• Sonuç bulunamadı

2.2. P UTİN’İN BAŞKANLIĞI DÖNEMİNDE RUSYA EKONOMİSİNDEKİ

2.2.5. PUTİN DÖNEMİ RUSYA’NIN ULUSLARARASI EKONOMİK VE SİYASİ

2.2.5.4. Rusya ve AB

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, hem Rusya hem de AB, uluslararası konjonktürde kendi pozisyonlarını tekrar gözden geçirme durumunda olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlıklarını kazanan yeni devletlerin bir kısmı Avrupa’ya yönelmiş ve Batı ile yakın ilişkiler kurma yoluna gitmişken Rusya, AB ile ilişkilerinde daha farklı bir düzlemde hareket etmiştir. İlk olarak Yeltsin döneminde AB ile imzalanan Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması ile ilişkiler kurumsal düzeye taşınırken, Rusya’nın Batı değerlerini paylaşması ve Batıya uyum sağlaması adına yakınlaşan ilişkiler, kısa bir sürenin ardından yerini daha derin bir işbirliği

anlayışına bırakmıştır. Putin dönemiyle birlikte Rusya açısından AB, parçası olunacak bir hegemonik merkezden öte, işbirliği geliştirilebilecek eşit bir aktör olarak değerlendirilmiştir (Özdal, 2011: 40-41).

1990’lı yıllarda AB ile Rusya arasındaki ekonomik ilişkileri belirleyen, Rusya’daki ekonomik kriz ve ülkede yaşanan istikrarsız kurumsal ortam olmuştur (Dinan, 2005: 277). 1990’lı yıllarda serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecinde olan Rusya, yaşadığı ekonomik krizler ve sıkıntı süreçler neticesinde Batıyı bu sıkıntılara karşı çare arayacağı yön olarak belirlemiş ve Batının mali yardımlarına ihtiyaç duymuştur. Ancak Putin döneminde ilişkilerdeki dengeler oldukça değişmiştir. Öncelikle AB’nin karşısında 1990’lardaki gibi ekonomik krizle mücadele eden Rusya yoktur. Rusya Putin dönemiyle her sene %7’lik büyüme oranıyla yakalayan, ekonomik açıdan sahip olduğu enerji kaynaklarıyla önemli gelirler elde eden, çok yönlü bir dış politika izleyen bir Rusya’ya dönüşmüştür. AB, Rusya’daki bu değişim sonunda artık daha güçlü ve özellikle enerji kozuyla birlikte ikili ilişkilerde eli daha sağlam olan bir ülke ile karşılamıştır (Kader, 2008). Ayrıca Putin döneminde Rusya, AB ile ilişkilerini bir bütün olarak ele almaktan ziyade ülke ülke ele almıştır. Putin’in AB’ye yönelik politikasında AB ülkeleriyle ikili yapılan görüşmeler ve müzakereler ön plana çıkmıştır. Bu politikanın uygulanmasında AB’yi bütün olarak genel politikası ve amaçları dışına çıkarmanın zorluğuna karşın birebir ülke görüşmelerinde elde edilebilecek siyasi ve ekonomik çıkarların daha fazla olabileceği düşüncesi yer almıştır.

AB-Rusya ilişkilerinin ekonomik boyutunu incelediğimizde, Putin döneminde giderek artan ticari ilişkiler ve ekonomik yakınlaşmalar yaşanmıştır.

Şekil 17:Rusya-AB Dış Ticaret Hacminde İthalat-İhracat Miktarları-(2000-2010)

(Ottens, 2011: 3) 0 50000 100000 150000 200000 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 M il y o n E ur o Yıllar AB İTHALAT AB İHRACAT 117

