• Sonuç bulunamadı

1.5. YAZARLARIN TANITIMI, ROMANLARIN TANITIMI, ROMANLARA

1.5.4. Nur Baba

1.5.4.1. Romanın Tanıtımı

Akşam gazetesinde 1921 yılında tefrikasına başlansa da yoğun eleştiri ve tepkiler yüzünden tefrikası yarıda kalır. Bir sene sonra kitap olarak yayımlanır. Yakup Kadri; eleştiri bombardımanına tutulan bu romanında, asırlar boyunca toplumun ruhani ve zahiri dünyasını tesis eden ancak gerçek işlevlerini yitirmiş tekkelere yönelir: “Yakup Kadri, bu romanında dinî kimliğini yitiren tekkelerin hakiki yönünü anlatır” (Kaplan 1987: 56). “Bektaşi muhitinde gördükleri, Nur Baba’ya konu olur” (Özkırımlı,

1990: 10). Kaplan ve Özkırımlı’nın sözleri romanın konusu ve fikri hakkında fikirler verdiği söylenebilir.

Nur Baba romanının başkahramanı olan Nur Baba, bir Bektaşi Şeyhidir14. Dört

kez evlenmesine rağmen çocuğu olmayan Bektaşî Babası (Afif Baba) tarafından çocuk iken tekkeye getirilen ve evlatlık edinilen Nuri; yaramaz, haylaz, hatta kişiliksiz bir karakterdir. Afif Baba’nın ölmesinin ardından onun postuna oturmuştur. Ölen Afif Baba’nın karısıyla evlenen çıkarcı biri şeklinde sunulur. Öyle ki Nur Baba; anlatıcıya göre Bektâşî tekkelerinden birinin şeyhi olup kendi çıkarları doğrultusunda insanların kutsal duygu ve inançlarını kullanan bir softadır.

14 Yazar, romanın başkahramanı olan Nur Baba’yı şu şekilde takdim eder:

“Selefi Merhum Afif Baba birkaç kez farklı kadınlarla dünya evine girmesine karşın bir türlü evlat sahibi olamamıştı. Orta yaşlarına geldiğinde çocuk sahibi olamama onu fazlaca üzmeye başlamıştı. Son hanımı onun yüzüne acıyarak bakmıştı. Garip adam tek çare olarak farklı memleketler gezilere gitmekte gördü. Birçok farklı diyâr gezdi. Birkaç yıl Anadolu’nun tam ortasında yaşadı. Nuri adındaki bu çocuğu da Anadolu’da buldu ve getirdi. Çocuk o zaman sekiz dokuz yaşında ya var ya yoktu; cılız, hastalıklı; fakat pek sevimli, pek zeki idi; hele gözlerine her bakan hayran kalırdı. Afif Baba onu, hatta meydanda, muhabbetlerde bile postunun yanından ayırmazdı; bu hal ekseriya dergâh halkının, misafirlerin, bilhassa Bacı’nın şikayetlerini mucip olurdu ve çocuk pek sıcakkanlı olmasına rağmen mürşidin gıyabında hayli didiklenirdi. Hele bir gece, bir (Âyin-i Cem) gecesi, sofranın en cûşacûş (coşkun) bir deminde (anında) çocuğun uyku bahanesiyle babayı yerinden kaldırıp beraber yatmaya zorlayışı, arzusuna gösterilen muhalefet üzerine bütün kuvvetiyle tepinip bağırmaya başlayışı misafirleri o kadar bıktırdık ki içlerinden büyük bir kısmı bundan sonra Afif Baba dergâhının muhabbetlerinden uzaklaşmaya ve devamda sabit kalanlar da eski muhabbetleri hasretle yâda (anmaya) başladılar.

