• Sonuç bulunamadı

İstanbul Fener Rum Patriği Konstantin Araboğlu’nun Mübadelesi

2.4. Gayri Mübadil Olmak İçin Yapılan Çalışmalar ve Gerekçeleri

2.4.5. İstanbul Fener Rum Patriği Konstantin Araboğlu’nun Mübadelesi

Türkiye’deki Rumları Türkler aleyhine tahrik ve teşvik ettiğinden, Lozan görüşmelerinde Türk temsilcileri Patrikhane’nin İstanbul’dan çıkarılması için mücadele etmişler, fakat Yunan delegelerin Patrikhane’nin İstanbul’da kalması konusundaki ısrarı diğer müttefikler tarafından da desteklendiğinden, Lord Curzon’un Patrikhanenin siyasi meselelerle meşgul olmaması şartıyla İstanbul’da kalması teklifi kabul edilmişti.

Patrik Gregorios’un ölümü üzerine 17 Aralık 1924 tarihinde Arapoğlu Konstantin başpapazlığa tayin edildi.227Yeni Patrik Arapoğlu Konstantin Bursa’da doğmuş, Heybeli Ada Ruhban Mektebi’nde okumuştu. 30 Ekim 1918’den sonra İstanbul’a geldiğinden mübadeleye tabi bir kimse idi.228 Türk mercileri yeni Patrik’in mübadil olduğunu ve sınır dışı edilmesi gerektiğini savunur. Etablis konusunda net bir karar veremeyen Muhtelit Mübadele Komisyonu, Konstantin’in sınır dışı edilmesi istemi hakkında da kesin bir söyleme sahip değildir.229 Türkiye, Araboğlu’nun mübadelesi konusunda ısrarlı olmuş iki gün içinde sınır dışı edilmesine karar vermiştir. Muhtelit Mübadele Komisyonu Başkanı General Dolara da görev devir teslim döneminde Konstantin Araboğlu’nun mübadelesi meselesinin Türkiye’nin iç meselesi olduğunu bu sebeple hiçbir vaatte bulunamayacaklarını ifade

226 Münir Yıldırım,“Fener Patrikhanesi ve Ekümenizm: Dinler Tarihi Açısından Bir Analiz”, Ç.Ü.

Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.15, S.1, 2006,s. 478.

227 İstanbul Rum Ortodoks Patriği’nin seçilmesini belirleyen prosedür ve yöntemlerin yer aldığı 1092/06.12.1923 sayılı özel kararname (tezkere), Patriklik makamına aday olacak kişilerin dini görevlerini Türkiye’de icra eden Türk vatandaşı rahipler olmasını öngörmektedir. Aynı şartlar seçmenler için de geçerlidir. Ayrıca 1930’a kadar, küçümseyici bir ifadeyle yerel bir dini kurumun başı olarak Türkiye’deki Rum Ortodoks azınlığın başpapazı olarak adlandırılır. Bkz. Alexis Alexandris,“Lozan Konferansı ve İstanbul Rum Patrikhanesi’nin Ekümenik Boyutu. 10 Ocak 1923 Tarihli Tutanağın Önemi”,Tarihi, Siyasi, Dini ve Hukuki Açıdan Ekümenik Patrikhane, Der. Cengiz Aktar, İletişim Yay. İstanbul 2011,s. 105-106.

228Aghatabay, a.g.e., s. 239.

229 Demirözü, a.g.e., s. 66.

77 eder.230 Karma Mübadele Komisyonundaki Türk delegesi Hamdi Bey’e telgraf gönderen Türk Hükümeti, Türkiye'nin bu konudaki görüşlerini; "Araboğlu Konstantin'in mübadelesi başpapaz olduğu için ertelenmişse de mübadelesi kesin ve mecbûridir. Bu konu Türkiye'nin iç meselesidir, Yunanistan Lahey'e gitmekle iç işlerimize karışmaktadır. Rusya'nın daha önce yaptığı gibi bahane aramaktadır.

