ başında yahut ormanda bir başına görülen bir kadın, iffetsiz ve namussuz olarak değerlendirileceği için kendini korumak amacıyla yine özel bir alana sığınma ihtiyacı hissedebilir. Bu şekilde, her ne kadar kamusal alanda da olsa, yine bir özel alan çerçevesinde kalarak iffetsiz olarak görülmekten bir ölçüde kendisini kurtarmaktadır.

36

“Karayılan” isimli masalda ise, cariyelerin onu öldürtmek için şehzade kocasından geldi gibi gösterdiği düzmece mektubu ve bunun neticesinde öldürüleceğini öğrenen kız, saraydan kaçar, sığınacak yer bulamaz ve bir mağaraya saklanır. Bu mağarada, bir güvercinin kaçırıp alıkoyduğu bir yiğit yemeğini kızla paylaşır, kızla mağarada yaşar gider, kız gebe kalıp doğurması yaklaşınca onu anasının evine gönderir (Alangu, 2017, s. 280). Oğlunun adıyla gelen gebe kıza, hemen odalar hazırlatır ve doğumunu rahatça yapmasına yardımcı olur bu yiğidin anası. Kız da, nur topu gibi bir erkek evlat doğurur (Alangu, 2017, s. 281). Bu masalda, kızı sığındığı mağarada açlıktan kurtaran kişi, onunla yemeğini paylaşan yiğit, onu mağaradan çıkarıp kuş sütü eksik bir sarayda yaşamasına vesile olan da henüz doğmamış olan şehzade oğludur. Yani kurtarıcı, her ne şekilde olursa olsun, bir erkektir.

Bu masalda da kadınların genelde korunmak amacıyla ağaçlara sığındığı görülmektedir. Masallarda yalnızca kadın karakterler değil, bazen erkek karakterler de ormana kaçar veya sığınırlar. Ayrıca, birçok masal kahramanı, sığınmak ya da korunmak amacıyla olmasa da ormanda çokça vakit geçirirler. Bunu sebebini, Türk kültürünün kökeninde aramak yerinde olacaktır. Ağaç ve orman motifleri, Türk kültürünün avcılık ve toplayıcılığa dayanan kökeninden gelen bir öneme sahip olmakla beraber, Göktürkler ve Uygurlar dönemlerinde yaşayan Türkler tarafından da kutsal kabul edilmiş ve değer görmüşlerdir. “Orman, diğer yer-sular gibi ruhlar mekânı olarak hayal edilmekte olup orman iyelerine saygı gösterilip çeşitli kurbanlar sunulmaktadır” (İnan, 2000, akt, Tanyıldızı, 2015, s. 351). Türkler ormanları, iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayırmaktadırlar. İyi ormanlar olarak görülen aydınlık-ışıklı ormanlarda atalarının ruhlarının dolaştığına inanılırlarken, kötü ruhların yaşadığı ormanların “Allah’ın rahmetinden uzak” (Tanyıldızı, 2015, s. 351) ve cinler, periler, devler, çeşitli canavarlar gibi olağanüstü yaratıkların barındığı gizemli mekanlar olduklarına inanılmaktadır. Türk masallarında da, orman ya bu olağanüstü yaratıkların yaşadığı ya da masal karakterlerinin odun toplamak, avlanmak gibi gündelik işler için gittiği mekanlardır. Çalışma kapsamında incelenen masallarda ise, ormanın koruyucu rolünün daha çok ön plana çıktığını söylemek mümkündür. Tanyıldızı, çalışmasında orman motifinin koruyucu rolünü şu sözlerle ifade etmiştir:

Anadolu masallarında orman daha çok koruyuculuk vasfıyla karşımıza çıkmaktadır. Ormana bırakılan kahraman iyi ruhların bulunduğu ortamda muhafaza edilmektedir. Orman ruhunun veya ruhlarının ormandaki bütün

37

varlıkların koruyucusu olması mitolojik sistemde ormanın kutsal bir yer olmasıyla alakalıdır (2015, s. 351).

Tanyıldızı, incelenen masallarda da görüldüğü gibi, ormanda kalan kahramanların ölmediklerini, bir şekilde mutlaka hayatta kaldıklarını ve ihtiyaç duydukları kurtarıcı ya da çıkış yoluna daima ulaştıklarını da vurgulamaktadır:

Kahramanlar kandırılarak veya bilerek ormana çekilir. Genellikle odun toplama bahanesiyle ormana götürülen kahramanlar burada bir süre kalırlar. Ormanda ağaçların içinde veya dallarında yaşarlar. Hiçbir şey olmadan bir süre sonra feraha ererler. Bu süre zarfında ise orman iyeleri tarafından korundukları düşünülür. Kutsal ağaçlara sığınmaları, onları dayanıklı ve sabırlı yapar. Görülmesi gereken bir diğer yön ise ormana bırakılan kahramanların hiçbirinin ölmemesidir. Kahramanların hiçbiri ormandan korkmamakta ve hepsi akıl melekelerini kullanarak hareket etmektedir (2015, 358).

