• Sonuç bulunamadı

2. ÖNCÜL ENERJİ KAYNAKLARI ve AB-RUSYA ENERJİ POLİTİKALAR

2.7. Rusya Federasyonu Enerji Politikaları Gelişim Süreçleri

2.7.3. Rusya’nın Politik Tutumları

2.7.3.2. Rus Politikalarında Yeni Atlantikçilik

Politika belirlemede Rus siyaseti için etkin olan iki kavramdan ikincisidir. Bahsedilen ilk kavram olan Yeni Avrasyacılık fikrine karşı Yeni Atlantikçilik fikri Rusya’nın Atlantik ülkeleriyle olan ilişkilerini geliştirmek ve onlarla ya da onlara uygun politikalar izleme eğilimli bir yaklaşım fikrine sahip olmak olarak tanımlanabilir. Ancak Atlantik fikrinde önemli olan en büyük çıkmaz bu fikri ideolojik olarak yoğuran Amerikan hegemonyasının Rusya’yı bu bloğa dahil edip edemeyeceğidir. Her ne kadar Atlantik tarafından sorulan soru bu olsa da Rusya açısından sorulan soru Atlantik bloğunda tek kutup olarak gözüken ABD’nin, Rusya’nın da bu gruba dahil olması durumunda çok kutuplu yapıyı benimseyip benimseyemeyeceği ile ilgili sorudur. Eğer ABD tek kutuplu davranışlarına devam ederse Rusya bunu kabullenebilir mi? Her ne kadar “Soğuk Savaş” dönemi sona erse bile yakın tarihe kadar iki kutuplu dünya düzenini oluşturan taraflardan biri ABD, bir diğeri de Rusya’ydı. Özellikle son dönem Rus politikalarıyla Putin, Rusya’nın dünyanın çok kutuplu yapısında diğer kutbu oluşturması için yeni ve önemli adımlar atmıştır. Burada Rusya açısından önemli olan Atlantikçi tavır takınan bir Rusya ortaya çıkarsa, Rusya Amerikan tek kutuplu

108

politikalarında Amerika gibi merkez olmak yerine merkeze tabi rolü yürütebilir mi? sorusunun cevabıdır. Burada akla gelen ilk düşünce Atlantikçi düşünce bloğunda gelişmiş diğer ülkelerin Amerikan yönlü politikalara boyun eğdiğidir. Burada dikkat edilmesi gereken bu grupta var olan ülkelerin zaten öncesinde de bu gruba dahil politikalar izlemesine yöneliktir, ancak Rusya diğer kutuptan Atlantikçi bloğa geçeceği için tabiiyet sorunu ortaya çıkmaktadır.

Sakwa (2015)’ya göre özellikle “Soğuk Savaş” döneminin bitmesiyle birlikte, Atlantikçi fikir birliğinin bir yansıması olan “Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü” SSCB’ye yönelik politikalarında başarıya ulaşarak tarih sahnesinden çekilebilirdi. Birliği bir arada tutan olgu Sovyet tehdidiydi. Buna karşın NATO kendisine yeni bir yol çizmeyi tercih etti. Anlaşılacağı üzere Sovyet Rusya tehdidi ortadan kalkmasına rağmen Atlantikçi anlayış geri çekilip her bir devletin kendi ulusal çizgisinde politikalar üretmesi yerine, daha da gelişerek yeni politikalar üretmeyi ve bu konuda ortak hareket etmeyi daha makul bulmuştur.

Özellikle Rusya ve Avrupa politikalarında uzman Sakwa (2015)’nın görüşleri ışığında “Yeni Atlantikçi” yapının gelişimi ve buna karşın Rusya’nın müdahil ya da dışlayıcı politikalarının gelişim süreçleri yorumlanacaktır. Sovyet tehdidinin ortadan kalktığı ilk dönemlerde ortaya çıkan ilk düşünce Avrupa’nın kendi güvenlik meselelerini kendisinin çözebileceğine yönelik düşünceydi. Bu düşüncede Avrupa’nın Amerikan hegemonyasına ihtiyacı yoktu. Ancak Atlantikçi bloğun içerisinde bu ayrışmaya engel teşkil edebilecek yeni bir oluşum vardı. Bu da Sovyetlere karşı girişilen mücadele esnasında değişen demografik yapıyla birlikte ortaya çıkan çok kültürlü yapı neticesinde Atlantik’in güvenliğine yönelik farklılaşan geleneksel bakış açısıydı. Atlantik dendiğinde başı çeken kurum olan NATO, yeni dönemle birlikte eski Sovyet bloğu ülkelerini kuşatma politikası izlemeye yönelmiştir.

