• Sonuç bulunamadı

DEĞERLENDİRME ve SONUÇ

HZ ÖMER'İN MÜELLEFE-İ KULÛB'A ZEKÂT KONUSUNDAKİ UYGULAMASI VE HANEFİ

4. DEĞERLENDİRME ve SONUÇ

Anlaşıldığı kadarıyla, müellefe-i kulûb tek ve belli bir grup değildir. Hz. Ömer'in kovduğu kimseler müellefe-i kulûb özelliği taşımayan kimselerdi. Bu sebeple o, bunlara pay vermeyerek nassı iptal etmedi aslında uygulamış oldu. O, bu fonu iptal etmemiş belli kişiler bakımından uygulamamıştır, onların dı- şında kalanlara ise uygulamıştır. Nitekim şartlarını taşıyanlara Hz. Ömer ve Ömer b. Abdulaziz zekâttan pay vermiştir. Zekâttan pay almak müktesep hak

641 Bâbertî, I, 585.

642 Bu görüş sahiplerinin değerlendirmeleri için bk. İzmirli İsmail Hakkı, İlm-i Hilaf, İstanbul

1330, I, 98-99; M. Said Hatipoğlu, "İslam ve Değişim", İslamiyât, VIII/I, Ankara 2005, s, 8- 10; Yunus Vehbi Yavuz, Kur'ân'ı Nasıl Anlamalıyız? İstanbul 2002, s, 124; a.mlf., "Hanefi Müctehidlerinde İstihsan Metodu", UÜİFD, I/I, Bursa 1986, s, 90; Hüseyin Atay, "Dini Dü- şüncede Reformun Yöntemi ve Bir Örnek", Kelam Araştırmaları, IV/I(2006), s, 20- 21(WWW.kelam.org/dergi/sayi041); Subhi Mahmasanî, Felsefetü't-teşr'i fi'l-İslam, Beyrut 1380/1961, s, 206-207; Muhammed Yusuf Musa, el-Fıkhu'l-İslamî: Medhal li dirâseti nizâmi'l-

olmadığı için bazı kimselere, özellikle de suistimal edenlere verilmeyebilir, Hz. Ömer de bunu yapmıştır. Belli kişilere vermemek bu fonu iptal etmek anlamı- na gelmez. Ancak Hanefiler Hz. Ömer'in belli kişilere vermemesini genelleşti- rerek bu fona artık zekât verilmeyeceğine hükmederek bu sınıfı tamamen dev- re dışı bırakmışlardır. Hâlbuki Hz. Ömer'in, nassın illetinin belli kişiler bakı- mından oluşmadığını düşünerek onlara zekâttan pay vermediği anlaşılmakta- dır. İlletin kendileri bakımından oluştuğu kimselere ise pay vermiştir. Buna göre onun bu konudaki uygulamasında sadece nassı ta'lil vardır, tavkif, tağyir, tebdil, iptal, nesih ve Hanefilerin kabul ettiği gibi iskat söz konusu değildir.

Konuyu en iyi değerlendirenlerden biri olan Nizamuddin Abdulhamid'in değerlendirmesi şöyledir: Nassla sabit olmuş bir hükmü ilga etme yetkisi Hz. Peygamber'e bile verilmemiştir. Ona verilmeyen yetkiyi Hz. Ömer kullanarak nassın hükmünü ilga edemez. İlga, ancak Allah tarafından gönderilecek yeni bir vahiy ile olabilir. Bu durumda sonraki nass öncekini neshetmiş olur. Müel- lefe-i kulûba zekât verilmesi meselesi ise nassla sabit olmuş muhkem bir hü- kümdür. Böyle nassla sabit olmuş bir hükmü Hz. Ömer nasıl neshedebilir?! Hz. Ömer, müellefe-i kulûb olduklarını söyleyerek kendisine gelen ve zekât malında hakları bulunduğunu iddia edenleri reddederken, nassı ilga etmemiş aksine, ince anlayışı (fıkhı) ve basireti sayesinde bir başka açıdan nassı uygula- yarak onları geri çevirmiştir. Zira Hz. Ömer onların müellefe-i kulûb olma özelliğini kaybetmeleri sebebiyle ilgili nassın kendilerine uygulanamayacağını görmüştür. Çünkü kalpleri ısındırma / kazanma (te'lif) meselesi, takdiri devlet başkanının içtihadına bırakılmış belli bir zaman aralığı ile sınırlı her türlü olay- la ilgili olabilir. Bunlar arasında bir kimsenin gönlünü İslâm gerçeğine ısındır- mak ve onun öğretilerine teşvik etmek, dikkat çekmek; kavmi içerisinde mevki sahibi olan birisinin şerrini def etmek vardır. Birinci durumda makul bir süre geçtikten sonra, ikinci durumda ise İslâm'ın yayılması ve güç kazanması sağ- lanmış ise gönlünü kazanma sebepleri ortadan kalkmış demektir. Böyle bir du- rumda onlarla müellefe-i kulûb vasfı örtüşmez ve onların zekât fonunda pay alma hakları olmaz. Bir başka ifade ile; Hz. Ömer nassla birebir örtüşmeyen bir olay karşısında olduğunu gördü. O zaman nasıl olur da onların zekât istekleri- ne olumlu cevap verebilir ve nassa muhalefet edebilirdi?!643

