• Sonuç bulunamadı

1.4. Mübadelenin Uygulanma Süreci ve Karşılaşılan zorluklar

2.1.1 Etablis Meselesinin La Haye Daimi Adalet Divanına Sevk Edilmesi

Ocak 1925 açık oturumunda da tarafların sözlü anlatımlarının dinlenmesine başlandı.

Yunanistan, Adalet Divanı’ndan İstanbul’a nereden gelmiş olurlarsa olsunlar 30 Ekim 1918’den önce gelmiş olanların ve bu tarihten önce ne amaçla olursa olsun İstanbul’da oturmaya başlayanların etablis sayılması yönünde karar alınmasını istemekteydi. Türkiye ise, etablis sayılacakların ilgili ülke yasalarınca belirlenmesi görüşünde ısrar etmiştir110.

108 Erim, a.g.m., s. 64.

109 A.g.m., s. 64.

110 Fırat, a.g.m., s. 339.

35 2.1.2 Yunan Tarafının Görüşü

Yunan tarafının tezine göre, etablis yerleşmiş demektir. Yerleşmiş bir yerde fiilen oturan demektir. Anadolu’nun muhtelif yerlerinden gelmiş, senelerdir İstanbul’da oturan kimseleri yerleşmiş kabul etmemek doğru değildir. Türk ve Yunan kanunları burada geçerli olamazlar. Burada uluslararası bir antlaşma olan Mübadele Sözleşmesi söz konusudur. Uluslararası bir antlaşma, dâhili bir kanun ile kayıt altına alınamaz. Bu antlaşmada Türk-Yunan kanunlarına bu konuda bir atıf yapılmadığından etablis kelimesinin herhangi bir kanuna bağlanmaksızın yorumlanması gerektiğini belirtmişlerdir111. 30 Ocak 1923 tarihli sözleşmenin bu yetkiyi Muhtelit Mübadele Komisyonu’na vermiş olduğunu iddia etmiştir. Yunan Hükümeti sonuç olarak Adalet Divanından şu şekilde karar vermesini istemiştir:

Mübadeleden istisna edilmek için yerine getirilmesi icap eden şartlar ancak şunlar olabilir:

1. İstanbul’a nereden olursa olsun 30 Ekim 1918 tarihinden evvel gelmiş olmak,

2. 30 Ekim 1918 tarihinden evvel ister resmi bir formalite ile ister şüpheye mahal bırakmayan bir durum ile –mesela daimi bir meslek, bir ticaret, bir sanayi icrası, kanuni olarak müşteri sahibi olmak veya daimi karakteri haiz bir iş mukavelesi yapmakla– ister Muhtelit Komisyonun, bunlara benzer her türlü ispat vasıtası ile yazı ile olduğu gibi şahitlerle de hatta bazı alametlere istinaden, mutlaka olarak takdir edebileceği menfaatlerinin ve meşgalelerinin merkezinin İstanbul’da olması niyetini izhar etmiş olmak112.

Yunan tarafı, ayrıca tezine, Lozan’da cereyan eden müzakere ve münakaşaları da delil olarak gösteriyordu. Lozan’da gerek İsmet Paşa, gerek M. Montagna, gerek Lord Curzon İstanbul Rumlarının mübadele harici kalmalarını “prensip itibariyle”

kabul ettiler. Bilâhare Türk Murahhas Heyeti bu prensibe bazı sınırlar koymak istemişti. Patrikhanenin İstanbul’dan kalkması, İstanbul’da olmayan Rumların

111 Erim, a.g.m., s. 65.

112 Cumhuriyet, 13 Haziran 1925, Aktaran; Aghatabay, a.g.e., s. 249.

36 mübadeleye tabi tutulması gibi. Bu teklifler üzerinde uzun münakaşalar cereyan etti.

Nihayet iki taraf arasında bir uzlaşma formülü bulundu. İsmet Paşa elde edilen formülden bahsederken “30 İlkteşrin 1918’den önce İstanbul’a gelmiş olan Rumlar”

mübadele edilmeyecektir dedi. Görülüyor ki bizzat Türk Murahhas Heyeti Reisi İstanbul’a muayyen bir tarihten önce “gelmiş olanları” mübadeleye tabi kılmıyor.

