• Sonuç bulunamadı

2.2. P UTİN’İN BAŞKANLIĞI DÖNEMİNDE RUSYA EKONOMİSİNDEKİ

2.2.2. İÇ VE DIŞ POLİTİKADA MEYDANA GELEN GELİŞMELER

Sovyetler Birliği sonrası Rusya’da dış politika alanında en az üç vizyon mücadelesi olmuştur. Bunlar ABD ve Batı ile tamamen uyumu destekleyen liberaller veya Batıcılar; Batı’ya karşı mücadeleci bir tavır içinde bulunan ve gene bu tavır içindeki güçlerle ittifak eden ve Rusya’nın geleneksel imparatorluk alanında restorasyonunu destekleyen muhafazakârlar ve çok taraflı kuruluşlara dâhil olunarak, Rus özerkliğini uluslararası entegrasyonla dengelemek isteyen merkeziyetçiler ve realistlerdir (Riasanovsky ve Steinberg, 2011: 703).

Putin döneminde Rusya’nın resmi politikasında Avrasyacı unsurların, yani çok kutuplu dünya, yakın çevre ve öncelikli dış politika alanları ile ABD karşıtı çabaların önemli ölçüde varlığını koruduğunu görmekteyiz. Ancak bu politikada; daha pragmatik bir çizgi takip edilmiş ve ABD ile açık bir çatışmanın istenmediği, bu ülke ile işbirliğine hazır olunduğuna dair mesajlar açıkça vurgulanmıştır. Putin’in ilk önceliği Rusya’yı

güçlendirmektir. Putin, bunu güçlü devlet, güçlü ekonomi ve güçlü ordu ile başarabileceğini belirlemiştir. Putin, güçlü, etkin, demokratik, yurttaşlık hakları ve ekonomik özgürlükleri savunabilen, halka uygun yaşam koşulları oluşturabilen devlet kurma amacında olduklarını beyan etmiş, devletin güçlenememesi durumunda dış politikada meydan okumalara cevap verilemeyeceğini ifade etmiştir. Böylece iç politikada güçlü bir devlet oluşturulması amaçlanırken, dış politika da öncelikli olarak iç sorunların çözümüne yönelik politikalar yürütülmüştür (Kona, 2007).

Putin döneminde Rusya Federasyonu, Avrasya ve eski Sovyet coğrafyasına olan ilgisini devam ettirmiştir. Yıllardan beri gelen ekonomik bağlar ve sayıları 30 milyonu bulan Rus diasporasının eski Sovyet coğrafyası ülkelerinde yaşaması, bağımsızlığını yeni kazanmış olan bu ülkelerin dış politikasında önemli yer tutmasına neden olmuştur. Putin’in politikaları faydacı olmuş, her zaman Rusya’nın kendi ulusal çıkarlarına odaklanmıştır. Putin, karşılıklı çıkarların gözetildiği, Rusya’nın özel rolünün korunduğu ve güçlendirildiği, eski Sovyet devletleriyle ikili ilişkilerin kurulduğu bir politika benimsemiştir. Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasına yönelik politikalarında ekonomik ilişkiler, bu ülkelerde yaşayan Ruslara yönelik yapılan muameleler ve NATO ile AB’nin etki alanının eski Sovyet bölgelerinde sınırlandırılması üzerine kurulmuştur. Özellikle Rus ekonomik etkisinin bölgede yayılması için, petrol ve gaz boru hatlarının kontrolü, yeni hatlarının oluşturulması ve enerji fiyatları konuları önemli hale gelmiştir (Riasanovsky ve Steinberg, 2011: 704).

Putin döneminde Rusya’nın Batı dünyası ile ilişkilerine baktığımızda en yakın diyaloğun Almanya ile yaşandığını söyleyebiliriz. Rusya açısından Almanya, Batı sistemine dâhil olabileceği en güçlü kapı olarak gözükmektedir. Ekonomisi tamamen ihracat üzerine kurulu olan, hem ekonomik hem teknolojik olarak Rusya’nın ilerisinde olan Almanya, Rusya için en büyük çekim merkezlerinden biridir. Rusya’nın hedefi bir yandan Almanya’dan teknoloji transfer ederken bir yandan ucuz işgücünün vereceği avantajla Alman firmalarının uzun vadeli yatırımlarını Rusya’ya yönlendirmek ve bu arada enerji tedarikinde Almanya’nın en büyük enerji tedarikçisi durumunu devam ettirmektir (Erbaş, 2011). Ayrıca AB’nin en büyük üye devletlerinden biri olan Almanya, Rusya için Avrupa’daki dengeleri kontrol altına tutabilmek adına önemli bir role sahiptir (Bilgesam, 2010). Diğer yandan bu dönemde ABD ile ikili ilişkilerde bir önceki döneme göre hissedilecek şekilde gerileme yaşanırken Batı dünyasına denge

oluşturabilmek için Asya politikasına da önem verilmiştir. Bu çerçevede Çin ve Hindistan ilişkilerine ayrıcalıklı bir önem gösterilmiştir (Hekimoğlu, 2007: 85).

