• Sonuç bulunamadı

2.3. Ankara Sözleşmesi (10 Haziran 1930)

2.3.3. Sözleşmenin TBMM’de Görüşülmesi ve Kabulü

Ankara Sözleşmesi imzalandıktan bir hafta sonra TBMM’de yapılan ilk oturumda onaylanır. Ancak TBMM zabıtlarına bakıldığında sözleşmenin Ankara’da ciddi tartışmalara konu olduğu görülür. Üstelik Türkiye’de sözleşmeye karşı olanlar ile Yunanistan’da karşı olanların gerekçeleri aynıdır. TBMM’deki milletvekillerinden bazıları Batı Trakya’daki Türk mallarına karşılık alınacak tazminatın Yunanistan’a hediye edildiği görüşündedir. Hatta Ankara Sözleşmesi’nin Lozan’la kazanılmış haklardan taviz verildiğini söyleyenler bile çıkacaktır.

169 Zafer Toprak, “Nüfus”, Dünden Bugüne İstanbulAnsiklopedisi, C.6, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayınları, s. 110.

170 Aghatabay, a.g.e., s. 272-273.

57 Ankara Sözleşmesi’nin tartışılacağı ve onaylanacağı 17 Haziran 1930 günü yapılan TBMM oturumu diğer oturumlara göre daha kalabalıktır. Üstelik pek alışık olmadığı iki misafiri ağırlamaktadır: Yunanistan Büyükelçisi Polihroniadis ile İtalyan maslahatgüzarını.171 Kazım Paşa başkanlığında açılan oturumda Hariciye Vekili Doktor Tevfik Rüştü Bey ilk sözü alarak şu beyanatta bulunur:

“Arkadaşlarım, Mübadele ve teferruatından mütevellit işler hakkında Büyük Meclise kabul ve tasdik buyrulması teklifi ile takdim edilen Ankara Mukavelenamesi Türkiye ile Yunanistan’ın karşılıklı anlaşma arzularından doğan amelî bir itilaftır.

Bu itilafın müzakere ve intacında iki tarafın da tabiatı ile maruz kaldıkları güçlükleri ifade ve izah için taalluk ettiği insan kütlelerini ve onların her iki taraf için de müdafaa edilmesi lazım gelen menfaatlerini hatırlatmak kâfidir. Varılan netice itibariyle artık sade görülen fakat mevzu itibariyle hayli çetin olmuş olan bu işin bitmesinde müessirleri söylemek için bütün müzakere safhalarında daima göz önünden ayırmadığımız iki esaslı amili zikretmeliyim. Bunlardan biri ve birincisi, beşeriyet binasının yeni vaziyetinde bu iki komşu devleti birbirine yaklaştıran umumi menfaatleri hususi menfaatlerin yanında ve başında tutmak, yeni vatandaş hukuk ve menfaatini ihmal etmeyerek telif etmek. İkincisi, müzakerat neticesinin, tatbikatı sahasında imkân dâhilinde az tedbir ve zamanı istilzam edecek mahiyet ve surette amelî olmasına itina etmek.

Arkadaşlarım, bu zihniyetle hareket edilerek ve temelleri Lozan’da iki memleketin büyük recülleri olan İsmet Paşa ve Mösyö Venizelos tarafından atılan ve her iki memleketin menfaatlerine en uygun olan samimi dostluk duygularından ilham alarak bilhassa teenni ile sabır ile çalışacaktır ki bu mukavelename vücuda geldi.

