• Sonuç bulunamadı

CUMHURİYET TÜRKİYE’SİNDE KURULAN İLK SANATÇI DERNEĞİ

3.1. MÜSTAKİL RESSAM VE HEYKELTRAŞLAR BİRLİĞİ

3.2.2. Mahmut Cuda (1904 – 26 Mart 1987)

Müstakiller grubu içinde önemli bir yeri olan Mahmut Cuda 1923 yılında kendi olanaklarıyla Münih’e gider. Ali Avni Çelebi ve Zeki Kocamemi ile birlikte bir buçuk yıl Hans Hoffman atölyesine devam eder. Ardından tekrar İstanbul’a, Çallı atölyesine döner. 1924 yılında Avrupa’ya devlet adına öğrenci göndermek için düzenlenen sınava katılır. Paris’e gönderilir. Burada Profesör Lucien Simon’un olurunu alarak Ulusal Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’na girer. Dört yıl boyunca Lucian Simon atölyesinde çalışır.

İstanbul’a 1928 yılında dönen Mahmut Cuda, arkadaşlarının isteğiyle Güzel Sanatlar Akademisi’nde, Namık İsmail’in yanında yardımcı öğretmen olarak göreve başlar (K. Giray: 1997, s 74). “Bu yıllarda ulusal ve toplumsal sanat eğitiminde Akademi’nin görevlerini bireysel değer ölçülerine göre irdelemiş ve değer yargılarına bağlı kalma

Mahmut Cuda, Türkiye, Almanya ve Fransa’da aldığı resim eğitimine kendi duyarlı sanat kişiliğini de katarak, eserlerinde sanat doğa ilişkisini gerçekçi üslupta yorumlayıp aktarır. Bu konuyu Cuda şöyle açıklar: “Gerçekçilik benim doğal eğilimin. Bu eğilimde ilerlemek de tek amacımdır. Uygulamalarım ise eş doğrultuda fakat ayrı ayrı gerçek araştırmalardır” (K. Giray: 1997, s 77).

Kişiliğindeki bu duyarlı yönler doğrultusunda yaptığı resimlerinde üç boyutlu mekan olgusunun belirginleşmesi en önemli özelliğidir. “Doğadan seçilen herhangi bir konuyu belirleyen nesnelerin çevrelerini saran boşluk içindeki konumlarının irdelenerek yüklendikleri anlatım özellikleriyle tuvale aktarılması, sanatçımızın özgün tekniğini yansıtmaktadır. Sanat anlayışını pekiştiren öznel duyarlığı, üçüncü boyutun kavranılır nitelikte belirginleşmesini gerçekleştirir. Cuda’nın tüm resimlerinde, renk düzenlemelerinin görsel uyumuyla izleyicilerin geri planlara çekilen bakışları, geometrik formların aynı yöndeki doğrultularıyla uyarılmakta ve üç boyutlu bir mekan olgusunda tüm nesneler anlamlı bir sessizlikle bütünleşmektedir” (K. Giray: 1997, s 77).

Mahmut Cuda’nın üç boyutlu mekan olgusunda nesnelerin anatomilerini doğal görüntülerine karşıt yumuşaklıkta düzeltilmiş formlarla betimleyerek, kübizmin konstrüktif abartıcılığına, dışavurumculuğuna karşı geliyordu. Böylece özgün yaratıcılığa, sade bir içtenlikle sanatsal aktarıma dönüştürdüğü eserleriyle ulaşmış oluyordu.

Ressamın doğaya bakışı, izlediği güzelliklere yorumlar katarak eserlerine yansıtması, doğayla kişisel bağlar kurduğunu göstermektedir. Doğaya ait görüntülerin, özgün değerlerini bozmadan çevrelerinde oluşan anlamlı bir mekan olgusunda akla sığmayan ifadelere dönüşmeleri, Cuda’nın Batı’da aldığı eğitimi, Doğu-İslam dünyasının felsefesine, geleneğine bağlı kalarak yorumladığını göstermektedir. Yaptığı bu yorum ise, kendi iç dünyasında pek çok şeyi irdelediğini ve neyin, neden kendisine güzel geldiğini araştırdığını vurgulamaktadır.

“Ben kendi hesabıma bireysel ve toplumsal kişiliğimi korumak çabasıyla ilk yağlıboya ressamlarının çevrelerinin yerel beğenilerine uygun yapıtlarından esinlenmeyi yeğledim. Onlardan sonra gelen Şeker Ahmet Paşa, Zekai Paşa ve Süleyman Seyyid Bey’in benzer özelliklerinden yararlanarak, resmimizin başlangıcında tutulan yolda yürümeye büyük özen gösterdim” ( S. Tansuğ: 2005, s 177).