Sakwa (2015)’ya göre, 2008 yılına gelindiğinde Gürcistan ve Ukrayna’ya NATO üyeliğinin vaat edilmesi Rusya’nın çevrelenme planlarına yönelik bunu stratejik bir tehdit unsuru olarak gördüğünü duyurmasına sebep olmuştur. Bu aşamada Fransa ve Almanya NATO’nun bu provokatif sayılabilecek eyleminden vazgeçmesini sağlamışlardır. Dağılan Sovyetler Birliği’ni müteakip yıllarda Rusya’nın yapabileceği herhangi bir şey yoktu. Ancak Putin’li yıllarla birlikte politik değişim süreçlerine girildiği söylenebilir. 2000’lerle birlikte ilk başkanlık yıllarında Putin özellikle NATO

109

ve AB üyeliği ile ilgili söylemler gündeme getirmiştir. Rusya’nın medeni Avrupa’nın bir parçası olduğu söyleyen ve NATO’ya düşman olmanın Rusya için yıkıcı sonuçlar doğuracağını vurgulayan bu yeni lider “Yeni Atlantikçi” düşünce yapısındaki değişime katkı sağlamıştır. Hatta Brüksel’de yapılan gayrı resmi görüşmeleri takip eden süreç Amerikan vetosuyla karşılaşmıştır. 1994 yılında “Barış için Ortaklık” projesi etrafında birleşen NATO ve Rusya, 1997 yılında kuruluş yasası konusunda görüşmelere başlamıştır. 2002 yılında Rusya ve NATO arasında bir danışma mekanizması konseyi oluşturulmuştur. Böylece Rusya rakip bir devlet olmaktan ziyade Avrupa güvenliğinin bir parçası olarak görülmüştür. Her ne kadar güvenlik meselelerinde Rusya’yı veto etmekten kaçınılsa da bu konsey çatışma yönetiminde yetersiz kalmış ve kurulan sıkı bağlar yerini ayrıştırıcı politikalara bırakmıştır. 2008 yılında Gürcistan krizinde NATO- Rus Konseyinin toplanmasının Amerikan vetosuyla karşılaşması uzlaşmacı tavra karşı bir hata olarak kabul edilmiştir. Ancak 2014 yılında NATO, Ukrayna kriziyle birlikte Rusya ile olan tüm askeri ve mülki ilişkilerini askıya aldığını duyurmuştur. Her iki taraf gerçek niyetler çerçevesinde bir araya gelmesine rağmen Avrupa kıtasının güvenliğini sağlamada uzlaşmacı politikalar geliştirememişlerdir. Böylece Clinton’un “Liberal Evrenselcilik” söylemleri gerçekçi engellerle bertaraf olmuştur.

Sakwa (2015)’ya göre, Eski Sovyet ülkelerini Batı ile bütünleştirme konusunda Almanya’ya yönelik uygulanan politikaların benzerinin uygulanması NATO’nun kendi tek yönlü politikalarıyla çelişmektedir. Bunun sebebi de NATO politikalarının çoğunluğunun Rusya’ya karşı üretilmesidir. Bu değişim yanlısı yeni politika NATO için uygulanabilirdi ancak Rusya Almanya örneğinden farklı bir yapıdaydı. Rusya mağlup edilmemişti ve kendi açısından üyeliğe alındığında liderlik görüşünü uygulamaya koyma potansiyeline sahipti. Bu diğer NATO ülkelerinin kolayca düşünebileceği bir şey değildi. Bu politika değişiminde temel sorun şuydu. “ABD hegemonik liderliğini paylaşmaya hazır değildi” (Sakwa, 2015). Bu yüzden Rusya dışarıda kalmalıydı. “Atlantik toplumunun sıkı ve çok amaçlı yapısı karşıt görüşlü ve daha çoğulu kapsayan bir Avrupa’yı içerir ancak Avrupai tüm kıtacılık fikrine karşıdır” (Sakwa, 2015). Böylece ortaya çıkan sorunlar neticesinde, tüm Avrupa’yı kapsayan güvenlik yapısının geleneksel bölünmelerle engelleneceği anlaşılmıştır. Bu geleneksel bölünmelerin çözümlenemez doğası Batı ittifak sistemini daha da sağlamlaştırarak “Yeni Atlantikçi” görüşü güçlendirmiştir. “Yeni Atlantikçilik ideolojik manifestosunun bütünleşmesi Avrupa- Atlantik toplumunun silahlı kanadı halini alması anlamına gelir ve artık bu

