• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KURAMSAL VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1. Evrenselci (küreselleştirici) Akım: Evrensel olana özlem, tek biçimli bir toplum organizasyonu, evrenin tek biçimlileştirilmesi, aynı veya benzer öğelerden oluşan

1.3.1.2. Modernizm ve Parçalanmış Kimlik

Modern dönemi insanlık tarihi açısından “yeni bir durum” olarak değerlendiren sosyologlar, bu yeni durumun kaotik bir süreci de içinde barındığını düşünmüşlerdir. Örneğin, Durkheim modernite için, “anomi”, Weber, “dünyanın büyüsünün bozulması", Marx, “katı olan her şeyin buharlaşması", Giddens “elimizden kaçıp giden dünya”-olarak tasavvur etmiştir. Bauman çalışmalarında modern yaşamın hoşnutsuzluklarını ve bu hoşnutsuzlukların bireysel ve toplumsal dünyada meydana getirdiği dinsel, dilsel, cinsel ve kimliksel rahatsızlıkları ele alarak, geleneksel dünyayı arkaik bir dönem olarak görerek, “küresel belirsizlik” olarak belirttiği modernite düşüncesini eleştirir. Moderniteyi, çelişkilerle dolu bir proje” olarak değerlendirir.

Modern kelimesi, Latince “modernus” biçimiyle ilk defa 5. yüzyılda, resmen Hıristiyan olan o dönemi, Romalı ve Pagan geçmişten ayırmak için kullanılmıştır. İçerikleri sürekli değişse de, modern kavramı hep, kendini eski’den yeni’ye geçişin bir sonucu olarak görmek için, antik çağla kendisi arasında bir ilişki kuran dönemlerin bilincini dile getirmiştir. Modernizmin hareket noktası, geleceği kendisiyle başlatmak olmuştur. Başlangıcın kendisi olması, kendisinden öncekilerle mücadele etmeyi zorunlu kılmıştır. Olumsuzluk ifade eden ya da öyle olduğu zannedilen her ne varsa geçmişe atfedilmiştir. Geçmişin tamamı modernliğin karşısına konulan geleneksellikle nitelendirilerek, dünya zaman boyutunda geleneksel ve modern olmak üzere iki kesite indirgenmiştir. Geleneksel toplumlar köhnelikle aşağılanırken, modernlik yenilikle yüceltilmiştir. Modernliğin cazibesi, sürekli olarak takdim edilen “yeni”lerle arttırılmıştır. Öyle ki her

yeni bir öncekinden daha çabuk eskir hale gelmiştir. Bütün bu eski-yeni ikiliğinden kimlik de nasibini almıştır. Geleneksel toplumun eskimiş kimliğine karşı albenisi bol yeni kimlikler üretilmeye çalışılmıştır. Değersiz ve geçersiz kılınmış eski kimliklerin yerini alan yeni kimliklerle bireye ve topluma hükmetmek amaçlanmıştır (Tatar, 2008:207).

Modernliğin, oluşturduğu kuramlar ve kavramlaştırmalar gibi, kolektif toplumsal kimlikler, modern dünyayı üreten sanayileşme, kapitalizm, kentleşme, dünya piyasasının oluşumu, toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü, bireysel ve toplumsal hayatın ayrımı; ayrıca ulus-devletin egemenliği ve Batılılaşma ile modernlik anlayışı arasındaki özdeşleşme tarafından sahneye konan ve sağlamlaştırılan kimliklerdir. Ancak bu kimlikler artık geçmişte verdikleri gibi bir kimlik kodu verememektedirler (Hall, 1998: 67-68). Bu bağlamda modernliğin oluşturduğu kimlikler kendilerini tanımlamak için “ötekini” oluşturmak zorundadırlar. Yoksa Spinoza’nın “kör ve geometrik dünya resmi” gibi kimlikler anlamsız olacaktır (Armağan, 1998:16).

