• Sonuç bulunamadı

1.5. FRANSIZ HUKUKU’NDA MEMUR YARGILAMA SĐSTEMĐ

3.1.2. Ön Đnceleme Safhası

3.1.2.1.3. Süre

Henüz yürürlük kazanmamış 4696 sayılı kanunla yapılan değişiklikler neticesinde süreye ilişkin tüm düzenlemeler de değiştirilmiş olacaktır. Öncelikle ön inceleme başlatmak üzere idare için bir zorunluluk olmaktan çıkarılacaktır. Bunun düzenleme neticesinde idareye ön inceleme başlatıp başlatmamak konusunda karar vermesi için 60 günlük bir süre tanınmıştır. Bu süre içerisinde yetkili mercii doğrudan veya yaptıracağı araştırma neticesinde gerekli görür ise ön inceleme başlatabilecektir. (4696 s.k.madde 3/2)

Halen yürüklükte olan 4483 Sayılı Yasanın 7. maddesinde izne ilişkin kararın verilmesi için düzenlenen azami süreler tespit edilmiştir. Maddeye göre, yetkili merci, soruşturma konusundaki kararını suçun 5. maddenin birinci fıkrasına göre

veya Cumhuriyet başsavcılığının veya diğer makam veya memurlar veya kamu görevlileri tarafından öğrenilmesi anından itibaren başlamak kaydıyla ön inceleme süresi de dâhil 30 gün içerisinde vermek durumundadır. Bu süre zorunlu hallerde 15 günü geçmemek üzere bir defaya mahsus olarak uzatılır. Bu süre 4696 sayılı kanun tasarısında 5. madde ile 45 gün olarak değiştirilmiştir. 15 günlük ek süre düzenlemesi aynen bırakılmıştır. Ayrıca ön inceleme süresinin başlangıç tarihine ilişkin olarak ve 7. maddeye, “Ön inceleme süresi, yetkili merciin ön inceleme yazılı emri veya onayı tarihinden başlar”, düzenlemesi ikinci fıkra olarak eklenmiştir.

7. Maddenin 2. fıkrasında, belirtilen süre içerisinde karar verilmesinin, zorunlu olduğu belirtilmektedir. Düzenlenen sürelerin hak düşürücü veya yasaklayıcı bir süre olmadığı, buna karşılık düzenleyici süre olduğu açıktır. Danıştay 1. Dairesinin konuya ilişkin 2000/29 numaralı, 2000/59 sayılı kararında da sürenin düzenleyici süre olduğu vurgulanmıştır. Buna göre, “Madde de ön görülen süreler içerisinde izin konusunda bir karar verilmemiş ise ne olacaktır sorusu şu şekilde yanıtlanmıştır. “Kanun tasarısında yer alan, “maddede ön görülen sürelerde izin verilmediği takdirde izin verilmiş sayılır” yolundaki hüküm TBMM Genel Kurulunda tasarıdan çıkarılmıştır. Bu durumda, gösterilen süre içerisinde izin verilmediği takdirde izin verilmiş veya verilmemiş sayılır biçiminde bir yorum yapma olanağı kalmamıştır. Đşin sonuçlanabilmesi için izin vermeye yetkili merciin zorunlu olarak olumlu veya olumsuz bir kararının aranması gerekecektir. Bu nedenle izin vermeye yetkili merci sürenin aşılması halinde dahi olumlu veya olumsuz bir karar vermek zorundadır. Öngörülen sürelerde işi sonuçlandırmayarak kasten sürüncemede bırakan izin vermeye yetkili mercilerin de cezai sorumluluklarının bulunduğu açıktır. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi bu sürenin niteliğinin düzenleyici olduğu kabul edilmiştir. Belirtilen sürelerin sonunda izin vermeye yetkili olan merciin izin hakkındaki kararını bildirmemesi halinde kovuşturmanın engellenmesi söz konusu olacağı için buna neden olan yetkili yerine getirmekle yükümlü olduğu adli görevi ihmal (TCK m. 230) ve kötüye kullanmaktan (TCK m.228) dolayı genel hükümlere (CMUK m. 154/3) göre yapılacak kovuşturma neticesinde yargılanacaktır. Yetkili kişi izne ilişkin kararını vermemekle adli görevin ifası kapsamında bir suç işlemiş olacağı için 4483 sayılı kanun güvencesine de sahip

olamayacaktır. Diğer bir ifade ile kovuşturulması ve yargılanması bu özel usul hükümleri çerçevesinde değil genel hükümler çerçevesinde yapılacağı için sırtını 4483 sayılı yasaya yaslayamayacaktır.

Maddede düzenlenen sürede kanunda öngörülen işlemlerin tamamının yapılması şarttır. Bu sürenin ihbar veya şikâyet dilekçesinin kayda girdiği andan itibaren başlayacağına ilişkin düzenleme değişiklik gerekçesinde de belirtildiği üzere yeterli bir inceleme yapmak için daha makul bir süredir (Zafer, 2000:1006). Suç haberi Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan bir ihbar veya şikâyet ile kayda girdiği durumlarda savcı olaya el atarak ivedilikle toplanması gereken delillerle kaybolma ihtimali dâhilinde olan delilleri toplayacak sonra dosyayı izin merciine gönderecektir. Dosyayı alan izne yetkili merciin artık kalan süre içerisinde bir ön inceleme yapıp yetiştirmesi gerekmeyecektir (Yurtcan, 2000:376).

