• Sonuç bulunamadı

1.4. TANZİMAT’TAN BUGÜNE NESİR TÜRLERİNDE DİN UNSURU

1.4.2. Roman

Tanzimat’la birlikte Türk edebiyatına giren romanın yaşamla çok sıkı bir ilişkisi bulunması ve toplum yaşamını yansıtması açısından değerli bir yönü vardır. Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı yapıtını Ahmet Mithat Efendi’nin ve Namık Kemal’in romanları takip etmiştir. Tanzimat dönemi romanlarında İslâmiyet, Yahudilik, Hristiyanlık, Mecusilik, ilkel kabile inançları ve dinlerin karşılaştırılmasına ait unsurlar göze çarpar.

Tanzimat romanında İslâmiyet inancına sık rastlanır. Özellikle İslâm’ın beş şartına ait inanç esasları aşağı yukarı bütün romanlarda görülür: “İslam’ın en temel koşulu, Allah’ın var ve bir olduğuna inanmaktır. Roman türündeki eserlerde bu husus umumiyetle “belâdan sonra Hakk’ın korumasına altına girme, dilekte bulunma, sükûnete erme, Hakk’ın cezalandırmasından korkup çekilme, Allah’tan umudu kesmeme ve yardım bekleme, Allah’ın kötülük yapanlara hesap soracağını umma, Allahüteala’nın bilgisinin sınırsız olması, doğadaki her şeyin Allah tarafından yaratıldığının düşünülerek Allah’a hayranlık duyulması gibi konularda şekillenir” (Timur, 2006: 2097). Nitekim, Tevhid inancından aşağı yukarı bütün romanlarda bahsedildiği söylenebilir.

İslâm inanç esaslarına göre meleklere iman farzdır. Melek kavramı Tanzimat romanında en çok işlenen dinî unsurlardan biridir. Romanlarda melekler genellikle iyilik, güzellik, yardım noktasında benzetilen unsurdur. (Sami, 1289: 10). Kitaplara iman sıkça işlenen diğer bir dinî unsurdur. Kur’an-ı Kerim’in: "Namaz kılma, oruç tutma gibi ibadet niyetiyle hıfz edilmesi, birinin ebedi hayata intikal ettiğinde ve merhum – merhumenin kabrinde okunması, kimi zor durumlarda inanç ve izanı güçlendirmek amacıyla Kur’an’dan ayet-i kerimeler aktarılması, sesi güzel kişiler tarafından düzgün bir biçimde okunduğunda dinleyenlerin hoşlanması, sıkıntı ve belâda olanları sakînleştirmek için okunması, din kuralları içerek bir kanun kitabı olarak kabul edilmesi ve onun adıyla yemin ettirilmesi" (Timur, 2006: 2097) gibi unsurları, Ahmet Mithat’ın Dürdane Hanım, Hüseyin Fellah, Felâtun Bey’le Rakım Efendi, Pariste Bir Türk, Henüz On Yedi Yaşında; Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat; Namık Kemal’in Cezmi vb. birçok romanda sıkça kullanıldığı görülmektedir.

Peygamberlere iman konusunu da Tanzimat sanatçıları romanlarında ele almıştır. Ahmet Mithat Efendi, Peygamberler konusuna en çok yer veren romancıdır (Mithat, 1294: 6-13 ; Mithat, 1294: 240).

“Roman türündeki kimi yapıtlarda, bilhassa bazı erkekler simgesel olarak Yusuf Peygamber’le özdeşleştirilir. Venüs adlı romanında Mehmet Celâl, adını okurun bilemeyeceği şairini, kimi zaman Antik Yunan’daki güzellik sembolü Venüs’e kimi zaman da Yusuf Peygamber ile Zeliha’nın ilişkisiyle kıyaslar. Rene romanındaysa başkahraman, Adem Peygamber’e şahsına bir eş bahşetmesi için el açar. Vecihî’nin Peygamberler konusunu ele aldığı tek romanı Mehcûre adlı romanıdır. Mehcûre’nin babası Akif Bey, Mehcûre’nin bilgi ve irfanla donanmış bir kişi olarak yetişmesini sağlar. Mehcûre pek güzel olmasına rağmen Akif Efendi onun kimseyle evlenmesini istemez. Nitekim Mükerrem adlı hasta genç Mehcûre’ye talip olunca Akif Bey kızını ona vereceğini söyler. Bu güzel Mükerrem’i İsa Peygamber’in nefesi gibi canlandırır” (Timur, 2009: 2099).