Modern dönemde ulaşım ve iletişim alanındaki yenilikler; tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş ve buna bağlı olarak da kırsal alanlardan şehirlere göç; sömürgecilik döneminde çevre ülkelere, sömürgecilik sonrasında ise, merkez ülkelere doğru ulus aşırı göç; bürokrasinin gelişmesi, zorunlu askerlik, zorunlu eğitim gibi uygulamalarla devletin sosyalleştirme ve gözetleme yeteneğindeki artış, şüphesiz kültür karşılaşmaları ve kimlik sorununda bir yoğunlaşma meydana getirmiştir. Modernleşme ve küreselleşme kimlik sorunlarını arttırmaktadır. Artık siyaset büyük ölçüde kültürel kimlikler üzerinden yapılmaktadır. Hem modernlik hem de küreselleşme, geleneksel kimlik kalıplarını bozarken, yeni kimlik kalıplarını ortaya çıkarmaktadır. Bu arada modernlik öncesinden gelen kimlikler, geleneklerini yeniden icat ederek, modernleşme ve küreselleşme sürecinde varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Kimliğin modern bir olgu olduğu değil, modern dönemde tüm kimliklerin modernleştiğini söylemek daha inandırıcı olacaktır. Modernleşme Batılılaşmaya özdeş olarak algılandığında, buradaki evrensellik anlayışı, Batı’nın evrensellik anlayışını işaret etmektedir. Evrenselciliğin tek kaynağının modernlik veya Batı olduğunun kabulü, nihai olarak etnik merkezli eğilimlere ve sömürge ilişkilerine katkıda bulunarak, evrenselliği baltalayacak sonuçlar doğurabilir. Yerele dönüş, genellikle küresele bir tepkidir. Küreselleşme aracılığıyla

insanlar, modernliğin belli biçimleriyle karşı karşıya kaldıklarında, genellikle böyle tepki verirler. Modernleşme sürecinde ulusal/milli (yerel) kimliklerin çözülmesi, dünya üzerinde sınır tanımayan iletişim ve ulaşım araçlarının gelişip yayılması, kültürel alış-verişin yaygınlaşması, yerel değerlerle evrensel değerlerin yoğrularak yeni yaşam stillerinin oluşturulması hedeflenmektedir (Batur, 1997:30).

Milliyetçi akımların doğuşu, modernlikle birlikte keşfedilen öznellik ve yerelliğin bir milli devlet temelinde tarihsel bir projeye ve kimlik inşasına dönüşmesine yol açmıştır. Belli bir toprak parçası (territorium) üzerinde egemenliğin kurumsallaşmış ifadesi olarak milli devlet, modern dünya düzenin bugünkü biçimini almasında belirleyici bir rol üstlenmiştir. Esasen milli devletler modernleş(tir)me sürecinin ilk kuşak taşıyıcıları olmuştur. Günümüzde ise milli devletler bu fonksiyonlarını büyük ölçüde yitirmekte, küreselleşme sürecinin belirgin bir göstergesi olarak milli devlet alttan ve üstten gelen (ulusaltı ve ulusüstü) etkilerle çözülmeye uğramaktadır. İlk kuşak bütünlükçü/araçsalcı modernleş(tir)me hamlelerinin gerisinde, yerel/tikel bir kimlik temelinde tanımlı olan “milli devlet” in olması modernliğe özgü yapısal çelişkilerden biridir. Bu da bize, modernliğin yapısal olarak küreselleştirici olduğu kadar yerelleştirici de olduğunu gösterir (İnce, 2009:265).