Sanatçı, çevresinde gördüğü günlük kullanım eşyalarının ve çeşitli rengarenk kumaşların arasına yayılmış meyvelerin, çiçeklerin şekil ve renk değerlerini, özgün görünümlerini, kişisel duyarlılığı ile yorumlayarak sanat anlayışını belirleyen bu özelliklerle aktarmaktadır.

Mahmut Cuda, bütün eserlerinde seçtiği konu ile sıkı bağlar kurar. Resimlerinde kompozisyona koyduğu bütün objeler, belli belirsiz bir mekanla çevrelenerek zengin bir ifade gücüne ulaşır. Bu özelliği ile sanatçı Batı’da öğrendiği tekniği, yaşadığı toplumun nesnel ve geleneksel kaynaklarıyla birleştirerek değerlendirdiğini, göstermektedir.

“Cuda’nın tüm resimlerinde özgün bir kompozisyon sergilenir. Renk lekeleri, biçim değerleri, ışığın renk ve biçimler üzerinde, geometrik sistemler içinde perspektif derinliği gerçekleştirir. Bu başarılı uygulama ile belirginlik kazanan mekan ve boşluk etkisine dağılan nesneler, Cuda’nın özgün boya tekniği ve duyarlı renk tonlamaları ile volümler kazanır.

Mahmut Cuda bu özellikler doğrultusunda kompozisyonlar, peyzajlar, portreler, natürmortlar yapmıştır. Avrupa’da aldığı sanat eğitimi sırasında incelemeler yaptığı müzelerde izlediği büyük boyutlu kompozisyonlar yapmak için çalışmalara başlar. Sanatçının özgün üslubu ve başarılı teknik uygulamalarını sunan bu çalışmalarına Aydın Yangını (1937) ve Haramiler adlı eserleri önemli örneklerdir” (K. Giray: 1997, s 79).

Mahmut Cuda’nın manzara resimlerinde, sadece doğa güzelliklerini anlatan çalışmaları çok azdır. Genellikle bir şehrin tarihi ve sanatsal değerlerini gösteren anıtsal yapıların konu olarak seçildiği görülür.

1938 yılı Trabzon görünümlerini CHP kültür programı çerçevesinde görevlendirildiği dört hafta içerisinde resimlemiştir. 1938 yılında tuval üzerine yağlıboya tekniğinde yaptığı 50x65 cm boyutunda M.S.Ü.İ.R.H.M koleksiyonunda bulunan ‘Kanite- Trabzon’ adlı eser kentin tarihi yapılarının bir bölümünü gökyüzü ile deniz arasına bir kama gibi girmişliğini başarı ile resmetmiştir.

Resim 3. Mahmut Cuda, “Kanite- Trabzon”, 50 x 65 cm,

Tuval Üzerine Yağlıboya, 1938, M.S.Ü İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Sağdaki buruna yakın yüksek yapı Osmanlı dönemi öncesi bir kilise olmalıdır, kentin Pontus kökenlerini simgelediği söylenebilir. Resimdeki grafik kurgu ve renk kullanımı son derece başarılı ve uyumludur. İnce ayrıntılara ve renk tonları değerlerine duyarlı bir gözün ve fırçanın sabırla emeği göz ardı edilemez. Bu yapıt Cuda’nın yapıtları arasında belki de bu anlamda ele alınmış tek yapıttır. Kent mimarisinin kübik yapısı ile gökyüzündeki bulutlar ile denizin dalgalarının yakın renkleri ve organik formlarının tezadı resmi öne çıkaran özelliklerden (http://www. sanalmuze. org / arastirarakogrenmek / mahmutcuda . mht - erişim: 15.06.2008).

Yurt gezileri kapsamında ikinci kez Bitlis’e gittiğinde burada resmettiği doğa ve kent görünümleri Bitlis’i 1943 yılında belgeleyen eserlerdir. 1949 yılında, Büyük Millet Meclisi resimleri için düzenlenen etkinlikler kapsamında görevlendirildiği Edirne’de ise bu kentin Osmanlı başkenti olduğunu belgeleyen tarihi eserlerini resimlerine yansıtır.

Yaptığı peyzajlarla, konu olarak seçtiği kentlerin mimari ve doğal değerlerine aktarır. Resimler bu özellikleri sayesinde yapıldıkları yılların genel görünümlerini yansıttıkları için belgesel niteliği taşımaktadır. Büyük beğeni kazanan Trabzon konulu resimlerinde simgesel öğelerin egemenliğinde, çevrenin yaşanan toplumsal olaylarıyla ilişkiler kurulur. Bitlis ve Edirne konulu resimlerinde bu bağlantıya şehirlerin anıtsal değerleri de katılır. Marmara Adası (1977) resimlerinde ise doğa tüm güzellikleriyle sunulurken niteliği ve amacı belli olmayan bir gerçek üstü anlatıma dönüşmektedir (K. Giray: 1997, s 80-81).