Lozan antlaşmasının hiçbir maddesi ihlâl edilmemektedir. Eğer komisyon iki gün içinde Araboğlu'nun mübadeleye tâbi olduğuna dair bir karar almazsa, Tâli Komisyonun evvelce almış olduğu karar gereğince ertelenmiş olan mübadele kararı uygulanacaktır" şeklinde bildirmiştir. Karma Mübadele Komisyonu da Araboğlu’nun mübadil olduğu kararını almıştır.231 30 Ocak 1925’te Konstantin, Patrik seçilmesinden 43 gün sonra çok hızlı bir işlemle, hatta yolculuk için öngörülen evraklar bile olmadan sınır dışı edilir.232

Yunan basınında bir hayli yer tutan ve önemli bir yankı bulan Patrikhane’yle ilgili gelişmeler Yunan kamuoyunda büyük infial uyandırır.1 Şubat 1925’te Atina’da büyük bir protesto gösterisi yapılır, Yunanistan Türkiye’nin Patrikhane’yle ilgili uygulamalarını protesto ettiği bir notayı Türkiye’ye iletir.233 Yunanistan’ın bu girişimi üzerine, TBMM’nin 4 Şubat 1925 tarihli gizli oturumunda bu konu ele alınarak, Başvekil Fethi Bey şu beyanatta bulunur:

“…Patrikhane hakkında Türk Hükûmetini bir devlet-i ecnebiyeye karşı herhangi bir muahedenamenin herhangi bir maddesiyle bağlayan bir kaydı yoktur.

(Bravo sesleri, alkışlar) Öteden beri patrikhane Türk Hükûmetinin umur-ı dâhiliyesinden addedilmiştir. Binaenaleyh Türk hükûmetinin umur-ı dâhiliyesinden olan böyle bir meseleye Yunan Hükûmetinin müdahale etmek isteğini gösteren bu nota itiraf etmek isterim ki, hükûmetimiz nezdinde ve hiç şüphe etmiyorum ki, meclis-i âlmeclis-inmeclis-iz ve umum Türk mmeclis-illetmeclis-i nezdmeclis-inde, gayrmeclis-i dostane telakkmeclis-i edmeclis-ilmmeclis-iş ve pek nahoş bir intiba bırakmıştır." (Doğru Sesleri).

230İbrahim Erdal, “Türk Basınına Göre; Patrikhane Konusu ve Patrik Arapoğlu’nun İhracı Meselesi”,Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Atatürk Yolu Dergisi, S.33-34, Mayıs-Kasım 2004, s. 43.

231Ramazan Tosun, “Patrik VI. Konstantin Araboğlu'nun Mübadelesi”, Askeri Tarih Bülteni, Yıl 24, S.46, (Şubat 1999),s. 56.

232Alexsandris, a.g.e., s. 108.

233 Demirözü, a.g.e., s. 67.

78 Hiç bir devlet-i ecnebiyenin umur-ı dâhiliyesine müdahalesini kabul etmemeyi kendisine şiar edilmiş olan Türk Cumhuriyeti Hükûmeti bu müdahaleye de aslârûy-ı iltifat göstermemek azmindedir. (Bravo sesleri).

…İstanbul'da Cemiyet-i Akvam tarafından müntehip bir mühtelit komisyonu olduğu gibi aynı zamanda yalnız İstanbul'daki mübadele muamelesine dahi bakmak üzere bir tali komisyon mevcuttur. Bu tali komisyon diğer birçok mübadillerin ahvalini tedkik ettiği zaman 16 Kânun-u evvel tarihinde Terkos Metropoliti A raboğlu Kostantin Efendi’nin de mübadil olduğuna karar vermiş ve bu kararnameyi aynı zamanda Yunan delegeleri de imza etmiştir. O zaman husûsat-ı zatiyesini tesviye etmek için olacak birkaç gün izin talep eden Araboğlu Kostantin Efendiye birkaç gün için müsaade verilmiş ve sevki tehir edilmiştir. Ondan sonra mübadil olduğu ve Lozan Müahadenâmesi iktizasınca memleketimizi behemehâl terk etmeye mecbur bulunduğu herkesçe malum olduğu halde kendisi patrik intihap olunmuştur.