Demek ki İstanbul’a sadece gelmiş olmak kafidir113.

Yunan Hükümetinin tezine göre, yerleşme etablis ile ilgili olarak Türk tarafının isteğini kabul edilemeyeceğini belirtirler. Türk Hükümeti mahalli kanuna göre hareket olunması lazım geldiğini müdafaa ediyor. Mahalli kanun 14 Ağustos 1914 tarihli nüfus kanunudur. Buna göre bir yerde yerleşmiş sayılmak için oranın nüfus siciline kaydını yaptırmamış olanlar yerleşmiş sayılmayacak ve mübadeleye tabi tutulacaktır. Yunan Hükümeti bu fikri kabul edemez. Mahalli kanunların yetkisi prensip itibariyle kabul edilse bile, iki devlet arasında zımnen başka bir hal suretini tecviz eden bir anlaşma varsa artık mahalli kanunlar tatbik edilmez. Mübadele anlaşması Mahalli Türk Kanuna bir atıf yapmak isteseydi bunu açıkça yapardı. Diğer taraftan, Türk Kanunun tatbiki anlaşmanın ruhuna da aykırıdır. Zira 1914 kanunu tatbik edilirse İstanbul’da mübadele edilmeyecek pek az Rum kalır. Hâlbuki 30 ikinci kanun 1923 tarihli mübadele Antlaşmasının 12’nci maddesine göre, kimlerin yerleşik olduğunu belirleme görevi Muhtelit Mübadele Komisyonunun vazifesidir114.

Kısaca İstanbul’da mümkün olduğu kadar fazla sayıda Rum bırakmak isteyen Yunanistan, bu maddeyi, her ne suretle olursa olsun, 30 Ekim 1918’den önce İstanbul’da bulunan her Rum’un “yerleşmiş” sayılması gerektiğini ileri sürdü115.

2.1.3. Türk Tarafının Görüşü

Komisyonun Türk üyeleri, kimlerin etablis “yerleşik” sayılması gerektiğinin kendi yasalarına göre belirlenmesini savunuyordu116.Türk Heyeti Başkanı olan Tevfik Rüştü Bey, Türk tezini iki belge üzerine dayandırıyordu. Bunlardan biri,

113 Erim, a.g.m., s. 65.

114 A.g.m., s. 66.

115 Gönlübol, a.g.e., s. 66.

116 RamazanTosun, “Türk-Rum Nüfus Mübadelesi”, Türkler, C.10, s. 601.

37 Lozan’da üçüncü Tali Komisyonda etablis kelimesi üzerinde yapılan münakaşaların zabıtları, diğeri Paris Hukuk Fakültesi Profesörlerinden M. Berthelemy’nin açıklamasıdır.

Lozan Konferansın üçüncü tali komisyonda etablis kelimesi görüşülürken Türk heyetinden Şükrü Kaya Bey etablis kelimesiyle domicilie kelimesi arasındaki farkı sormuştu. M. Fromageot verdiği cevapta, birincinin fiili bir vaziyet, ikincinin kanuni bir vaziyet ifade ettiğini izah etmişti. Şükrü Kaya Bey hac için Mekke’ye giden Türklerin etablis sayılması tehlikesine işaret etmiş, M. Fromageot kimin etablis olduğunu tayin etmek mahkemelere ait bir iş olduğundan böyle bir yanlışlığın mümkün olmadığını söylemişti. Şükrü Kaya Bey’de bu izahat üzerine tatmin olduğunu bildirmişti.117

M. Berthelemy’nin muhtırasına gelince, bu belgede “yerleşmiş olmak” için muhakkak nüfus siciline yazılmış olmak lazım geldiği fikrine itiraz edilmekle beraber, yerleşme için icap eden şartların fiilen yerine gelip gelmediği hususunu tetkik ve tespit yetkisinin iki taraf hükümlerine bırakılmasının doğru olacağını söylemektedir.118