Modernliğin kimlik sorununun da en belirgin yönü; toplumsal yapıyı bireyselleştirici biçime dönüştüren etkisidir. Modernlikte kimlikler modernlik öncesine oranla daha az verili olarak sunulur. İnsanlar çeşitli kimlikler arasında bir seçim yapma zorunluluğu ile karşı karşıyadır. “Ne” veya “kim” olacağına karar vermek özgürlük ve sorumluluğuna sahiptir. Olası kimliklerin sayısı arttıkça insan edinmek istediği kararlı, kalıcı bir kimliğin kabul edilmesini sağlamak zorundadır. Mevcut kimlik tipleri içinden seçilen kişisel kimlik, seçimin yapıldığı andan itibaren fark edilen yeni kimlikler tarafından sürekli bir sorgulamaya tabi tutulur. Bu nedenle, insanlar kimlik seçimlerini doğru yaptıklarından ve bu kimliği gelecek yaşamlarında değiştirmeyeceklerinden tam olarak emin olamazlar. Modernlik sürekli bir değişme, devinim, devrilme ve yenilik sürecini kapsadığı için, herhangi bir kimliğin mutlak olarak sabitlenmesi mümkün değildir. Modern dönemde kimlikler, moda olarak cazipleşebilir, eskiyebilir. Bu durum bireylerin dinamik bir biçimde kimliklerini yenilemesini gerektirir. Bunun sonucunda insan bir anomi ve dünyada kendini hiçbir yere ait hissetmeme gibi çok büyük bir yabancılaşma durumu yaşayabilir. Birey toplum ilişkisi veya sosyal roller ve başkalarının bireyden beklentileri, modern kimlik sorunun ortaya çıkaran diğer etkenlerdir. Bireyin çok katmanlı ilişki içinde olması kimliğinin belirlenmesinde zamanla birbiriyle çatışması olası olan, farklı referans gruplarıyla bağlantısının bulunduğu

anlamına gelir. Çoğu zaman hangi referans grubunun kişisel kimliğimizin belirlenmesinde öncelikli bir konuma sahip bulunduğuna karar vermek güçleşir. Modern toplumda insanlar arası ilişkiler soyut ve kurumsallaşmış bir biçimde yürütülür. Akrabalık ilişkileri zayıflamış, yerel tanışıklık imkanı azalmış, coğrafi ve sosyal hareketlilik uzun süreli ilişkilerin kurulmasını zorlaştırmış, ekonomik faydacılık bireyin boş zamanlarını rasyonel olarak kullanmasını gerekli kılarak, bireyi soyutlaştırmıştır. Modern insan, dayanışma ve paylaşmanın erdemini anlamayacak tüketici insan haline gelmiştir (Özyurt, 2005:187-188).

Modern toplumsal ilişkiler, artık bir kimsenin kimliğini kurgulaması için gerekli güvenilir dayanak noktası oluşturmamaktadır. Bu durumda kişi kendisine yeni kimlikler aramaktadır. Yeni kimlikler bireyin modernist hayatıyla ilişkili olarak bireylerin parçalanmış hayatları tarafından da tetiklenmekte ve buna bağlı olarak kolektif kimlik arayışları önemli sorunları ortaya çıkarmaktadır. Çünkü modernizmin, gelenek karşıtlığı üzerine kurgulanmış olması, bireyi köksüz hale getirmiştir. Geleneksel bağlarından ve köklerinden mahrum olan bireyler kolektif kimlik arayışlarında marjinal yönelişlerle kendilerini göstermektedirler. Birey modernleşmeyle birlikte çok fazla kimlikle karşılaşınca her kimlikte kendini aramaya başlamıştır.

Modernizm evrensellik soyutlaması ile farkları farklardan sadece birinin içinde eritmeye çalışmıştır. Bunu yapmaya çalışırken, farklılıkların akışkanlığını ve esnekliğini, kendi bünyesinde eritip, tek bir kalıba dökmeyi amaçlamıştır. Farklılık varlığını devam ettirmekle beraber, bunun törpülendiği, farkların birbirine yaklaşarak iç içe geçtiğinden hareketle bir melezleşme olgusundan bahsedilmektedir. Laclau’ya göre “melezleşme bugün marjinal bir olay değil, çağdaş siyasî kimliklerin inşa edildiği alanın ta kendisidir” (Laclau, 2000: 26). Bu alan küreselciler tarafından açılmaktadır. Melezleşme sürece bağlı olgu olarak bir proje gibi ortaya çıkmaktadır. Melezleme muhatapsız ve tepkisiz gerçekleşen bir olgu değildir. Tam tersine melezleşme eğilimini kendi kimliğine bir tehdit olarak görenlerin varlığı az değildir.