Eski Sovyet coğrafyasına yönelik ilgisini ön plana çıkaran Rusya, bölge ülkeleriyle dönem dönem sorunlar yaşamıştır. Bu kapsamda 2004 yılında gerçekleştirilen Ukrayna seçimleri, Rusya için sıkıntılı bir süreç olmuştur. NATO’ nun genişlemesiyle ilgili kaygıları bulunan Rusya için Ukrayna seçimlerinde Batı taraftarı muhalif adayın Batılı güçler tarafından desteklenmesi sorun oluşturmuştur. Rusya’nın tercihi olarak gösterilen adayın seçimi kazanmasının ardından “Turuncu Devrim” olarak adlandırılan protesto hareketlerinin yükselişi ile tekrarlanan seçimin ardından Batı yanlısı aday başkanlığa geçmiştir. Bu dönemde Ukrayna’nın AB ve NATO’ya katılma arzuları, doğalgaz arzı ve fiyatları konularında yaşanan sorunlar Rusya ve Ukrayna hükümeti arasındaki ilişkileri germiştir. Yakın çevre ülkelerinden Gürcistan’da Batı yanlısı yönetimin iktidara gelmesi, oluşturulan yönetimin Abhazya ile Güney Osetya’nın bağımsızlık hareketlerine karşı durması, Gürcistan’ın NATO üyeliğinin görüşülmesi noktasına gelinmesine kadar giden süreç sonunda Rusya, Gürcistan’a karşı operasyon düzenlemiştir. Rusya’nın ezici zaferiyle sonuçlanan mücadele sonrasında Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıkları, Rusya tarafından tek taraflı olarak tanımıştır (Riasanovsky ve Steinberg, 2011: 704-706). Rusya’nın Gürcistan’a olan özel ilgisinin başında ise Hazar Denizi çevresindeki enerji kaynakları gelmektedir. Bu kaynakların Rusya üzerinden Avrupa’ya ve dış dünyaya taşınmasında Gürcistan’ın stratejik konumu önem kazanmakta, bu durum Rusya için Gürcistan’ın önemini bir kat daha arttırmaktadır (Yılmaz, 2009: 145). Sonuç itibariyle Rusya, yakın coğrafyasında oluşan Batı yanlısı yönetimlere karşı gerektiği zaman sert gücünü göstermeyi göze almış ve Batının bölgeye yönelik siyasi girişimlerini engellemek adına bazen ekonomik bazen de askeri gücünü kullanmaktan çekinmemiştir.

Putin döneminde dış politikada eski Sovyet coğrafyasındaki Rus gücünü arttırma girişimleri görülürken iç politikada ise merkezi devlet yapısının güçlendirilmesi adına çalışmalar yapılmıştır. Bu dönemde 13 yeni yönetim bölgesi oluşturulmuş ve her bölgenin başına Kremlin tarafından atanan yöneticilerin getirilmesi kararlaştırılmıştır. 2000 seçimleri sonrası bölgesel yasama organı, parlamentonun üst organı olan Federasyon Konseyi’nin atadığı 178 bölgesel valinin görevden alınmasına ve yerlerine 89 bölgede daha alt düzeyden yetkililerin atanmasına karar verilmiştir. Aynı yıl içinde

Putin tarafından önerilen, cumhurbaşkanının bölgesel valileri görevden alma ve bölgesel yasama organlarını dağıtma yetkisini içeren yasa tasarısı kabul edilmiştir. Merkezi yönetimi güçlendirme adına yapılan bu girişimler son olarak 2004 yılında cumhurbaşkanının valileri atadığı bir sistemin kabul edilmesiyle son noktasına erişmiştir (Kotz ve Weir, 2012: 425). Görülmektedir ki Putin döneminde yapılan uygulamalarla merkezileşme hareketi yaygın hale gelmiş ve iç siyasette cumhurbaşkanının yani Putin’in etki alanı genişlemiştir.