Hele çocuk on altısını bitirip on yedisine girdiği esnalarda dergâhta, hemen hemen kimseler kalmamıştı; çünkü dün sadece müziç (usanç verici) ve şımarık olan Nuri ilk gençlik saikasile mutasalıt (sırmâşık) ve mütecaviz olmaya başlamıştı. Muhibbeler arasında taze ve geçkin hiçbiri yoktu ki muhabbetlerinde, onun elini ısıran, sokan, çimdikleyen beş ayaklı bir hayvan gibi sofranın altından kendi dizleri üstünde gezindiğini, selâmlıkla harem arasındaki dehlizlerde o tüysüz, sıska gencin bir teke vahşetiyle göğüslerine atıldığını görmemiş bulunsun. İşin garibi çocuk muazzam dik başlıydı. Verilen nasihatler, atılan dayaklar ve oradakilerin korkutmaları işe yaramıyordu. Hiçbir şey onun bu cesur eylemlerini bir an bile olsun durduramıyordu

Hakikaten Nuri bütün manasıyla genç tekeye müşabihti (benzerdi). Hacı Bektaş ağılının ruh-âşina (ruhu tanıyan) çobanlar elinde bütün tavrı ve hareketleri bestelenmiş, bütün müşafeheleri (söyleşmeleri) tatlı bir nizama bağlanmış kuzuları arasında nakabili tahammül bir sûriş unsuru olmakta idi; onun için kuzular bire birer dağıldılar. Öyle ki Nuri yirmisine bastığı zaman koca tekkenin içinde tek başına kaldı ve artık son demini yatağında uzanmış bekleyen Afif Baba’nın iniltileriyle her gün gür, kumral saçlarından en aşağı beş altı ak tel koparmakla meşgul Bacı’nın işmizazları (yüz uğuşturmaları) arasında ilk gençlik tecrübesizliklerinin cezasını çekmeye mahkûm oldu. (Karaosmanoğlu, 2008: 35-36).

“Aradan pek bir vakit geçmemesine rağmen bu atak, gözüpek ve hırslı genç, tekrardan bahtına galip gelmenin bir fırsatını buldu. Afif Baba’nın hasta yattığı andan itibaren odanın farklı bir kenarında açılı duran Bacı’nın döşeği oldu. Tekkenin şeyhi Afif Baba vefat ettikten birkaç ay sonra apaçık bir vaziyet haline gelen bu ilişki, herkesi ilgisini çekti ki dergâh tekrar kalabalık bir hal aldı. Önceden bu dergâhtan el ayak çeken konuklar bile nefes kesen bir gösteriyi izlemeye koşarcasına tekkeye hücum ettiler. Çok kısa sürede daha önce eşine rastlanmamış bir bolluk getirdiler, tekkeye” (Karaosmanoğlu, 2008: 37).

“Allah’ın nurusun sen, diye nara attı. Sesinden daha şaşırtıcı ve daha delice bir tavırlar yüzük ve küpelerini çıkardı. Boynuna bir zincirle tutturulmuş altın saati ve para torbasını mürşide verdi” (Karaosmanoğlu, 2008: 43).

Başkahraman Nur Baba’nın çevresini oluşturan karakterler şunlardır: Nigâr Hanım, Bacı Celile Hanım, Ziba Hanımefendi, Nuriye Hanım, Aşçı Derviş Çinarî, Raif Bey, Nasip Hanım, Miralay Hamdi Bey, Necâti Beyefendi, Udî Niyâzi, Nesimi Bey, Afif Baba, Nuri Baba, Safa Efendi, Hakkı Paşa, Zeyrekli Nadire, Mısırlı Raksınaz Hanımefendi, Madrit Sefiri Eşref Paşa, Latif Baba, Alhotoz Afife Hanım, Peyker Hanım, Hisarlı Zaire, Nakip Paşa, Macid, Atiye Hanım, Süheylâ’dır.

Nur Baba romanının kişileri de ele aldığımız diğer romanlardaki gibi gerçek kişilerdir. Ancak romanlardaki başkişilerin amaçları birbirlerinden farklıdır. Yeşil Gece romanının başkahramanı Şahin Öğretmen kendi çıkarlarını düşünmeyerek ülkenin geleceğini düşünürken Kadınlar Tekkesi’nin merkez kişisi Şeyh Baki ile Nur Baba’nın başkahramanı Nur Baba; Şahin Öğretmen’in tam tersi karakterler olup kendi zevk ve eğlencesinden başka şey düşünmemektedir.

