• Sonuç bulunamadı

Feminist Teorinin Katkısıyla Feminist Edebiyat Eleştirisi ve Edebiyat Sosyolojisi

1.2. TOPLUMSAL CİNSİYET KURAMLARI VE FEMİNİST YAKLAŞIMLAR

1.2.4. Feminist Teorinin Katkısıyla Feminist Edebiyat Eleştirisi ve Edebiyat Sosyolojisi

Başlangıçta çok az sayıda sosyolog estetiğe ve edebi eleştiriye önem vermiştir.

Estetik ve edebi eleştirinin sosyolojinin sorunlarıyla ilgili olabileceği ya da tam tersinin geçerli olabileceği küçümseme veya anlayışsızlıkla karşılanmıştır. Tüm bunlar günümüzde değişmektedir. Sosyal teori, bilim felsefesi ile sanatın buluşma zeminine dönüşmektedir; aynı zamanda, bu etkiler sosyal analizin yapısına ve hedeflerine yönelik yeni anlayışları dönüştürdüğü gibi onlar tarafından da değişmektedir (Giddens, 2011: 243). Toplumsal cinsiyet ile edebiyat sosyolojisi çalışmaları ve gelişen feminist edebiyat eleştirisi bu düşünce üzerinde ortak bir zemin buldu. Ayrıca feminist edebiyat eleştirmenleri sosyolojinin kuramsal olanaklarından yararlanarak bakış açılarını genişletme yollarını denediler.

Feminist eleştiri bir strateji ivmesiyle, 1960’larda Amerika’da, İngiltere’de, Fransa’da toplumsal ve siyasal bir savaşım olarak yeniden canlanan genel feminist hareketin edebiyat alanına kaydırılması sonucu ortaya çıktı. Deniyordu ki, edebiyat yapıtlarına bakıldığında, yalnız gerçek yaşamda değil romanlarda, şiirlerde, oyunlarda kadının aşağılandığı, horlandığı ve böylece ataerkil düzenin bu yoldan da desteklenip sürdürüldüğü görülür. Onun için feminist eleştiri, edebiyat yapıtlarında kadına karşı bu tutumu ortaya koymak amacıyla başladı. Böylece erkeklerin yazdığı yapıtlarda görülen kadın düşmanlığı, kadın sömürüsü belirtilirken, kadın tipleri araştırılmakta ve edebiyattaki kadının durumuyla ataerkil toplumdaki kadının gerçekliği arasındaki ilintiye dikkat çekilmektedir (Moran, 1999a: 249, 254).

Edebiyattaki temsilleri dışında kadın yazarların konumunun da eleştiriye tabi tutulduğu unutulmamalıdır. Örneğin: “İngiltere’de, diyor Virginia Woolf, kadın yazarlara hep kötü gözle bakılmıştır. Doktor Johnson, kadın yazarları ‘arka ayakları üstünde dikilip yürüyen cambaz köpeklere’ benzetir: ‘pek hoş olmasa da, şaşırtıcı bir şeydir’ der” (Beauvoir, 1980: 115).

Eleştirel feminist bilinç, kadın kimliğinin doğalarından değil de toplumsal koşullardan kaynaklı olarak ikincilleştirildiğini içerir. Bu, cinslerin sosyal

25 oluşumlarının temellendiği kültürel yapıların dayanıklılığı ve direnci konusundaki saptama için sistemli bir mücadele alanı açar. Dolayısıyla, feminist eleştirilerin asıl amacı erkeği merkeze alan güç ve iktidar ilişkilerini sorgularken, kadınların özgürlüğünü gerçekleştirmeye yarayacak bir toplumsallığın nasıl mümkün olduğunu araştırmaktır (Saraçgil, 2005: 413; Sancar, 2014: 35). Edebi eleştiriyi besleyen feminist eleştirinin bir diğer amacı, cinsiyet rollerinin doğal farklılıkları gerektirdiğinden öte farklılaştırılmasında erkek egemen ideolojilerin belirlemelerini saptamaktır. Feminist eleştiri sosyolojik bir olgunun kavranma, eleştirilme ve değiştirilme gereğini içeren kapsamlı bir eleştirel harekettir (Parla, 2014a: 21). Bu nedenle feminist eleştirmen cinsiyetin temsil ediliş biçimlerini, yalnızca kendi politik amaçlarını desteklemek için incelemez. Feminist eleştirmen cinsiyet ve cinselliğin edebiyatta ve başka söylemlerde ana temalar olduğuna ve bunları bastıran herhangi bir eleştirinin kusurlu olduğuna inanır (Eagleton, 1990: 229). Amaç cinsiyet eşitsizliğini toplumun dönüşümüne etki edecek şekilde ortaya çıkarmaktır. Cinsiyete dayalı eşitsizliğin kritiğini yaparken bunu araştırma konusu edinir. Ayrıca toplumsal cinsiyet sosyolojisi ile edebiyat sosyolojisi çalışmalarından yararlanılır.