Bu intihaba gerek kendisi gerek emsali hakkındaki muahedename mucibince tatbik etmeye mecbur olduğumuz bir takım ahkâmı hükûmetten ıskat ettirmek maksadıyla teşebbüs edilmiştir. Bu teşebbüsün ne kadar rai olduğunu heyet-i milliyenize arza lüzum görmüyorum. (Çok doğru sesleri)”234

Patriğin sınır dışı edilmesi kararı üzerine Eksanderis Karma Komisyon'a bir protesto notası vermiş ve Yunan Baş Murahhaslığı'ndan istifa etmiştir. Eksanderis, Karma Komisyon başkanı General Dolara’ya verdiği notada “Başpapazın mübadele Pasaportu olmadan hudut dışınaçıkarılmasının gayrı kanuni” olduğunu iddia etmiş ve “cemiyet-i akvâmınyeni devre-i içtimasından önce Rum ekalliyeti aleyhinde hiçbir muameledebulunulmayacağına dair" Brüksel'de verilmiş olan teminata muhalif olduğunu söylemiştir. Elefterya gazetesinin bu konudaki sorusuna Karma Mübadele Komisyonu Reisi General Dolara, "Patrik meselesindeKomisyonun haklarına tecavüz yoktur. Gerçekten de Patrik olmadan önce Tâli Komisyona evrâkları verilmiştir, mübadeleye tâbidir. Mübadele mukavelenamesinde bu konuda hiçbir kayıt yoktur"

diyerek komisyonunkararını savunmuştur.235

Yunanistan’daki hükümet hem dışarıda sıcak bir çatışmadan kaçınmak hem de içeride Yunan kamuoyunun kızgınlığını yatıştırmak çabası içinde Patrikhane konusunu uluslararası platforma taşımaya karar vererek 11 Şubat 1925 tarihinde Milletler Cemiyeti Konseyi’ne başvurur. Aslında bu durum, Patrikhane’nin yasal statüsü hakkındaki görüşlerini uluslararası platformda dile getirmek isteyen Türk

234 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Devre II, c. 4, İçtima Senesi II, 4 Şubat 1341(1925).https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/td_v2.sayfa_getir?sayfa=467:468&v_meclis=11&

v_donem=2&v_yasama_yili=&v_cilt=4&v_birlesim=047.(Erişim Tarihi: 17 Kasım 2013).

235 Erdal, a.g.e., s. 96.

79 Hükümeti için de uygun bir fırsat yaratır. 1 Mart 1925’te Ankara, Milletler Cemiyeti’ne verdiği resmi cevapla, konu hakkında tartışma kabul etmediğini, Patrikhane’nin Türkiye’nin bir iç meselesi olduğunu ve bu kurumun işleyişinin Türkiye kanun ve kurallarına bağlı olduğunu söyleyerek reddeder.236 Milletler Cemiyeti Kurulu ise Yunan tezlerini dinledikten sonra Lahey Adalet Divanı’na başvurur. Böylece 1925’te Türkiye, Patrikhane hususunun yeniden uluslararası bir sorun haline gelmesi ihtimali ile karşı karşıya bulunuyordu.237 Ancak, bu aşamada Türk Hükümeti Yunanistan’a Milletler Cemiyeti’ne yaptığı başvurudan vazgeçtiği takdirde İstanbul’daki üst düzey din görevlilerini gayri mübadil olarak kabul edeceğini söyler. Yunanistan’ın Nisan 1925’te bu uzlaşmayı kabul etmesi sonucu, Muhtelit Mübadele Komisyonu’ndaki Fenerli din adamlarının sınır dışı edilmesi için verdiği dilekçeyi geri çeker.238 Konstantin Araboğlu 19 Mayıs 1925 tarihinde istifasını resmen açıklar. Beklenen istifanın ardından on beş metropolitin katıldığı seçimde on dört metropolitin oyunu alan Vasilios’un Patrik seçilmesi üzerine Patrik’in mübadeleye tabi olup olmadığı konusundaki tartışmalar sona ermiş, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerde az da olsa bir yumuşama başlamıştır. Bu çerçevede ilk Yunan Sefiri Argyropoulos 20 Temmuz 1925’te İstanbul’a gelmiştir.239