1.5.4.2. Romana ve Yazara Yönelik Eleştiriler, Romanın Yankıları

Cumhuriyet döneminde kaleme alınan bazı romanlarda, Alevi-Bektaşi unsurların negatif biçimde temsil edildiği görülmektedir.15 Bu romanlar içinde Nur Baba’ya ayrı bir yer açmak gerekir. Bu eser, Alevi-Bektaşi unsurlarının negatif temsili konusunda birçok diğer eseri öncelemektedir ve eserin temel kurgusu tamamen bu negatif temsil üzerinedir. Ülkemizde hem Nur Baba romanı hem de Yakup Kadri’yi bu romanı yazmaya sevk eden sebepler çokça tartışılmıştır. 1921 yılında Akşam gazetesinde tefrikasına başlanan Nur Baba romanına Bektaşi çevresinden büyük tepkiler gelmesi üzerine tefrikası yarıda bırakılarak bir yıl sonra 1922 yılında kitap olarak yayımlanır.

Nur Baba’nın kitap olarak yayınlanmasından sonra Bektaşî tarikatı mensupları tarafından sert eleştirilere maruz kalan yazar, Bektaşi sırrı ile ilgili kendisine ve eserine yönelik eleştirilere:

15 Nur Baba (Yakup Kadri Karaosmanoğlu), Kadınlar Tekkesi (Refik Halit Karay), Rahmet Yolları Kesti, Yediçınar Yaylası ve Bozkırdaki Çekirdek (Kemal Tahir), Toraman (Hüseyin Rahmi Gürpınar), Gizli El (Reşat Nuri Güntekin) bunlardan bazılarıdır.

“Nur Baba birçok yönden tenkit edilmiştir, ancak bu tenkitlerin başında romanın bir Bektaşi sırrını gün yüzüne çıkarmış olması bulunur. Ancak o sırrın ne olduğunu ben de beni ve romanı tenkit edenler de bilmiyoruz. Ancak duyuyorum ki Bektaşî merasimlerini açıkça herkesin diline düşürmüşüm. Bunu da tekke erbabı tarafından törenlere alınmamı, bana gösterilen güveni boşa çıkarmışım. Az daha kötü bir davranışta bulunduğuna inanıp romanın bastırmaktan imtina edecektim” (Karaosmanoğlu: 2008: 22-23). Şeklinde cevap veren Yakup Kadri’nin, Bektaşî sırrının halk arasındaki dedikodudan başka bir şey olmadığını, isteyenlerin tarikata gidip ibadetleri izleyip hatta katılabileceğini söylemesi Dr. Gıyasettin Aytaş tarafından çelişkili ifadeler olarak görülür:

“Dikkat edilmesi gereken asıl nokta bütün tarikatların ibadetlerinde olduğu gibi Bektaşîlerde de gizlilik temeldir. Tarikat dışında olan herhangi birinin bu törenlere girmesi oldukça zordur. Bundan dolayı Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun açıklaması çelişkilerle doludur. Yazarın da ifade ettiği gibi dergâh sohbet toplantılarına isteyen bütün insanlar dâhil olabilir. Ancak hususi âyinlere – mesela cem âyinlerine – tekke müridi olmayanların katılması imkânsız olduğu için merâsimler gizli saklı gerçekleştirilir” (http://w3.gazi.edu.tr, 2017).

Yakup Kadri’nin özelikle açıklık getirme ihtiyacı hissettiği bir diğer sorun romandaki kadın-erkek ilişkileridir:

“Nur Baba’da anlattığımız hikâyeler, bu dergâha toplum arasında anlatılanlardan daha çok şey mi yüklüyor? Birbirinden açık seçik masallar, biri ötekinden utanç verici sahnelerden daha mı utanç vericidir?” (Karaosmanoğlu, 1922: 7). Sorusunu sorarak halkın bazı kesimlerince Bektaşilere negatif bir bakış açısının bulunduğunu, dindar kesimin Bektaşileri, “dinsiz ve inançsız” olarak değerlendirdiğini, Nur Baba’nın halk arasında inanılan bazı iğrençliklerin Bektaşi tarikatlarının disiplinden uzak olduğunu, bilhassa cem âyinlerinin hakiki niteliğini ortaya çıkarmasıyla Nur Baba romanının Bektaşiliğe hizmet ettiğini dile getirir.

