• Sonuç bulunamadı

ORHAN KEMAL, KEMAL TAHİR VE YAŞAR KEMAL ROMANLARINDA TOPLUMSAL CİNSİYET AÇISINDAN “KADIN”

3.1. ORHAN KEMAL’İN ROMANLARINDA TOPLUMSAL CİNSİYET AÇISINDAN KADIN TEMSİLLERİ

3.1.1. Aile İçinde Kadın, Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Evlilik

Farklı aile biçimleri, tüm aile içi ilişkileri, evlenme şeklini, ailedeki otorite örüntüsünü, çocukların sosyalleştirilmesi sürecini büyük ölçüde belirlemekte kısaca aile yapısını oluşturmaktadır (Timur, 1972: 19). Aile biçimleri, kent ve köy toplumsal yapılarında değişmektedir. Örneğin köy ailesinin yapısında yer alan ataerkil örüntüler, aile üyelerinin çokluğu, tarımda değişim, kentlere göç ile düşmekte, çekirdek aile ortaya çıkmaktadır. Öte yandan kırsal yapıdaki aile dinamiğinde kadının okuryazarlık durumu, eğitiminin yetersizliği, çalışma yaşamında düşük ücretli ve kadınla özdeş işlere yönlendirilmesi ise aile içi ilişkilerde erkekten aşağı statüde olmasını adeta pekiştirmektedir. Çoğu zaman erkek, kadının sosyal ilişkilerinin kuruluşunda ve nasıl davranması gerektiği hususunda belirleyici olmaktadır. Kentlerde ise çekirdek aile ile birlikte dahi yalnızca kamusalda değil çoğu zaman mahrem alanda da erkeklerin tahakkümü devam etmektedir.

Kadın hanenin bir üyesidir. Ailenin işleyişinde, işlevlerini yerine getirmesinde kadının rol ve sorumlulukları olmakla beraber, cinsiyet hiyerarşisinin erkeklerin lehine olduğu toplumlarda, kadınlara yüklenen cinsiyetle özdeş roller bulunmaktadır. Bunlar daha çok ev içi işler başta olmak üzere, kadın emeğinin ücretsiz kullanımına dönük pratikleri kapsamaktadır. Ayrıca aile içinde çocukların özellikle kız çocuğunun kültürlenmesinden, yaşama hazırlanmasına dek anne temel role sahiptir. Erkekler için kadın her türlü tartışmanın ötesinde ailenin namusudur.

Namus ise kadın üzerinden gidilerek inşa edilir. Koca aile içi otoritedir. Ailenin işleyişini o belirler. Ataerkil toplumda evine gelir getirmekle birlikte yerine göre zorba bir denetleyicidir. Bu koşullarda toplumsal cinsiyet inşasında, biyolojik ve toplumsallaşma kuramlarını doğrularcasına kadın varoluşu pekiştirilir. Bu bağlamda Orhan Kemal’in romanlarında kadının aile içindeki konumunu dikkate alarak

159 yapacağımız sosyal analizlerle ilgili romanlardan alacağımız bazı örneklere aşağıda bakacağız:

“Evlerden Biri” romanında Sadi Bey’in eşi ev kadınıdır. Kendisiyle olan hesaplaşmasında ev içindeki geleneksel rolünü okuyucuya anlatırken muhtaçlığına da gönderme yapar:

“Otuz beş, koskoca otuz beş yıldır şu eve geçen emeği… On beş, on altı yaşında, körpecik bir kız, bir çocuktu kart herife vardığında. Varış o varış. Bitmez tükenmez sabahlar, akşamlar, süpürülen sofalar, silinen merdivenler, yıkanan çamaşırlar, aksi herifin koynuna girip çıkmalar, boyuna gebe kalmalar, çocuk doğurma ya da düşürmeler… Neydi bütün bunlar? Alt tarafı bir lokma ekmek, yarı buçuk bir üst baş için değil mi?”

(O, Kemal, 2012c: 19).