Bunlardan başka ahiret inancı, kaza ve kader, namaz, oruç, hacca gitme, zekât verme, sünnet, şeriât, kutsal gün ve geceler, ilâhi adalet, din büyükleri ve din adamları, İslâm birliği, nazar ve göz değmesi, cennet, cehennem, mabetler, hadisler gibi birçok İslâmi terim ve unsur romanlarda yer bulmuştur. Tanzimat romanlarında kutsal kitabı ve peygamberi olan Hristiyanlıktaki inanış biçimlerine yalnızca Ahmet Mithat Efendi birkaç eserinde yer verir. Yazar, Karnaval adlı romanında Hristiyanlık’a mensup bir dadının İsa’nın dinindeki baba – oğul – kutsal ruh adı verilen teslis anlayışını Müslüman çocuklara aşılamak için uğraşmasını tenkit eder. Bu husus, Müşâhedât romanında ve Ahmet Metin romanında dua, veraset, miras gibi çesitli münasebetlerle görülür. (Timur, 2009: 2108). Bunlardan başka Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Mehmet Celâl ve Vecihî romanlarında Hz. İsa ve Hz. Meryem ile ilgili motiflere yer vermişlerdir. Birçok romancı Hristiyanların ibadet yeri kiliseler ile ilgili unsurlara romanlarında verir:

“Ahmet Mithat Efendi, Hristiyanlığın kutsal simgeleri olan kilise, kilise çanı, manastırlar ve papazlarla ilgili tarihi ve öğretici bilgileri okura sunmakla kalmaz, adı geçen yerlerin görevlerini ve ne işe yaradıklarını da anlatır. Yazar, bilhassa, Acâyib-i Âlem adlı eserinde kiliselere değinir; öyle ki kilisenin inşaatında kullanılan taşlara, kilisenin yerleşimine ve kilisede kullanılan süslere dahi yer verir” (Timur, 2009: 2110).

Ahmet Mithat, Mehmet Celâl romanlarında Hristiyanlık’ın kutsal kitabı İncil ile ilgili unsurlar görülür (Mithat, 1302: 7,16). Bazı romanlarda ise çan, papaz ve patrikhanelerden söz edilmektedir. Mehmet Celâl’in, Dehşet yahut Üç Mezar adlı

romanında kilise, çan ve patrikhanelerle ilgili birçok unsurun belirgin olduğu söylenebilir:

Yahûdilikle ilgili: Hristiyanlık ve Müslümanlık’a ait unsurlara sıkça yer verilirken Yahûdilik’le ilgili unsurlar göze çarpmamaktadır.

Mecûsilikle ilgili: Ahmet Mithat Efendi; Gürcü Kızı, Acayib-i Âlem gibi birkaç romanında Mecûsilik’e yer vermiştir:

“…Sözü edilen tapınaklara başka dinden olanlar kabul edilmezler. Her gün beş kere, ateşi temiz tutmak için temizlik merasimleri düzenlenir. Ölmüş olanlar, kentlerin dışındaki Dakhma adı verilen kirli, dört ya da beş metreden oluşan silindir kulelere bırakılır. Kirli olduğuna inanılan kulelerin çatısına ölenler sıra sıra dizilir, kuleler yardımıyla kirli bedenlerin toprakla ilişkisi kesildiğine ve toprağın temiz kaldığına iman edilir” (Tümer ve Küçük, 1985: 51-52).

İlkel kabile dinleri ve inançlarına değinen hatta onlar hakkında yorumlar yapan Ahmet Mithat Efendi’nin Çengi, Acayip-i Alem, Rikalda romanlarında ilkel inanışlara has unsurlara yer verdiğini görebiliriz.