Yıllarca adından söz ettirebilmeyi ve okunmayı başarabilen Nur Baba, Türk edebiyatında sadece olumsuz yönleriyle eleştirilmez, bazı yazarlar tarafından da olumlu yönden eleştirilir. Romanı olumlu karşılayanlar, romanı yüceltirken; olumsuz bakanlar ise sanat ve edebiyat açısından hiçbir değeri olmadığını iddia etmişlerdir.

Romanı olumlu değerlendirenlerin başında Ahmet Haşim gelir:

“…İstanbul, Nur Baba’nın şarabıyla kendinden geçmiştir.” biçimindeki değerlendirmesiyle Nur Baba’nın toplum üzerindeki tesirini, esere gösterilen ilgiyi mübalağalı bir biçimde dile getirmiştir. Ahmet Hâşim, Nur Baba’nın Türk roman sanatçısı ile yapıt arasındaki iletişimsizliği yıktığını, romanı vücuda getiren sanatçıyla yapıtın aynı yönde hareket ettiğini iddia eder (Gariper – Küçükçoşkun, 2008: 47). Ahmet Haşim romanı yalnızca sanatsal açıdan değil, bütün yönleriyle değerlendirmeye, hatta savunmaya çalışır:

“Yakup Kadri’nin Nur Baba’sının Bektaşî dergâh ve itikâdlarına, geleneklerine karşı yazıldığını söyleyenler, çok yanılıyor. Kaba biçimli, eski püskü elbiseli her derviş, kuşkusuz Nur Baba’yla eş olamaz ” (Haşim, 1922: 3) der.

Ahmet Haşim romanın kitap olarak yayımlanmasından olumsuz eleştiren Bektaşîlere de şu karşılığı verir:

“Dünyadaki hiç kimse, romanda serüvenleri anlatılan Nuri gibi zayıflıkla kudretin, iyilikle kötülüğün, yumuşaklıkla kabalığın bu denli renkli örneği değildir. Kimse Nigâr gibi âşık olmamış, hiçbir kızın bedeni Süheylâ’nınki gibi el değmemiş ve körpe, onun dudakları gibi baştan çıkarıcı, saçları Süheylâ’nınki gibi büyülü olamamıştır” (Haşim, 1922: 3). Ahmet Haşim, bu sözleriyle öykü ve romanla gerçek yaşamın birbirinden farklı olduğunu da vurgular.

Yakup Kadri’nin konusunu, kahramanlarını ve anlatımını beğenen bir başka yazar ise Halide Edip Adıvar’dır. Akşam gazetesinde tefrikasından sonra romana yapılan tenkitlerden söz ettikten sonra romanı değerlendiren Adıvar, romanı “Millet olarak kazanılmış bir muharebe”ye (Adıvar, 1922: 3) benzetecek kadar önemli bularak Nur Baba’yı ve yazarını över:

“Yakup Kadri Bey’in diğer eserlerinden farklı bir dili, yapısı ve şahıslarının gerekliliği ve anlatımı var. Bu başarıyı yalnızca Yakup Bey gibi kavrayan ve hâkim olan bir sanatçı yakalayabilir. Yakup Bey, yabancısı olduğumuz bir yaşam ve çevresini, kimseye özenmeden mükemmel ruh dili ile vücuda getiriyor” (Adıvar, 1922: 3).