Evdeki yaşantı ve çekilen sıkıntılar aslında aynı sosyal ekonomik koşullarda yaşayan kadınların ortak özellikleridir. Bunlar arasında daha çok ücretsiz ev işçiliği, karşılığı olmayan emeğin sömürüsü ve duygusal bakım hizmetlerinde kadınlara sorumluluklar düşer. Romanda Sadi Bey’in eşi çocuklarıyla arasında yaşadığı ufak bir gerginlikte bile bunu dışa vurur: “Havlu tutar yaranamayız, kirinizi pasınızı temizleriz yaranamayız, yemeğinizi pişirir, bulaşığınızı yıkarız makbule geçmez. Ne bu benim çektiğim sizin elinizden” (O, Kemal, 2012c: 107). Yeri gelir dertlenir, “ana olacağıma keşke bir kalıp sabun, yahut sokaklara taş olsaydım” (O, Kemal, 2012c:

236). Bu sızlanmaların yanında çocukların arasında ayrım yaptığına dair kızı Ayşe ve oğlu İskender’in, hukukta okuyan kardeşleri Erdal’ı hedefleyerek annelerini eleştirdiğinde: “Güzellik, tahsil, zenginlik… Birinizi ötekinden ayırt ediyorsam Allah beni kahretsin. Hepinizin yeri bir içimde…” (O, Kemal, 2012c: 159), diyerek dünyadan bir haberi olmayan anne bütünleştirici bir rolün sahibi gibi davranır. Yine de Ayşe’yi çirkin bulur, zengin birine gitmesini arzular. Annelerin yoksulluktan kurtulmak adına, kızları için zengin koca beklentileri ortak bir özlemi ifade eder.

“Bir Filiz Vardı” romanında anne Leman Hanım aynı şekilde aile içi işlerle ilgilenir:

“Bütün gün sabahın erken saatlerinden akşamın altısı, yedisine kadar, haziran güneşinin keskinlemesine vurduğu daracık, hamam gibi atölyede kocaman ütüyle çorap ütülemek, saat yediden sonra eve gelip, evi toplamak, bulaşıkları yıkamak, ortalığı düzeltmek, süpürmekten, şimdi de yama yamamaktan haraptı” (O, Kemal, 2015a: 16).

Annelerin sefaletten kurtulma formülleri ve beklentileri kızlarına ilişkin yaptıkları planlarda göze çarpar. Örneğin:

160

“Annesinin titreyen sesi: Geçende aklımdan ne geçti biliyor musun? Ne?

Dedim ki, Filiz istese bizi bu sefaletten kurtarırdı… Filiz merakla sordu:

Nasıl? Halli mallı, birini kafesler… Anlamıştı, ardını getirdi: Kendimi nikâhlatır, evlenirdim değil mi? Günün birinde nasıl olsa evlenmeyecek misin birisiyle?” (O, Kemal, 2015a: 155).

Orhan Kemal’in roman izleğinde, ailede kızlarını evlendirmek yoluyla refaha erişileceğine dair annelerin beklentilerine sıkça yer verilir. Ne ki bu beklentiler, genelde hayal kırıklığı ile sonuçlanır.

“Yalancı Dünya”da olaylar Batı Anadolu’nun deniz kıyısındaki küçük bir kasabasında geçmektedir. Neriman ailesiyle yaşayan genç bir kadındır. Eşine hiçbir şekilde karşı gelmeyen, sürekli şiddete uğrayan eğitimsiz bir anne ile yaşamını değiştirip tutuculaşmış, geçmişini bilmediği Kabak Hafız’ın eline düşmüş bir pazarcı olan Haydar’ın evliliğinden dünyaya gelen Neriman’ın özlemi, Yeşilçam Sokağı’nda gençliğini, güzelliğini yaşamak ve zenginleşmektir. Kendisini Sophia Loren’e benzetmektedir. Dört şeker sandığı üzerine serili yatağında kurduğu düşleriyle Neriman’ı İstanbul beklemektedir: “Övülmek istiyordu. Herkes ona güzelliğinden, herkesten çok daha güzelliğinden söz açsın” (O, Kemal, 2007b: 196), istiyordu.

Annesinin beklentisi ise onun evliliğinde yoğunlaşmaktadır:

“Kızının teliyle, duvağıyla gitmesini isterdi. Evi, yeri belli olmalıydı.

Birbirlerine gidip gelmeliler, hatta kızı onlarda, onlar kızında gece yatısına kalmalıydılar. Kızının kızlı oğlanlı yığınla çocuğu olmalıydı.