Divanın 16 ikinci Kanun 1925 tarihinde akdettiği açık celsede söz alan Tevfik Rüştü Bey, öncelikle Patrikhane meselesine temas etti. Nicolas Politis beyanatı esnasında Patrikhaneyi de bahis mevzuu etmişti. Türk Temsilcisi bu meselenin divana arz eden dava ile alakası olmadığını, yüksek adalet mahkemesinin ancak kendisine sorulan noktalara cevap verebileceğine dikkati çekti. Bilahare “etablis”

kelimesinin manasına geçen Tevfik Rüştü Bey muhtırasında, Lozan’da cereyan eden müzakerelere temas edilmiş olduğunu hatırlattı ve kendisi de aynı müzakerelerin bir kısmı üzerinde durdu. Mübadele Antlaşması hakkında cereyan eden müzakere zabıtlarından 16 ikinci kanun 1923 tarihindeki zabıtlarda görülüyor ki Lozan’da Türk topraklarındaki bütün Rumları ve Yunan topraklarındaki bütün Müslümanların mübadelesi esas kaide olarak kabul olunmuştur (antlaşmanın 1’inci maddesi). Sonra

117 Erim, a.g.e., s. 66

118 Ag.e., s. 66.

38 Batı Trakya Müslümanları ile İstanbul Rumları mübadeleden istisna edilmiştir (2’nci madde). Binaenaleyh esas prensip mübadeledir119.

Nicolas Politis etablis kelimesi üzerine hiçbir münakaşa cereyan etmediğini söyledi. Hakikaten öyle olmuştu. Zira Mübadele Anlaşması müzakerelerinde bu tabir kullanılmadan üç hafta önce başka bir vesile ile (sulh muahedesi müzakerelerinde) kelimenin manası tamamen aydınlatılmıştı. M. Fromageot ile Şükrü Kaya Bey arasında cereyan eden konuşmadan sonra etablis kelimesinin ifade ettiği mana ve kimlerin etablis addedileceğini tayin edecek merci hususunda da tereddüt kalmamıştı; bu merci mahkemelerdir.120

Yunan Hükümetinin 18 ilk teşrin 1918’den önce İstanbul’da bulunan bütün Rumların mübadeleden istisna edildiği yolundaki iddiasına gelince, bu noktada da Türk ajanı başka türlü düşünmektedir. Çünkü evvela 2’nci maddede “oturanlar”

habitant tabiri tarif edilmiştir. Bu akitlerin rastgele bütün İstanbul Rumlarının hiçbir ayrım yapılmaksızın, mübadeleden istisnasını düşünmediklerini gösterir. Sonra bir taraftan İstanbul’a 30 ilk teşrin 1918’den sonra gelen Rumların da istisna edilmesini isteyen teklifin reddedilmiş olması; diğer taraftan etablis yerine sadece “sakin olanlar” (residants), yahut “30 ilkteşrin 1918’den önce İstanbul’a müracaat etmiş olanlar” veya “bulunanlar” (se trouvant), veya diğer maddelerde olduğu gibi “Rum ahaliden olan şahıslar” tabirleri kullanılmaması da 2’nci maddenin belli bir tabaka Rumların mübadeleden istisnasını hedef alındığını gösterir.

3. maddede “Türkiye veya Yunanistan” kelimesi yerine “Türk ve Rum ahalisi mütekabilin mübadele edilecek olan topraklar” tabiri kullanılması 18 İlkteşrin 1912 tarihinden itibaren bu toprakları terk etmiş olanların kastedildiğinin en güzel bir delilidir. Binaenaleyh Türkiye’nin mübadeleye tabi bir noktasını belirtilen tarihte terk etmiş olmakla beraber henüz Türkiye hudutları dışına çıkmamış olanlar da mübadeleye tabidir. Bunların İstanbul’a gelmiş olmaları mübadeleden istisna edilmelerini icap ettirmez. Ancak bunlardan 30 İlkteşrin 1918 tarihinden evvel

119 A.g.m., s. 67.

120 A.g.m., s. 67.

39 İstanbul’a gelip “yerleşmiş olanlar” 2’nci madde ile mübadeleden istisna edilmişlerdir. İstanbul’a, sadece gelmiş olmak yeterli değildir121.