Haşim ve Adıvar’ın methiyelerinin aksine, romana yurt içinden ve dışından birçok tepki gelmiştir. “Necip adındaki bir yazar, İleri gazetesi için bir yazı dizisi

hazırlar. Toplumun çeşitli kesimleri tarafından büyük rağbet gösterilmesine rağmen romanın toplumsal yaşamla uzaktan yakından ilgisi olmadığını savunur. Romanın bazı bölümlerini örnek göstererek Nur Baba’nın Bektaşi itikat ve değerlerine ters düşen taraflarını ispatlamaya çalışır” (Gariper-Küçükcoşkun, 2008: 52). Necip, yazarı ve romanı “Bir İzah”tan başlayarak eleştirmeye başlar. Özellikle Bektaşî dergâhlarında geçen kutsallara saygısızlık yapıldığını ileri süren Necip, romanın edebi tarafını edebiyat eleştirmenlerine bıraktığını söyleyerek romanın Bektaşî yapısını, asılsız bir biçimde anlattığını söyler. Necip, romanda bilhassa Bektaşî tekkelerinde “fuhuş ve sefalet” varmış gibi gösterilmesine şiddetle karşı çıkmaktadır. Necip’e göre Yakup Kadri, Bektaşîliği bilmemekte ve romanda anlatılanlar Bektaşî tarikatlarıyla uygunluk göstermemektedir.

Özellikle Bektaşi ileri gelenleri, romanda anlatılanların gerçekle hiçbir ilgisinin bulunmadığını ileri sürerek Yakup Kadri’ye karşı tavır alarak romanın bazı bölümlerinde geçenlerin Bektaşi ritüellerine, geleneklerine ve değerlerine aykırı olduğu iddia edilir.

Tarikatın kendine özgü ibadet şekillerinin bulunduğu, “Bektaşi sırrı”nın dışarıdan anlaşılamayacağı üzerinde durulur. Bunlara bağlı olarak Yakup Kadri’nin Bektaşi geleneğini iyi bilmediği ve o sırra vakıf olmadığı, başka bir deyişle, bilmediği konular hakkında uydurukça şeyler yazdığı ileri sürülerek yazar ve sert bir dille eleştirilir. Romanda geçen fuhuş ve sefahatin ibadethanelerde değil gösterişli yaşama alanlarında ve kabahathanelerde (Gariper-Küçükcoşkun, 2008: 52) geçmesinin daha doğru olacağı, kelimelerin yerli yerinde kullanılmadığı dolayısıyla hem Yakup Kadri’nin hem de romanının gülünç ve tutarsız olduğu bir diğer tenkit konusudur. Hele hele Yakup Kadri’nin araştırmalar yaptığını, bunun için Bektaşî tekkesine girdiğini söylediği mukaddimeden başlar:

“Romana yapılan karşı çıkışların en birincisi, bir gizemi açığa çıkarmasıdır. O sırrı ben de bilmiyorum, bana itiraz edenler de. Ancak duyduğuma göre ağzımı tutamayarak Bektaşî törenlerini açık açık ifşa etmişim. Tekkenin ileri gelenlerinin bana güvenip beni âyinlere almalarını kötüye kullanmışım. Gerçekten böyle bir gizemin var olduğuna inansaydım, bana itiraz edenlere uyarak bu eseri yayımlamaktan cayacaktım. Sonuçta, romanın dokuz yıl önce vücuda getirilmesine karşın şimdi yayımlanmasının başlıca nedeni, kendimin de böyle bir gizemin varlığıyla ilgili tereddüte düşmem, kimi zaman bilgisizlik

kimi zaman da yalın bir lisân sebebiyle hakikatte bir “Bektaşi sırrı” bulunduğuna inanmışımdır” (Karaosmanoğlu, 2008: 11-12).

Romana ve yazara yönelik eleştirilerin ardı arkası kesilmemiştir. Bektaşilik hakkında araştırma yaptığını iddia eden Yakup Kadri’nin bu sözlerinin tamamen gülünç ve yalan olduğu iddia edilir. Cem âyinlerine tarikata girmemiş olanların katılamayacağı söylenerek romanda zahirlerin âyinlere katılmasını buna delil olarak gösterilir.

Yakup Kadri’ye ve romanına birçok yönden eleştiri gelir. Esere ve yazara şiddetle karşı çıkanlardan biri de Hüseyin Ağuiçenoğlu’dur:

“Yakup Kadri, romanda insanın cinsel arzularını öne çıkarır. Özellikle, cinsellikten dem vurarak kadınların ruhsal durumlarını anlatmaya çalışır” (Gariper- Küçükcoşkun, 2008: 52). Belki de bu kötü ve sahte kurgunun içinde roman kahramanlarından biri olan Macit’in yazarın kendi olabileceğini tezini ortaya atar.