Küreselleşme sürecinde kimlik ile parçalanmış hayat arasında bir ilişki vardır. Nitekim Modernleşme, bir taraftan farksız, tek bir kimlik üzerine inşa edilmiş bireyler yaratmaya çalışırken ve. bunu yaparken de farklı olanları “öteki”leştirmek suretiyle, kendisinden olanlara sunduğu kimlikleri, kutsallaştırmıştır. Diğer taraftan bir bütün olan insanı, gündelik hayatın içersinde parçalara ayırmıştır ve bu bağlamda rol farklılaşması ve sathi ilişkiler, insanın çeşitli yönlerine ilişkin özelliklerini kimliğe dönüştürerek ve bu bir

sürü kimliği etrafa saçmıştır. Parçalanmış hayatın etrafa saçılan kimliklerini toparlama kudretinden ve imkânından mahrum kalmış olan birey, eline tutuşturulan ilk kimliği, bütün olarak kendisi sanmaya başlamıştır (Habermas, 2005:23).

İnce’ye (2009:272) göre, modernlik, yapısal olarak küreselleştirici olduğu kadar yerelleştirici de olan bir etkiyi beraberinde getirmiştir. Modernliğin yerelleştirici vasfının ilk örneği, bireyin tanrısal düzenlere kafa tutan özgürlük arayışında tezahür etmiştir. Yerelleştirici vasıf en tipik ve kurumsal görünümüne ise, milliyetçilik ideolojisinde kavuşmuştur. Milliyetçi akımların doğuşu, modernlikle birlikte keşfedilen öznellik ve yerelliğin bir milli devlet temelinde tarihsel bir projeye ve kimlik inşasına dönüşmesine yol açmıştır. Yerel/tikel bir kimlik temelinde tanımlı olan milli devletler, ilk kuşak modernleş(tir)me sürecinin küresel yaygınlık kazanmasında kilit rol oynayan siyasal aktörler olmuşlardır. Günümüzde ise milli devletler bu niteliklerini büyük ölçüde yitirmekte; milli devlet temelli siyasal küreselleşme yerini uluslararası sermaye temelli ekonomik bir küreselleşmeye bırakmaktadır. Küresel-yerel çelişkisinin iyiden iyiye belirginleşmesine neden olan bu süreç, geleceğin toplumsal yapısını biçimlendirmeye aday gözüken yeni kimlik ve siyasetlerin sorgulanmasını da zorunlu kılmaktadır. Yerelleşme bugün küresel fırtına karşısında kendilerinden başka sanılacak bir şeyleri olmayan insanların kimlik saplantısına dönüşmüş durumdadır. Toplumsal sistemle bireylerin, başka bir deyişle özne ile yapının kopuşu anlamı taşıyan ve siyasetin iktidarsızlaşması sonucunu doğuran bu olgu, küresel toplumsal yaşamın geleceğini tehdit eden en önemli gelişmelerden biridir. Küreselleşmenin fanatik savunucuları olan liberaller, kendini kısa vadede muğlâk bir siyasal meydan okuma biçiminde gösteren bu olguyu, uzun vadeli bir küresel liberalizasyonun bütünleşme sürecinin geçiş sancısı olarak değerlendirmektedir. Buna karşılık, küreselleşmeye kuşkuyla bakan birçok yazar, sürecin kapitalizm odaklı bir çözümlemesini yaparak küresel-yerel çelişkisinin sahteliğine vurgu yapmaktadır.