Anlaşılan odur ki, ormanlar kahramanların kaderlerine terk edildiği alelade mekanlar değildirler, ormanlarda iyi kahramanların iyi ruhlar tarafından korunup kollanarak kurtuluşa ereceğine, kötü kahramanlarınsa kötü ruhlar ya da olağanüstü varlıklar tarafından cezalandırılacağına inandıkları mekanlardır. Bu yüzden, ormanlar, kültürel sembollerin masallardaki varlığına da işaret eden ve bir amaca hizmet eden sembollerdir.

Bu üç masalda görüldüğü üzere, sabredip kaderine boyun eğen kadınlarda olduğu gibi, kaçıp kendini kurtarmak isteyen kadınlar da, masallarda, eninde sonunda bir kurtarıcıya ihtiyaç duymaktadırlar. Kadınlar çoğunlukla tek başlarına hayatta kalamaz, başlarının çaresine bakamazlar. Kaçarak ormana sığınan kadın karakterleri mutlaka bir erkek kahraman içinde bulundukları zor durumdan kurtarmaktadır. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, bu erkek ise genelde bir şehzade olmaktadır. Muhsine Halimoğlu Yavuz masallarda dağ başlarına terk edilen günahsız kızları daima iyi kalpli bir çiftçinin, bir şehzadenin ya da bir çiftçinin kurtardığından bahseder (1997, s. 29). Ancak, kurtarıcı her zaman bir şehzade yahut evlenilecek bir erkek değil, bazen de zor durumdaki kadının babası yahut babası yerine koyduğu başka bir erkek ya da kendi oğlu olabilmektedir. “Muradına Ermeyen Dilber” isimli masalda, sütninesinin kendi kızını evlendirmek için iki gözünü de kör ederek dağ başına attığı kızcağızı, bir kervancı başı görür ve haline çok üzülüp başına ne geldiğini sorar. Kız, kurtarıcı olarak gördüğü kervancı başına şu sözleri söyler: “Aman babacığım… Sesinden anladım; doğru, iyi kalpli bir adamsın; kızın olayım, kurtar beni…” (Alangu, 2017, s. 108). Kızın bu sözleri üzerine, kervancı başı kızı alır, evine

38

götürür ve karısıyla beraber kızcağıza kol kanat gererler. Ancak şehzadenin yeni karısı, sütninenin kızı, bu kızı öldürtmek için bir plan yaparlar ve bir cadı kadın ile anlaşıp kızın kolundaki onu hayatta tutan bileziği çıkarttırırlar. Kolundan bileziği çıkan kız, ölüm uykusuna dalar. Kızın öldüğünü sanan kervancı başı ve karısı kıza bir türbe yaptırırlar. Şehzadenin de bu türbeye yolu düşer, ziyaret için girdiğinde sandukayı kaldırınca kızı ve yanında kızın oğlu olduğunu anladığı bir çocuk görür. Kız uykusunda bir erkek çocuk dünyaya getirmiştir. Şehzade bu erkek çocuğu koruması altına alır ve saraya götürür. Saraya götürdüğü bu çocuk, sarayda cadı kadının kızın kolundan çıkardığı bileziği bulur, annesinin koluna takar ve kız canlanır, memelerinden süt gelmeye, çocuğunu emzirmeye başlar (Alangu, 2017, s. 117). Bu masalda kızı kurtaran bir şehzade olmasa da bir erkek çocuğudur; dolayısıyla kurtarıcı yine bir erkektir. “Muradına Ermeyen Dilber” isimli masalda kadın karakter, hem babası yerine koyduğu kervancı hem de oğlu tarafından kurtarılmıştır.

İncelenen Türk masallarında, kadının çoğunlukla kurtarılan rolünde olduğu açıktır. Ancak kadınlar her zaman bir erkek tarafından değil, bir hayvan tarafından da kurtarılabilirler. Kadınları kurtaran bu hayvanlar ise, başta cinsiyetleri verilmese bile masal sonlarında mutlaka erkek karakterlere dönüşürler. “Tasa kuşu” masalında, tasa kuşunun sultan kızının çocuklarını kaçırıp, ona türlü kötülükler ettiğinden daha önce bahsedilmişti. Bu yüzden, padişah, oğlunun karısı demeden, kendi çocuklarının ölümünden sorumlu tuttuğu sultan kızının öldürülmesi emrini verip cellada teslim etmişti. Masalın bu noktasında, celladın elinden kızı kaçırıp kurtaran yine tasa kuşu idi. Masalda buraya kadar tasa kuşunun cinsiyeti ile ilgili hiçbir bilgi verilmemişti. Ancak, tasa kuşu kızı celladın elinden kurtarıp kendi sarayına getirdiğinde şu sözcüklerle tasa kuşunun erkek, bir delikanlı olduğu belirtilmiştir: “… Kuş, sultan hanımı hemen sarayın bahçesine indirir. Kendisi de mermer bir havuza dalar, iki silkinir, ayın ondördü gibi bir delikanlı olup çıkar” (Alangu, 2017, s. 132).

İncelenen masallarda görülmektedir ki, kurtarıcı hep erkektir. Masallar da kurtarılan da genellikle kadındır. Bir kadının başka bir kadını kurtardığı görülmediği gibi, bir erkeğin de başka bir erkeği kurtardığına incelenen hiçbir Türk masalında rastlanmamıştır.