Bundan üstün birçok şekillerin tasavvuru müşkül olmayabilir. Ancak asıl maksat ve gaye için iki tarafı müsavi derecede memnun ve gayri memnun eden yani her iki taraftan müsavi fedakârlık isteyen bir itilâfı en iyi bir netice olarak kabul etmek daha muvafık olur.”172

Tevfik Rüştü Bey Türkiye’nin barıştan yana bir politika izlediğinin altını çizerek “Tarihten ve en son harbi umumiden alınan dersler bunu gösteriyordu. Yine biz biliyorduk ki cebir ve tahakküm sulhun değil harbin vasıtası ve yoludur. Sulh her millet için aranan bir eyilik kalmalıdır.” şeklinde bir konuşma yapmıştır.173

58 Sözleşmeye karşı olan mebuslar; Samsun mebusu Avni Bey, İstanbul mebusu Hüseyin Bey ve Denizli mebusu Mazhar Müfit Bey’dir. Her üç mebus da tıpkı Yunanistan’daki bazı çevreler gibi, antlaşmaya mal varlıklarının karşılıklı olarak silinmesine tepki göstermektedirler. Ankara Sözleşmesi’ne muhalefet eden milletvekillerinin suçlamaları bir hayli ağırdır: Savaşla kazanılan hakları diplomasi masasında kaybetmek, Türkiye’nin kurucu antlaşması olan Lozan’dan taviz vermiş olmak, Türkiye’nin haklarını yeterince savunamamış olmak.174

Tevfik Rüştü Bey’den hemen sonra söz alan Samsun mebusu Avni Bey, Ankara Sözleşmesiyle savaş alanlarında elde edilen başarıların, diplomasi masasında kaybetmek üzere olunduğunu, yaptığı bir hayli uzun bir konuşmasında dile getirir:

“Muhterem arkadaşlar, senelerden beri uzayıp giden siyasî bir çarpışmanın bu gün ve şimdi son dakikalarını yaşıyoruz. Mübadele ve itilâf: görünüşe nazaran manaları çok cazip ve yumuşak iki kelime, fakat bunların icapları ve tatbikleri ve neticeleri bilâkis o kadar çetin ve elim. Mübadelenin, bu güzel mefhumun acılarının kendi kalbinde elan taşımakta olan bir arkadaşınızım. Dört yüz küsur bin öz Türkünbir kıt 'adan bir kıt'aya geçmesi, senelerden beri Türk milletinin başına kara bir belâ gibi musallat olan felaketlerin aynı idi. Yani elim ve büyük bir hicret idi.

Onu bendeniz de tattım ve aynı zamanda mefhumunun azamî sahai tatbiki olan bir mıntıkanın da mebusuyum.

…Arkadaşlar, bendeniz bu günkü hesaplaşmadan şunu anlıyorum: Bizler uzun seneler beyhude bir serap arkasında koşmuşuz. Milletlerin anlaşmalarına ve yalnız kendi muhitlerinde bir sulh havası yaratmak için değil, belki bütün cihan için bir müsalemet havası yaratmak icabatına tevessül etmeğe ve bunun için bir çok fedakârlıklar iktiham etmeğe sulhu seven her Türk gibi, bendeniz de taraftarım.

Hepimiz itilâfın her türlü manasını pek eyi biliriz. Fakat alelitlak itilâf denince, zannımca karşılıklı ve mütevazin yani bir birine denk ve uygun fedakârlıklarla yapılması lâzım gelen bir uzlaşma değil midir? Fakat bizler bunun tatbikatında çok aldanıyoruz. Tarihin sararmış yapraklarını karıştırmağa hacet göremem, daha henüz mürekkepleri kurumıyan muahedeleri, itilâfları görürsek orada da sulh severliğin ve fedakârlığın daha ziyade bizim tarafımızdan yapıldığını görürüz…

Hulâsa arkadaşlar; bizler, yani Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti esaslı bir sulha taraftarız. Bu bizim esaslı bir prensibimizdir. Eyi komşuluk Türkün en asil şiarlarındandır. Bundan dönemeyiz. Bendeniz bilhassa ve bilhassa bu gün bu meselenin hallinde Türk diplomasının rollerini tetkik ediyor ve dünkü Türk ordusunun hakir galibiyeti ile münasip bir zaferi bekliyordum. Hiç olmazsa zararsız bir bilanço görmeğe de razı olmuştum. 0nun için elimize sıkıştırılan bu hesap vesikasına gözlerimi gezdirdim. Baktım, fakat arkadaşlar; çoğu aleyhimize olan hükümler ve çoğu zararımıza olan rakamlardan başka bir şey görmedim. «Türkiye

