• Sonuç bulunamadı

KEMAL TAHİR, ORHAN KEMAL VE YAŞAR KEMAL’İN EDEBİYAT SOSYOLOJİSİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ

2.1. KEMAL TAHİR 1.Yaşamı

2.1.3. Roman Sosyolojisi

Kemal Tahir, 1950 yıllarında Türk edebiyatını, eleştirel gerçekçilik düzeyine çıkaran demokratik yazarların geniş akımı içinde yer almakla birlikte, kendi roman anlayışı dahil olmak üzere roman sosyolojisini tarih ve toplum gerçekleri üzerine kurmayı amaçlamış ve başarmış bir yazardır. Türk romanının Batı romanına benzer yönüyle güçlü görülmesinden çok Batı romanına benzemeyen yönleri ve özü açısından ele alınması Kemal Tahir’i farklı kılan bir niteliktir (Bozdağ, 2003: 210, Uturgauri, 1980a: 165).

Romanın “gerçek” üzerindeki hakkı gözetildiğinde Tahir, tarih ve kültür bilincine dikkat çekerek roman malzemesini ve yapısını bu gerçekliklerle iç içe yapılandırmıştır. Ulusal gerçeği roman malzemesinde kullanabilme zorunluluğu ile bu gerçeği bilimsel veriyle temellendirme zorunluluğu, Kemal Tahir’i Türk insanı ve

93 Anadolu Türklüğüyle ilgili düşünmeye ve araştırmalara yöneltmiştir (Ergun, 2010:

37). Dolayısıyla Kemal Tahir, sanatını ve yaşamını mesleğini önemsemesine bağlı kalarak ciddi bir ön hazırlık, gerekli birikimi sağlayacak bir çabayla üyesi olduğu toplumun bilincine katkıyı esas alan bir üretim üstüne kurmuştur (Ertürk, 2010: 86).

Bir romancı ve yerli bir düşünür olan Kemal Tahir’in, roman sosyolojisinin iki temel teorik çatı etrafında örgülendiği kabul edilmelidir. Bunlar, Osmanlı’nın kendine özgü yasalarla kurulmuş, yaşamış bir toplum ve devlet olduğudur. Yazar, bunu özellikle kırsal yapıda geçen romanları aracılığıyla ortaya koymaya çalışır.

İkincisi ise Osmanlı’nın tarih sahnesinde var olmasının yegâne gerekçesi, vahşi Batı’ya karşı Doğu’yu savunmadır. Doğu ile Batı, sosyalist sistem hariç hiçbir şart altında birleşemeyecek iki farklı âlemdir ve birbirlerinin varlıklarına tahammülleri yoktur. Osmanlı’nın yıkılması ve Milli Mücadele ile ilgili romanlar bu farklılıklardan hareket edilerek kurgulanmıştır (Coşkun, 2012: 623).

Türk toplumu, Batı toplumlarından; toplumsal koşullarının biçimlendirdiği ortak özellikleri kavramamızı sağlayan sosyal karakter, tarihsel ve kültürel yapının üzerine yükselen toplumsal gerçeklik ile geçmişten-gelenekten gelen tarihsel birey birikimi gibi nedenlerden ötürü özgün bir toplumdur. Kemal Tahir, Türk insanını romanlarında ele alırken Türk insanının tarihi birikimini, Türk insanının günümüz toplumlar arası ilişkilerde söyleyeceği sözünü, oynayacağı rolünü gün ışığına çıkarmıştır. Bu bağlamda Kemal Tahir, sosyal gerçeklikleri tarihi gerçeklikler açısından inşa etmeye gayret etmiştir (Sezer, 2010b: 168, Kızılçelik, 2012: 142).