110

toplulukla artan biçimde eş anlamlı hale gelmiştir” (Sakwa, 2015). Bu silahlı kanadın güçlenmesi NATO’nun tüm iç problemlerini çözdüğü anlamına gelmemelidir ancak bu problemlerin çözümü için çabalayan çatının varlığının devam ettiği şeklinde yorumlanılabilir.

2000’li yıllarla şikayetlerini hareketleriyle destekleyebilecek kapasiteye ulaşan Rusya, “Yeni Atlantikçilik” fikrini dönüşüme uğratan en büyük faktördür. Bu yeni fikir, “NATO merkezli güvenlik sisteminin devam zorunluluğunun yanı sıra, eski düşmanının bölgesinin derinliklerine yayılmayı, sınırlarını kendisine göre belirlemeyi ve güvenlik sisteminde nitelikli bir yapıyı kendisinin oluşturmasını gerekli kılar” (Sakwa, 2015). Ukrayna krizinde pasif kalan NATO daha agresif bir takım tavır takınmaya başlamıştır. Sovyetlere yönelik sergilenen savunmacı ittifak anlayışı, “Yeni Atlantikçilik” fikrinde yeterli görülemez. Bu fikir tarzı hem kapalı hem de kapsayıcıdır. Eski Sovyet müttefiklerini ve hatta bazı Sovyet ülkelerini kendisine katan bu yeni fikir bu anlamda kapsayıcıdır. Bu kapsayıcı hareketin en büyük korkusu başta Rusya ve akabinde Çin tarafından desteklenen çok kutuplu dünya düzenidir. Ancak Amerikan güdümlü hareket etmesi kapalı yönüdür ve NATO’nun sıkı ve geleneksel politikalarını da devam ettirdiğini gösterir. Yeni Atlantikçi tavır AB üyesi ülkelerin güvenlik politikalarını NATO’ya göre uyarlamalarını gerekli kılar. Önceleri AB’ye üye olmakla NATO üyesi olmak arasında bir zorunluluk olmamasına karşın, günümüzde AB ve NATO üyeliği birbirini destekleyici hale gelmiştir.

Bu yeni eğilimle birlikte sadece askeri değil diğer toplumsal alanlarda da birleşme hedeflenmektedir. ABD’nin sürekli eşit yük dağılımından bahsettiği ve Avrupa’nın da kendi güvenliği için gerekli harcamaları yapması konusunda artan söylemleri, Avrupa ve ABD arasında zaman zaman gerilim oluştursa da özellikle arttırılmaya çalışılan ABD- AB ticaret hacmi “Yeni Atlantikçilik” fikrinin çok boyutluluğu çerçevesinde ele alınabilir. Yeni sistem her ne kadar üyeler ve müttefikler için güvenliği teyit etse de diğerleriyle eş güvenlik stratejileri geliştirme konusunda yetersiz kalır.

Sakwa (2015)’ya göre “Yeni Atlantikçi” düzenin güncel durumu şu şekilde anlaşılabilir. “Yeni Atlantikçi” perspektiften oluşturulan tek taraflı politikalar; ambargo, medya kampanyaları, gizli operasyonlar ve düşman olarak kabul edilenlere ya da grubun dışarısında kalanlara yönelik yapılan kapsayıcı saldırılar yollarıyla üretilir. Yani bu

111

büyük güç birliği ‘Batı’ kelime anlamını da değiştirirken, disiplinli ve vesayetçi yapısı olan bu kutup, dışarıda kalanları Atlantik ittifakının hegemonik gücüyle karşı karşıya bırakır. Bu beraberinde direnci getirir ve karşı hegemon ittifak sistemini oluşturur. Buna örnek olarak Avrasyacı birleşme çabaları gösterilebilir. Yeni bir sistem oluşmaktadır. “Uzun süredir beklenen çok kutupluluk nihayetinde şekillenmektedir” (Sakwa, 2015).