174 Demirözü, a.g.e., s. 95.

59 ve Yunan Hükümetleri arasında mübadele itilâf namesi» gibi çok güzel bir başlığın altına sıkışan ve sıralanan satırlarda aradım, araştırdım, siyasî zaferin izini maatteessüf bulamadım ve göremedim. (Bravo sesleri, alkışlar).175

Aynı oturumda Avni Bey’den sonra söz alan Denizli Milletvekili Mazhar Müfit Bey de, bu antlaşmanın kabul edilmesinin, İsmet Paşa’nın Lozan’da imzalamış olduğu sözleşme ile alınmış olan hakların geri verilmesi anlamına geleceğini söylemiştir. Ayrıca, bu antlaşmayla mübadil olması gereken Rumların mübadele dışı bırakılmış olduğunu savunan Mazhar Müfit Bey, bununla birlikte antlaşma ile Yunan tebaasından olan mübadillerin İstanbul’da olan emlâklerini de tasarruf edeceklerini;

buna rağmen Yunanistan’daki Türklerin bütün mallarını Yunanistan’a terk edeceklerini belirtmiştir. Türk tarafının tek taraflı taviz verdiğini şu sözleriyle dile getirir:

“…Efendiler; menafii umumiye için menafii hususiye feda olunur. Fakat bu menafii umumiye kelimesinde biraz tevakkufunuzu rica ederim. Maksat nedir?

Coğrafî vaziyetimiz, siyasî vaziyetimiz, komşuluğumuz dolayısı ile bir menafii umumiye vardır, güzel efendiler, fakat bu menafii umumiye yalnız bizim için midir, karşı taraf için menafii umumiye yok mudur? Eğer karşı taraf için de menafii umumiye varsa biz menafiihususiyemizi feda ediyoruz da niçin karşı taraf ayni menafii umumiye için menafiihususiyesini feda etmiyor? Yalnız fedakârlık bizden mi olacaktır? (Doğru, sesleri) Menafiiumumiyemiz müşterektir. Biz ne fedakârlık yaparsak karşımızdakinin de o fedakârlığı yapması icap eder. Biz menafiihususiyemizi feda edelim, onlar menafiihususiyelerini feda etmesinler, o kadar feda etmesinler ki İsmet Paşanın Lozan’da kazanmış olduğu bir hakkı bu gün geri vermiş olalım. Asla Efendiler asla!”176

17 Haziran 1930 günü TBMM’de yapılan görüşmeler sonucunda Antlaşma 15 red, 2 çekimser oya karşı 189 oy ile kabul ve tasdik edilmişti. Meclis’teki görüşmeler sırasında İsmet Paşa; “…Mübadele meselesinde mal tasfiyesi için Lozan’da bir takım ahkâm vazolunmuştu. Bu uzun bir meseledir. Bizden Yunanistan’a gidenler bir milyona yakındır. Yunanistan’dan bize gelen vatandaşlar bunun yarısı kadardır. Binaenaleyh malları da o nispette olmak lazım gelir gibi

175TBMM Gizli Celse Zabıtları, Devre III, c. 20, İçtima Senesi III, 80.İçtima,17.6.1930.https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/td_v2.sayfa_getir?sayfa=265&v_meclis=

1&v_donem=3&v_yasama_yili=&v_cilt=20&v_birlesim=080https://( Erişim Tarihi: 25.11.2013 22.15).

176TBMM Gizli Celse Zabıtları, Devre III, c. 20, İçtima Senesi III, 80.İçtima,17.6.1930.https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/td_v2.sayfa_getir?sayfa=265&v_meclis=

1&v_donem=3&v_yasama_yili=&v_cilt=20&v_birlesim=080.( Erişi Tarihi: 25.11.2013 22.30).