Tahir, toplumsal koşullar içinde insanı arayan, “insan dramına” yaklaşım özgünlüğüyle gerçekçi bir romancıdır. Bu konudaki başarısının anahtarı kanaatimizce sadece derin tarih bilgisiyle edebi yeteneğini birleştirmiş olması değil,

‘drama düşmüş insan’ dediği mikropsikolojik düzey ile makrokültürel ve siyasal alanın dramı arasındaki dolayımı yetkin bir sosyal bilimci kavrayışıyla bütünleyebilmiş olmasıdır (Yıldırım, 2010: 263). Sosyoloji, felsefe, tarih, ekonomi okumaları ile bu kavrayışın bir sonucunda kendi toplumcu gerçekçi argümanlarını, kurguladığı roman karakterleri aracılığıyla okuyucuya taşımaktadır. Alver (2010:

386)’e göre:

“Onun romanları, sosyolojik kıymeti ile de temayüz eder. Toplumsal gerçekliğe, tarihsel döngünün an’a yansımasına ve (toplum içinde) bireyin dramına dikkat çeken roman sosyolojisi, Kemal Tahir’le mümbit bir vadiye kavuşur. Türk toplumunun büyük dönüşümlerini, dramını, sancılarını, toplumsal sınıflarını gerçekçi bir bakışla ele alan ve

94 toplumsal durumlara ilişkin sayısız örnek ortaya koyan onun yapıtı, roman sosyolojisinin imkânıdır. Eserlerinin içeriği, bu içeriğinin karşılık geldiği toplumsal durumlar ve toplumsal biçimler, o imkânın anahtarlarıdır.”

Örneğin, Kemal Tahir, Osmanlı tarihinin kuruluşunu anlatan bir roman yazma düşüncesine kapıldığında, sadece tarihsel bir döneme ışık tutmak, onu kurgulamak kaygısını taşımaz. Aynı zamanda, o güne kadar ileri sürdüğü ve Türk aydınını fark etmeye çağırdığı temel Osmanlı gerçeğini ortaya koymaya çalışır. Nitekim romanı okunduğunda, bir dönemin değil, bir ‘gerçeğin’ anlatıldığı fark edilmektedir (Coşkun, 2012: 100). Bu yolla devlet merkezli Osmanlı’daki Türk insanını, doğru anlamanın yolunu tartışmaya açmıştır.

Romancı kimliğiyle Kemal Tahir için gerçekçiliğin önemini gerekli gören kişilerin ilk ödevi, önce yakın çevrelerini, sonra bunlardan kendilerine katılanların desteğiyle bütün toplumu aralıksız gerçekçiliğe çekmek olmalıdır. Gerçekçi roman işte bu ödevi yerine getiren araçların en önemlisidir. Bunu yakalayan sanatçı her an değişmektedir, yani yaşamaktadır (Bozdağ, 2003: 208, 209). Diğer yandan Tahir, çıplak gerçekçiliğin karşısındadır. Hayatın, eserin merkezinde olduğu ama her yerinde olmadığı bir gerçeklik peşindedir. İyi bir yazar, güçlü bir birikimle yani sağlam bir teori ile işe koyulur ve eserini inşa eder. Yazar, gerçeği, tarih ve toplumun dışında soyut bir olgu değil de tarihe ve toplumun kültürel birikimine dayanan yerel bir ‘birikim’ şeklinde görmektedir (Coşkun, 2012: 588, 593). Roman sosyolojisinin estetiğini ise bu birikimden yola çıkarak tarihsel ve gerçekçi bir kimlikle örgüler. Bu nedenle Kemal Tahir, romancıyla bilim adamının aynı amacı paylaştığı ya da paylaşması gerektiği kanısındadır. Hiç değilse, Türkiye’de. Çünkü Türk toplumunun yapısı, oluş yasaları, özellikleri doğru dürüst incelenmiş değil. Romancı bu konuda okuru aydınlatmakla görevlidir (Moran, 1999b: 138). Bu duruma uygun düşecek tarzda, bilimsel işlev verdiği tarihi sorunsalı ağırlıklı romanlar yazmıştır. Ancak yer yer estetik kaygıyı göz ardı etmesinden dolayı eleştirilere uğramıştır. Kemal Tahir bu konudaki bakışını şöyle ifade etmiştir: “Edebiyatçı, bilimin vardığı yerden sonrasını zorlamak zorundadır” (Seyda, 1969: 39). Tarihsel gerçekleri romanda verirken savunduğu düşünceden vazgeçmez. Öyle ki Kemal Tahir açısından büyük roman, bize kendisini, hiçbir benzerliği olmadığı halde, rastladığımız insanlarda tekrar tekrar hatırlatıyorsa büyüktür (Bozdağ, 2003: 224).

