• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KURAMSAL VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.1.6. Küreselleşme Teorileri

1.1.6.1. Robertson’un Küreselleşme Teorisi

Robertson, küreselleşmeyi “dünyanın küçülmesi” ve “dünya bilincinin güçlenmesi” süreçleri olarak tanımlar. Küreselleşmeyi moderniteyle ilişkilendirir. Ona göre “dünyanın küçülmesi” nesneldir. Bu bağlamda “ dünyanın küçülmesi” teknolojik gelişmelerle birlikte zamanı kat etme hızının artışı ve karşılıklı bağımlılığında artmasını doğurmuştur. O “Dünya bilincinin güçlenmesi” nin öznel ve kültürel olduğunu belirtir. Bireylerin tekbir dünyanın farkında olmaları “dünya cemaati” bilinciyle ilişkilidir. Robertson, Giddens’dan farklı olarak küreselleşmeyi modernliğin bir sonucu olarak görmez, günümüzdeki şekillenmesinde modernliğin etkilerini kabul etmekle birlikte küreselleşme sürecini dünya dinlerinin ve meta-fizik düşüncelerin ortaya çıkışı kadar geriye götürür. Avrupa’da ise küreselleşme feodalitenin yıkılışından sonra ortaya çıkmıştır (Özyurt, 2005:37).

Robertson Küreselleşme sürecinin tartışmalı bir süreç olduğunu belirtir. Küreselleşme sürecinin ulusal-toplumlar, birey-benlikler, uluslararası sistem ve insanlık arasındaki

ilişkiler çerçevesinde açıklanabileceğini ve küreselleşmenin Avrupa’da feodalizmin çöküş evresinde şekillenmeye başladığı belirtir (Robertson, 1999:253).

Robertson iyi bir küreselleşme kuramının dayandığı temel noktaları şöyle belirtir. 1- Küresel sistem yalnızca toplumlara indirgenemez. Bu bağlamda bireyler toplumlar ve toplumsal sistemler tutarlı bir şekilde ele alınmalı ve bu da yapılırken işlevselci, pragmatik ve materyalist yorumlardan kaçınılması gerektiğini belirtir. Bir bütün olarak küresel sahayı ele alan Robertson, uygarlıkların, kültürlerin, ulus toplumların, ulus–içi ve uluslararası hareketler ile uluslar arası örgütlenmelerin, alt toplumlar ile etnik grupların ve bireylerin giderek daha fazla baskı altına alındığı ve aynı zamanda farklı olarak güçlendirildiği bir noktaya doğru sıkıştırılmasıyla ortaya çıkan toplumsal kültürel sistemin küresel sistem olduğunu belirtir. Küreselleşme, menfi ya da müspet bir şekilde küresel insanlık durumuna yönlendirilen üçüncü kültüre yol açmaktadır (Robertson, 1999:103-104).

2- Küreselleşme ele alınırken indirgemecilikten kaçınmak gerektiğini belirten Robertson, hem küresel kültürün dinamiklerinin hemde yerel kültürel dinamiklerin ele alınması gerektiğini belirtir. Bu bağlamda küresel ve yerel kültürel dinamiklerden sadece biri küresel sitemi açıklamada tek başına yeterli değildir (Robertson, 1999:103-104).

Robertson, “zaman - mekanın yok olması”, “ küresel kültürel türdeşlik”, “büyük daha iyidir”, “yeni dünya düzeni”, “ekonomik belirlenimcilik”, “dünya gezegenini kurtarma” gibi küreselleşme ile ilgili görüşlerden hiç birini kullanmaz. O, küreselleşmeyi dünyanın küçülmesi ve dünya bilincinin güçlenmesi olarak tanımlar (Robertson, 1999:302). Robertson ayrıca küreselleşmeyi tamamen modernliğin bir sonucu olarak görmez. Küreselleşmenin modernliğin yayılmasına katkıda bulunduğunu belirtir. Küreselleşmenin başlangıcını dünya dinlerinin ve metafizik düşüncelerin ortaya çıkışına kadar geri götürür. Küreselleşmenin günümüzdeki şeklinin oluşmasında modernitenin etkisinin olduğunu ve küreselleşme düşüncesinin Avrupa’da feodalizmin çöküşünden sonra ortaya çıkıp ve günümüze kadar beş evreden geçtiğini belirtir (Özyurt, 2005: 37). Oluşum evresi: Avrupa’da 15. yüzyılın başlarından 18. yüzyılın ortalarına kadar devam eden süreçtir. Bu dönem ulus toplulukların yavaş yavaş ortaya çıktığı ve Orta Çağa

özgü “ulus ötesi” sistemin çöktüğü dönemdir. Yine bu dönemde Katolik kilisesinin etkinlik alanı artmış ve bireye karşı tutum ve düşünceler değişmiş ve insanlığa ilişkin düşünceler ön plana çıkmıştır. Dünya merkezli anlayıştan güneş merkezli anlayışa geçilmiş, dünyanın bilinmeyen yerleri keşfedilmiştir. Bu bağlamda önceden doğruluğu bile denenemeyen birçok şey insanlığın deneyinden geçerek doğruluğu ya da yanlışlığı sınanmaya başlanmıştır.