Yunan muhtırası ve M. Politis mahalli kanunların tatbik edileceğinin anlaşmada sarahaten yazılı olmaması keyfiyetinden anlaşmanın mahallî kanunlara salâhiyet bırakmadığı manasını çıkarıyorlar. Türk Hükümeti Temsilcisinin fikri bambaşkadır. Anlaşma aynen tatbik edilmeyip bazı tadillerle tatbik olunacak kanunları sarahaten zikrediyor. Ezcümle anlaşmanın 6.7.8. ve 10. maddeleri okunursa bunun böyle olduğu görülür. Diğer taraftan iki memleket kanunlarından anlaşma ile mütenakız olmayanlar veya tatbik edilemeyecekleri sarahaten anlaşmada tasrih edilmeyenler tatbik edilirler. Yunan Hükümeti muhtırasının tatbiki icap eden kanunların Anlaşmada sarahaten zikredildiği iddiasına gelince; filhakika bu hususta bir tek misal vardır ki o da coğrafi hudutları tespit eden bir kanundur (madde 2).

Tevfik Rüştü Bey bu noktaya dair izahatını şu sözlerle tamamlıyor:

“Efendiler, her gün ticari anlaşmalar yapılıyor; her nevi anlaşmalar imza ediliyor. Eğer alakadar memleketlerin kanunlarından bu anlaşmalarla tatbikten alıkonulmayanların ve meriyette kalanların yazılması lazım gelseydi her anlaşmaya bütün kanunların bir tablosunu ilave etmek icap eder ki, bir milletlerarası kaide değildir.

Yunan Hükümetinin görüşü izah edilirken, Türk Hükümetinin, İstanbul’daki Rumların adedini mümkün olduğu kadar azaltmak istediği ve bu maksada vusul için her çareye başvurduğu söylenmişti. Tevfik Rüştü Bey, meselenin on bin kişi daha fazla veya daha az mübadele edilmesi meselesi olmadığını söyledi. Türkiye için bundan çok daha mühim bir mesele bahis mevzuudur: Türkiye kapitülasyonlarından henüz kurtulmuş bir memlekettir. Büyük fedakârlıklar bahasına elde ettiği istiklalini hakimiyetini en ufak bir şekilde dahi olsa haleldar edebilecek olan tedbirler ve hareketler karşısında pek hassas davranmasından tabii ne olabilir? Nihayet, sizler bay Reis, hakim baylar, hepiniz müstakil ve medeni memleketler fertlerisiniz. Eğer bir gün buna benzer bir mesele –tabi başka şartlar ve başka bahaneler altında– sizin memleketinizde de çıksaydı, sizlerde dahi bu millî hakimiyet ve kanunların ekseriyete olduğu gibi ekalliyete de müsavi tarzda tatbiki endişesi olacaktı; binaenaleyh bu aynı endişeyi duymakta haklı olup olmadığımızı muhakeme edeceksiniz. Mademki mesele “yerleşme”yi tayin edecek bir kıstas bulmaktadır bu kıstası mahallî kanunda niçin aramayalım? Bizim kanunumuzun “yerleşme”yi değil “ikametgah”ı tayin ettiği ileri sürüldü. Bu iddianın cevabı şudur: Herhangi bir yerde sadece kaydolunmakla kanuni bir bağ tesis edilebilir ve “mukim” olunabilir; fakat bu muhakkak yerleşmiş olmakla değildir. Yerleşilmiş olduğu zaman ise bu kanuni bağ muhakkak tesis edilir. Her iki tabir arasında bir fark varsa işte o da burada işaret

121 A.g.m., s. 67.

40 ettiğimizdir. Bu suretle Türk kanununda “ikametgâh”tan bahsedildiği, yerleşmenin nazarı itibara alınmadığı iddiası sukut eder (bizim kanunumuzun kullandığı

“mukim” tabiri Fransız kanunundan alınmıştır). Hem Yunan muhtırası, hem Muhtelit Komisyonun adlî şubesi kıstası Fransız kanununda aramışlardır. Türk kanununun beynelmilel hukuk kaidelerine ve anlaşmaya aykırı olmadığına bu da güzel bir delildir. Şu halde bu kıstası doğrudan doğruya Türk kanununda aramak daha kısa yoldan gitmektir. Bu suretle Türk kanunu tatbik edilince, onu tatbik edecek makamlar da tabiatıyla Türk otoriteleri ve Türk mahkemeleri olması lazım gelir”122 diyerek Tevfik Rüştü Bey sözlerini bu şekilde tamamlar.