236 Demirözü, a.g.e., s. 68.

237Alexandris, a.g.m., s.109.

238 Demirözü, a.g.e., s. 68.

239Aghatabay, a.g.e., s. 245.

80

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

NÜFUS MÜBADELESİ SONRASINDA GAYRİMÜBADİLLERİN DURUMU

3.1. Cumhuriyet Dönemi’nde Rum Azınlığın Durumu

Milli Mücadele Dönemi, Sevr Antlaşması’nın yarattığı psikolojik yıkımın etkisiyle hareket eden kurucu kadronun, Misak-ı Milli sınırları240 içindeki bütün coğrafyayı içine alacak egemen ve bağımsız bir devlet kurmak amacına yöneldiği yıllardır. Bu nedenle kurucu kadro, gelecekte oluşturmayı düşündüğü ulusal kimliğe ilişkin kucaklayıcı mesajlar vermeyi tercih etmiş, vatandaşlık kavramının tesisinde de yine aynı kucaklayıcılığa yaslanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında Türk etnik kimliğine vurgu yapmaktan özenle kaçınmış; sürekli olarak

“Türkiye” ve “Türkiye halkı” kavramlarını kullanmayı tercih etmiştir. Bununla,

“kan” temelli vatandaşlık tanımından uzak kalınacağı; “teritoryal” veya “toprak”

temelli bir vatandaşlık anlayışının esas alınacağı mesajını vermiştir.241

Lozan ile tescillenen Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, ulusçuluk akımının o vakit halen gündemde olduğunu göstermesi ve Misak-ı Milli sınırları dahilinde Türklüğün yeniden tanımlanması ile Cumhuriyet öncesi Türk ulusçuluğundan ayrılması açısından oldukça önemlidir. Cumhuriyetle birlikte Türklük, bir vatandaşlık sıfatı ile kullanılmakta ve Türk ulusu etnik kökenlerine bakılmaksızın tüm vatandaşların oluşturduğu bir siyasal topluluk olarak görülmektedir.242

240 Mustafa Kemal Paşa, 28 Aralık 1919 tarihinde, Ankara'da, Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinde, Türk kuvvetlerinin hakimiyetinde bulunan yerlerin millî sınırlarımızın dahilinde olduğunu ifade etmiştir. Bu arada Erzurum ve Sivas kongrelerinde belirlenen yeni Türkiye'nin güney, güneydoğu sınırlarından ayrıntılı bir şekilde bahsetmiştir. Burada sınırımız İskenderun Körfezi'nin güneyinden, Antakya'dan, Halep ile Katma İstasyonu arasındaki Cerablus Köprüsü'nün güneyinde Fırat Nehri'ne uzanan ve oradan Deyrizora inen, doğuya doğru ise Musul, Kerkük, Süleymaniye'yi içeren bir hat olduğu ve Türk, Kürt ve İslâm unsurlarının yaşadığı bu yerlerin vatanımızın bölünmez bir parçasını teşkil ettiği kaydedilmiştir. Bkz. İlker Alp, “Misak-ı Milli Hedefleri’nin Lozan Antlaşmasına Yansıması”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt.16, s. 297.

241 Baskın Oran, Türkiye’de Azınlıklar, Kavramlar, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, Tesev Yayınları, İstanbul, 2004, s. 73.

242 M. Çağatay Okutan, Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, İstanbul Bilgi Üni. Yay., İstanbul, 2009, s. 88.