4483 sayılı kanunda sürenin kısa tutulmasının amacı MMK döneminde savuşturmanın elden ele dolaşması ve bu nedenle sürenin gereksiz bir şekilde uzadığı eleştirilerini ve AĐHM’nin bu nedenle ülkemize verdiği mahkûmiyet kararlarını engellemektir (Öztürk, 1986:264278). Bilindiği gibi Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi MMK’nın uygulandığı olaylarda makul süre içerisinde muhakemelerin sonuçlandırılamaması nedeniyle adil yargılanmanın unsurlarının gerçekleştirilmediği gerekçesi ile ülkemizi çeşitli davalardan mahkûm etmiştir (Gölcüklü ve Gözübüyük, 1996:8). Hatta AĐHM şu an Memurun Muhakematı Kanunun uygulandığı olaylara ilişkin davalarda makul süre kıstasına uyulmadığı için iç yolların tüketilmesini bile aramamaktadır. Bu nedenlerle hızlı bir çalışma süreci tasarlanmıştır (Yurtcan, 2000:376). Ancak 4483 sayılı kanunun değişiklikten evvelki uygulamasında çok sayıda kişinin karıştığı olaylarda bu sürenin kısa tutulmasından beklenen yararın zarara döneceği açıktır. Bu nedenle izin süresi düzenlenirken her olayın özelliğine uygun olacak “makul süre” kriteri esas alınsa daha mantıklı bir düzenleme söz konusu olacaktır. Ancak hukukun üstünlüğü bilincinin henüz yerleşmediği ülkemizde makul süre kıstasının da takdir edilirken kötüye kullanılabileceği düşünülecek olur ise sürenin daha uzun olarak belirtilmesi daha gerçekçi bir nitelik taşırdı (Zafer, 2000:1007). Zira bu düzenlemenin bazı yazarların belirttiği gibi olumlu bir değişiklik

olduğu görüşüne katılmamaktayız. Çünkü bu süre ön incelemenin sağlıklı bir şekilde yerine getirilebilmesi için çok kısadır. Gerçekçi bir düzenleme değildir. Zaten kanun koyucuda bu sürenin kısalığının yeterli bir araştırma yapmak için elverişli olmadığını tespit ederek süreyi 45 güne çıkartmayı düşünmüş ve başlama tarihini de yetkili merciin ön incelme başlatılmasına dair vereceği yazılı emir veya onay tarihinden itibaren başlatmıştır. Ancak 4696 sayılı kanun tasarısında sürenin yetersiz olduğu ifade edilerek bu şekilde bir değişiklik yapılırken aynı zamanda yetkili mercie bu sürenin başlatılmasından evvel kullanılmak üzere ön incelme başlatıp başlatmama konusunda karar vermesi için 60 günlük sebepsiz bir süre tanınmıştır. 60 gün olarak belirlenen bu sürenin nasıl ve ne amaçla tespit edildiğini anlamak mümkün değildir. Đdareye ön inceleme yapmak için 45 gün tanıyan kanun koyucunun yine aynı idareye ön inceleme başlatma konusundaki takdirini kullanması için 60 gün tanımasının gerekçesi ne olabilir? Zaten idareye bu tür takdir hakkının tanınması başlı başına hukuk devleti ve adil yargılanma ilkelerine aykırı kabul edilemez bir düzenlemedir. Đlgi değişikliğin maddesinin gerekçesinde bile bu sürenin sebebinden bahsedilmemiştir. Zaten böyle bir düzenlemeyi ve süreyi makul karşılamamızı gösterecek bir gerekçe de verilmesi pek mümkün gözükmemektedir.

Tasarıda süre içerisinde izne ilişkin bir kararın verilmemiş olması halinde izin verilmiş sayılacağı kabul edilmişti. Ancak bu düzenleme kanun metninde yer almamıştır. Burada düzenleyici süre söz konusu olduğu için bu süreye uyulmamasının getireceği bir yaptırım bulunmamakla beraber Danıştay’ın istişari görüşünde de belirtildiği gibi izne ilişkin kararlarını açıklamayan mercilerin cezai sorumluluklarının olacağı açıktır. Đyi niyetli bir yaklaşımla izin vermek veya vermemek tercihinin mutlaka kullanılacağı düşünmeye çalışsak da bazı olaylarda bazı kişiler için yasanın önünün kapatılmaya çalışılması durumları da ne yazık ki gündeme gelecektir (Yurtcan, 2000:377). Bu konuda kasıtlı olarak hareket eden kişilere bu eylemlerinden dolayı disiplin ve ceza hukuku hükümlerine göre işlem yapmak gerekecektir (Zafer, 2000:1007).

Sonuç olarak 4483 sayılı kanun MMK dönemindeki işin elden ele dolaşmasını ve suçların bu suretle zaman aşımına uğraması sakıncasını gidermek ve

bu konuda hakkımızda AĐHM’nin vermiş olduğu mahkûmiyet kararlarının devamının gelmesinin engellenmesi amacıyla yetersiz bir takım düzenlemeler getirmiştir. Ancak durumu düzenlemek amacıyla bazı değişiklikler öngören 4696 sayılı kanun tasarısının bu haliyle yürürlüğe girmesi durumunda işin daha çok çıkmaza girmesi kaçınılmazdır. Bu düzenlemelerin bizleri demokrasi anlamında gerilere götürdüğü açıktır. Bu düzenlemelerden sonra AĐHM’nin Türkiye hakkında tazminat ve mahrumiyet kararları verebilmesi kaçınılmazdır. Bu kanunu hazırlayan zihniyetler değişmeden tam anlamıyla Türkiye çağdaş bir hukuk devleti olamayacaktır. 21. yy’ın aydınlık geleceği için Türkiye’nin veto edilen bu kanunu tümden meclis gündeminden çıkarması ve 4483 sayılı kanunuda ivedilikle yürürlükten kaldırması zorunluluk haline gelmiştir.