Yakup Kadri, Necip imzasıyla adını belirtmeden kendisini eleştiren İleri gazetesinin yazarına: “Meseleyi Bektaşîlik tarafından ele alanlara artık cevap vermeyeceğim” (Karaosmanoğlu, 1939: 12) diyerek Necip gibilerin kendi dilini anlamaktan uzak, yoksun ve birbirlerini anlamalarının imkânsız olduğunu söyler. Necip’le tartışmayı gereksiz gören Yakup Kadri: “Parça parça olmuş kişiliği ve onurunu benim namus, onur ve kişiliğime saldırarak kurtarmaya girişti” (Karaosmanoğlu, 1939: 12) diyerek Necip’e cevabını verir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, önceleri romandaki kahramanların hayalî olayların kurmaca olduğunu söylese de ömrünün son yıllarında kendisiyle yapılan bir röportajda Atatürk’e romanda geçen başkahraman Nur Baba’nın hammaddesinin Kısıklı Dergâhı’nın şeyhi Ali Baba olduğunu ifade eder. Mustafa Kemal, Nur Baba’yı merak eder ve tanıdık biri vasıtasıyla Ankara’ya çağırttığı Ali Baba’yı görünce şaşkına dönmüş ve bu şaşkınlığını: “Bu adamda senin anlattığın Nur Baba’dan eser yok” (Milliyet Sanat Dergisi, Sayı: 111) diye ifade eder.

1922’de Dergâh dergisinde Fevzi Lütfi, Nur Baba’nın yarattığı akislere yer vererek romanı okuduktan sonra romana ve yazara yöneltilen hiciv ve saldırılarını yersiz olduğunu, aksine Bektaşîliği kötü bir şey zannedenlere gerçek Bektaşîliği göstermede katkı sağladığını ileri sürer. Hatta Fevzi Lütfi, Nur Baba’yla birlikte Bektaşîlikle ilgili fikirlerinin olumlu yönde değiştiğini ifade eder. Yazar: “Sakat, esassız

ve çirkin tahayyül” (Karaosmanoğlu, 1922: 27-28) şeyler olarak hayal ettiği Bektaşîliğin, romanı okuduktan değiştiğini dile getirir.

Servetifünun’un eleştiriyle öne çıkan yazarı Hüseyin Cahit Yalçın, “Yakup Kadri’nin Yayın Hayatı ve Nur Baba Romanı” başlıklı yazısıyla Nur Baba romanı üzerindeki tartışmalara değindikten sonra romanı hem dil ve anlatım yönünden kusurlu bulur hem de Bektaşî sırrını açığa çıkardığı için eleştirir.

Eseri çeşitli yönleriyle detaylı bir biçimde inceleyen Atilla Özkırımlı, eserin Akşam gazetesinde yayımlanmasıyla birlikte edebiyat ve Bektaşî çevresinde yarattığı etkiye değinir. Özkırımlı: “Nur Baba, pek çok asılsız söze maruz kalmıştır, belki de bu boş sözler romanın kaderinin belirlenmesinde önemli rol oynamıştır. Yazarın aynı kaderi paylaşan öteki romanı Yaban gibi ya yerin dibine sokulmuş ya da göklere çıkarılmıştır. Bununla birlikte Yakup Kadri’ye büyük ün kazandıran da Nur Baba romanıdır.” (Özkırımlı, 1977: 13) diyerek Nur Baba’nın önemli bir eser olduğunu vurgular. Özkırımlı: “Nur Baba elbette çok mühim bir eserdir, çünkü sadece muhteviyatının yeni olması değil, aynı zamanda tarihsel bir devrin toplumsal anlayışını sunar. Romanda çizilenler, yıkılmış bir devletin dinî kurumlara, insanların manevi dünyalarına tezahürüdür.” (Özkırımlı, 1977: 13) biçimindeki değerlendirmesiyle Nur Baba’yı imparatorluğun bozulan sisteminin, başta tarikatlar olmak üzere, kurumlara yansıması yönüyle değerli bulmuş olur.