“Missori Irmağı’nın kıyısında taşlardan imal edilmiş bir ibadethaneleri bulunur. Bu kabilede yaşayanlar esir aldıkları yabancıları tanrılarına adarlar. Bunların başında bir din görevlisi mevcuttur. Bu dinî görevli inanışlarının sahte olduğunu, gerçekten uzak olduğunu bilmesine rağmen kabilenin insanlarını aldatır” (Efendi, 1307: 117).

“Türk romanı, Türk toplumunun temel meseleleri ve geçişlerini an an izleyen bir kronik özelliği dahi göstermektedir. Toplumsal yapıda ortaya çıkan tüm sorunlar, bütün ayrıntılarıyla roman dünyasında karşılık bulmaktadır. Romancı adeta yazdığı metinlerle toplumsal sorunlara cevap vermeyi denemiştir. En temelde inanç, kimlik, kültür ve medeniyet sorunlarından daha yerel, bireysel ve dar çerçeveli sorunlara varıncaya kadar hemen hemen toplumsal yapıda karşılığı olan ne varsa romancının kalemine konu olmuştur” (Moran, 2011: 70).

Servetifünûn Dönemi’nde daha modern romanlar yazılmış, Türk edebiyatının Batılı anlamda özgün yapıtları verilmeye başlanmıştır. Romanlarda romantizm yavaş yavaş etkisini realizme bırakmaya başlamıştır. Servetifünun Dönemi romanlarında cami, mescit, namaz, gibi dinle ilgili terimler geçse de Tanzimat Dönemi romanları ya da Cumhuriyet Dönemi romanlarındaki gibi dini kendi çıkarları için kullananlar, softalar, muskacılar, falcılar vb.ni doğrudan ele alan ve onları eleştiren romanlara rastlanamaz.

Cumhuriyet dönemi Türk roman ve hikâyesinde din unsuru genellikle dini kendi menfaatleri için kullanan çıkarcı din adamları tiplemeleri etrafında kurgulanır

(Gülendam, 2002: 313). Atatürk ilke ve inkılâpları, genç Cumhuriyet’in halka anlatılması yanında; tekkeler, zaviyeler, din adamları ve dini kullanan softalar romanın temelini oluşturan yapı taşlarındandır. Türk romanında dine ve din adamına bakış şu şekilde sınıflandırılabilir:

1.Dinî hüviyeti bulunan ve dinle uğraşanları, bütünüyle olumsuz bir bakış açısıyla değerlendirenler: Yakup Kadri’nin Nur Baba, Refik Halit Karay’ın Kadınlar Tekkesi, Reşat Nuri Güntekin’in Miskinler Tekkesi ve Yeşil Gece, Orhan Kemal’in Hanımın Çiftliği, Yalancı Dünya, Halide Edip’in Vurun Kahpeye, Ateşten Gömlek; Adalet Ağaoğlu’nun Göç Temizliği romanlarında olduğu gibi (Gülendam, 2001: 313).

2.Dine ve din adamına olumlu yaklaşanlar: Halide Edip Adıvar’ın Sinekli Bakkal; Tarık Buğra’nın Osmancık, Küçük Ağa; Mustafa Necati Sepetçioğlu: Konak, Çatı, Üçler-Yediler-Kırklar, Bu Atlı Geçide Gider; Turhan Tan, Gönülden Gönüle; Münevver Ayaşlı’nın Pertev Bey’in Üç Kızı; Yavuz Bahadıroğlu’nun Sunguroğlu, Sunguroğlu Foça Korsanlarına Karşı; Bekir Büyükarkın, Kutlu Dağ; Cavit Ersen’in Osman Gazi, Yıldırım Bayezid; Nihal Atsız, Deli Kurt (www. turkoloji.cu.edu.tr, 2015)

Bu romanlardan Yeşil Gece, Kadınlar Tekkesi, Nur Baba çalışmamızın temel konusudur ve ikinci bölümde adı geçen romanlardaki din unsur ve motifleri ayrıntılı bir biçimde ele alınacaktır. Ancak bu romanlarla ilgili Seyit Battal Uğurlu ve Selvi Demir’in “Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Tekke ve Zaviyeler” başlıklı makalesindeki şu bölüm oldukça dikkat çekicidir:

“Gerek Nur Baba’da gerek Yeşil Gece’de gerekse Kadınlar Tekkesi adlı romanlarda dergâh, tekke ve zaviye adı verilen mekânlar din ve inanç görevinin gerçekleştirildiği yerlerden ziyade din olgusunun ardında kişisel menfaatlerin gözetildiği, cismani isteklerin giderildiği yerler olarak resmedilir. Hakikatte - bazen nadiren de olsa karşılaşılabilecek olan bu cins kişi ya da vaziyetin - bu yerlerin gerçekte de böyleymiş gibi anlatıldığı, bundan dolayı da kasıtlı olarak bir çarpıtmanın benimsendiği görülmektedir. Sanatçıların din bünyesinde bulunup da din ve inancın ruhuyla asla örtüşmeyen bir saçma durumu ifşa etmesinde, sosyal bir farkındalık oluşturma gayesi olamaz. Tam tersine kimi dinî kurumlarda ortaya çıkabilecek bazı negatif temsillerin ana kaynak seçilerek, bütün dinî kurumlara karşı topyekün bir tavır takınıldığını, bununla ilintili olarak da adı geçen yapıtların vücuda getirildiği dönemin siyasi algısıyla aynı yolda ilerleyen bir bakış olduğunu belirtmek şarttır. Dergâh ya da tekkeye gönül veren herkes, topyekün bir nazarla başkaları tarafından güdülen bir sürüye benzetilmiştir. Romancılar bu görüşleri aktarırken

yakın zamanda yıkılmış bir teokratik devletin devamı olan halkın gittiği din kurumlarından değil de sanki çağdaş toplum içinde gereksiz bir eski yapıdan bahsediyorlar. Düşüncelerine delil olarak sundukları hal ve resimleri de ötekileştirici, yabancı ve bazen de hâkir gören bir dille aktarmışlardır. Şahsi çıkarlarını gözeten bazı menfaatçilerin din anlayışı, sanki tüm inanç sisteminin ortak anlayışıymış gibi, kah alayla kah ironiyle ötekileştirilerek eleştirilmiştir. Aslında bu karşı duruş dergâhlar üzerinden hususiyetle İslam ve Müslüman hüviyetine karşıdır. Öyle ki yazarların doğrudan İslamiyet’e saldıracak gücü kendilerinde bulamamaları bu çarpıklığın temel sebeplerinden biridir. Bazı tekkelerin negatif durumlarından dolayı bütün toplumun din anlayışı ve dinî yaşayışı önemsizleştirilmekte, insanları birbirine kenetleyen kavramlar, softa, istismarcılık, çıkarcılık, batıl inanç, sapıklık gibi sözlerle yansıtılmaktadır. Bu tutarsız görüşün emareleri sözünü ettiğimiz eserlerin olay örgüsünde, karakter ve tip yapılarında, anlatım tarzında, paragrafların arasında serpiştirilmiş cümlelerde net bir biçimde görülmektedir” (Uğurlu ve Demir, 2013: 376).

Yukarıda saydığımız yaklaşımların dışında dinî meseleleri, din toplum ilişkilerini, İslâm tasavvufunu romana taşıyan çok sayıda romancımız dikkati çeker. Bilhassa, babasının imam olmasından dolayı sık sık dinî toplantılara şahit olan ve tasavvufî ortamda büyüyen Samiha Ayverdi’nin düşüncesinde dinî ve tasavvufî ahlakın önemli yer tuttuğu görülür:

“O, dinin hayata geçirilmesini, “hal edinilmesi”ni, yaşayış kuralı haline getirilmesini önemsemektedir. Bir başka ifadeyle dinî, özellikle de tasavvufi değerlerin aktif hale getirilmesi, yani dervişlik uygulamasıdır. O, her şeyden evvel tasavvufi/mistik İslam’ın Türk’e has yorum ve uygulamasının peşindedir” (Özköse, 2013: 28). “O, tasavvuf düşüncesini ders biçiminde tarihçesi ve teorileriyle öğretme yolunu tutmaz, hayatı ve insanları anlatırken tasavvuf ahlakını benimsemiş tipleri öne çıkarır; onların olgun tavır ve düşüncelerini örnek olarak gösterir” (Demirci, 2007: 6) Ona göre tasavvuf; Muhammedî ahlakı bilip yaşamak, (Binark, 2007: 172) bayağı tutkulardan uzaklaşıp ilahi neşveye sahip olmak, kötülükleri hayattan kovmak, incinmemek ve incitmemek, irfan ve aşka ererek Allah’ı bilmek, irfan ve edebi şiar edinmek, varlığın suretinden çok mahiyetini görmek, şeriatı tefsir, izah ve ikmal etmektir. Tasavvuf ehli iddia etmez, objektif olarak felsefelerini ortaya koyar (Fayda, 2005: 11). Samiha Ayverdi sıkıca bağlandığı tasavvuf düşüncesinde Allah’ı, kâinatı ve insanı ele almaktadır. O tarihî tasavvuf felsefesini çağımıza uygulamak istemiştir” (Binark, 2007: 285).

Ayverdi, din ve tasavvufun öngördüğü olgun ve ahlaklı insan tipini ve kişisel düşüncelerini eserlerinde, özellikle de romanlarında, sık sık vurgulamıştır. Samiha Ayverdi’nin aksine Cumhuriyet Dönemi’nde yazılmış romanların pek çoğunda din ile uğraşanlara olumsuz bir bakış açısının bulunduğu açıktır:

“Toplumun karşısına dinî bir hüviyetle çıkanların hakikatte göründüklerin tam tersi bir karakter ve çıkar ilişkilerinde oldukları dile getirilmeye uğraşılır. Böyle insanların hakiki yüzlerini göstermek, sanki o dönem yazarlarını tetikleyen ana ödev gibidir. Nur Baba romanındaki Nuri ve sevgilileri, Yeşil Gece romanındaki Eyüp Hoca, Hacı Emin, Hafız Remzi; Kadınlar Tekkesi romanındaki Baki ve sevgilileri; toplumun dinî duygularında yararlanmaya uğraşan şahıslar biçiminde gösterilmeye gayret edilir” (Battal ve Demir, 2013: 369). Bilhassa Reşat Nuri Güntekin’in romanı Yeşil Gece’de, dinî kimlik taşıyan şahsiyetler, yalnızca kişisel menfaatleri peşinde koşan insanlar olarak değil, aynı zamanda etik açısından da karakter yoksunu şahıslar şeklinde yansıtılmaktadır. Eski kafalı, bilgisiz, tek yönlü düşünen ve yeniye karşı eskiyi savunan bir kurum olarak tasvir edilen dergâh, tekke ve zaviyelerde dinî hüviyetleri bulunan kişiler, mektebe gittikleri zaman gençlerin düşünce yapısının bozulacağına, hatta çocukların geri ve bilgisiz yetişeceklerine gönülden bağlandıklarından dolayı hükûmetin yaptırdığı ilkmekteplere karşı çıkmaktadırlar” (Battal ve Demir, 2013: 370-371).

Yeşil Gece adlı yapıtta, Şahin Efendi’nin; babasının hayallerini süsleyen bir dinî şahsiyet olarak büyümesi, medresenin birinde görev alması amaçlanır lakin Şahin Efendi dinî görevleri bulunan kişilerin babasından duyduklarına hiç benzemeyen şahsiyetler olduğuna medrese eğitimi alırken tanık olur ve buna çok şaşırır.

Halide Edip Adıvar; Sinekli Bakkal adlı yapıtında II. Abdülhamit Dönemi siyâsi, toplumsal ve dinî konudan bahseder ve birçok din unsurunu birlikte ele aldığı görülür. Samiha Ayverdi ve Halide Edip Adıvar’ın yanında Reşat Nuri’nin şaheseri kabul edilen Çalıkuşu’nda da din unsuru na rastlanır. Bunu başkahraman Feride şöyle anlatır:

"Mektebe teneffüs usulünü de koyduk, Çocukları yarım saatte, bir saatte bir bahçeye çıkarıyorum, eğlenceli, meraklı oyunlar öğretmeğe uğraşıyorum. Nedense, bir türlü bundan tat duymuyorlar. O vakit, çaresiz onları kendi hallerinde bırakarak bir köşeye çekiliyorum. Bu mihnet çekmiş yaşlı başlı insanlara benzeyen, yorgun çehreli, donuk gözlü kız çocuklarının en büyük eğlenceleri bahçenin bir köşesine toplanıp ölüm, tabut, teneşir, zebani, kabir gibi korkunç kelimelerle dolu ilâhiler okumaktan ibaret” (Güntekin, 2007: 144).