Bu dönemde İç politikadaki önemli gelişmelerden bir diğeri ise Putin’in “oligark”4larla girdiği mücadeledir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi oligarkların federal hükümet yetkilerinin yanına yaklaşamayacağını söyleyerek sert bir tutum içine giren Putin, devlet başkanı olması ile birlikte söylemlerindeki haklılık payını ortaya koymuştur.

1999 yılındaki Duma seçimlerinde Primakov-Luzhkov ittifakını destekleyen ve Çeçen savaşına karşı eleştirel programlarıyla dikkat çeken medya patronlarından Vladimir Gusinski5, uygulanan baskılar sonucunda ülkeden ayrılmıştır. 2000 yılında Putin’i ülkenin kontrolünü Kremlin’e vermesi nedeniyle eleştiren Berezovski, yasa dışı işleri nedeniyle sorgulanma tehdidiyle yüz yüze gelmiş ve çareyi yurt dışına kaçmakta bulmuştur. Diğer bir örnek ise Yukos Oil’in sahibi olan Mikhail Hodorkovski6

’ ye karşı açılan soruşturma olmuştur. Rus hükümetinin ABD’nin Irak’ı işgaline karşı çıkmasına rağmen operasyonu destekleyen ve bağımsız bir dış enerji politikası izleyen Hodorkovski’, 2003 yılında silah zoruyla zimmetine para geçirmek ve vergi kaçakçılığından suçlanmış, uzun süren duruşmalar sonucu 2005 yılında hapis cezasına çarptırılmıştır (Kotz ve Weir, 2012: 422-423). Esas itibariyle değerlendirmek gerekirse

4 Oligark kelimesi geniş anlamda hakaret niteliğinde kullanılmaktadır. Rusya Federasyonu’nun piyasa

ekonomisi ve özelleştirme siyasetini yürüttüğü ilk yıllarında devletten ucuz fiyatlarla çok sayıda büyük işyerleri, tesis ve fabrikaları satın alan bir kısım kişiler, daha sonra Rusya siyasetinde Oligarklar olarak adlandırılmıştır. Bu Oligarklar, özellikle doğal kaynaklar sektöründe etkili olmuşlar, devlet fonlarına girerek büyük hisseler elde etmişlerdir (Hekimoğlu, 2007: 109).

5 Eski Oligarklardan olarak anılan Gusinski 1988 yılında Gorbaçov’un izni ile danışmanlık firması

kurmuş daha sonra ise Most Bankası’nı kurmuştur. Banka %150-200 gelir getiren devlet fonlarından satın almış ve 1994’te ülkenin en büyük bankalarından biri olmuştur. Gusinski’ yi diğer oligarklardan farklı yapan, onun ülke genelinde geniş bir medya ağına sahip olmasıdır (Oğan, 2003: 73).

6 Mikhail Hodorkovski 1992-1993 yılında Rusya Federasyonu Enerji Bakan yardımcılığı ve Başbakan

Danışmanlığı, 1996’da Yukos başkan yardımcılığı yapmıştır. Nisan 2003’e kadar Yukos başkanlığını yapmış olan Hodorkovski bu tarihte Yukos’un Sibneft ile birleşmesiyle YukosSibneft’in başkanlığına geçmiştir. Hodorkovski birçoklarına göre Rusya’da oligarşi piramidinin en üst noktasında yer almaktadır (Oğan, 2003: 72).

82

idari kurumlara kadar sızan oligarklar için Yukos olayı bir dönüm noktası olmuştur. Kamuoyunda Yukos davası, iktidarın geç olmadan oligark grupların her şeyi yapabilirliklerine karşı koyabildiğini gösteren en büyük gelişme olarak nitelendirilmiştir (Primakov, 2010: 90).

Yaşanan örnekler Putin’in oligarşiyi himaye etmeyeceğini göstermiş olmakla birlikte, bu politikanın Rus halkı arasında destek görmesine de neden olmuştur. Anket sonuçlarına göre, Rus halkının %46’sı Putin’in oligarklara karşı hareketlerini onaylamış, sadece %6’sı Putin’in oligarklara karşı giriştiği hareketten dolayı endişe duyduğunu belirtmiştir (Hekimoğlu, 2007: 115-116). Sonuç itibariyle Putin’in oligarklarla mücadelesi toplumda olumlu karşılanmış ve oligark grupların Kremlin’le aralarına sınır koymalarına neden olmuştur.