60 vehleten bir mütalaa hatıra gelebilir. Bunun cevabı vardır. Bize kalan malların kısmi küllisi yanmış, harap olmuştur. Elde kalan kısım azdır.”177

“Bu meselenin içinden çıkmak için 7 senedir uğraşıyoruz. 7 senedir bütün hesaplar altüst edilmiştir. Bunun için özel bir komisyon kurulmuştur. Bu komisyonun verdiği netice şudur: Şimdiye kadar toplanan malûmatla hangi tarafın alacaklı olduğunu belirlemeye imkân bulunmamıştır. Bundan sonra daha iyi bilgi toplamak için birçok para, birçok emek, birçok zaman lazımdır. Bunu tekrar göze almak ve bunun üzerinde elde edeceğimiz netice şüphelidir. Demek ki bu meselede 7 senedir yerli, tarafsız bütün araçlar kullanılmış, elde edilen netice açık bir sonuca ulaşmanın imkânsızlığı olmuştur. Bize kim bu meselede birçok hakları feda ettiniz, diyebilir.

Gayri mübadillerin, birçok arazisi müsakkafatı vesairesi kaldı. Kıymetleri şöyledir, böyledir deniliyor. Bunun insaf ile mütalaa edilecek yeri de vardır. Bir defa mevzuu bahis meseleler 30 senelik meselelerdir”.178

“Koskoca imparatorluk zamanından 30 senedir kalan malları biz kurtarmak için burada uğraşıyoruz. Memnun olmak lâzımdır ki imparatorluğun geçmiş meselesinden kalmış olan malları 7 sene uğraşarak herhangi bir sureti tasfiyeye bağlamış isek bunu kendilerini tatmin edecek bir kâr ve netice telakki etmek lazımdır” diyerek yapılan anlaşmanın iki ülke arasında önemli bir sorunu çözdüğüne işaret ediyordu.179

Sözleşmenin TBMM’de oylanmasının ardından Dışişleri Bakanımız tarafından, nezdinde bulundukları devletlere bilgi verilmek üzere Türkiye-Yunanistan mukavelenamesinin imzasından büyük ve orta elçilikleri haberdar edildikleri, Moskova Büyükelçimizin Moskova Hükümeti’ne bu mukavelenamenin son şeklini iletmeye, Peşte ve Sofya elçiliklerimizin de aynı beyanatı yerine getirmeye ve Roma Büyükelçimizin adı geçen mukavelename görüşmelerinin safhalarında her iki tarafa karsı olumlu tesir etmiş olan dostane arabuluculuklarından dolayı Mussolini Cenaplarına teşekküre memur edildiği öğrenilmişti. Roma elçimizin İtalya Hükümet Başkanı tarafından kabul edildiği öğrenilmekte ve bu görüşmenin büyük öneme sahip olduğu değerlendirilmekteydi.180

177 Cumhuriyet, “Bize Yanmış Mal Kaldı”, 18 Haziran 1930. Aktaran Sinan, a.g.e., s. 71.

178 Cumhuriyet, “7 Senelik Netice”, 18 Haziran 1930; Milliyet, 18 Haziran 1930. Aktaran Sinan,

61 2.3.4. Ankara Sözleşmesi Sonrasındaki Gelişmeler

Ankara Sözleşmesi ile yerleşme tarihleri ve doğum yerleri ne olursa olsun, İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi etablis kapsamı içine alınmıştır.

Buna ilaveten her iki devletin azınlıklarına ait mallar konusunda da birçok düzenlemeler yapılmıştır. Böylece 6-7 yıldır iki ülke arasında devam etmekte olan anlaşmazlık sona ermiştir.181 Netice itibarıyla mübadele konusundaki anlaşmazlık Ankara Sözleşmesi (10 Haziran 1930) ile kesin bir çözüme kavuşmuştur. Bundan sonraki dönemde Türkiye-Yunanistan ilişkileri açısından da yeni bir dönem başlamıştır. Venizelos’un deyimiyle “Şarkta yeni bir devir açan” Ahali Mübadelesi Antlaşmasının182 imzalanmasından çok kısa bir süre sonra Yunanistan Başbakanı Venizelos’un İsmet Paşa’nın daveti üzerine 27/31 Ekim 1930’da Türkiye’ye gelmesi iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da gelişmesine katkı sağlamıştır.183 Her iki ülke arasında karşılıklı olarak verilen bu iyi niyet mesajları sonucunda ikili ilişkiler süratle gelişmeye başlamıştı. Nitekim Venizelos henüz Türkiye’de iken iki ülke arasında üç yeni antlaşma imzalanmıştır.184 Bu antlaşmalar şunlardır:

1) 30 Ekim 1930’da Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaştırma ve Hakemlik Antlaşması,

2) 30 Ekim 1930’da Deniz Kuvvetlerinin Sınırlandırılması Hakkında Protokol,

3) 30 Ekim 1930’da Oturma Ticaret ve Deniz Ulaşımı Sözleşmesi.

1930 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan antlaşmaların iki ülke ilişkilerine getirdiği yeni açılımlar çok yönlüdür. Farklı bir geçmişin tasnifinden doğan ve iki ulus devletin ilişkilerinin gergin olmasına yol açan sorunlara açıklık getirerek yeni bir dönemin başlamasını sağlamıştır. Bu yeni dönemde Türkiye ve Yunanistan aralarındaki sorunları çözerek ülkelerini, üçüncü ülkelerin saldırabileceği, zayıf, sorunlu ülkeler haline gelmekten çıkarmıştır.

181 Armaoğlu, a.g.e., s. 326.

182 Gürel, a.g.m., s. 523.

183 Gönlübol- Sar, a.g.e., s. 61.

184 Soysal, a.g.e., s. 391.

62 Antlaşmalarla, ayrıca iki ülkenin iyi durumda olmayan ve 1929 ekonomik kriziyle sarsılan ekonomisinden, silahlanmaya, donanmaya pay ayrılmasının önüne de geçilmiştir. Yapılan ticaret antlaşmasının iki ülke ekonomisini canlandırması da hedeflenmekteydi.185

1931 yılının Ekim ayında da Türkiye Başvekili İsmet Paşa ile Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras Yunan Başvekili’nin ziyaretini iade ettiler. Bir yıl önce Ankara’da imzalanan vesikalar teati edildi. Antlaşmanın getirdiği dostluk havası sonunda Yunanistan’daki Türk siyasi sürgünleri Yunanistan’dan çıkarıldı.18612 Ocak 1934 tarihinde Venizelos’un Mustafa Kemal Paşa’yı Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi iki ülke arasındaki güven duygusunun boyutlarını ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir.187

Ankara Sözleşmesi’nin bir başka yönü ise, Yunan ve Türk mübadillerin mal varlıklarının karşılıklı olarak silinmesi Yunanistan’a sığınan göçmenler açısından kabul edilmesi zor bir durumdur. Ankara Sözleşmesi, göçmenlerin mübadelenin geçici olabileceği, bir gün yeniden topraklarına dönebileceklerine dair en ufak umutlarını dahi ortadan kaldırıyordu.188 Üstelik geriye dönüş için kaybolan umutlarınyanı sıra içinde bulundukları zor ekonomik durumda, kendilerini rahatlatacak bir tazminat umudu da yok olmuştur.189

2.4. Gayri Mübadil Olmak İçin Yapılan Çalışmalar ve Gerekçeleri

Nüfus Mübadelesi’nin gerçekleştirilmeye çalışıldığı süreçte sözleşme gereği mübadeleye tabi olup Yunanistan’a gönderilmesi gereken kişilerden bir kısmı çeşitli gerekçelere ve mazeretlere bağlı olarak Bakanlar Kurulu tarafından mübadeleden istisna edilmişlerdir. Bu özel uygulamaya derinlemesine bakıldığında Türk Hükümeti’nin ahali değişiminde ön yargılı bir ırkçı yaklaşım içerisine girmediğini ve

185 Demirözü, a.g.e., s. 106.

186 Gönlübol - Sar, a.g.e., s. 74.

187 Atatürk’ün Milli Dış Politikası (Cumhuriyet Dönemine Ait 1100 Belge) 1923-1938, C. 2, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,1981,s. 244.

188 Demirözü, a.g.e., s. 90.

189Renee Hirschon, Mübadele Çocukları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Çev. Serpil Çağlayan, İstanbul, 2000, s. 41.