81

Osmanlı mirası üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti birçok dini ve etnik grubun iç içe yaşadığı bir nüfus yapısı devralmıştır. Her ne kadar bu nüfus Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’ndaki kayıplar nedeniyle azalmışsa da Ermeni Tehciri (1915-1917) ve Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi (1923-1925) nedeniyle nüfusun kompozisyonunda çoğunluğu Müslüman unsurlardan oluşan bir yapıya kavuşmuştur.243

Nüfus mübadelesi sürecinin sona ermesiyle Türkiye’nin demografik yapısının da değiştiği görülmektedir. 1906 Osmanlı nüfus sayımının verileri dikkate alındığında, her beş kişiden birisinin gayrimüslim olduğu; 15 milyon civarındaki nüfusun, 1927 yılında Cumhuriyet yönetiminin ilk nüfus sayımında 13,6 milyona düştüğü ve gayrimüslimlerin ise bu nüfus içerisinde her kırk kişiden birine tekabül eden bir yapıya kavuştuğu görülmektedir. Bu da Türkiye’nin nüfus olarak dinsel bakımdan hemen hemen homojen bir yapıya büründüğünün bir göstergesi olmaktadır.244

Rumeli Müslümanlarının Türkiye coğrafyasına göçü, Osmanlı İmparatorluğu’nun kaybettiği ve Yunanistan’ın sınırlarının büyümesiyle sonlanan Balkan Savaşları, Yunanistan’ın düşman bir ülke olarak görülmesine sebep olmuştur.

Kurtuluş Savaşı’nın da esas olarak Yunan ordusunun yenilmesiyle kazanıldığı düşünüldüğünde Türk milliyetçiliğinde Balkan Savaşları’ndan başlayarak

“Yunan/Rum”a karşı duyulan tepkinin önemli bir yere sahip olduğu ortadır. Doğal olarak “azınlıklar” özellikle de Yunan/Rum imgesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları ve ilk Meclis’te yer alan milletvekilleri için yakın geçmişin olumlu bir parçası ya da daha sonraları sunulacakları gibi nostaljik ya da özlenen bir öğe değildi. Büyük bir olasılıkla, Osmanlı’nın yıkılmasına sebep olmuş, Türkiye için de

243 Aktar, a.g.e., s.103.

244 Justin McCarthy, Müslümanlar ve Azınlıklar, Çev. Bilge Umar, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1998, s.149.

82 tehlikeler barındıran, yeni Cumhuriyet’in kurtulması gereken bir tür Truva Atı olarak algılanıyorlardı.245

Özellikle 1930’larda gerçekleşen Türk-Yunan yakınlaşması sonucunda Türkiye’deki Rumlara karşı bakış açısı olumlu yönde değişmiştir.. Anadolu’yu ziyaret etmek için izin almak gerekliliği kaldırılmış, Rumların Etablis statüsünde olmayan çocuklarının ve eşlerinin İstanbul’a gelmelerine izin verilmiştir. Rumlar tarafından Atatürk Dönemi olarak algılanan bu dönemde “yurttaş” kavramı ve Atatürk sevgisi Rumlar arasında çok yaygındı. 1930’lu yıllar Atatürk ve Venizelos’un iki ülke ilişkilerini geliştirme yolunda attıkları adımlar içeride de yansımasını bulmuş ve kiliselerde Cumhuriyet’in 10. yılı kutlama törenlerinin yapılmasına kadar sıcak bir dönem yaşanmıştır.246

Mübadele dışında Türkiye’de kalan Rumlar, Yunanistan’la ilişkilerin iyi olduğu dönemlerde (1930-1940, 1947-1954, 1959-1964, 1967-1971) az da olsa bir refah dönemi yaşarken ilişkilerin bozulduğu dönemlerde (1922-1929, 1955-1959, 1964-1967, 1972-1980) baskılar altında kalmışlardır. 1955, 1964, 1974 sonrasında göçün ve nüfus azalmasının bu kriz dönemlerinde hızlandığı görülmüştür.