• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KURAMSAL VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.1.6. Küreselleşme Teorileri

1.1.6.2. Bauman’ın Küreselleşme Teorisi

Bauman, küreselleşme olgusunu, sadece günümüz Batı toplumlarında yaşanan politik ve ekonomik dönüşümün bütün küreye olan yansıması bağlamında değil, bu olguyu aynı zamanda 19. yüzyılın kurulu siyasal düzenini de hedef alan; sermayeyi siyasetten,

emeği de yerelden koparmayı amaçlayan evrensel bir dönüşüm projesi olarak değerlendirir. Ona göre küreselleşme; modernitenin dayandığı ekonomik ve kültürel düzene karşı bir başkaldırı hareketi olduğu kadar bugüne kadar var olan dünyayı algılama ve kavrama biçimlerimizi altüst eden epistemik bir kırılmanın yankısı olarak da görülmelidir. Küreselleşmeyi kültürel görüngüleriyle, küreselleşen bir dünya sisteminin “ekonomi-politiğiyle” açıklamaya çalışmış ve bu durumu iki açıdan değerlendirmiştir. Bunlardan birincisi; 20. yüzyılın kurulu dünya sisteminin dayandığı ulus-devlet ve siyasal örgütlenmenin artık aşılmaya başladığı noktasındaki tespitidir. Bauman, çift kutuplu bir dünya düzeninin özlemi içindedir. 1989 Berlin Duvarı’nın yıkılması sonrasında küresel yönetimin tek devletin egemenliğine geçmesini talihsiz bir gelişme olarak değerlendirerek, günümüzde yaşanan birçok politik sorunun nedenini bu gelişmeyle ilişkilendirir. Bauman, çift kutuplu bir dünyada güç politikasının, dünyayı bölmesine karşın kendi içinde bir bütünsellik imgesi yaratmayı başardığını, paylaştığımız dünyayı “şeylerin küresel düzeni” içinde, yani iki güç kampı (ABD/Rusya) arasında çatışma ve sonsuza dek güvenilmez kalsa bile titizlikle korunan bir dengede, yerkürenin her köşesine ve her parçasına anlamını vererek bütünleştirdiğini ifade eder (Bauman, 2006:70).

Bauman, diğer küreselleşme kuramcılarından farklı olarak küreselleşmeyi ortaya çıkaran tarihsel koşullar üzerinde durmaz. Bauman’ın ilgisi küreselleşmenin sonuçlarına yöneliktir. Bu sonuçlarla ilgili en önemli tespiti, küreselleşmenin hayatın tüm alanında doğurduğu belirsizliktir. Bu belirsizliği doğuran mekanizmalar küresel olduğundan var olan siyasi kurum ve devletler bu belirsizliği çözmede yetersiz kalır. Küreselleşme fikrinden çıkan en derin anlam dünya meselelerinin belirsiz, kuralsız ve kendi başına buyruk doğasıdır. Bu bağlamda küreselleşme “yenidünya düzeni değil” “yenidünya düzensizliğinin” kendisidir. Küreselleşmenin bu özelliği onun beslendiği kaynak olan “evrenselleşme” fikrinden net bir şekilde ayırır. Bir dönem küreselleşme meselelerine ilişkin kavram olan “evrenselleşme” artık anlamını yitirmiş ve kullanılamaz hale gelmiştir. Bu küresel çağda hiçbir kurum, devlet ya da birey geleceğiyle ilgili öngörüde bulunamamaktadır. Bauman SSCB’nin çöküşüyle birlikte bu belirsizliğin kendini daha fazla hissettirdiğini belirtir (Bauman, 2006:70-71).

Günümüz dünyasında küreselleşme yerel kalmanın, toplumsal sefaletin ve alçalmanın bir göstergesidir. Yerel olmanın bir sürü sıkıntısının olmasının yanı sıra, yerel birimler anlamlarını kaybetmektedirler. Bu süreçte artan mekânsal ayrım ve farklılaşma küreselleşme sürecinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bu bağlamda küresel kültürün yerel kültürleri melezleştirmesi, bu etkileşimin sonucu olarak da yerel ile küresel olan arasında bir çatışma kaçınılmazdır (Bauman, 2006:9).

