• Sonuç bulunamadı

Sahâbe Döneminde Re’y

HZ ÖMER’İN İCTİHATLARINDA RE’YİN ROLÜ

1.3. Sahâbe Döneminde Re’y

Sahâbe döneminin Hz. Peygamber’in vefatıyla başladığı konusunda itti- fak bulunmaktadır. Ne zaman sona erdiği hususunda ise iki yaklaşım bulun- maktadır: Siyasi iktidarı esas alanlara göre hicri 41 yılında Raşid Halîfeler dö- neminin sonuna kadar, hâkim nesli göz önünde bulunduranlara göre ise, hicrî birinci yüzyılın sonlarına kadar uzanmaktadır.245 Burada görüş ve ictihatları

üzerinde durulan sahâbiler, fakihlerin fıkıh alanında görüşlerine itimat ettikle- ri, ictihat ve fetva ile meşhur olanlardır. Sahâbenin hepsi ilim ve fıkıh sahibi değildi. Bu vasıflar onların bir kısmında vardı ve onlara kurrâ deniliyordu.246

İbnü’l-Kayyım: ‚Hz. Peygamber’in ashabından olup kendilerinden fetvalar kaydedilenler erkek ve kadın olmak üzere 130 küsur kişidir‛247 diyerek bu sı-

nırlı sayıya işaret etmiştir.

Hz. Peygamber hayattayken sahâbe, karşılaştıkları sorunları, başlarına ge- len olayları ve anlaşmazlıkları ona arzediyorlar, O’da sorularını cevaplıyor, fetvalar veriyor ve davalarında bir hakim olarak kararlar alıyordu.248 O’nun

vefâtından sonra fetihler devam etmiş, İslâm ülkesinin sınırları genişlemişti. Fethedilen bölgeler o dönemin en gelişmiş medeniyetlerinin beşiğiydi; İran, Irak, Suriye ve Mısır topraklarında Rum medeniyeti hüküm sürüyordu. Bu

241 Gazzâlî, Mustasfâ, II, 245; Hallâf, Masâdır, s. 9.

242 Dirînî, el-Menâhicü’l-usûliyye, s. 19-20; Medkûr, Menâhic, s. 344. 243 Serahsî, Usûl, II, 142.

244 Emir Bâdişah, Teysîru’t-tahrîr, IV, 180; İctihada ehil olan kimselerde aranan şartlar için

bkz. Gazzâlî, Mustasfâ, II, 350; İbnü’s-Sübkî, Tacüddin, Cem’u’l-cevâmi’, Mustafa el-Bâbî el- Halebî, Kahire 1937, II, 382; Âmidî, el-İhkâm, IV, 397.

245 Hallâf, a.g.e., s. 296; Karaman, Anahatlarıyla İslâm Hukuku, Ensar Neşriyat, İstanbul 1990, I,

45-46.

246 İbn Haldûn, Mukaddime, s. 272. 247 İbnü’l-Kayyım, İ’lâmü’l-müvakkıîn, I, 39.

248 Dehlevî, Ahmed Şâh Veliyyullah, Huccetüllâhü’l-bâliğa, Dâru’t-türâs, Kahire ts. I, 141;

bölgelerde yaşayan insanlar ile oralara gidip yerleşen Müslümanlar arasında ilk temas ve ilişkiler de böylece oluşmaya başlamıştı.249

Gittikleri yerlerde daha önce hiç bilmedikleri şeyler, olaylar ve âdetlerle karşılaşan Müslüman sahâbiler bu yeni olguları düzenlemeye, İslâmî hukuk kurallarını onlara uygulamaya ve onları İslâm’ın hukuk ve amaçları açısından layık oldukları yerlere yerleştirmeye ihtiyaç duydular. Böylece sahâbenin alim- leri, meseleler üzerinde düşünmeye ve hayatın bütün yönleriyle ilgili yaşanan sorunlara dinin temel naslarının ışığında çözümler üretmeye çalıştılar.250

Nas bulunmayan konularda sahâbenin re’yi kullandığını, hem re’y taraf- tarları hem de karşıtları251 farklı yorumlasalar da bir vâkıa olarak kabul etmiş-

lerdir. Hatta re’y taraftarlarından Serahsî, ‚sahâbe nas bulunmayan konularda re’ye başvurmanın caiz olduğunda icmâ etmiştir‛252 der ve bir başka yerde de,

‚sahâbenin re’y ile fetvası inkârı mümkün olmayacak kadar açıktır‛253 demektedir.