95 Evet, romanın konusu insandır. Roman insanı anlatır. Romancı her şeyden önce kendi toplumunun insanını anlatır. İnsanı anlatabilmek için onu tanımak gerek.

Kemal Tahir’in roman dünyasında, insanı tanımak demek onun hangi aşamalardan geçip bugünkü duruma geldiğini bilmek demektir. Bu yönüyle Kemal Tahir, tarih-toplum konularını bir romancı öngörüsüyle, romanda kullanmak için ele almış ve irdelemiştir (Yazoğlu, 2004: 53). Romanlarını yapılandırırken kendi roman dilini oluşturmuştur. Anadolu halk kültürü ve dilinin etkisiyle:

“Türk romanında, Türkçenin imkânlarını kullanarak inşa edilmiş en özgün üsluba sahip Kemal Tahir’in, üslubu sayesinde, ciddi tezler taşıyan romanlarını rahatlıkla okuttuğu ifade edilebilir. Nitekim romanlarda Türkçe vasıtasıyla inşa edilen bu dil ve üslubun yazarın

‘Türk romanı’ tezinin bir parçası olduğu belirtilmelidir” (Coşkun, 2010a: 67).

Kemal Tahir’in bu minvalde roman kuramına göre:

“Anadolu insanını bütün boyutları ile tanıma ve tanıtma, roman ve hikâye yazarlığının temel amaçlarından biridir. Anadolu Türkçesi devlet ve edebiyat dili olarak belli bir toplum pratiğinin tarihi birikiminin ürünüdür. İyi ve doğru Türkçe kullanmak her şeyden önce Anadolu Türk kimliğine sahip çıkmak açısından önemlidir” (Narlı, 2010: 113).

Düşüncelerinden dolayı, 1950 affına kadar Türkiye’nin farklı cezaevlerinde kalan Tahir, cezaevlerini adeta insanları gözleyeceği, okumalarını yoğunlaştıracağı, romanlarının teorik yapısını kuracağı bir araştırma merkezi halinde kullanmasını bilmiştir. İnsan ve toplum gerçekliğini tanıtmanın yanında, hapishane koşullarında tanıştığı dram yüklü insanlardan yola çıkarak geliştireceği tarih ve toplum kuramı için de veri toplamıştır. Düşüncelerinden taviz vermeyen, değişime ve diyalektiğe inanmış bir romancı kimliğiyle, geçim kaynağı olan Türkiye’nin toplumsal yapısına, siyasal tarihine ilişkin romanlarını gerçekler üzerine inşa etmiştir. Örneğin Kemal Tahir, asırlardır Anadolu halkının devleti ‘Kerim’ nitelemesiyle değerlendirmesini severdi. Bu yüzden ‘Asya Üretim Tarzı’ kuramını fazlasıyla benimsedi.

Anımsayacak olursak, son yapıtları arasında yer alan ‘Devlet Ana’ bu bakımından Osmanlı Devleti’nin oluşumunu ele almıştır (Çavdar, 2010: 59). Kuşkusuz tarihi romanlarını eleştirenler de vardır. “Bir Mülkiyet Kalesi”ni inceleyen Mete Tunçay’ın itirazını okuyalım:

“Kemal Tahir’e benim en büyük itirazım, tarihi romanın sorumluluklarının bilincinde olmamasıydı. Bir yazar, kendi hayal hanesinde bir kişi yaratırsa, ona elbette dilediğini yaptırır dilediğini söyletebilir; ama kitabında sahici bir kişi kullanırsa, onunla ilgili

96 olguları göz önünde tutmakla, ona yapamayacağı şeyleri yaptırmamakla, söyleyemeyeceği şeyleri söyletmemekle yükümlüdür” (Tunçay, 1983: 71).