Kocası üstüne titremeliydi. Neriman deyince ağzından binlerce Neriman dökülmeliydi” (O, Kemal, 2007b: 31).

Annelerin genelde arzusu romanlarda bu yöndedir. Karşı komşuları Süheyla, Neriman ve annesine göre günün koşullarından daha haberdardır. Çoğu zaman Neriman bir yere gittiğinde onun giysilerini kullanmaktadır. Neriman, Süheylaların evlenmesi için kendisine bulduğu öğretmeni de kabul etmez. Amacı film yıldızı olmaktır. Film yıldızlığı için rejisörler, film prodüktörlerinin yatak odasından geçmeyi şimdiden kabul etmiş gibidir. Neriman roman sonlarında, büyük umutlarını gerçekleştirememiş, dağınık bir hayat sürdürmüş, filmlerde birkaç küçük rollerde yer almış, sonunda kendisiyle ilgilenen film teknisyeni Rıza Can ile nikâhlanmıştır.

“El Kızı” romanında kadınların beklentileri o kadar da büyük değildir:

“Nazan kocasının da kendisi gibi halim selim, karıncayı ezmekten sakınan olmasını ne kadar isterdi! “Ona göre, her teşebbüs erkekten gelirdi. Kadın, erkeğin arzularına nedensiz, niçinsiz boyun eğmekle yükümlüydü. Çünkü erkek, kadının ‘küçük tanrısı’ydı” (O, Kemal, 2015b:

57, 72).

161 Nazan’ın bu bakış açısı, toplumsal normların toplumsal cinsiyet oluşumu üzerindeki etkisine bir örnektir. Kaynanasının kendi aleyhinde dedikoduları, oğlunu ayartmaları ve artan şiddet neticesinde Nazan’ı eşi boşayacaktır.

Kadının aile içindeki rolleri kadınla özdeş hizmetlerle örtüşürken, evde çocuğa bakar, kocasına ve aile büyüklerine hizmet eder, yeri gelir şiddet görür, genelde kaynanasının olumsuz davranışlarına maruz kalır. Aile büyükleri ile kalınan geleneksel aile tipi zamanla değişse bile dönemin toplumsal koşulları kadının aleyhinedir ve boşanmak kolaydır, erkeğin ağzındadır. Nazan’a karşı duyguları biten, bir başka kadına duyduğu ilgiye odaklanan, annesinin doldurmasına gelen Mazhar, eşine şiddet uyguladığı bir akşam onu boşar: “Boyuna vuruyor, insafsızca vuruyordu.

Gözleri dönmüştü. Köpük saçıyordu adeta. Birden baygınlık geçirir gibi oldu.

Ağzından korkunç kelimeler döküldü: Boş ol! Üçten dokuza boş ol kaltak karı!!!” (O, Kemal, 2015b: 167). Nazan evin içinde namahremdir. Yani bir yabancı ve gönderilmesi gereken bir kadındır artık.

Erkeğine hizmet eden kadın tipine bir başka örnek “Dünya Evi” romanındaki Cemile’dir. Cemile:

“Kocası fabrikada, işinin başındayken, eve döneceği zamana kadar ortalığı siler süpürür, sonra da kocasının çok sevdiği, kızlık günlerinden kalma bal renkli, dekolte margizet entarisi ve çıplak ayaklarında nalın, beklerdi. Onu eğlendirmek, sıkıntısını dağıtmak, neşelendirmek için elinden geleni yapmıyor muydu?” (O, Kemal, 2010a: 2).

Cemile sofra başında ailesinden gördüğü gelenekleri sürdürür:

“Sofra hazırdı. Yemeye başlayabilirlerdi. Genç kadın kocasının sofraya gelmesini, önce onun başlamasını bekliyordu. Annesinden böyle görmüştü. Ninesi de böyleydi, ninesinin ninesi de ihtimal. Yemeğe erkek başlardı ilkin. Erkek, kadının küçük tanrısı!” (O, Kemal, 2010a: 12).

Kadın bu yönüyle baskın erkek kültürünün sürekliliğini, gönülsüzce ya da istekle yerine getirir.