Cüveynî de (v.478 / 1085) sahâbenin niçin re’ye başvurmak zorunda kal- dığını ve onların re’y ictihadını gönülden benimseyerek yaptıklarını şu sözlerle anlatmaktadır: ‚Kesin olarak bilmekteyiz ki, sahâbe alimlerinin hakkında fetva verip hükmettikleri olaylar mevcut naslardan sayılamayacak ve anlatılamayacak kadar fazla- dır. Onlar yüzyıla yakın bir süre kıyas yaparken bir taraftan da sürekli olaylar vukû buluyordu. Gönüller araştırmaya gayet açıktı; hakkında nas yok diye olay karşısında susmadılar. Açık ve net olarak hükümler içeren âyetler, hadisler ve bunlara ek olarak verilen fetva ve hükümler sonsuz denizden bir avuç mesabesindedir. Yine kesin olarak bilmekteyiz ki onlar, her önlerine çıkan mesele hakkında ölçüsüz ve bağlantısız bir şe- kilde, önemsedikleri kâideleri dikkate almadan hüküm vermemektedirler. Onların tevâtüren nakledilen güzel özelliği, olayın hükmünü önce Allah’ın Kitabında aramala- rı, bulamazlarsa Allah Resûlünün sünnetinde araştırmaları, orada da bulamazlarsa re’ye müracaat etmeleridir. Onlar zanna ve araştırmaya dayalı konularda farklı görüş- lere sahip olmalarına rağmen, ictihad ve re’y prensibine karşı çıkmıyorlardı‛.254

Gazzâlî de, hakkında nas bulunmayan yeni bir olayla karşılaşıldığında re’y ve ictihadla hükmedileceği hususunda sahâbe icmâının kuşku duyulma- yacak şekilde tevâtür yoluyla geldiğini, onlardan her fetvâ verenin re’ye baş- vurduğunu, re’ye başvurmayanların ise, başkaları onların ictihadına gerek bı-

249 Emin, Fecru’l-İslâm, s. 92-93; Mîka, Ebû Bekir İsmail, er-Re’yü ve Eseruhü fî Medraseti’l-

Medîne, Müessesetü’r-risâle, Beyrut 1985, s. 69-70.

250 Abdülkadir, Ali Hasan, Nazratün Âmme fî Târîhil-fıkhi’l-İslâmî, Dâru’l-kütübi’l-hadîse, Ka-

hire 1965, s. 54-55; Zerkâ, Medhal, I, 142-143.

251 İbn Hazm, Mülahhas, s. 4. 252 Serahsî, Usûl, II, 132. 253 Serahsî, a.g.e., II, 107.

rakmadıkları için başvurmadıklarını ama re’y ile amel edenlere de itiraz etme- diklerini söylemektedir.255

Ancak sahâbeden, ictihatlarında baş vurdukları re’y hakkında belirli bir tanım veya açıklama gelmediğinden bu re’yin ne olduğu hususunda alimler arasında görüş ayrılığı oluşmuştur. İmam Şâfiî (v.204 / 819) sahâbenin zaman zaman re’y adını kullanarak yaptığı bu ictihada kıyas demiştir. Ona göre kıyas ile ictihat da aynı anlamdadır.256 Şâfiî usûlcülerden imamlarının bu görüşünü

benimseyenler arasında Beydâvî (v.685 / 1286), 257 Râzî (v.606 / 1209), 258 Ta-

kuyyiddin es-Sübkî (v.756 / 1355) ve oğlu Tacuddin es-Sübkî (v.771 / 1369) 259

bulunmaktadır. Hatta İsnevî (v.772 / 1370) re’yin kıyas olduğu konusunda ic- mâ bulunduğunu ileri sürmüştür.260 Muâsırlardan Hudarî Bey de (v.1927)

sahâbenin, hakkında nas bulunmayan yeni meselelerde kıyasa başvurduklarını ve buna re’y adını verdiklerini savunmaktadır.261

Usûlcülerin çoğunluğu ise, sahâbenin kullandığı re’yin kıyastan daha kapsamlı ama onu da içine alan bir ictihad olduğu görüşündedir. Hanefîlerden Alâuddin el-Buhârî Muâz hadisine yapılan itirazları cevaplandırırken şu ifade- lere yer vermiştir: ‚Muâz ‘re’yimle ictihad ederim’ dediğinde Hz. Peygamber onu tasdik edip susmuştur. Susmasının nedeni ‘ictihadın’ bütün hükümler için ye- terli olacağını bilmesindendir. Şayet ictihad yalnız illeti belirli bir kıyasa hâs kı- lınacak olsaydı o zaman bu, hükümlerin yüzde birini bile öğrenmeye kâfi gel- mezdi ve o takdirde Şâri’in ‘Kitap ve sünnetle amel ederim’ dediğinde susma- yıp yine ‚sonra ne ile‛ diye sorduğu gibi burada da susmayıp sorması gerekir- di‛.262 Şevkânî de usûlcülerin bu konudaki görüşlerini şöyle özetlemektedir:

‚Re’y ictihadı Kitap ve sünnetten hükümlerin delilini çıkartmak yoluyla olabi- leceği gibi zimmetin berî olmasını esas almak (berâet-i aslî), farklı görüşlere gö- re eşyada mübahlığı yahut sakınmayı esas almak veya maslahatı, ihtiyatı esas almak yollarıyla da olur‛.263

Sonuç itibariyle re’y kıyası ve daha başka istidlâl yollarını kapsayan genel bir terimdir. O dönemde re’y nasların açıklanması ve yorumlanmasına, benzer olayları birbirine kıyaslamaya ve hakkında nas bulunmayan konularda şeriatin ruhundan, genel maksat ve kurallarından çıkartılan istihsan, maslahat, örf, ve

255 Gazzâlî, el-Mustasfâ, II, 242, 245.

256 Şâfiî, Muhammed b. İdris, er-Risâle, thk. Ahmed Muhammed Şakir, s. 477. 257 İsnevî, Cemâlüddin, Nihâyetü’s-sûl fî Şerhi’l-minhâc, Âlemü’l-kütüb, ts., IV, 16. 258 Râzî, Fahruddin Muhammed, el-Mahsûl, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1988, II, 265. 259 Sübkî, Ali b. Abdülkâfî; Tacüddin Abdülvehhâb, el-İbhâc fî Şerhi’l-minhâc, thk. Şa’ban Mu-

hammed İsmail, Mektebetü’l-külliyyâti’l-Ezheriyye, Kahire 1981, III, 16.

260 İsnevî, a.g.e., IV, 16, 17.

261 Hudarî, Muhammed, Târîhü’t-teşrî’il-İslâmî, Dâru’l-Kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1985, s. 88. 262 Buhârî, Keşfü’l-esrâr, III, 279.

sedd-i zerîa gibi istidlâl yöntemlerini de kapsamaktadır.264 Sahâbe, yetiştiği

çevreden aldığı İslâm kültür ve terbiyesinin kendisine kazandırdığı ehliyet ve melekeyle, nas bulunmayan konularda kıyasa başvurmanın yanısıra maslaha- ta, İslamın teşrî ruhuna, dinin genel ilke ve kurallarına ve adâlete daha yakın gördüğü re’ye başvurarak çözümler üretmiştir.265

1.4- Sahâbe Döneminde Re’yin Özellikleri

Sahâbenin kullandığı re’yin bir takım özellikleri vardı. Bunları şöyle sıra- layabiliriz:

1. Re’ye zorunlu olduklarında başvuruyorlardı. Sahâbe genel itibariyle hemen re’yleri ile amel etmekten sakınıyorlardı. Bunun içindir ki hükmü önce- likle, Kur’an ve sünnet naslarında arıyorlardı. Bulamadıklarında da önce başka birisinin o konuda fetva vermesini arzu ediyorlardı.266 Abdurrahman b. Ebî

Leylâ (v.83 / 702) bunu: ‚Allah Resûlü’nün ashâbından yüz yirmi kadarına rastladım. Onlardan her hadis nakleden bir başka din kardeşinin kendisi yeri- ne rivayet yapmasını ve her fetva veren de bir başka kardeşinin kendi yerine fetva vermesini arzu ediyordu‛267 sözleriyle anlatmaktadır.

2. Sahâbe, takdîrî-teorik (farazî) meselelerde re’y kullanmıyordu. Onların döneminde fıkıh yaşanan, olmuş olaylar etrafında cereyan ediyordu, daha ol- mamış meseleler takdir edilerek onlara re’y ile cevaplar aranmıyordu.268 Zeyd

b. Sâbit’e bir mesele sorulduğunda onun olup olmadığını sorar, olmuş ise fetva verirdi. Olay daha olmamışsa ‚oluncaya kadar onu bırakın‛269 derdi.