2.1.4. Görüş Ayrılıklarının Nedenleri

Yunanistan’ın Megali İdea ve Anadolu Rumlarını “boyunduruktan kurtarmak” söylemiyle başlattığı savaş, tarihin bir cilvesi sonucu, Anadolu Rumlarının ve savaşla doğrudan bir ilgisi olmayan Yunanistanlı Müslümanların göçmen olmasıyla sonuçlanmıştı. Her iki ülke için, sınırları içinde daha homojen bir nüfus yaratmak mübadelenin hedeflerinden biri olsa da; tartışmalara, yaşanan büyük ve zorunlu göçe rağmen her iki ülkede “milli homojenliği” tam anlamıyla sağlayamamıştı. İstanbul’da yaşayan Rumlar ve Batı Trakya’da yaşayan Müslümanlar, karşılıklılık oluşturacak şekilde yerleşik etablis sayılarak yerlerinde bırakılmıştı123. Lozan’dan sonraki süreçte, antlaşmanın açık ifade edilmiş hükümlerinden yararlanarak, mübadele sorunuyla kolayca başa çıkılamayacağı ve mübadelenin gerçekte, birçok yönden daha köklü çözümlere gereksinim duyan çok yönlü bir sorun olduğunu göstermiştir. Mübadele Antlaşması’nın mübadeleden muaf insanların yaşadığı yerleri belirlerken, bölgeler için genel kategoriler (örneğin Batı Trakya ve İstanbul sınırları) benimsenmişti. Şehir, köy ve hatta bölgelerdeki semtlerin isimlerini özel olarak belirlemek yerine bu yola başvurması Antlaşmanın uygulanmasını daha da güçleştirdi124.

Türk tarafına göre etablis ihtilafında, 30 Ekim 1918 senesinden sonraİstanbul’a gelen Rumlar kesinlikle mübadeleye tabi olmadır. 1918’den önce gelip de kendilerini nüfus siciline kayıt ettirmemiş olanlar için Lozan Antlaşması’nın buna ilişkin protokolünün 2. maddesi yeteri kadar açıktır. İstanbul’a yerleşenleri,

122 A.g.m., s. 68-69.

123 Demirözü, a.g.e., s. 59.

124 Yıldırım, a.g.e., s. 171-193.

41 yani kendilerini nüfus siciline kayıt ettirenler bizim nüfus kanunumuza göre yerli ve vatan edinmiş sayılırlar, tezini savunmuştur125. Türkiye, böylece olabildiğince sayıda Ortodoks Rum’u Yunanistan’a göndererek türdeş bir ulus devlet kurmak ve Yunanistan’dan gelen Müslümanları gidenlerin boşalttıkları mülklere yerleştirmek isterken, Yunanistan ise olabildiğince fazla Rum’u yerleşik statüsünde bırakarak hem yeni göçmen almaktan kurtulmayı, hem de başta ticari bağları olmak üzere İstanbul’la var olan ilişkilerini korumayı amaçlıyordu. Ayrıca, bu yolla Megali İdea’

nın hezimetini yumuşatmak da istiyordu. İstanbul’da bulunan 4.500 kadar Rum, Türk resmi kayıtlarında yer almıyordu ve Türkiye’nin koşulları kabul edilirse bunların Yunanistan’a göç etmeleri gerekecekti126.

Oysa Rum asıllı Aleksis Aleksandris’in belirttiği gibi “Türkler, 1918 öncesi çok az sayıda Yunanın Osmanlı nüfus kütüğüne kayıtlı olduğunu pekâlâ biliyorlardı.

Millet sistemi uyarınca Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Yunanlar Ortodoks Patrikhanesi’nin nüfus kütüğüne kayıtlıydılar. İsteseler de İstanbul nüfus kütüğüne kayıt yaptıramazlardı. Çünkü Osmanlı yasaları buna uygun değildi. Sultanların zamanında [İmparatorluk yönetiminde] nüfus kütüğünde değişiklik yapılmasına izin verilmiyordu, dolayısıyla pek çok Yunan çok uzun sürelerdir Osmanlı’nın başkentinde yaşıyor olsa da nüfuslarının İstanbul nüfus kütüğünde olması olanaklı değildir127. Yunanistan 1918 tarihinden önce, doğum yerleri ve İstanbul’a yerleştikleri tarihe bakılmaksızın İstanbul’a gelmiş bütün Rumların İstanbul’da kalmasını sağlamak istiyordu128.