Kemal Tahir’in roman yapısını eleştirenler bu yargıyla sınırlı değildir. Yücel’in

“Devlet Ana” ve “Kurt Kanunu”ndan yola çıkarak, Kemal Tahir’in romancılığına yönelik yaptığı değerlendirmeye burada bakalım: Gerek öz, gerek biçim bakımından Batı romanından ayrı bir özellik taşıdığı söylenen “Devlet Ana” yapıtının romanımızda bir aşama oluşturmak şöyle dursun, başarılı bir tarihsel roman bile olmadığı, tarihe ters düşmesi, anadilin kullanımında, özel adların kullanımında, yaşayan bir dil olarak gösterilen Latinceyi 13. yüzyıl sonu insanlarının Anadolu topraklarında konuşması, Söğüt Beyliği’nin ekonomik durumu ile ilgili çelişkili bilgiler verilmesi, bazı roman kahramanlarının tutarsızlığı gibi ögelerden yola çıkıldığında “Devlet Ana”nın değişik ögeleri arasında işlevsel bir bağ bulunmadığını, değişik ögelerin anlatının bütünü değil, parçaları göz önüne alınarak, rastgele yığılması yine, “Kurt Kanunu”nda Kara Kemal roman kahramanı ile ilgili sergilediği tutarsızlıkları ele alıp, özgün ve tutarlı bir roman evreninin çizilmeyişinin ötesinde tarihsel roman aracılığıyla, Türk insanının geçmişine ve geleceğine ışık tutma çabası gibi kimi tutarsızlıklar, Yücel’in genel anlamdaki her iki roman içinde yaptığı eleştirileri özetlemektedir (Yücel, 1983: 98, 101, 105). Gümüş ise Tahir’in romanlarını öznel tarihin (ideolojik) romana taşınması temelinde görür. Gümüş değerlendirmesini şöyle sürdürür:

“Tarihsel roman, tarihseli tarihi gerçekleştiren kaynaktan, ama tarihin kendisinden soyutlayarak çıkarır ve tarihsel nesnenin özünü roman gerçekliğinde yazınsal bir özneye dönüştürür. Tahir’in romanlarındaki kişiler de birer roman kişisi olmaktan önce, romancının ideolojik-tarih tezinin taşıyıcıları olarak önemlidirler. Onun kişileri, romanların gerçekliği içinde, yaratım sürecinin ve yazınsal içeylem sonucu olarak canlanan kişiler değil, romancının tek belirleyen olduğu bir karşılıklı ilişki içinde romanda yer alan işlevsel kişilerdir” (Gümüş, 1991: 53, 62).

Genel hatlarıyla Kemal Tahir’in roman sosyolojisi, yapısı ve romancılığı söz konusu edildiğinde akla ilk gelen temel özelliklerden biri, hiç kuşkusuz öteden beri konuşula gelen, dünyada belli başlı hemen her ülke insanını yansıtacak bir roman karakteri olduğu halde bir Türk karakterinin bulunmayışı, bu eksiği olsa olsa Kemal Tahir’in gidermeye çalıştığı gerçeğidir. Hakikaten de eksiğiyle fazlasıyla, Kemal Tahir bütün bir ömrünü dünya çapında bir temsil edilme kabiliyeti bulunan bir Türk tipolojisi yaratmaya adamıştır (Emre, 2010: 161, 162). Bu nedenle Kemal Tahir, Türk romanında sosyolojik bir perspektif değişikliğidir. Romanlarındaki

kuramsal-97 temel yenilik, toplumumuza ve bu toplumun bireylerine bakışındadır. Bu bakış açısında, Marksizmin yanı sıra yapısalcı bir yöntem de görünmektedir. Yararlandığı verilerin, bilim açısından geçerli olması ile temel amacı, romancı birikimiyle bilimin doğrularından yararlanarak, bilime yol açmaktır (Candaş, 1974: 71). Özetle Kemal Tahir’in roman sosyolojisinin değerleri bu temellere dayandırılarak kurulmuştur.

2.1.4.Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Sorunları Üzerine Düşünceleri