3. Yanlış olma ihtimaline karşı re’ye dayalı fetvalarını kendilerine nisbet ediyorlar ve başkalarını onun gereğini yapmaya zorlamıyorlardı.270 Hz. Ebû

Bekir re’yi ile ictihad ettiğinde ‚Bu benim re’yimdir; doğruysa Allah’tan, yanlışsa bendendir ve Allah’tan affımı dilerim‛271 derdi. Kâtibi, ‚Bu Allah’ın ve Ömer’in

görüşüdür‛ diye yazdığında Hz. Ömer kızarak: ‚Ne kötü söyledin, ‘bu Ömer’in

264 Medkûr, Menâhic, s. 44; Mîka, er-Re’yü ve Eseruhü, s. 83; Devâlibî, Ma’rûf, el-Medhal ilâ İlm-i

Usûli’l-fıkh, Dâru’l-ilmi li’l-melâyîn, 1965, s. 91-92; Hallâf, Mesâdir, s. 8; Karaman, İslâm Hukukunda İctihad, İstanbul 1996, s. 57.

265 Medkûr, Menâhic, s. 76, 79.

266 Şelebî, el-Medhal, s. 117; Celîdî, Said Muhammed, el-Medhal li Dirâseti’l-fıkhi’l-İslâmî, el-

Câmiatü’l-meftûha, Tırablus 1993, s. 96; Beşir, er-Re’yü, s. 171; Senûsî, el-İctihâdü bi’r-ra’yi, s. 45, 156 vd.

267 İbn Abdilber, Câmiu beyâni’l-ilm, II, 398.

268 Hudarî, Târîhü’t-teşrî’, s. 87; Şelebî, el-Medhal, s. 119; Muhammed Desûkî; Emine Câbir,

Mukaddime fî Dirâseti’l-fıkhi’l-İslâmî, Dâru’s-sekâfe, Katar 1990, s. 139; Senûsî, el-İctihâdü bi’r-ra’yi, s. 149-154.

269 İbn Abdilber, Câmiu beyâni’l-ilm, II, 373.

270 Şelebî, a.g.e., s. 109-110; Bedrân, Ebu’l-Ayneyn Bedrân, Târihü’l-fıkhi’l-İslâmî, Dâru’n-

nehdati’l-Arabiyye, Beyrut ts., s. 56; Beşir, er-Re’yü, s. 172, 174.

görüşüdür’ de. Şayet doğru olursa Allah’tandır, yanlış olursa Ömer’dendir‛272 de-

miştir.

4. Başkalarının görüşüne saygı duyuyorlardı. Sahâbe düşünce hürriyetine çok büyük önem veriyor ve kendisinin görüşüne aykırı bir re’y ile karşılaştı- ğında taassup göstermeden saygıyla karşılıyor, inkar etmiyordu.273 Bu hassasi-

yetlerinden dolayıdır ki kendilerinden sonra tedvin edilmiş bir fıkıh bırakma- dılar, aksine rivayetlerle nakledilen fetva ve hükümler bıraktılar.274 Bir rivayet-

te Hz. Ömer, problemi olan bir adam ile karşılaştı ve ona ne yaptığını sordu. Adam: ‚Ali şöyle hükmetti‛ dedi. Ömer: ‚Ben olsaydım şu şekilde hükmeder- dim‛ dedi. Adam da: ‚Seni engelleyen nedir, yetki senin elindedir‛ deyince, Ömer: ‚Sana Allah’ın Kitab’ından veya Resûlü’nün sünnetinden cevap ver- seydim bunu yapardım. Fakat sana re’yimle cevap veriyorum, re’y ise (insan- lar arasında) ortaktır ve ben hangi görüşlerin Allah katında daha doğru oldu- ğunu bilmiyorum‛ dedi.275

5. Re’ye dayanarak yaptıkları ictihatlarından yanlışlıkları ortaya çıktığın- da dönüyorlardı.276 Aynı zamanda re’ylerinin sonradan kendilerine ulaşan bir

hadise muvâfık olduğunu öğrendiklerinde de mutlu oluyorlardı.277

6. Sahâbenin re’y ictihatlarında esas alacakları daha önceden tedvin edilip konmuş usûl kâideleri yoktu. Fetvâ ve hükümleri şeriatın ana gayesi olan mas- lahat prensibine dayanıyordu. Hz. Peygamber’in terbiyesinden geçip İslâm kültürünün özünü benliklerine yerleştirdikleri için kendilerinde fıtrî bir meleke oluşmuştu. Bu saf, temiz ve olgun fıtratlarıyla olayları Şârî’in ölçülerine uygun olan maslahat esası içerisinde değerlendirip fetvâ ve hükümler veriyorlardı.278

Benzer Belgeler