Küresel ile yerel arasındaki diyalektik ilişkiye, modernliğin en köklü çelişkilerinden biri olan özne-yapı çelişkisi üzerinden bakıldığında, küreselleşmeyi, öznenin yapı ile süreksizleşen ilişkisi olarak görmek mümkündür. Aslında bu diyalektik, gerilimin yetersizliği anlamında eksik bir diyalektiktir. Çünkü özellikle ekonomik ilişkiler alanında

küresel olanın baskınlığı yerel görünümleri her daim etkilerken, yerel olanın her zaman küresel bir dolayımı bulunmamaktadır (İnce, 2009:264).

Küreselleşmeyle birlikte birey, bir “kimliksizlik” içine girmiş ve değerlerinden, kültüründen uzaklaşmaya başlamıştır. Kimliklerin istikrarsız olması neticesinde bireyin topluma uyum sağlaması zorlaşmıştır. Modernizmin evrensellik soyutlaması ile farkları farklardan sadece birinin içinde eritmeye çalışmıştır. Bunu yapmaya çalışırken, farklılıkların akışkanlığını ve esnekliğini, kendi bünyesinde eritip, tek bir kalıba dökmeyi amaçlamıştır (Tatar, 2007:70).

İmançer (1997:240), Modern kimliklerin özelliklerini şöyle sıralar “Modern kimliğin kurucu unsuru “öteki algısı” dır. Modern süreçte kimlik her zaman istenildiğinde değiştirilebilir. Modernite geleneksel kimlik biçimlerinin yıkılışını ve yeni kimlik biçimlerinin üretildiği bir dönemi ifade eder”.

Küresel ile yerel arasındaki etkileşim, insanların kendilerini tanımlayacak yeni kimlikler inşa etmelerini belirlemektedir. Böylece birey için dinamik çok sayıda seçeneği ortaya koyan bir seçim yapma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim içinde yaşanılan çağda dini- mezhepsel, etnik, ulusal, aile ya da aşiret türünde yerel kimlik arayışlarının olağan üstü bir yoğunluk gösterdiği söylenebilmektedir. Bir başka deyişle, modernite çağının en önde gelen kimlik türü olan ulusallık yeniden yorumlanırken ona rakip çok sayıda kimlik türü ya da ölçütlerinin de siyasal yaşamı belirlemeye başladığı görülmektedir (Hablemitoglu, 2004:118). Modernite de kimliğin temel özelliği “biz” kendi “benimizi” nasıl kurar, kavrar, yorumlar, kendi kendimize ve başkalarına nasıl sunarımı amaçlar. 1.3.1.3. Post Modernizm, Kimliksiz Kimlik

Post-modernite kavramı, daha çok 1960 öncesi ve sonrası toplumsal farklılıkların bazılarını işaret etmede yetkin görülmektedir. Farklılıklardan hareketle post-modernite olarak adlandırılan dönem, aynı zamanda geç modernlik veya yüksek modernlik olarak da adlandırılmaktadır (Özyurt, 2005:190).

Modern sonrası dönemi ifade eden post-modernlik kimlik kavramını sorunsallaştırır ve kimliğin bir söylence bir yanılsama olduğunu iddia eder. Post-modernizmde eklektiklik, çoğulculuk, çeşitlilik en temel olgulardır. Zaman ve mekan kavramları bireysel ve toplu kimlik yaratmanın temel araçlarıdır. Kimlik zaman ve mekan koordinatlarına

dayandırılarak tanımlanır. Fakat bu koordinatlar yitirildiğinde kim olduğumuzu tanımlamamız güçleşir. Bu söylemden hareketle kimlik ölmedi ama dayanaklarını yitirdi diyebiliriz. Bu süreçte zaman ve mekandaki konum ve anlayışın değişmesiyle bireyler kimliklerini yeniden kurma arayışı içerisine girmişlerdir (İmançer, 1997:242). “Post-modernizm özne özelinde kimliği, benliğin bölünmüşlüğü ve kimliğin sabitliğinin reddi ile bizi kimliksizlik anlayışına götürmektedir” (Coşar ve Özman, 2007:108-110). Bu bağlamda post-modern dönemde kimlik önemini yitirmiş ve benliğini kaybetmiştir.