Başlangıç Evresi: 1750’den başlayıp 1870’e kadar devam eden süreçtir. Bu dönemde özellikle Fransız İhtilal’i sonrasında meydana gelen değişimler (milliyetçilik akımı gibi) sonrasında imparatorluklar yerine ulus-devlet anlayışının benimsenmesi ve bu anlayışın giderek küreselleştiği süreci içerir. Bu süreç aynı zamanda “yurttaş birey” anlayışının kabul edilmeye başlandığı ve Avrupalı olmayan toplumların uluslararası toplum tarafından kabulü ile ilgili sorunların yaşandığı ve ulusçuluk ve uluslararasıcılık meselesinin temalaştırıldığı süreçleri içerir.

Yükseliş Evresi: 1870’den başlayıp 1920’ye kadar olan süreci kapsar. Dünyada uluslararası toplum anlayışının yaygınlaşmaya başladığı, modernlik sorunun ilk kez tartışıldığı, ulusal ve bireysel kimliklerin önem kazandığı bir süreçtir. İnsan hakları bazındaki düşüncelerin evrensel boyutta formüle edilmeye başlanması, ilk uluslararası romanların yayınlanması, küresel yarışmaların (olimpiyat gibi) başlaması ve ilk dünya savaşının çıkışı bu döneme ait özelliklerdir.

Hegomanya İçin Mücadele Evresi: 1920’den başlayıp 1960’a kadar devam eden süreçtir. Yükseliş döneminin sonunda ortaya çıkan baskın küreselleşme sürecinin kırılgan terimlerine ilişkin tartışmalar ve savaşlar bu dönemin özelliklerindendir. Birleşmiş Milletler bu dönemde kurulmuştur. İki kutuplu dünya anlayışında ve modernlik anlayışındaki çatışma ve sonrasında soğuk savaşın en üst noktaya ulaştığı, soykırım ve atom bombasını kullanıldığı, ulusal bağımsızlık ilkesinin kabul edildiği ve üçüncü dünya savaşının şekillenmeye başladığı bir süreçtir.

Belirsizlik Evresi: 1960'lı yılların sonunda başlayan küresel bilincin artması, materyalizm sonrası değerlerin vurgulanması, soğuk savaş sürecinin sona ermesi, nükleer silahların yaygınlaşması ve iki kutuplu dünya anlayışının dünya sistemine yön verme amaçlarının olduğu, küresel iletişim teknolojisinin gelişmesi ve bu teknolojinin yayılması, toplumların çok kültürlülük ve çok etniklik sorunlarıyla karşı karşıya

kalması, birey anlayışlarının cinsiyet, cinsel, etnik ve ırksal düşünceler tarafından daha da karmaşıklaştırılması, insan haklarının küresel bir sorun halini alması, sivil toplum ve dünya yurttaşlığına ilginin artması ve küresel kurum ve hareketlerin sayısının artması bu dönemin belirgin özellikleridir (Robertson, 1999:99-102; Dirlik, 2009:62). Robertson küreselleşme evrelerini açıklarken toplumların teknolojik ve toplumsal gelişimlerini tarihi bir süreçte ele alarak küreselleşme sürecinin bir analizini yapmaya çalışmıştır. Son evreyi belirsizlik evresi olarak tanımlamasının nedeni bu evrenin küreselleşmenin bir paradigma olarak kendini kanıtladığı evre olmasıdır. Robertson küreselleşmenin bu evrelerini açıklarken kapitalizmin tarihi seyrinden etkilenmiştir.