İstanbul’da Rum azınlığın bırakılmasının bir nedeni de Helenizm’in İstanbul’dan vazgeçemediğinin bir simgesi olarak bu şehirde mutlaka kalması istenen Patrikhane’ye bir cemaat oluşturmasıdır. İstanbul Rumları bu gerekçeyle burada bırakılmak istenmiştir. Bir diğer görüşe göre ise Yunanistan İstanbul’da mümkün

125 Aghatabay, a.g.e., s. 246.

126 Fırat, a.g.m., s. 339.

127 Demirözü, a.g.e., s. 61.

128 Armaoğlu, Fahir, Siyasi Tarih, Ankara, 1994, İş Bankası Kültür Yay.,s. 326.

42 olduğu kadar çok Rum bırakarak ileride bunları bir baskı unsuru olarak kullanmak istemiştir129.

2.1.5. La Haye Daimi Adalet Divanı’nın Kararı

İki tarafın düşüncelerini dinlemiş ve yazılı belgelerini değerlendirmiş olan Adalet Divanı, yerleşmiş sayılmak için gerekli şartların üzerinde durmayarak bunu Muhtelit Komisyon’un insiyatifine bırakmış ve Komisyon Şubat 1925’de;

“1- Yerleşmiş olanlar etablis tabiri daimilik vasfına haiz bir oturma ile tebellür eden fiili bir vaziyeti göz önünde tutmaktadır.

2- İkinci maddede ‘İstanbul’un Rum Ahalisi’ tabiri ile tayin edilen şahısların Antlaşma mucibince ‘yerleşmiş olanlar’ addolunmaları ve mübadeleden istisna edilmeleri için, İstanbul şehrinin 1912 kanunu ile tesbit edilmiş olan belediye hudutları içinde bulunmaları; oraya, her nereden olursa olsun, 30 İlkteşrin (Ekim) 1918 tarihinden mukaddem bir tarihte gelmiş olanları ve bu tarihten önce orada daimi olarak oturmak niyetinde bulunmak mecburidir” görüşüne varmıştır. Bu sonuç Yunanistan’ın görüşlerine haklılık kazandırmış oluyordu.

İki ülke arasındaki ihtilafı çözemeyen bu mütalaadan sonra, Yunan HükümetiBatı Trakya’da bulunan Müslüman-Türk halkın mallarına el koyarak buralara Türkiye’den gelen mübadil Rumları yerleştirmiştir. Bunun üzerine Türk Hükümeti mukabelede bulunmuş ve İstanbul’daki Rum halkın mallarına el koymuştur. Böylece, Yunan Hükümeti’nin giriştiği teşebbüs Türk Hükümeti’nin mukabil tedbirlerine yol açmış ve uyuşmazlık gittikçe büyümeye yüz tutmuştur.130 Meseleye Patrikhane sorununun da eklenmesiyle ikili ilişkilerde gerilim artmıştır.131.

2.2. Türk – Yunan Etablis Antlaşması (Atina İtilâfnâmesi)

1925’te başlayan ikili görüşmeler, Türk-Yunan ilişkilerine egemen olan kimlerin yerleşik sayılacakları, mübadillerin malları, Patrikhanenin konumu gibi

129 Sinan, a.g.e. s. 34.

130Gönlübol, a.g.e., s. 67.

131 Fırat, a.g.m., s. 339.

43 sorunların çözümüne yönelik ilk önemli adım oldu. Bu olumlu gelişmenin başlatılmasında en önemli etken, 1925 Şeyh Sait isyanının Ankara’da ciddi bir tehdit algılanması üzerine meydana gelen hükümet değişikliği sonucunda Fethi Beyden [Okyar] Başbakanlığı devralan İsmet Paşa’nın, Lozan’da artakalan sorunları çözerek Türkiye’nin uluslararası alanda yalnızlığını sona erdirme ve içerde ekonomik ve sosyal reformları gerçekleştirme konusundaki kararlılığıydı. Kendi ülkesinde de ekonomik ve sosyal sorunlarla karşı karşıya bulunan ve dış politikada Balkanlı komşularıyla olan sorunlarını çözümlemek isteyen Andreas Mihalakopulos hükümeti bu fırsatı değerlendirdi ve iki görüşmeler sonucunda 21 Haziran 1925’te Ankara Antlaşması imzalandı132.

