• Sonuç bulunamadı

CUMHURİYET TÜRKİYE’SİNDE KURULAN İLK SANATÇI DERNEĞİ

3.1. MÜSTAKİL RESSAM VE HEYKELTRAŞLAR BİRLİĞİ

3.2.6. Refik Epikman (1902 – 17 Mayıs 1974)

Refik Epikman, 1918’de Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girmiş ve eğitimini İbrahim Çallı’nın atölyesinde tamamlamıştır. Epikman yeni kurulan Cumhuriyet hükümeti Maarif Vekaleti’nin 1924 yılında düzenlediği Avrupa konkurunu birincilikle kazanır. Bu başarısı sayesinde, Paris’e devlet hesabına burslu öğrenime gönderilirken, o dönemdeki Güzel Sanatlar Akademisi’nin yönetmeliği gereğince, okulu da birincilikle bitirmesine neden olur.

Akademi’deki öğrencilik yıllarında, özellikle doğa görünümlerine yatkın olan Epikman, Üsküdar, Pangaltı, Eyüp, Samatya, Adalar, Aksaray görünümlerini bu yıllarda resmetmiştir.

Cumhuriyet hükümetinin Avrupa’ya gönderdiği ilk öğrencilerden olan Epikman, 1924’te gittiği Paris’te Julian Akademisi’nde, Paul Albert Laurens atölyesinde çalışır.

İstanbul’a 1928’de dönen Epikman, Mahmut Cuda ve Cevat Dereli ile birlikte Akademi’ye yardımcı öğretmen olarak atanır. Aynı yıl Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin kurucu üyeleri arasında yer alır.

Müstakillerin sanat etkinlikleri bu dönemde çağdaş Türk resim sanatına yeni, çoğulcu bir sanat anlayışı getirirken, mekan, üç boyut ve kompozisyon düzenlemeleriyle toplumun ilgisini çekmekteydi.

Epikman’ın bu dönem açılan sergilerde yer alan resimleri de desen, hacim ve mekan kaygısına dayalı, konstrüktif bir uygulama anlayışını vurgulamaktadır. Bar gibi çalışmalarında ve manzaralarında, nesneler ve figürler, hacim değerleri, kompozisyon içindeki yerleri ve hareketleri, sağlam desen kuruluşlarıyla üç boyutlu bir mekan olgusunda resimlenmişlerdir. Işık ve renk değerlerinin kompozisyon içindeki dağılımıyla vurgulanan nesnel değerler, bir mekan olgusu içinde hareketliliği ve canlılığıyla ile aktarılmış, bu anlayış Epikman’ın tüm resimlerine egemen olmuştur. Manzaralarında da oluşan geniş mekan görüntüleri, tenha doğa güzellikleri, aynı renk ve leke düzenlemeleriyle, doğanın gizemli, görsel değerlerinin algılanmasını sağlamaktadır (K. Giray: 1997, s 156).

‘Dans’ gibi küçük boydaki resimleri, ‘Ağaçlar’ gibi kübist tarzda kompozisyonlarında hem geometrik hem de inşacı tekniği benimsediğini belli ediyordu (N. Berk, H. Gezer: 1973, s 45).

Biçimci ve inşacı anlayışın 1940’lardan sonra etkisini ve önemini arttırmasıyla, özellikle yöresel Türk resminde konuları ve Anadolu manzaralarını ön plana çıkarmakta önemli bir etkisi olduğunu belirtmek gerekir. Hale Asaf, Ali Avni Çelebi ve Zeki Kocamemi gibi öğrenimlerini Almanya’da tamamlamış bir grup ressam, çizgiye, biçime ve hacme önem vererek, izlenimci akıma olan ilginin giderek yok olmasına sebep olmuşlardır. Bu gruba sonradan Cemal Tollu, Refik Epikman, İlhami Demirci, Cevat Dereli ve Mahmut Cuda’nın da kendi anlayışları doğrultusunda katılmalarıyla çizgi ve perspektif değerleri, farklı duyuş ve görüşlerin paralelinde daha etkili bir yer kazanmış oldular (K. Özsezgin: 1982, s 36-37).