“Sokaklardan Bir Kız” yapıtındaki roman kahramanı Nuran’ın, evlilik özlemi şu şekilde verilir:

“Bir evim, küçücük bir evim, evimin namuslu bir erkeği olsun istedim.

Yakışıklı çirkin… Beni seven bir erkek. Akşamları işinden küçük, ucuz hediyeler ama büyük bir heyecanla dolu, sırf benim olan, benden başkasının olmayacağını bildiğim erkeğim bana koşarak gelsin!” (O, Kemal, 2013a: 197).

162 Yazar, kadın dünyasının sınırlarını çizerken, yaşadığı toplumdaki koşulların kadını algılayışı düzeyinde bir kadın kimliğini sunar. Orhan Kemal’in romanlarında karşımıza çıkan ailelerdeki iletişim örüntüleri aile dinamiklerine dair bilgi sahibi olmamızı da sağlar. “Cemile” romanının kadın kahramanı etnik yönüyle de belirtilir.

Cemile Boşnak göçmeni bir ailenin kızıdır. Özellikle bu yer değiştirme sonrasında aileler yoksullaşmış, kadınlar fabrikalarda kötü koşullarda çalışmaya başlamıştır:

“fabrikaların pamuk tozu yüklü, kola kokulu, rutubetli havasında hızla kuruyup çirkinleşmeye başladılar. Gün geldi, ellerinde mendil, küt küt öksürerek, iki iyilikten birini dilediler” (O, Kemal, 2004: 93). Anne fabrikada çalışırken genç yaşta ölmüştür. Babası İhtiyar Malik’in ise bir kolu sakatlanmıştır. Baba ve kardeşi Sadri’den oluşan aile bütünlüğünde Cemile’nin kaçırılma teşebbüsü sonrasında, Katip Necati ile evlendirilmesiyle sayısal bir eksilme olur. Cemile bu ailede fabrikada çalışmasının yanında aile içi işleri yapar. Çamaşır yıkama, sofrayı düzenleme, bulaşık yıkama, temizlik yapmak gibi. Yine yan komşuları Musa’nın karısı Zahide’yi Cemile’nin aktarışı kadının aile içindeki durumunu özetlemektedir:

“Musa’nın karısı Zahide kısa boylu, eğri bacaklı, karnı burnunda bir kadındı. Cemile kendini bildi bileli bu kadını hep karnı burnunda hatırlar. Kapının eşiğinde oturmuş, kocasının gömleğini siyah tireyle dikiyordu. Saçı başı darmadağındı. Açık yakasından görünen memeleri boşalmış ve pörsümüştüler” (O, Kemal, 2004: 71).

Burada özellikle kaynana gelin ilişkisini gözlemlemek gerekir. Zahide’nin doğum öncesi Cemile’den yardım isterken Cemile’nin ona: “Kaynananla hâlâ küs müsün?” sorusunu “Allah belasını versin öyle kaynananın. Ölüyorum desem, bir yudum su vermez” diye yanıtlar (O, Kemal, 2004: 72). Aileler yoksuldur. Bunu günlük yaşam uğraşlarında görüyoruz. Beslenme, ısınma biçimleri, giyim, oturulan konutun fiziki koşulları asgari yaşamın altındadır.

“Kötü Yol” romanında evi bir başına yöneten Ayşe, kızının başından geçecek bütün olumsuzluklara rağmen yanında yer alacaktır. Romanda yoksul bir aile profili sunulur. Çamaşırcı Ayşe, kızı Nuran ve oğlu İhsan’la birlikte yaşamaktadır. İhsan bir müteahhittin yanındadır, bu müteahhitin karısı eşini, şoförü Reşat’la aldatmıştır. Öte yandan Reşat en yakın arkadaşı İhsan’ın güzel kız kardeşi Nuran’ı ise evlenmek ve film artisti yapmak bahanesiyle iğfal edecektir. Daha sonra kız İstanbul’a kaçacaktır.

Ve “Kötü Yol” başlayacaktır. Buna dayanamayıp ölen anne, oğlundan kızının

163 affedilmesini ve kanatlarının altına alınması isteyecektir. Romanın sonlarına doğru, ataerkil ideolojiye yenilmeyen abisi tarafından Nuran kurtarılır.