Küreselleşme sürecinde devletin maddi temeli tahrip olmuş, egemenliği ve bağımsızlığı yok edilmiş, politik özelliği silinip kaybolmuş, büyük şirketlerin basit bir güvenlik birimi haline gelmiştir. Devletlerin bu küresel baskıya karşı koyacak gücü ve kaynağıkalmamıştır ( Bauman, 2006:77).

Bauman devletlerin gerileme nedenlerini iki temel kategoride toplar. Bunlardan birincisi, modern dönemde devletlerin çok az bir kısmı egemenliklerini sürdürecek güç ve zenginliğe sahip oldukları için; küresel düzen ancak devletlerarası bloklaşma ile sağlanabilmiştir. Bunun sonucunda öngörülmeyen bir “devletler üstü bir bütünleşme” ortaya çıkmıştır. Bloklaşma döneminde küresel manzara devlet blokları arasında rekabet ve varoluş sahnesine dönüşmüştür. Bu durum ise askeri, ekonomik ve kültürel alanda ulus devletlerin gücünün zayıflamasına neden olmuştur (Bauman, 1999:74). Yine bu dönemde ulus-devletlerin gücünün kırılması sonucunda etnik grupların devlet ve toprak istemleri gibi birtakım istekleriyle sahneye çıktıkları görülmektedir. Bu bağlamda ulus-devletlerin egemenliklerinin devre dışı kaldığı bu süreçte coğrafi parçalanmalar ve düzensizlikler baş göstermiştir (Özyurt, 2005:47).

Devletlerin zayıflamasının ikinci nedeni olarak, iktidar ve gücü elinde bulunduranların yerelden ayrılıp küreselleşme sürecine katılmalarını görür. Devletlerin zayıflaması, küçülmesi veya egemenliklerini kaybetmesi, Küresel şirketlerin güvenlik araçları olmalarını sağlamıştır (Bauman, 2000:130-174). O, İnsanlık parametlerinde süre giden çok yönlü dönüşümü özetlemek için “Zaman/mekan sıkışması”5 terimini kullanır. Bu

5 “Zaman/ Mekan sıkışması”terimini ilk kullanan David Harvey olmuştur. Post Modernliğin Durumu adlı kitabında zaman ve mekanın görünen niteliklerinde büyük değişmeler meydana geldiğini belirtir. Bu değişmelerdünyaya bakış açımızı köklü bir şekilde değişikliklere uğratmıştır. Zaman/ Mekân Sıkışması işte bu değişikliklere işaret eder. Küreselleşmeyi “zaman-mekân sıkışması” olarak tanımlayan David Harvey, bu sıkışma sonucunda çok köklü değişikliklerin olduğunu vurgular. Harvey “sıkışma” terimiyle “hayatın hızının artışı”nı ve “mekansal engellerin aşınması”nı ifade eder. ‘Mekânı kat etmenin aldığı zaman 1500lerden 1960lara kadar 70 kat küçülür. 1500-1840 arası atlı arabalar ve yelkenli gemilerle saatte en fazla 16 kilometre mesafe kat edilirken, 1850-1930 arası buharlı lokomotifler saatte 60 km,

sıkışmanın toplumsal neden ve sonuçlarına bakıldığında küreselleşme sürecinin genellikle var sayılan ortak etkilere sahip olmadığını belirtir. “Zaman ve mekan” kullanımları farklılaşmış ve farklılaştırmıştır. Küreselleşme ne kadar birleştirirse o kadar bölmektedir. Bazıları için küreselleşme olarak görülen şey, başkaları için yerelleşme anlamına gelebilir (Bauman, 2006:8-9). Zamansal ve mekânsal mesafelerin teknoloji vasıtasıyla sıfırlanması insanlık durumunu homojenleştirmekten çok kutuplaştırma eğilimindedir. Günümüzde insanlar arasında birliktelik değil, ayrılma ve sakınma başlıca hayat felsefesi haline gelmiştir. (Bauman, 2006:58). Bu bağlamda küreselleşme toplum içerisinde bir cemaat anlayışından ziyade cemiyet anlayışı ve biz duygusu yerine ben duygusunu bireyler arasında hakim bir anlayış olarak benimsetmiştir. Geleneksel tutum ve davranışların yerini kapitalist tutum ve davranışlar almıştır.