“Epikman, Ankara dönemi resimlerinde de benimsediği sanat anlayışını sürdürür. Eski Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde sergilenmekte olan ‘Mustafa Kemal Paşa Millet Meclisi Binası’nın Balkonundan Halka Hitap Ederken’ ve ‘Atatürk Mecliste Konuşuyor’, ‘Sivas Kongresi Toplantı Salonu’ adlı kompozisyonlarında figürler,

nesnel değerleri, renk ve ışık dağılımı sanatçımızın anlatım duyarlığında başarılı sentezlere ulaşmaktadır” (K. Giray: 1997, s 159).

Refik Epikman’ın yerelliği biçimden daha çok seçtiği konulardan kaynaklanmaktadır ve bunu inkılapçılık, cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ilkelerine dayalı konular izler.

‘Sivas Kongresinin Toplandığı Salon’, dışavurumcu tarzda, izlenimci havasında 70x60 cm boyutlarındaki ısmarlama olmayan bir yağlıboyadır.

Ankara Halkevi koleksiyonunda bulunan eser, Halkevi tarafından kendisinin Sivas’a gönderildiği zaman ortaya çıkıyor.

1937’de yapılan bu tablodan sonra Refik Epikman’ın bir diğer eserinde yine aynı anlayışta ve kararlılıkta olduğunu görüyoruz. Sanatçı, sadece bir etüt ile bu çizgide görünen sanatçılardan ayrıldığını ve tesadüfe yer vermediğini göstermiş olur.

“O gün adını taşıyan düzenlemede, Atatürk ve Meclis üyeleri, T.B.M.M.’nin ilk yıl dönümünde halkı selamlıyor. Meclisin balkonunda henüz şapka devrimi yapılmadığı için, eski şapkası ile sol eli balkonun korkuluklarına dayanmış, tutmuş, Mustafa Kemal Paşa bayrakların süslediği ortamında, halkının içten gösterisine, yakınlık göstermektedir. Uzaktan Ankara kalesi bu öykülenmeyi tamamlıyor…” (G. Elibal: 1973, s 131-132).

Resim 9. Refik Epikman, “O Gün”, 2.60 x 1.70 cm, Tuval Üzerine Yağlıboya, 1937, T.B.M.M Müzesi

Ankara Garı için açılan dekor yarışmasında da Epikman’ın çalışmasını görmekteyiz.

Sanatçı Epikman bu resminde devrimlerin ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan gösterilmesinde 6 tablodan kurulu bir düzen önerir. Tarım çabaları, köylü, karısı, tarla ve gerilerde silo, ikinci panoya baraj, ulaştırmayla girerek sanayi dünyamıza, fabrikalara geçişi çizer.

“İkinci üçlü pano, gene soldan başlanarak Ankara’da bir günün stadyumunda gençliğin beden eğitimi, koşullarını, törenlerin bayrak gösterilerini, Lozan tablosuna ilinti verdirerek buradan bozkırın ortasında kurulan Başkent’in onarımı ile çağdaşlaşmasına bağlar” (G. Elibal: 1973, s 134-135).

Epikman’ın bu dönemde yaptığı manzaralarında da aynı hassasiyet izlenir. Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nde bulunan Kale Yolu (Hatay, 1939), Saman Pazarı, İhtiyar Köylü ve İş Bankası koleksiyonundaki Bağ Bozumu (Malatya) gibi resimlerinde şehir görüntüleri ya da köy yaşamının günlük uğraşıları, koşuşturması çevre ve insan bileşkesinde başarılı bir anlatımla sergilenir.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin “Yurt Gezileri” kapsamında Hatay’a gönderilen Epikman, Defne Şelalesi, Asi Nehri Kenarında, Kale Dağı, Değirmen, Kale Yolu, Nehir, Kadın Kıyafeti, Hatay Kıyafeti, Köprü, Antalya Dağları, Bityas Köyü adlı 12 resimle dönmüş ve 1942 yılında görevlendirildiği Ankara’dan Harman, Kızılcahamam (2 tablo), Köy Evi, Haymana - Sokak, Ev İçi, Mamak, Genç Kız Portresi (2 tablo), Haymana Meydanı adlı 10 tablo yapmıştı. Bu resimleri yurt sergilerinde sergilenen ve 1950 yılından sonra kaybolan eserler arasındadır (K. Giray: 1997, s 159-160).