Baudrillard başta olmak üzere Frankfurt Okulu ve diğer post-modern kuramcılara göre post-modern dönemde kimlik; özerk, kendini kuran özne ve bireyselliğin başarısı iken, toplumsal süreçler tüketicileşen, rasyonelleşen ve bürokrasileşen bir kitle toplumu yüzünden parçalanmaktadır. Baudrillard “post-modern çağda kimliğin, enformasyon toplumlarında sibernetikleşmiş bir efekti olduğunu belirtir” (İmançer, 1997:242). Postmodern şartlarda kimlikler, modernizmin şartları altında olduğundan daha “akışkan”dır ve sürekli bir değişim hali içindedir. İnsanlar kendilerini, mutlaka parçası oldukları sosyal statü grubuna, hatta içinde doğdukları etnik gruplara ait hissetmezler. Bireyler, bir alt kültür grubu ve heyecanından diğerine özgürce geçebilirler; daha önce farklı kategorilerde yer almış olan her şeyi karıştırıp, birbirine uydurabilirler (Bocock, 1997:86).

Modernleşme, soyut ve evrensel bir kimlik duygusu yaratmasına karşın, post-modernlik de bulunulan yerin özgüllüğünde yatan bir kimlik duygusunu yaratmıştır. (Morley ve Robins, 1997:161). Post-modern teorilerin bazıları, modern teorinin taraftar olduğu toplum ve tarih üzerine totalleştirici makro bakış açılarını reddeder ve mikro teori ile mikro politikadan yana çıkar. Post-modern teori aynı zamanda çok katlılık, çoğulluk, bölük pürçüklük ve belirlenmemişlik lehine toplumsal ahenk konusundaki modern varsayımları ve nedensellik kavrayışlarını reddeder. Yine, toplumsal ve dilsel olarak merkezsizleşmiş ve parçalanmış özneden yana çıkarak modern teorinin büyük çoğunluğunun ifade ettiği rasyonel ve birleşik özneyi iptal eder (Kellner ve Best, 1998: 18).

Tarihini yitiren kimlikle birlikte, tarifini de yitiren pos-tmodern kimlik sorununda, artık başkalaşıma uğrayarak, öznenin varlığını sorgulamaktan çok yerini sorgulayarak saf değiştirmiştir.

Kimim? sorusunun yerini Nerdeyim? almıştır. Bu sorunun cevabı ise yersizyurdsuzlaştıran bütünleştirilemez ve bölünebilir bir mekandır. Nesneleşmiş ve “iğrenç” olan “öteki” ile karşılaşmak üzere yola çıkan “özne”, Akay’a göre, gogebe bir öznedir. Yersizyurdsuzlaşmiş bu özne, modern-sonrasında kimliksizleşmenin de temasını oluşturmaktadır; örneğin, doğulu ve batılı gibi özselci kimlikler ortadan kalkmaya başlamıştır. Bu durumda sanki “neredeyim?” sorusuna yanıt bulmak da olanaklı gibi görünmemektedir (Işık, 2000:100).

Tatar, post-modern dönemdeki değişen kimlik algısını şöyle belirtir.

Modernizmin yapay dünyasına karşı post-modernizmin doğal olma iddiası vardır. Bütünü ifade eden “ulus”un yapaylığından, parçayı esas kabul eden “etnisite”nin doğallığına, Batı dünyası post-modern dönemde ifratla tefrit arasında geçişler yaşamaktadır. Modernizmin farkı yok sayan birlikçiliğinden, post-modernizmin ve küreselciliğin birliği yok sayan farkçılığına geçiş, ifratı tefrit ile ikame etme zorunluluğunu doğurmuştur. Birincisi ne kadar bir “proje” olarak düşünülmüş ve gerçekleştirilmeye çalışılmışsa, ikincisi de en az o kadar projedir ve gerçekleştirilemeyen birincinin yerine ikame edilmeye çalışılmaktadır. Modernizmin projesi de bir zamanlar doğal olduğu kabul edilen “ırk” kavramı etrafında şekillendirilmeye çalışılıyordu. Bugün ise kirletilmiş ırk kavramının yerine yeni bir doğallık damgası ile etnisite kavramı konulmaya çalışılmaktadır. Modernizmin ulus temelli mutlak kimliği, günümüzde yine mutlak temelli etnik kimliklere müracaatla aşılmaya çalışılırken birlikçi mutlaktan farkçı mutlağa geçişin temelleri atılmaya çalışılmaktadır. Böylece zıt kutupların birleştiği nokta mutlaklık olmaktadır (Tatar, 2008:210).