Bauman’a (2006:64) göre “global ölçekte bir taraf küreselleşme sürecini yaşarken diğer taraf yerelleşme süreci içindedir”. Yani küreselleşme insanı kutuplaştırmaktadır. Globalleşen, teknolojiyi elinde bulunduran üst kültür yani elit kesimdir. Buna rağmen alt kültür ve alt sınıf yerel kalmaktadır. Bu eşitsizliğin dünya sathında derinleşmesine ve kalıcı olmasına sebep olmaktadır. Bu bağlamda yerel olan için melezleşmenin “kültürel güçsüzleşme” anlamına geldiğini söyleyen Bauman’a göre teknolojik gelişmeler, farklı kültürlerin karşılaşıp kaynaşmasını çok kutuplaştırma ve bölme amacına hizmet etmektedir. Teknolojik gelişmeler bu yüzden küreselleşmenin ayrılmaz parçası olan mekanı bölme, ayırma ve dışlama amacına hizmet eder. Küreselleşme ya da modernleşmenin getirisi olan teknolojik gelişmeler Küresel dünyada ayırma ve dışlama aracı olarak kullanılırlar. Bu süreç küresel olanı eleğin üzerinde tutar yereli ise temizler. Bu çağda insanlar nereye giderlerse gitsinler vardıkları her yerde kendilerini evlerindeymiş gibi hissederler. Yine bu küresel çağda soyutlanmış ve birbirinden ayrılmış yereller küresellerle teknoloji vasıtasıyla buluşurlar. Bu buluşma sonrasında

1950’lerde pervaneli uçaklar saatte 160-640 km ve 1960’larda jet yolcu uçakları saatte 800-1100 km hız yapar. Eşya ve insan nakletme hızında 1500’lerden günümüze kadar görülen bu baş döndürücü gelişme, simgelerin nakledilmesi alanında daha da ileri boyutlara varır. Yaklaşık bir asır boyunca ses; yarım asır önce de görüntü dünyanın bir ucundan diğer ucuna nakledilmeye başlanır. Morley ve Robins, David Harvey’in “zaman ve mekan sıkışması” tanımına ilave olarak, bu “sıkışma” sonucu küreselleşme’yi “anlık ve derinliği olmayan bir dünyanın yaratılması” olarak tanımlarlar.(Harvey, 2003;2007)

küresel olan yerel olanı boğar ya da değişime zorlar. Bu durum kaçınılmaz bir durumdur.

Bauman, küreselleşme fikrinin taşıdığı en derin anlamın, dünya meselerinin belirsiz, ele avuca sığmaz kendi başına taşıdığı buyruk olarak belirtirir. Bir idari merkezin olmadığını belirterek Jowitt’in “yenidünya düzensizliğinin” başka bir adı olduğunu belirtir (Bauman, 2009:69). Yine Bauman, küreselleşmeyi iktidarın ve gücün küreselleşmesi ve siyasetinde yerel kalması olarak görür (Bauman, 2000:203).