Orhan Kemal’in romanlarında toplumsal koşulların, sosyal-ekonomik geriliğin aile ve bireylerle etkileşiminde ortaya çıkardığı sorunlar çoklukla yer bulur. Sorunlu aileler içinde kadının statüsü düşüklüğünü korur. Kadınlar ve kızlar refaha erişecekleri noktada beklenti doludur. Gelir yetersizliği ile yoksul semtlerde yaşamlarını sürdüren ailelerin bireyleri hem aile yapısının hem de olumsuz toplumsal şartların yansımalarını kişiliklerinde taşırlar. Eğitimsiz olmaları, suça itilmeleri, cinsellikle erken tanışma, çok eşlilik gibi özellikleriyle Orhan Kemal’in romanlarında yoksulluk kültürünün belirleyicilerini taşırlar. Denebilir ki, “yazarın, çürümüş ilişkiler ve hastalıklı mücadelelerde aileye bu kadar yüklenmesinin sebebi, onu, bozulmuş sosyal düzenin bir aynası olarak görmesine bağlıdır” (Narlı, 2002:

466).

Evliliğin olageliş şekilleri, çok eşli evlilikler, kadınların hane içindeki sosyal statüsü Orhan Kemal’in romanlarının kadın kahramanlarında toplumsal cinsiyeti değerlendirmek bağlamında sosyolojik okumayla elde edeceğimiz verileri sunar.

Örneğin kırsalda geçen romanlarında çok eşli evlilik rastlanan bir sosyal olgudur.

“Vakuat Var Hanımın Çiftliği 1” romanında Cemşir’in:

“dört karısı, dört karıdan sayısını kendinin de bilmediği, yirmi kadar irili ufaklı çocuğu vardı. Karılarından en büyüğü Kürt, ikinci Arnavut, üçüncü Arabuşağı, en küçüğü de Boşnak’tı. Karılarının dördü de ardından sürüklenmiş, Cemşir’in yoluna saçlarını süpürge etmişlerdi…

Kadınlar gebe kalır, kendi kendilerine doğurur, çocuklar yaşar, yaşamaz, yaşayanlar da adeta Cemşir’in dışında, kendi kendilerine büyürlerdi”

(O, Kemal, 2009a: 8).

Kızların satılması yoksul aileler arasında yaygındır. Roman çerçevesinden bakıldığında Cemşir açısından, “isterlerse nikâhla, istemezlerse parayla da satabilirlerdi. Alt tarafı kızdı bu, nerden baksan bir kız. Onun kadar değilse de gene de çeşitli avradından en az yedi, sekiz kızı vardı Cemşir’in. Satardı. Hele bir de şeriat nikâhı kıydılar mı, bitti gitti” (O, Kemal, 2009a: 123). Diğer yandan:

“Kızlarını satıp paraları aldıktan sonra Cemşir, gerçekten de kızlarıyla ilgilenmez, defterden silerdi onları. En biri, büyük karısından olan iki kızı. Kızları satıp paraları almış, sonra da unutmuştu. Kızlar, zamanla kocalarının nikâhı altında oynamışlar, adamlar tekmeyi atınca art arda genelevlere düşmüşlerdi (O, Kemal, 2009a: 158).

164 Sonrası malum, erkeklerin kullanacağı bu kadınların başına gelecekler… Kadın erkeğin her türlü müdahalesine açık yanıyla ortadadır. Bazen romanda erkeğin kadın karşısındaki görevinin kadın tipler yoluyla verildiğini görürüz. Örneğin Güllü’nün annesinin kızını düşünürken yaptığı değerlendirme bununla ilişkilidir:

“Çalışan bir kadın için erkek, bulunmaz bir meta değildi. Erkek dediğin, karısının karnını doyurmalı, üstünü başını bütünlemeliydi. Karnını doyurmaz, üstünü başını bütünlemez, üstelik elindekini çekip alırsa, ne demeye çekmeliydi kahrını?” (O, Kemal, 2009a: 204). Ama kendisine gelince, “Baban benim küçük tanrım. İsterse beni çekip vursun, etimi lime lime doğrasın. Kanım helal ona” (O, Kemal, 2009a: 205).