63 savaş yıllarında insanî yardımını gördüğü Rum asıllı vatandaşlarına sahip çıktığını görülmektedir. Mübadeleden istisna edilenleri özel ve askerî nedenlere bağlı olarak iki kısma ayırmak mümkündür. Bunların dışında bir de mübadelesi tecil olanlar vardır.190

2.4.1. Evlilik Yoluyla Gayri Mübadil Olma Çalışmaları

Mübadele kararı ile birlikte birçok ailenin yerinden yurdundan edilip hiç görmedikleri topraklara gitmektense, din değiştirme, etnik kimliğini farklı gösterme gibi yolları veya hiç olmasa çocuklarını diğer dinden biriyle evlendirerek orada kalmalarını sağlamayı denediklerini araştırmalardan biliyoruz. Çok sayıda insan Lozan görüşmeleri sürerken din değiştirdi. Ankara Hükümeti Lozan’daki mübadele görüşmelerini işaret ederek, “Müslüman olmayanların Müslümanlığa geçmek için başvurularının, barış antlaşmasına ve normale dönmesine” kadar dondurulmasını öngören bir kararname hazırladı. Aynı süre içinde bazı gayrimüslim kadınlar Müslümanlarla evlendi. Bu gelişme Ankara hükümetinin dikkatini çekti ve bu tip evliliklerin resmi onayını yasaklayacak başka bir kararname çıkartıldı.191

Sözleşmede, kimlerin mübadeleye dâhil edileceği, kimin hariç tutulacağı açıklanmaktadır. Zorunlu mübadele, “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla ve Yunan topraklarında yerleşmiş, Müslüman dininden Yunan uyruklarını” kapsamaktaydı (Madde 1). Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte Türkiye’de yaşayan Rum Ortodokslardan mübadeleden kurtulma amacıyla ya da ihtida yoluyla bu maddenin dışında kalma çabası içine girdikleri görülmektedir.192

Bu sözleşmede, mübadeleye tâbi olmayı tanımlayıcı ölçüt olarak din esas alınmıştır. Bu yaklaşım ile yurttaşlık kimliğini din üzerinden tanımlayan Osmanlı

190 Hikmet Öksüz, “Türk-Rum Nüfus Mübadelesinin Sebep ve Bazı İstisnaları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S. 48, 2000, s. 755. Türk – Yunan Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi’nin birinci madde ikinci bendi uyarınca mübadele kapsamına girenlerden “hiç biri, Türk ve Yunan Hükümetinin izniolmadıkça Türkiye’ye ya da Yunan Hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan’a dönerek orada yerleşemeyecektir.”. Bu hükmün zımni olarak hükümetlere istisnai bir yetki tanıdığı ve gerek görüldüğü hallerde bazı kimselerin ilgili hükümetlercemübadeledenistisna tutulabileceği söylenebilir.

191 Yıldırım,a.g.e., s. 177.

192 Fahriye Emgili,“Mübadeleden Kurtulma Çabası Olarak: İhtida”,Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Tarih Araştırmaları Dergisi, C.28, S. 45, s. 225.

64 idari sistemine gönderme yapılmakta ve yeni Cumhuriyetin yurttaşlık anlayışının henüz oturmamış olması dolayısıyla, sosyal yapının devamlılığına bağlı olarak, dini kimliğe dayalı Osmanlı Millet Sistemi anlayışının geçerliliği yansıtılmaktaydı. 1923 ve sonrası döneme ilişkin kayıtlarda; Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki evlilikler ve gayrimüslimlerin kendi aralarındaki evlilikler ile mübadeleden istisna olma, Yunan–Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokolü Anlaşması’nın birinci maddesinin uygulanmasında farklılık yaratmıştı. Çünkü mübadele sözleşmesinin imzalanmasının üzerinden henüz bir yıl geçmişken, 1924 yılının Ocak ayında mübadelenin uygulanmaya başlamasıyla birlikte, mübadeleye tabi olan gayrimüslim kadınların Müslüman erkeklerle evlenerek mübadeleden kurtulma çabaları gündeme gelmeye başlamıştı.193