Bauman’a göre küresel belirsizliğin ortaya çıkmasının en önemli nedeni, devletlerin yasama, yürütme egemenliğinin yanı sıra ekonomi, kültür ve askeri egemenliklerini sürdürme ve toplumsal düzen kurma yeteneklerinin azalmasıdır. Bauman, birbiriyle çelişir gibi görünen küreselleşme ile yerelleşme arasında yakın ilişkiyi vurguladığı için, Robertson’un küyerelleşme terimini kullanışlı bulur. Küreselleşme başka şeylerin yanı sıra, iktidarın siyasetten tedricen ayrılması anlamına da gelir. Güç ve iktidar odakları küreselleşmiş, siyaset ise yerel mekânlarda ikamete mecbur kılınmıştır. Siyasetin evi fiziksel, coğrafi mekân olarak kalırken, sermaye ve enformasyon fiziksel mekân iptal edilip ya da etkisizleştirilerek siber mekânda ikamet etmek zorunda bırakılmıştır. Bir iktidar aracı olarak sermayenin mekân dışılaşması yerelliği değersizleştirmiştir (Özyurt, 2005:47).

Bauman, tek kutuplu bir dünya düzeninin küresel barış ve uluslararası denge açısından sıkıntılı bir süreci de beraberinde getirdiğini, ulus-devletlerin de küresel sermayenin erişim kanallarını engellediği için ulus ötesi şirketler tarafından ortadan kaldırılmaya çalışıldığını düşünür. Bütün bu durumların yaşanmasını küreselleşmenin yıkıcı özelliğine bağlar. Ona göre modern toplumların en önemli özelliği, haritada kalın kırmızıçizgilerle çizilmiş olan bir ulus-devlet sınırına/yapısına sahip olmalarıdır. İmparatorlukların yıkılması ardından verilen kanlı mücadeleler ve bu mücadeleler sonucunda kurulan bu devletler, kendi içinde yeni bir tarih, toplum, kültür ve ideoloji de yaratmıştır. Bu açıdan modernlik projesinin politik sacayağını ulus-devlet anlayışı oluşturmaktadır. Kendi sınırları içinde yaşayan ve devlete vatandaşlık bağıyla bağlanmış olan herkes ulusal devletin ve onun modernlik projesinin gölgesi/güvencesi altında kabul edilir. Onun için modernliği eleştiren postmodern düşünürler ve

ulus-devletlerin kırmızı sınırlarını silmek/aşmak isteyen küresel dinamikler, modern toplumları tehdit eden başlıca unsurlar olarak görülmüştür. (Duman, 2008:1-10).

Bauman, küresel politikada etkisi giderek azalan ve bu anlamda siyasi bir unsur olmaktan uzaklaşan ve vatandaşları üzerinde yönetme kabiliyetini yitirmeye başlayan ulus devletlerin meşru bir temeli bulunmadığını düşünmektedir. Onun söylemiyle “ modern ulus-devletlerin inşası; “görece az sayıda becerikli ve başarılı etnisitenin, henüz olgunlaşmamış, daha küçük ve talihsiz etnisiteler “yığını olabilecek” ama “asla olmayan” uluslar üzerinde sürdürdüğü bir şiddet öyküsüdür” (Bauman, 2005:261). Özyurt, (2005:48-49), “küyerelleşmeyi”, güç ve iktidarın küreselleşmesi, siyasetin yerel kalması veya siyasal kabileleşme ve ekonomik küreselleşme olarak tanımlayan Bauman’a göre, toplulukçuluk ve kimlik arayışları homojen ve homojenleştirici küresel baskıların etkisini azaltmaya değil, artırmaya yarar. Bauman, küreselleşme yerelleşme diyalektiğine tabakalaşma açısından da yaklaşır. Bazılarının küreselleşmesi zorunlu olarak diğerlerinin yerelliğe hapsedilmesini gerektirmektedir. Sermayenin, malların ve enformasyonun küresel hareket özgürlüğü insanlara tanınmamakta, insanlar yerelliğe mahkûm edilmektedir. Küreselleşmiş bir dünyada yerel kalmak ise, toplumsal sefaletin ve geriliğin bir göstergesidir. Bauman, “yenidünya düzensizliği” karşısında, siyasetin geleneksel kurumlarının ve ulus-devlet anlayışının yeniden güçlendirilerek etkin duruma getirilebilmesini mümkünolmadığını belirtir. Günümüzde egemen olan dışa kapalılık ruhu, küreselleşmenin doğurduğu sorunlara, ancak yerel, sınırlı, dışlayıcı ve geçici çözümler sunabilmektedir. O halde yapılması gereken, varlığını gösteren çok az belirti olmasına rağmen “yeni bir enternasyonalizm”in olanaklarının aranmasıdır.