Romana ve yazara yapılan eleştiriler yalnızca Türkiye ile sınırlı değildir. Almanya’da bir Alevî – Bektaşî akademisi tarafından çıkarılan Bülten dergisinde Yakup Kadri ve romanı sert eleştirilere maruz kalır. Dergide, “Nur Baba Romanı Bektaşiler Karalamalar – İftiralar” başlıklı yazı yer alır.16Yazıda Osmanlı Dönemi’nde yüzyıllardır yapılmış itham ve iftiralara Cumhuriyet döneminde de rağbet edilmesi esefle karşılanarak buna benzer kara çalmalara göz yummanın toplumun gurur ve onurunu rencide ettiği vurgulanır.

Roman karakterlerinin uyduruk birer tip olmaları, çelişkili ve tutarsız olmaları, gerçeklikten uzak olmaları da tartışılan ve eleştirilen konulardandır. Bilhassa, Nur Baba’dan etkilenerek ve kısa sürede değişen Nigar Hanım’ın uyduruk bir tipten öteye

16

Alevi Akademisi tarafından çıkarılan Bülten dergisinde Hüseyin Ağuiçenoğlu, Yakup Kadri’yi ve onun romanı Nur Baba’yı sert dille eleştirir.

geçemediği, buna bağlı olarak da Yakup Kadri’nin karakter ve tiplerinin Bektaşiliği yansıtmaktan uzak olduğu gösterilmeye çalışılır. Hatta Yakup Kadri’nin hiçbir karakterinin, okuyucunun zihninde iz bırakacak güçte olmadığı, onların belli bir mesajı iletmek için uydurulmuş birer kötü oyuncu oldukları iddia edilir.

Dr. Hüseyin Ağuiçenoğlu imzasını taşıyan yazıda:

“…ta 1922 yılında yayınlanmış ve hala okunmakta olan bir kitaba, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Nur Baba romanında ileri sürülen kara çalma ve iftiralara dikkatleri çekip irdelemekte. Edebi bakımdan da son derece cılız ve tutarsız olduğunu ortaya koymakta. Söz konusu romanın Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ve Yakup Kadri gibi önde gelen bir yazar tarafından kaleme alınmış olmasını üzüntüyle karşılamak yetmez; ayrıca tarih boyunca Alevi-Bektaşi toplumuna yapılagelen itham ve iftiralara ne yazık ki Cumhuriyet döneminde de rağbet edilmiş olmasını esefle karşıladığımızı ifade etmekten kendimizi alamıyoruz. Sadece Osmanlı döneminde değil, günümüzde bile sık sık tekrarlanagelen bu ve benzeri kara çalmaları, görmezlikten gelip susmanın zararı bir yana, toplumumuzun onur ve gururunu rencide ettiği göz ardı edilmemeli, edilemez de. Bu yazıyı birçok bakımdan ve ibretle okunmaya değer bulmaktayız” (Ağuiçenoğlu, 2004: 33). Nur Baba ve Yakup Kadri’ye tepki gösterilir. Yazının ilerleyen sayfalarında eleştirinin dozu da artarak devam eder:

“Realiteyle ilgisi bulunmayan, sanat kıymeti taşımayan bir eleştiri romanıdır. Bektaşî kurumlarını hâkir gören, iftiralar üzerine vücuda getirilmiş bir kitaptır. Yakup Bey şüphesiz diğer Bektâşi tarikatlarını tenzih etmez. Yazar için bütün dergâhlar aynıdır, müzik, eğlence, içki sefasına düşmüşlerin takımıdır” (Ağuiçenoğlu, 2004: 36). Değerlendirmesinde bulunan Ağuiçenoğlu, Nur Baba romanının edebi değerden yoksun, gerçeklikten uzak bir hiciv ve yergi romanı olduğunu söyler.

Yakup Kadri’nin bu eserine, edebiyat araştırma ve edebiyat tarihlerinin birçoğunda yer verilmiş ve romandan genel olarak toplumun yapısını anlatması açısından övgüyle söz edilmiştir. Nur Baba’nın yarattığı akisler, Nur Baba’ya yönelik