Bu antlaşmayla Türkiye, 30 Ekim 1918’den önce ve o sırada mevcut bulunan Tüm Rumlara (Ortodoks ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmasa bile), yerleşmek niyetine bakmaksızın yerleşik sıfatı tanıyordu. Ayrıca yasal pasaportları olmaksızın ülkelerini terk edenler hariç olmak üzere yerleşik sıfatı tanınan Batı Trakya Müslümanları ve İstanbul Rumları ülkelerine serbestçe dönebilecek, mallarına sahip olabileceklerdi. Eğer söz konusu kişilere mallarını iade etmek mümkün değilse, adil bir tazminat ödenecekti. Böylece Türkiye, savaş koşulları içinde yasal yollarla edinilmiş bir pasaportu olmaksızın ülkeyi terk etmiş çok sayıda Rum’un dönüşünü engellerken, Yunanistan’da Batı Trakya’da Müslüman mülklerine yerleştirmiş olduğu göçmen Rumlardan bir kısmını bu mülklerden çıkarmak zorunda kalmıyordu133.

Temel anlaşmazlık sorunlarına çözüm getiren Ankara Antlaşması, iki ülke arasında ilişkilerin düzelmesine ve ilk kez Türkiye’nin Atina’ya büyükelçi atamasına yol açtıysa da, hiçbir zaman uygulanmadı. Bunun en önemli sebebi Mihalakopulos Hükümeti’nin düşürülmesi sonucunda 25 Haziran 1925’te iktidara gelerek cunta rejimi kuran General Pangolos’un Lozan’ı revize etmek temeline oturttuğu ihtiraslı bir dış siyaset gütmesiydi. Ayrıca General Pangolos’un antlaşmanın onayını geciktirmesi Türkiye’yi güvensizliğe itmiştir. Dolayısıyla Türkiye bu son antlaşmayı

132 A.g.m., s. 343.

133 A.g.m., s. 344.

44 gözden geçirme ve uygulamasının güvence altına alınması için yeni adımlar atma kararı almıştır. Ankara’nın bu yaklaşımı sonucunda, Pangolos’un Ağustos 1926’da devrilmesinden sonra kurulun yeni koalisyon hükümetinin Türkiye ile görüşme masasına oturması, mevcut sorunların etraflıca ele alınmasını sağlamıştır. Karşılıklı görüşmeler Şubat – Aralık 1926 arasında gerçekleşmiştir134. Müzakerelerin tekrar başlamasındaki bir diğer neden de Türkiye’nin Mukabele-i Bilmisl Kanunu’nu uygulamaya geçirmesiydi135. Yunanistan gerek 1912 yılından önce Türkiye’ye göç etmiş Türklerin, gerekse mübadele dışı bırakılmış Batı Trakya Türklerinin taşınmaz mallarına el koymaktaydı. Yapılan çeşitli müzakerelere rağmen Yunanistan bu tasarruf haklarını iade etmeye yanaşmamış ve kasten sürüncemede bırakmıştı.

Yunanistan’ın bu tutumu ve artan kamuoyu baskısı nedeniyle Türk Hükümeti, Mukabele-i Bilmisl Kanunu’nu meclise sevk etmiş ve kanun 19 Ocak 1925 tarihinde yürürlüğe girmişti. Kanuna göre Yunanistan’ın bu tutumuna karşılık olarak, o gün için Türkiye’de bulunmayan Yunan tebaasına ait taşınır taşınmaz mallar Maliye Bakanlığı tarafından milli emlak kabul edilerek idare edilecek ve geliri 18 Kasım 1912’ den önce Yunanistan’ı terk etmiş olan veya çok önceden Yunanistan’da bulunan ve taşınmaz malları tasarruftan men edilenlere kıymeti oranında dağıtılacaktı. Gene kanuna göre gerekirse o anda Türkiye’de bulunan Yunanların taşınmazlarının da aynı şekilde idaresine hükümet yetkili kılınıyordu.136

Karşılıklı görüşmeler sonuç vermiş ve 1 Aralık 1926’da Atina Antlaşması

Karşılıklı görüşmeler sonuç vermiş ve 1 Aralık 1926’da Atina Antlaşması