Feminist eleştirel bakış açısı, sosyal bilimler içinde ‘kadınlar’a yer açarken öncelikle kadınların bulunduğu toplumsal alanları ve etkinlikleri araştırma amacı haline getirmiştir. Kadınlar için doğal, değişmez kabul edilen rollerin toplumsal-kültürel olarak belirlenmiş olduğu ve toplumlar arasında benzerlikler ve farklılıklar gösterebileceği ortaya çıkarılmıştır (Durakbaşa, 2012: 179). Süreç içerisindeyse toplumsal cinsiyetin oluşumunu; edebi metinlerde kadın karakterlerini cinsiyetçiliğin kurulumu bağlamında çözümlemeyi odağına aldığı için, edebiyat eleştirisinin tarihsel ve toplumsal koşulları göz ardı edemeyeceği; yazın metninin tarihi ve ideolojik konumuyla ilişkisinin kavranmasının o metnin okunması, incelenmesi, değerlendirilmesi, yorumlanması/analizi için kaçınılmaz olduğu; biçimle içeriğin ayırt edilmezliği, feminist eleştiri geleneği ve bu geleneğin getirdiği analitik ölçütler sayesinde tartışılmasız bir biçimde kanıtlanıp, kabul edildi (Parla, 2014a: 19).

Edebiyat sosyolojisine göre kadın olgusu toplumsal yapıdan ayrı tutulmamalı iken, feminist edebiyat eleştirmenlerine göre her toplumun kadınlara ilişkin düşüncesi ve yazınsal metinleri, onların doğasına ve işlevine ilişkin ön kabuller tarafından koşullanmakla beraber, bu ön kabuller hiçbir zaman tutarlı olmamıştır (Sümer, 2011: 319). Örneğin dildeki cinsiyetçi ögelere yönelik feminist eleştiri kadınların konuştukları dilin büyük ölçüde erkekler tarafından biçimlendirilmiş

26 olduğu, bu dilin kadınları erkek egemen hiyerarşiler/ideolojiler tarafından seçilmiş özne konumlarına hapsettiği tezine dayanır (Irzık, 2014: 39).

Feminist edebiyat eleştirisi, toplumsal cinsiyet kuramlarının ve feminist teorinin edebi metinler açısından anlamını çözümlerken daha çok metin incelemeleriyle dikkat çeker. Kadınların edebi metinler içindeki temsillerini, sosyal psikolojik durumlarını ele alırken toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, metinlere konu karakterlerin yaşamlarından yola çıkarak değerlendirir. Örneğin ataerkil toplum, feminist yapısökümcülere göre, erkek ve kadın arasında, doğa/kültür gibi karşıtlarla ilişkili karşıtlar kurar. Kadınların çocuk istememesinin normal olmadığı gibi özel anlamlar yükleyebilmek için bunu sürdürür. Bu benimsetilen özelliklerin kadının gerçek biyolojik ya da psikolojik nitelikleriyle hiçbir ilişkisi yoktur. Ama edebiyat ve basındaki kültürel temsiller, kaçınılmaz bir biçimde bu tür karşıtları deşifre ediyor ya da onlar üzerine kuruluyor ve dolayısıyla kültürel temsiller kendimizin ve başkalarının cinsel kimlikleri hakkındaki duygularımızı etkilemektedir.

Yapısökümcü edebiyat eleştirisi bu karşıtların çeliştiği anlara odaklanıp süreçleri ayrıştırmaktadır (Humm, 2002: 211).

Feminist teori kadınlara yönelik eşitsizliğe karşı olmakla birlikte haklarını genişletip cinsler arasındaki eşitsizliği ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır.