Küreselleşmeyle birlikte zaman ve mekân kavramları eski önemini yitirmiştir. Bu süreçte sürekli olarak değişim ve dönüşümün yaşanması kimlikleri olumsuz yönde etkilemektedir. Birey çok kimlikli özneler haline gelmektedir. Küreselleşme sürecinde sınır ötesi iletişim, uluslar arası siyasî baskılar ve göç gibi olgular, yaşadığımız yerin bize ait olmadığı, bizim kontrolümüzde olmadığı düşüncesini vererek kimlikleri hem kırılganlaştırıyor hem de yerelleştiriyor. Bir zamanlar hakim olan siyasal kimliklerin tekliği ve tek kültürlülük yönündeki anlayış, yerini çok kimliklilik ve çok kültürlülüğe bırakmaktadır. Şüphesiz hareketliliğin kimlik sorunlarını doğurması yeni değildir. Fakat yine de modern dönemde millî kimliklerin insanlar için en elverişli yaşam çerçevesini sunacağı yönünde bilim adamları ve siyasetçiler hem fikirdi. Bugün ise belirgin bir tek kimlik tarzının elverişliliği iddiası, insanlara totaliter eğilimler çağrıştırmaktadır. Küreselleşme, dünyayı algılayış biçimimizi değiştirerek, mekâna bağımlı ve mekândan kimlikler yaratır. Kimliklerin istikrarlı ve sabit referans odakları bir dünyadan, bütün

kimliklerin kuşatıldığı, tehdit altında bir dünyaya doğru yol almaktayız (Özyurt, 2005: 199). Bu süreçte, dünyanın her yerinde görülen, kimlikleri yeniden sabitleme çabaları, bir yönüyle hep küreselleşmenin yarattığı şaşkınlık ve belirsizliklere bir tepkidir. Şaşkınlık ve belirsizliklere tepki olarak canlanan yerel kimliklere yönelik ilgi, kendini farklı biçimlerde gösterdiği için, bunları toptan ret veya kabul etmek mümkün değildir. Yerel kimlikler arasında bir uzlaşımın sağlanabilmesi, günümüz kimliklerinin önemli sorunlarından birisidir. Bu uzlaşımın, ortak mekânlarda ortak bir değer veya bir şemsiye kimlik etrafında sağlanması mümkündür. Sonuçta, postmodern söylemin gelip dayandığı noktada, kimlik bir ütopya olmuştur denilebilir.

Post-modernizm getirisi olan popüler kültür ürünleri, kimliğin yapaylığını, verili bir şey olmadığını, son derece temel ahlaki ya da psikolojik niteliklerden çok bir seçim, tarz ve davranış meselesi olduğuna işaret eder. Popüler kültürün üretmiş olduğu imajların, sürekli etkisi altında bulunan birey bu imajların arkasında bulunan ideolojiler tarafından yönlendirilmeye açıktır. Post-modern kimlikler, küreselleşme olgusuyla yakından ilişkilidir. Harvey, post modernliği açıklarken “zaman mekân sıkışması” ve “sermayenin hareketliliği” gibi olgular üzerinde durarak post-modernliğin küreselleşme ile bağlantısını da ortaya koymaktadır. Sermayenin hareketliliğinin artmasının post-modern