Hatta eşi tarafından acımasızca dövüldüğü bir gece komşuların polis çağrılması ısrarına, “hayır istemiyorum, çağırmayın. Polis molis istemiyorum. Ben her şeye razıyım. Kocamdır. Dövsün, öldürsün isterse. Davacı değilim ondan!” (O, Kemal, 2009a: 241) diyecek kadar kaderine razıdır. Buna katlanmasının nedeni, aslında kapının önüne atıldığında başına geleceklerle ve karşılaşacağı sorunlarla baş edemeyeceği içindir. Bir ölçüde kızını bir hazırlayıştır erkek egemen yapıya. Güllü çiftliğe satıldığı zaman bekâretine verilen önem de ortadadır. Elbette genelde bakıldığında köy, kasaba ve çiftlik hayatını anlatan romanlarda namus kavramı üzerinde şehir hayatını anlatan romanlardan daha çok durulur (Gülendam, 2015:

335). Ancak bu namus anlayışına Orhan Kemal’in romanlarını gözeterek baktığımızda, öncelikle başlık parası karşılığında satılan kızların, evlenilecek kızların daha önceden bir başka erkekle birlikte olmasının onlar açısından değerlerini düşüreceği, daha kötü koşullara itileceğine dair örnekler vardır. Zorlu yaşam koşullarının etkisiyle, kimi kadınların evli olmalarına rağmen başka erkeklerle birlikteliklerine rastlanır. Kimin namuslu olacağına erkekler aslında karar verirler.

Eğitimsiz, korunmasız, sosyal güvencesiz, yoksul kadınların aile çevresinden atıldıklarında başına gelecekler olayları bilen kadınlar, daha acımasız toplumsal koşullar içinde eriyip gitmemek için başlarını öne eğmeyi tercih ederler. Hal böyle olunca kadınların kendi aralarındaki iletişimiyse erkeklerin kurduğu dünyanın devamını sürdürmek temelindedir. Kadınların erkeklerden beklentisi, Gülizar’ın Güllü’nün çiftliğe gelmesiyle beraber değeri düşünce planını Seyyare Bacıya açtığı, Kapak Hafız’a gitmeye karar verdiğinde şöyle nitelendirilir: “Fırsat vermesin biiir, komşuya muhtaç etmesin ikiii, aç, susuz komasın üüüüç, giyim, kuşamımı eksik etmesin döööört” (O, Kemal, 2009a: 303).

165

“Bereketli Topraklar Üzerinde” romanında imam nikahıyla birlikte yaşamalar yaygındır. Kadınların yaşlarının küçük olması, babaları tarafından satılmaları, birlikte yaşadıkları erkeklerce aldatılmaları, terk edilmeleri, yoksulluk kültürü ile birlikte anlaşılan hayat olaylarıdır. Örneğin Fatma nikâhlı olmadığı için Ömer Zorlu, Pehlivan Ali, Katip Bilal gibi erkeklerle birlikte olur. Evlilik izinnamesinin olmaması Fatma’nın aleyhinedir: “Beni orospu yapacaklar” (O, Kemal, 2014c: 217) diye söylenmesi birazda çevrede benzer yaşam deneyimlerinin sonuçlarını bilmesinden ileri gelir. Ne var ki çiftlikten ayrılmak zorunda kalır, sıtma olmuştur, sıtmalı hali erkeklerin umurunda bile değildir, yardım bahanesiyle bir ırgatın cinsel ihtiyaçlarını gidereceği bir et parçası haline bile gelir. Yine romanda satılan iki bacının genelevde olmasından söz edilir. Bunlar ırgatbaşının kızı Selvi ve Seyran’dır. Evet, kırsal çalışma koşulları içinde karşılaştığımız yoksul ırgat ailelerinde kadın aşağı konumdadır. Köyde yaşayan ailelerde de yoksuldur.

“Kanlı Topraklar” yapıtında evlilik ve cinsiyet sosyolojisine dair bilgiler edinebiliriz. Pamuk tüccarı, fabrika sahibi Nedim Ağa’nın yanında çalışan bekçilerden birini verirken yazar, şöyle bir bilgiyi paylaşır: “Kızını geçen hafta bir peşkirciye yüz elli liraya satmış, paranın kırk lirasını önceden almış, bugün imam nikâhından sonra kızı teslim ederse, artakalan yüz on lirayı da alacak, Kuruköprü’deki kebapçıda kana kana rakı içecek. Daha dört kızı vardı!” (O, Kemal, 2012a: 54).