“Kıral Padişahının Kızı” isimli masalda, şehzadenin mahsur kaldığı kara dünyadan ak dünyaya çıkmak için bir kartalı bulması gerekmektedir. Bu kartal, kara dünyadan ak dünyaya çıkış yolunu bilen tek kişidir. Şehzade, kartalın yuvasına gider ancak, gidince kartalın orada olmadığınu, bir yılanın ise kartalın yavrularını yemek

39

istediğini görüp yılanı görüp öldürür, buna karşılık kartal da şehzadeye yardım kara dünyadan ak dünyaya çıkması için yardım eder. Bu masalda görülmektedir ki, kurtaran şehzadedir, kurtarılan ise yavruları olan bir kartal, yani bir kadındır (Boratav, 1969, s. 124)

“Zümrüdüanka Kuşu” masalında, yer altında mahsur kalıp ormanda gezintiye çıkan şehzade, Zümrüdüanka kuşunun yavrularını yemek isteyen yılanı görür ve yılanı öldürür. Şehzadenin anne kuşun yavrularını kurtardığı an masalda şöyle verilmektedir:

… Uzun bir sarı yılanın ağaca sarılıp çıktığını, kuş yuvasına doğru topuz başını kaldırmış, çatal dilini çıkartıp tısladığını görür. Hemen yayını kurup okunu takar, gezleyip ilk atışta yılanı koca başından ağaca mıhlar; yılanın pis gövdesi ağaçtan süzülüp aşağı sarkar (Alangu, 2017, s. 161).

Çalışma bağlamında incelenen, Türk masallarında, kadına biçilen kurtarılan rolü ve erkeğe biçilen yüce kurtarıcı rolü, birçok örnekle okuyucunun karşısına çıkmaktadır. Bu kurtarıcının hayvan, insan yahut çocuk olması fark etmeksizin daima erkek olması daha önce tartışılmış idi. Kurtarılanın ise daima bir kadın olmasına da daha önce dikkat çekilmişti. Bunları, kadının edilgen, erkeğin ise etken taraf olarak görülmesi ile yorumlamak mümkündür. Kadın bekleyen, alınan, verilen bir nesne olduğu için bir sahibin ya da yöneticinin onu yönlendirmesi, akla yakın olduğu için bir erkeğin onun hakkında kararlar alması, ataerkil toplumların kadın erkek inançlarında zaten oldukça sık karşılaşılan bir durumdur. Bu durumun ise, yalnız bir tarihi döneme bağlı olmayan, ancak her dönemin içinde bulunduğu koşullara göre değişime uğrayan masallar gibi edebiyat eserlerinde görülmesi de oldukça olağandır. 2.5. Namuslu Kadınlar

İncelenen masallardaki kadın karakterlerin, kurtarılmaya varan sürecini de ele almak gerekmektedir. Öyle ki, bu kadınların ev içindeki konumlarını kaybederek, başka bir erkek tarafından kurtarılmaya uzanan öyküleri, kadınların iffetleri ve namuslarını koruyamadıkları gerekçesinden doğmaktadır. Masallarda, kadın kahramanlar “bekaretini ve namusunu korumakla yükümlü”dürler (Ölçer, 2003, s. 26). Yükümlü oldukları namusları ve bekaretlerini koruyamadıklarına inanılan kadınlar, çeşitli şekillerde cezalandırılırlar. Bu cezaların başında, kadın kahramanın babası ya da ağabeyi tarafından bir dağ başına atılması gelmektedir. Namuslarını lekelediğini düşündükleri kadınları dağ başlarına bırakarak bir nevi onlara karşı

40

duydukları sorumluluktan kurtulmakta, kadını evsiz bırakarak cezalandırmaktadırlar. Kadınların cezalandırılmak amacıyla atıldıkları dağ başları, hem kamusal bir alan hem de dış dünyadan yalıtılmış mekanlar olması yönünden dikkat çekicidir. Cezalandırılan kadınlar hem özel alanlarından uzaklaştırılmakta; hem de tamamen kamusal bir alana çıkmaları uygun görülmemektedir.

Namus kavramının, incelenen masallarda sıklıkla okuyucunun karşısına çıkıyor olması, bu kavramın üzerinde durulmasına sebep olmuştur. Namus, Anadolu’da daha çok kadınlarla özdeşleştirilen, kadının koruması gerektiğine inanılan bir kavramdır. Kadın karakterlerin namuslarını korumak için özel alanlarından çıkmamaları, erkeklerin olduğu kamusal alandan uzak kalmaları gerektiği düşünülür. Toplumun sosyo-kültürel yapısının masallarda yansımalarının olduğu da göz önüne alındığında, kadına yüklenen namus kavramının masallarda da yer almasının oldukça olağan olduğu düşünülebilir. İncelenen masallarda da, namuslarının tehlikeye atıldığı düşünülen kadınlar her zaman özel alanlarını terkeden kadınlardır. Bu kadınlar, iftiraya uğrar ve ölüm cezasına çarptırılırlar.