Çağdaş âlimlerden Nizamuddin Abdulhamid'in yorumu ile klasik dönem âlimlerinden Ekmelüddün el-Bâbertî'nin yorumu birbirine uymaktadır. Her ikisinin altını çizdiği ortak nokta, Hz. Ömer'den zekât payı almak üzere müra- caat edenlerin müellefe-i kulûb vasfı taşımadıklarıdır. Bunlar belirtilen vasfı ta-

643 Nizamuddin Abdulhamdi, Mefhumu'l-fıkhi'l-İslamî, Beyrut 1984, s, 26. Ayrıca bk. Şevkanî,

Neylü'l-evtar, Kahire 1938, IV, 166-167; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi(terc. Sa-

lih Tuğ), İstanbul 1991, II, 972; Mehmet Erdoğan, İslam Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, İs- tanbul 1990, s, 77; Celal Yeniçeri, İslam'da Devlet Bütçesi, İstanbul 1984, s, 208.

şımayınca, onlara zekât vermek hükmün illeti olan İslâm'ı güçlendirmeyi de gerçekleştirmemiş olacaktı. Zira İslâm'ın güçlü olduğu bir dönemde Müslü- man olmayana zekâttan pay vermek İslâm'ı güçlendirmeyecek aksine zayıfla- tacak bu da ilgili âyete aykırı olacaktı. Dolayısıyla Hz. Ömer âyete aykırı hare- ket etmemek için o gruba zekâttan pay vermedi. Ancak âyetin illeti tekrar olu- şur ve müellefe-i kulûb vasfı taşıyanlar bulunur ve İslâm da zayıf durumda olursa yine İslâm'ı ve Müslümanları güçlendirmek veya düşmanlarının şerrini bertaraf etmek için zekâttan bu sınıfa pay verilebilir. Gerek el-Bâberti'nin ve gerekse Nizamuddin Abdulhamid gibi çağdaş bazı âlimlerin yorumu bu şekil- de olsa da Hanefilerin geneli Hz. Ömer'in uygulamasını en azından iskat / dü- şürme olarak yorumlamış ve müellefe-i kulûb denilen sınıfın artık zekât ala- caklar sınıfında yer almadıkları sonucuna varmışlardır. Hanefilerin bu yorum, çıkarım ve içtihatlarının isabeti tartışmaya açıktır. Ancak Hanefilerin bu sınıfın zekât alacaklar kaleminden sâkıt olmasını gerekçelendirirken "illetin sâkıt ol- ması sebebiyle" şeklindeki ifadelerinden hareketle, onların da illet bulundu- ğunda bu sınıfa zekât verileceği sonucuna vardıkları, uzun asırlar boyunca ise İslâm'ın ve Müslümanların zayıf düşmediğini düşünerek bu illetin oluşmadığı kanaatine sahip oldukları ve klasik fıkıh kitaplarının da bu düşünceyi esas al- dığı söylenebilir.

Sonuç olarak, ilgili âyette zekât fonundan müellefe-i kulûba pay ayrılma- sı, siyasi karakter taşımakta ve özel bir uygulamayı çağrıştırmaktadır. Hz. Peygamber'in ve sahabenin uygulamaları da bunu göstermektedir. Aynı za- manda müellefe-i kulûb, herhangi bir zamanla kayıtlı olmayıp Müslümanların menfaatini sağlayacak ya da onlardan zararı bertaraf edecek durumların mey- dana gelmesi anında kullanılmak üzere devlet başkanının emrine ve yetkisine verilmiş bir fondur. Gerektiğinde devlet başkanı bu fonu kullanma hak ve yet- kisine sahiptir. Nitekim Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Osman bu fonu kullanmaz- ken, Ömer b. Abdulaziz kullanmıştır. Buna göre âyet mensuh olmadığı gibi, hükmü durdurulmuş ve ilga edilmiş de değildir.644

644 Benzer değerlendirmeler için bk. Celal Yeniçeri İslam'da Devlet Bütçesi, İstanbul 1984, s,

208; Hamidullah, İslam Peygamberi, İstanbul 1991, II, 972; Ma'rûf ed-Devalîbî, el-Medhal

ilâ ilmi usuli'l-fıkh, Dımaşk 1959, s, 303; Kiyâ el-Herrâsî, Ahkâmu'l-Kur'ân, Beyrut 2004,

IV,49; Karadavî, Fıkhu'z-zekât, Kâhire 1977, II, 609-610; Mehmet Erdoğan, İslam Hukukunda

HZ. ÖMER’İN CEZA HUKUKUNA DAİR BAZI

Benzer Belgeler