Bauman, küreselleşmenin, politik sahada yarattığı yıkıcı sonuçlar yanında toplumsal alanda da kaotik bir sürecin yaşanmasına kapı araladığını, küreselleşme ile birlikte kendilerini bir anda yağmur altında gören insanların sığınmaya çalıştıkları limanların başlarına yıkıldığını, altına girmek istedikleri şemsiyelerin yırtıldığını ve üzerinde durdukları toprağın ayaklarının altından kaymaya başladıklarınıbelirtir. Bu durumun nedenini, dünya meselelerinin artık belirsiz ve kuralsız bir durum almasında bulmaktadır. Bundan dolayı günümüzde küreselleşen toplumları betimlemek için üç kavrama -güvensizlik, belirsizlik, emniyetsizlik” gönderme yapan Bauman bu durumu, pilot-yolcu metaforuyla tasvir etmeye çalışır. Risk toplumunda yaşamanın getirdiği

güvensizliği, “bir uçaktaki yolcuların pilot kabinini boş olduğunu, kaptanın dostane sesinin aslında önceden kaydedilmiş bir mesajın teypten çalınmasından ibaret olduğunu keşfettiklerinde yaşayabilecekleri hisse benzetir” (Bauman, 2000:13-29).

Küreselleşmenin diğer önemli bir sonucunu da, sermayenin artık geçmişte hayal bile edilmeyen yeni bir hareket özgürlüğüyle, yani emekle olan bağımlılık ilişkisini kesmesi olduğunu düşünen yazar, kendisine belli bir yer-yurt edinmek istemeyen, istediği zaman istediği yere konuşlanabilecek biçimde esnek bir üretim biçimine dönüşen sermayenin, küresel ekonomik ilişkilerin de yerel devletlerin tekelinden çıkmasına yol açtığını, bu bağlamda küreselleşmeyi, başka şeylerin yanı sıra, iktidarın siyasetten tedricen ayrılması olarak da okunması gerektiğini düşünmüştür. Ona göre, “siyasetin evi, fiziksel ve coğrafi anlamda mekâna hapsolurken, sermaye ve özellikle enformasyon teknolojisi daha esnek bir biçimde siber bir mekâna doğru dönüşüm göstermektedir. Sermaye ve özellikle de finans sermayesi biçimindeki iktidar akış halindeyken, siyaset yerel karakterinin dayattığı bütün “siyasetten kurtulmuştur” (Bauman, 2005:230). Tarihsel bir dönüşümü, toplumsal bir değişimi ifade eden küreselleşme, “bütün bu gelişmelerin müsebbibi olma başarısını, bütün modern çağ boyunca “evrenselleşme” teriminin işgal ettiği yerin yerine geçmesiyle kazanmıştır. Bunun nedenini ise, esas olarak “küreselleşmenin, evrenselleşmenin yaptığı gibi neye ihtiyacımız var ya da olmalı ya da neyi yapmaya niyetlenmeliden çok, bize ne oluyor’a göndermede bulunmasında bulur. Kısaca, “Küreselleşme” Bauman’ın (2005:150-151) değerlendirmesiyle; “dünya işlerinin izlemekte olduğu rotalarda, onların esas olarak sınırların ve denetimin ötesinde oluşuna, neredeyse ilkel, plansız, beklenmedik, kendiliğinden ve olumsal bir nitelik kazanmasına ilişkin bir “doğallaştırmayı” işaret eder.”

Küreselleşme var olanın yerine yeni şeyler getirerek her şeyi değiştirmeyi amaçlar. Bu süreç ekonomiden, siyasete ve kültürel olan her şeyde kaotik bir durum meydana getirmektedir. Bu bağlamda da Bauman küreselleşmeyi “belirsizlik veya yenidünya düzensizliği” olarak görür.