Cumhuriyet Dönemi Türk romanında sadece İslâmî unsurlar ele alınmamış, diğer semavî dinlere ait unsurlar da ele alınmıştır. “Sokaktaki insan seline kimi zaman papazlar, hahamlar kimi zaman da imamlar katılırdı. Yıllarca incelenegelen konular saatlerce yeniden gözden geçirilir; ancak hiçbir sonuca ulaşılamadan akşamı ederlerdi” (Uslucan, 2006: 39-40).

Bu alıntıda geçen haham, papaz kavramlarından yola çıkarak Cumhuriyet Dönemi Türk romanında hem Hristiyanlık hem de Yahûdilik’le ilgili unsurların bulunduğu söylenebilir. Orhan Pamuk’un Kar romanında cennet, cehennem; Tevrat’ta Hz. Mûsâ’nın Allah’la görüşmelerinden bahsedilir. (Pamuk, 2002: 139). Orhan Pamuk’un Kara Kitap, Beyaz Kale, Yeni Hayat, romanlarında da Hristiyanlık ve Yahûdilikle ilgili unsurlar bulunur. Bilhassa Kara Kitap adlı yapıtında Hristiyanlık ve misyonerlikten sıkça bahseder:

“…çiçeği burnunda zevcesiyle Hristiyanlık dinini benimsedikleri, birkaç misyonere katılarak Kenya çöllerine gittikleri, Kenya’da aslanların ceylan ve geyik avladığı bir vadide Hilâl ve Haçtan oluşan bir tarikatın kilisesini inşa ettikleri biçiminde arkalarından söylentiler mevcutmuş …” (Pamuk, 2007: 37).

Orhan Kemal’in birçok romanında din adamlarıyla ve Hristiyanlıkla ilgili unsurlara yer verilir:

“Yazarın dinî kişiliklere bakış açısı, üç farklı eserinde okurun huzurlarına çıkardığı Kabak Hâfız’da belirgindir. Orhan Kemal, Kabak Hâfız’ı öyle bir tasvir eder ki okurlar adetâ ondan iğrenir. En güzel yemekler ve içeceklere ulaşmaya, gelen geçen her bayanla birlikte olmaya çalışan bir sahtekârdır. Bahsedilen maksatlarına erişebilmek için tam anlamıyla inançlı bir kişi, yüce bir din bilgili rolünü profesyonelce sergiler. Sahtekârlığının ortaya çıktığı mekânlara bir daha uğramaz. Kabak Hafız gibileri yüzünden dinde yeri olmayan inanışların halk arasında dinmiş gibi anlaşılmasına sebebiyet vermektedir. Kendileri hiç inanmamalarına rağmen büyü ve muska gibi işlerle uğraşmaları sadece bireysel menfaatleri uğrunadır” (Uslucan, 2006: 125).

Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki romanlarda Atatürk ilke ve inkılâpları, yanlış inanışlar ve hurafeler ele alınırken 1950’lerden sonra köy hayatı ve gerçekleri dile getirilir ve özellikle batıl inançlar ve softalar yerilmiştir. 1970-1980 yılları arasında roman yazarları sayısında büyük bir artış görülüyor. Konu türlerinde artış görülür, yazarların sıkıntısını çektikleri 27 Mayıs ve 12 Mart olayları ele alınır. 1980-90 yılları arasında aileden hareket ederek 1900'lerden başlayan geniş bir zaman dilimi içinde, Türkiye'nin toplumsal yaşamından kesitler verilir. Özellikle 1980 sonrasında din içerikli romanların sayısında bir artış gözlenir. 1967'de Minyeli Abdullah romanlarıyla dikkati çeken Hekimoğlu İsmail'e bu yıllarda Mehmet Göktaş, Vahap Akbaş, Mehmet Uyar, Raif Cilasun, Nurullah Genç gibi adlar eklenmiştir.