Feministler analizlerinde, ataerkil anlayışla cinsler arasındaki eşitsizliğin yapılandırılışında, cinsiyet temelinde erkek ile kadının, toplumsal cinsiyet temelinde ise eril ve dişilin birincilerin ikincilere göre üstünlüğünü kurgulayacak biçimde ayrıştırıldığını; böylece kadının önce ötekileştirilip sonra üzerinde tahakküm kurulduğunu; bunun sonucunda kadın bakış açısı yok sayılarak ve kadınların farklı deneyimleri göz ardı edilerek, ikincilleştirildiğini anlatmaktadırlar. Bunu desteklercesine Simone de Beauvoir’e göre kadınlara ilişkin tutarlı olan tek şey, bilinen tarih boyunca kadının erkeğin ötekisi olarak kurgulanmış ve bağımsız öznelliğinin inkâr edilmiş olmasıdır (Serdaroğlu, 2010: 162; Sümer, 2011: 319).

Feminist edebiyat eleştirisi “erkeğin ötekisi” görülen kadın roman karakterlerine önem vermek zorundadır. Gerçekçi roman olayları tipler/karakterler üzerinden inşa edilir. Hem romanı var kılan hem de romanın yansıttığı toplumu içermesi bakımından, tiplerin sosyal analizi toplumsalı verir. Bu nedenle kadın temsilleri sosyal bilimci titizliği ile incelenmelidir. Çünkü toplumsal cinsiyet açısından eyleyen olan roman karakteri yoluyla, ortalama tiplerin sosyo-kültürel arka planı hakkında değerlendirme yapabilmek aydınlatıcı olabilmektedir. Bu sosyal tipler

27 toplumsal koşulları deneyimleyen ve toplumsalı kendi gerçeklikleri içinde yansıtan özelliklere sahiptirler. Bu, örneğin herhangi bir romanda kadın kahramanın/karakterin bütün çelişkileriyle kendisi gibi yaşayan ve yaşam mücadelesi veren kadınların, ortak ve genel özelliklerini yansıttığı oranda, bir toplumun ortalaması hakkında bilgi veren sosyal karakter nitelemesiyle açıklanabilir. Doğal yönüyle toplumsal cinsiyet kodları, romanlarda işlenen kadın kahramanlarının baskın nitelikleri gibi anlam bulmaktadır. Feminist edebiyat eleştirisi toplumda birçok etkene bağlı olarak kurulan toplumsal cinsiyet normlarının “kadını” güçlendirilmiş bir biçimde görünür kılarak yeniden ele alınmasından yanadır.

Sonuçta edebiyat geleneği içinde kadınların yazar, okur ve “temsil edilen”

kategorisinde konumlarını saptayabilmek için yanıtlanması gereken sorular içinde bizim açımızdan en kayda değeri şunlardır: İnsanlığın en eski etkinlik alanlarından biri olan edebiyatta kadınların yeri ve konumu nedir? Kadınlar edebiyat metinlerinde nasıl temsil edile gelmişlerdir? (Aytemiz, 2016: 53). Daha önemlisi bunlar üzerine yapılacak kapsamlı çalışmalardır. Ne var ki büyük ölçüde kadınların tarihi, üreme, çocuk yetiştirme, cinsellik, duygusallık, ev içi mekânlar ve ekonomiler, küçük el sanatları gibi kadınların tarihteki temel veya asli yapıp etmelerine ilişkin şeylerle ilgili tarihsel araştırmalar şeklinde görülürken, edebiyatta da böyle kabul edilmiştir (Bahrani, 2018: 27). Bu nedenle feminist edebiyat eleştirisi ve toplumsal cinsiyet sosyolojisi çalışmaları geliştikçe, edebiyatın türü olan romanın da kadınlar açısından sosyalkültürel bağlamı ile edebi kayıtları, bitmez bir telaşla irdelenmeye ve yazılmaya devam edilecektir. Bu çaba içinde, feminist edebiyat eleştirisi ve edebiyat sosyolojisi ise toplumsal cinsiyet normlarına ait çözümlemelerde, toplumsal cinsiyet rollerinin kurulduğu toplumsal ve tarihsel bağlamın, bir sosyal analiz malzemesi gibi kullanılmasını, disiplinlerarası bir yaklaşım olarak ön görmeye devam edecektir.

28 1.3. EDEBİYAT SOSYOLOJİSİ VE ROMAN