Şekil 17’de belirtildiği üzere, AB-Rusya ticaret hacmi 2000-2010 yılları arasında sürekli artış göstermiştir. 2008 krizinin etkileriyle 2009 yılının ticaret hacminde düşüş yaşansa da 10 yıllık periyodu ele aldığımızda AB-Rusya arasında ithalat ve ihracat rakamlarında büyük artış yaşanmıştır. AB-Rusya arasındaki ticaret hacmi 2010 yılı itibariyle 246 milyar euro’ya ulaşmış ve 2000 yılına göre ticaret hacminde %185 artış gerçekleşmiştir (Ottens, 2011: 3). AB-Rusya, yakın dönemde önemli ticaret ortakları haline gelmiştir. 2011 yılında Rusya, 372 milyar euroluk ihracat gerçekleştirirken bunun 170 milyar euro’su AB ülkeleri olmuş, yani %45,8’i AB ülkelerine gerçekleşmiştir. Rusya’nın en büyük ihracat ortağı olan AB, ithalat rakamlarında da ilk sırada yer almıştır. 2011 yılında Rusya’nın ithalatı 221 milyar euro olurken, bu miktarın 78 milyar euroluk kısmı AB ülkelerine gerçekleşmiştir. 2011 yılında Rusya’nın ithalatındaki AB’nin payı %35,5 olmuştur. Rusya, 2011 yılında gerçekleştirdiği ticaretin %41,9’unu AB ülkeleriyle yapmıştır (Eurostat, 2012: 5). AB, Rusya’nın ithalat ve ihracattaki en büyük partneri durumundadır. Bu veriler Rusya için AB’nin ne denli önemli bir ticaret ortağı olduğunu göstermektedir. Rusya’nın AB’den ithal ettiği ürünlerin başında ise makine ve ulaşım ekipmaları gelmektedir. Bu ürünler AB’den ithal edilen ürünlerin %48,2’sini oluşturmaktadır (Eurostat, 2012: 6).

AB’nin dış ticaretinde Rusya’nın yerini değerlendirdiğimizde, özellikle ihracat oranlarında aslan payına sahip olmasa da önemli ortaklar arasında yer aldığını söyleyebiliriz. 2011 yılına göre AB’nin başlıca ticaret ortakları sıralamasında Rusya, %9,4 ile ABD ve Çin’in arkasında 3. sırada yer almaktadır. AB’nin ihracat yaptığı ülkeler arasında %7’lik payıyla 4. sırada yer alan Rusya, AB’nin ithalat gerçekleştiği ülkeler arasında %11,6 ile Çin’in ardından 2. sırada yer almaktadır (Eurostat, 2012: 4). Her ne kadar AB’nin ithal ettiği ürünler sınıfında Rusya’nın payı çok fazla gözükmese de ithal ettiği ürünler ve ihtiyaçları nezdinde ortaya çıkan tablo oldukça çarpıcıdır. Esas itibariyle de AB-Rusya arasındaki ekonomik ilişkilerde AB’nin enerji ihtiyacı ve bu ihtiyacın Rusya’dan karşılanan kısmı önemli yer tutmaktadır. 2010 yılında Rusya’nın AB’ye ihraç ettiği ürünlerin %63’ünü petrol ve petrol ürünleri oluşturmuş, %9’u ise doğalgaz olmuştur (Eurostat, 2011). 2011 yılında AB’nin Rusya’dan ithal ettiği ürünlerin %78,9’u mineral yağlar, yakıtlar ve benzeri ürünlerden oluşmuştur. AB bu ihtiyacının %32,3’unu Rusya’dan karşılamaktadır (Eurostat, 2012: 6). Ayrıca AB, Rus petrolünün %88’ini, toplam doğalgazının %70’ini ve toplam kömür ihracatının

%50’sini tüketmektedir. Bu durum AB-Rusya arasındaki ekonomik ilişkilerde AB’nin enerji konusunda Rusya’ya bağımlılığı ortaya koymaktadır (Özdal, 2011: 40-41).

Enerji sektöründe büyük ölçüde dışarıya bağımlı olan ve enerji tedarik etme noktasında yaşanabilecek olası bir sorunda büyük enerji krizleri yaşayabilecek olan AB için enerji güvenliği, hassas bir noktadır. Körfez Savaşları ve İran-ABD merkezli yaşanan krizin etkileri bir anlamda Orta Doğu kaynaklarına olan güveni azaltmıştır. Orta Doğu’nun siyasi açıdan istikrarsız yapısı, enerjinin stratejik bir meta olduğu bilinciyle AB’nin hareket etmesine neden olmuştur. Bu bağlamda Rusya, AB enerji pazarında oluşabilecek alternatif oluşumlara ve rekabet edebilecek enerji bölgelere karşı daha avantajlı konumdadır (Andersen, 2000).