Evliliklerin büyük çoğunluğu imam nikahlıdır. Nedim Ağa’nın yanında çalışan düzenbaz Topal Nuri de eşinin haklı olduğu bir halde eşiyle arasında geçen tartışmadan sonra aşağılamakla kalmaz onu şu cümlelerle boşar: “Ulan şu kenef suratına bak. Sen de kendini adamdan, kadından mı sayıyorsun? Boş ol, üçten dokuza boş ol, hadi!” (O, Kemal, 2012a: 186). Medeni Kanunun kabul edildiği bilinmesine rağmen bu tür evlilikler ve boşanmalar sürer. Boşanmaların sonrasında erkek toplumunda kadın evsiz, gelirsiz, yemeksiz ve sığınacağı yeri olmayan bir yaşantıda birçok sosyal sorunla baş başa kalır.

“Gurbet Kuşları” romanında sonradan zengin olan, bunda eşinin de payı bulunan Hüseyin Efendi’ye göre eşi Nermin, “otomobil kullanan, şeytana pabucunu ters giydiren bir orospu çocuğu” olarak belirtilir (O, Kemal, 2007c: 44). Kadın ise onu görgüsüz olduğu için beğenmez. Yaşamları bir çıkar evliliğine dayalıdır.

Rahatlıkla aldatır da! Aldattıkları arasında Ankara’dan iş takip ettirdiği bakanla, buna şair Erol da dahildir. Hüseyin Efendi’nin geçmişine bakıldığında, imam nikahlı eski

166 eşi Nesibe’nin bütün mal varlığını üstüne aldıktan sonra onu köyüne gönderişi, bizleri toplumsal korumanın kadının lehine işlemediğine tanıklık ettirir.

“Eskici Dükkânı” romanı evlilik biçimleri ve aile yapıları bakımından kritik edilmesi gereken bir romandır. Yapıt 1950-1960’lı yıllarda ortak işletmeye sahip ataerkil geniş bir ailenin sosyal sorunlarla yoğrulu yaşamı etrafında dönmektedir.

Topal Eskici, eşi, ayrı yaşayan evli oğlu Mehmet, gelini ve üç çocuğu, diğer oğlu Ali ve kızı Zeliha ile geniş bir ailedir. Pamuk toplamaya karar verip tarlalara çalışmaya gittikleri zaman on altı yaşındaki Zeliha tarlada birlikte olduğu Ünal ile evlenir, Ali de Zeynep isimli, halasının yanında yaşayan bir kızla evlenir.

Topal Eskici 1912’de Trablus’ta sol bacağını kaybetmiştir. Duygusal, dışa dönük, kavgacı ve hırçın, yaptıklarından sonradan pişmanlık duyan bir roman karakteridir. Ortak bir ev ekonomisinin sürmesinin yanında büyük çocuk evden ayrılmıştır. Ailede ataerkil bağlar varlığını korumakta, dokuz kişi aynı iş yerinden beslenmekte, aile içi ilişkilerde büyük babanın etkili olduğu gözlenmektedir. Hatta yer yer kaynana da belirleyici olmaktadır. Bu, Türk geleneksel aile sisteminde bilinen bir durumdur. Kadın yaşlandığında aile içinde sözü geçer bir pozisyon

Topal Eskici 1912’de Trablus’ta sol bacağını kaybetmiştir. Duygusal, dışa dönük, kavgacı ve hırçın, yaptıklarından sonradan pişmanlık duyan bir roman karakteridir. Ortak bir ev ekonomisinin sürmesinin yanında büyük çocuk evden ayrılmıştır. Ailede ataerkil bağlar varlığını korumakta, dokuz kişi aynı iş yerinden beslenmekte, aile içi ilişkilerde büyük babanın etkili olduğu gözlenmektedir. Hatta yer yer kaynana da belirleyici olmaktadır. Bu, Türk geleneksel aile sisteminde bilinen bir durumdur. Kadın yaşlandığında aile içinde sözü geçer bir pozisyon