Robertson, küreselleşme sürecinde dört kurumsallaşmış boyutun yer aldığını belirtir. Bu kurumsallaşmış boyutlar; ulus toplumlar, bireyler, dünya toplumlar sistemi ve insanlıktır. Bu boyutlardan birini veya bir kaçını göz ardı etmek küreselleşmenin eksik ya da yanlış anlaşılmasına yol açar (Robertson, 1999:19-57). Çünkü bu boyutlar iç içe girmiş ve sürekli etkileşim halinde bulunan ve birbirlerini etkileyen boyutlardır. Küreselleşme süreci ulus toplumların varlığını ortadan kaldırmayacağını ancak bu ulus toplumların bütünleşme sorunlarını etkileyeceğini belirtir. Önceden kültürel bütünleşmeyi amaçlayan toplumlar, günümüzde çok kültürlü toplumlar olarak nitelendirilmektedirler (Özyurt, 2005:40; Robertson, 1999:173).

Robertson, yerel kültürden ve ulusal-toplumsal kültürden söz edebildiğimiz gibi küresel kültürden de söz edebileceğimizi belirtir. Küresel kültürün bir boyutu küresel ölçekte değerlerin ve davranışların yayılmasını içerirken diğer boyutu da ulusal ve yerel kültürlerin, küresel ölçekte üretilerek yeniden canlılık kazanması boyutunu içerir. Bu iki süreci vurgulamak için “Glokalleşme/küyerelleşme” kavramını devreye sokar (Özyurt, 2005:41). Glokalleşme (küyerelleşme) kavramıyla “tikelin evrenselleşmesi”, “evrenselin tikelleşmesi”ni ifade eder. Küreselleşme ile yerelleşme arasın da zorunlu bir gerilimin olacağı ve bu gerilimin, “glokalleşme” kavramıyla aşılabileceğini belirtir. Küreselleşme sürecinde homojenleştirici ve hetorejenleştirici etkiler birbirlerini etkilerler ve aynı zamanda birbirlerini tamamlarlar. Küreselleşmenin hem dünya ölçeğindeki boyutu hem de yerellik boyutu “glokalleşme” terimiyle daha açık bir şekilde belirtilir (Robertson, 1998:97-120, Dirlik, 2009:51).

Robertson özellikle 1990’lardan sonra yeni liberal politikalarla birlikte ekonomik küreselleşmenin dünya üzerinde açık bir şekilde görüldüğünü ve bu sürecin çok hızlı bir şekilde gerçekleştiğini belirtir. Ekonomik güçlerin ve ekonomik işleyişin küresel kültürü şekillendirebileceğini asla kabul etmez. Ona göre bu küreselleşme sürecinde asıl belirleyici ekonomi değil kültürdür (Robertson, 1999:19).

Aslanoğlu’a (2000:141) göre, Robertson, küresel süreçlerin birbiriyle etkileşiminde medyanın büyük rolü olduğunu belirtmektedir. Yaşanan medyalaşma süreci, kitle iletişim araçlarının hızla yayılmasını, iletişim ağları aracılığı ile “mal” haline gelmiş simgelerin dünyanın her yerinden alıcısına ulaşmasını kolaylaştırmıştır. Bu ise uluslararası iletişim alanında küresel ile yerel olanın etkileşiminin yoğunlaşmasına sebep olmaktadır. Çeşitli kültürlerin birbirleriyle karşılaştıkları alan medyadır. Yerelliklerin tanımlanması, standartlaşması ve birbirine karşıt olan uç noktaların törpülenmesi medya aracılığı ile yapılmaktadır

Modernleşme ve post-modernleşmeyle ilintili bir kavram olarak küreselleşme, modernitenin bir sonucu olan ulus-devlet bütününü parçalayarak post modernleştirmiştir. Ulusun post- modernleşmesinden kasıt; ulus-devletin homojenleştirici ve standartlaştırıcı özelliğini kaybederek, meydana çıkmış heterojenliklerin konjonktürel olarak değişen özelliklerine göre, her birine dayanma eğilimi içine girmesidir. Ortaya çıkan bu durum küreselleşmenin yol açtığı bir gelişmedir ve sonuçta küreselleşmenin doğurduğu problemlerin ulus-devlet biriminin boyutlarını aşması veya bu boyutları zorlaması ulus-devletin krizine neden olmaktadır (Robertson, 1992:25-26).

Günümüzde küreselleşmenin getirdiği özgürlük ve eşitlik gibi anlayışlar ulus devlet yapılarının içinde bulunan birçok yerel kimliğin ve yerel kültürün ortaya çıkmasına yol açmıştır. Özellikle bu durum ulus devletlerin çok kültürlü bir yapıya büründürülmeleri doğurmaktadır. Bu bağlamda ulus devlet yapılarının ihtiva ettiği bütünlük yerini farklılıkların da benimsendiği bir anlayışa doğru götürmektedir.