Örneğin, mübadelenin başlamasıyla Muğla’dan giden mübadil Rumların durumunu Ertuğrul Aladağ eserinde şöyle anlatmaktaydı:

“Neleri vardı neleri. Mübadelede gelinlik Rum kızları ‘Biz Müslüman oluyoruz, bizi kaydet’ dediler dayıma. Dayım da ‘olmaz’ dedi. Nedenini sorduklarında, ‘Defter kapandı da ondan’ deyiverdi dayım. Zaten bazıları Müslüman olmuştu. Bakiye, Müslüman oldu, Felek’te kaldı. Kardeşinin kızı Dudu da döndü. Muğla’da kaldı… Türkler ile Rumlar arasında kavga döğüş yoktu. Çok iyi geçinirlerdi. Zor Ayrıldılar. Genç kızlar istemiyordu bu rezaleti. Muğla’da bir Müslümanla evlenip kalmak istiyorlardı. Zaten çoğunun Müslüman sevgilisi vardı.

Yalvardılar… Yalvardılar… Defterdar, defter kapandı, yapamam dedikçe, güzelim kızlar kendilerini yerlere atıp çırpınıp durdular. Eğer kabul etseydi, birçok genç Muğla’da kalacaktı.”194

1923 Ağustosunda dinini değiştirmiş ve bir Müslüman ile evlenmiş, bir yaşında kızı olan Samsun’un Rum ahalisinden Hacı Anastas oğlu Pandeli’nin kızı ve Çiftlik mahallesinde sakin Abdullah Efendinin eşi olan Kadriye’nin mübadeleden istisna tutulması talep edilmiştir. Ancak, din değiştirdiğinin kayıtlara işlenmemesi ve bu şekilde Müslümanlarla yapılan evliliklerle, çocuğu olan kadınlar ile ilgili herhangi

193 A.g.m., s. 226. İslâm hukukunun cemaatler arası evlenmelere tek taraflı olarak izin verdiği bilinmektedir. Müslüman bir erkekle Gayrimüslim bir kadının evlenmelerine müsaade edilmesine rağmen, Osmanlı döneminde Müslim ve Gayrimüslim cemaatler arasında evlilik ilişkilerinin pek olmadığı görülmektedir. Olağan dönemlerde bu tür evlilikler Osmanlı toplumu tarafından kabul görmemekle birlikte, bu tür evlilikler olağanüstü dönemlere özgü istisnai bir durum sergilemektedir.

Çünkü Osmanlı hukuku, aile hukuku açısından yerel uygulamalarla birlikte, şer’i hukuk düzenlemeleri ile hayat buluyordu. Bkz. Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün, Çev. Bilge Umar, İnkılap Yayınları, İstanbul, 1996, s. 6.

194 Ertuğrul Aladağ, Andonia Küçük Asya’dan Göç, Belge Yay., İstanbul, 1995, s. 72.

65 özel bir maddenin olmamasından dolayı Kadriye’nin gayri mübadil olma talebi kabul edilmemiştir. Bu tür sorunların çözülmesinde sıkıntı yaşandığından Lozan Muahedesi’nin imzalanmasından sonra Türkler ile evlenip din değiştiren kadınların

“Rum Ortodoks bulunan” kaydından düşmeleri, çocuklarının babalarına, Türk aileler yanındaki Rum çocukların talep dâhilinde Tâli Komisyonlara verilmesi, din değiştirmede reşit olma şartı gerektiğinden bu tür başvuruların önüne geçmek için bu şartlara haiz olan kadınların mübadeleden istisnası kabul edilmiştir.195

“Rum Ortodoks bulunan” kaydından düşmeleri, çocuklarının babalarına, Türk aileler yanındaki Rum çocukların talep dâhilinde Tâli Komisyonlara verilmesi, din değiştirmede reşit olma şartı gerektiğinden bu tür başvuruların önüne geçmek için bu şartlara haiz olan kadınların mübadeleden istisnası kabul edilmiştir.195