AB-Rusya arasındaki ticari ilişkilerin gittikçe artmasına rağmen siyasi alanda bazı sorunlar göze çarpmaktadır. Özellikle NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ve AB’nin 2007 yılındaki Doğu Avrupa ülkelerini içine alarak genişleme süreci içine girmesi, AB-Rusya ilişkilerinde önemli sorunlar olarak dikkat çekmektedir. 2007 yılındaki genişleme süreci ile AB, Karadeniz’e çıkışın sağlanması yönünde önemli bir adım atmıştır. AB ülkelerinin, Rusya’nın enerji tekelinden kurtulması bağlamında bu hareketi önem arz etmektedir. Bu yöndeki genişleme çabalarının hedefinde, Güney Kafkasya’ya ulaşmak, Gürcistan ile Azerbaycan hatta Ermenistan’ın yakın bir dönemde yeni gelişme hedefi olabileceği düşünülebilir. Bu kapsamda bu değerlendirmenin en büyük kanıtlarından biri de AB destekli Nabucco projesi olarak görülebilir (Birsel, 2007: 30-35).

AB-Rusya ilişkilerinde siyasi konular arasında yer alan diğer bir başlık ise NATO ekseninde oluşmaktadır. NATO’nun 2004 yılından itibaren hız verdiği genişleme stratejisi, Rusya açısından arka bahçesine müdahale olarak algılanmıştır. Eski Sovyet ülkelerinin NATO üyelikleri Rusya tarafından tepki ile karşılanmıştır. Karadağ, Makedonya, Bosna Hersek gibi ülkelerin yanı sıra, Gürcistan ve Ukrayna’nın da NATO’nun genişleme stratejisinde yer alabilecek ülkeler durumunda olması önümüzde süreçte de Rusya-Batı ilişkilerinde siyasi gerilimlerin yaşanması ihtimalini ortaya çıkarmaktadır (Özertem, 2012: 42-45). Rusya, NATO’nun doğuya doğru genişleme stratejisi karşısında, Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliklerini mümkün olduğunca geciktirmeyi amaçlamaktadır (Çaşın, 2006: 387). NATO’ nun genişleme süreci ile ilgili

olarak farklı düşünceler kamuoyunda konuşulmuş, özellikle Soğuk Savaş sonrası NATO’nun varlığı ve yeni misyonu üzerine tartışmalar yürütülmüştür. Realist görüşe göre NATO’nın varoluş nedeni artık ortadan kalkmış, ancak NATO, genişleme ile birlikte düşüşünü engellemek adına oluşum içine girmiştir. Liberaller ise NATO’nun genişlemesini, Soğuk Savaş sonrası Avrupa’sı için istikrarın sağlanması adına en önemli fırsat olarak görmüşlerdir (Pease, 2008: 147-149). NATO ile ilgili yaşanan tartışmalar hem Batının Rusya’yı, hem de Rusya’nın Batıyı algılayışında birbirlerini tanımlamada sorunlara neden olmuştur. Bu bağlamda esas nokta, günümüzde Rusya’nın uluslararası sistemde ve Avrupa güvenliği içerisindeki komununun belirsizliğidir. Rusya’nın Batı ittifakı içinde dost mu yoksa düşman mı olduğu sorusunun belirsizliği, Avrupa Atlantik güvenlik mimarisine yansımaktadır (Hekimoğlu, 2007: 224).

Sonuç itibariyle, Putin döneminde NATO ekseninde siyasi sorunlar belli ölçüde devam etse de ekonomik boyutuyla ele aldığımızda İkili ilişkilerin olumlu ve birbirine bağımlı düzeyde gittiğinden bahsedebiliriz. Taraflar arasındaki ekonomik ilişkilerin giderek artması, enerji konusunda AB’nin ihtiyaçlarını Rusya’dan karşılamaya bağımlı hale gelmesi ve bu rakamların Rusya ihracatında önemli noktaya ulaşmasıyla karşılıklı bir bağımlılık durumunun söz konusu olduğundan bahsedilebilir. Putin döneminde en göz çarpıcı nokta, Rusya’nın AB ilişkilerinde pragmatik bir tavır ortaya sunmasıdır. Putin, Rusya’nın ekonomik ihtiyaçlarının ve AB enerji pazarının farkındalığıyla hareket etmekte ve Rusya’nın çıkarları doğrultusunda hamleler de bulunmaktadır. Şu bir gerçektir ki, 1990’ların başındaki güçsüz Rusya artık yerini ekonomik açıdan güçlü, enerji kaynakları ile AB’yi kendisine bağımlı hale getirebilen ve ikili ilişkilerde bu gücünü siyasi boyuta taşıyabilen bir Rusya’ya bırakmıştır.