1939 yılında, dönemin hükümetince Anadolu’nun değişik yörelerine, kentlerine iki farklı grup halinde gönderilen ressamlar, doğaya kendi şehirli gözlerinden bakmaya alıştıkları için farklı bir deneyim yaşamışlardır. İlk gezi sonucunda 116 resimden oluşan bir sergi düzenleniyor ve 43 yapıt ödüllendiriliyordu. İkinci yurt gezisi sonucunda ise, 10 sanatçının 101 yapıtı sergilenmişti. Vedat Nedim Tör’e göre bu gezilerin en güzel yönü, “kendilerini memleket içinde lüzumsuz bir lüks eşyası gibi görmeye başlayan ressamlarımıza bir işe yaramak fırsatı” vermiş olmasıdır (K. Özsezgin: 1982, s 17-18).

“Ama henüz Anadolu bütünüyle, çağdaş Türk resminin görüş ve beğeni açısına girmemiştir. İnsanı, doğası, yaşamı ve çevresiyle Anadolu bozkırının resimde, temel bir kaygı biçiminde oluşması 1940’lardan sonradır. Böyle bir kaygının gelişmesi ve belirli sanatçılar elinde yöresel bir resim anlayışına dönüşmesi için, birtakım koşulların doğması, özellikle de, zamanın hükümetince halkçı kültür politikası paralelinde birtakım önlemlerin alınması gerekecektir. 1938’de başlatılan yurt gezilerini, bu bakımdan önemli bir girişim saymamak mümkün değildir. Çağdaş Türk edebiyatında Anadolu’ya ve topluma yönelik ilk gerçekçi çabaların- söz gelişi Yakup Kadri’nin “Yaban” romanının gene bu dönemde ortaya çıkmış olmasını unutmamak gerekir” (K. Özsezgin: 1982, s 20).

Mahmut Cemalettin Cuda, sevdiği çalışmayı daha başından söylemişti: “Tabiatı izleyen bir gerçekçilik. Bu görüş, özellikle natürmortlarda kendini belli eder” (N. Berk, H. Gezer: 1973, s 46).

Cuda’nın resimlerinde daha çok natürmort çalışmalarının yer aldığı görülür. Bu özelliği onun Türk resim sanatında “natürmort ustası”, “natürmort yorumcusu” olarak tanınmasına neden olmuştur.

Cuda’nın natürmortları doğadan kesip çıkarılmış güzel bir kesitin aktarımından çok daha farklı anlamlar ifade etmektedir. Görsel etkileriyle çekici nitelikler yüklenen natürmortları özgün değerler taşımaktadır. “Sanatçımız, doğadan seçtiği nesneleri bireysel imgelerine koşut bir düzenlemeye, bir kurguya ulaştırır. Bu düzenlemelerde özgün üslubu ve teknik uygulamaları, yorumları için sınırsız sınama olanağına kavuşur. Tüm natürmortları, sanatçının doğaya öznel yaklaşımını, usunu, beğenisini ve ruh durumunu yansıtır. Cuda’nın resimlerinde ulaştığı özgün yorumu Nurullah Berk şu satırlarıyla dile getirmektedir.

Onun doğaya – daha çok cansız nesnelere bağlılığı bir Şeref Akdik ya da bir Ayetullah Sümer’e kıyasla, kendine özgü özelliklerle daha zenginleşir. Doku çeşitlemesinde, renk değerleri ayrımında - valörlerde - genellikle paket zenginliğinde objektif görüş, Mahmut Cuda da benzerlerinde görünmeyen bir olgunluğa bürünür” (K. Giray: 1997, s 79-80).

Cuda’nın yerelliği konudan çok kullandığı renklerdedir. Sert açık-koyu ve ışık- gölge düzenlerinden kaçınarak, yerel renkleri içinde ele aldığı nesneleri, ölçülü bir hacim duygusu uyandıracak şekilde yansıtan Cuda’nın Batı tekniğini, kullandığı mahalli renklerle bir senteze varma çabası sezilmektedir.

Resimlerinde kullandığı üslubu ile güzelin hem nesnel, hem öznel olduğunu savunan Cuda, doğada var olan güzelin tüm sadeliği ile anlaşılabilmesi için sanatçı yorumundan geçmesini zorunlu saymaktadır (Ş. Öztop: 1986, s 17).

1978 yılında resimlediği ve İş Bankası Koleksiyonunda yer alan ‘Çiçekler’ natürmortu, Mahmut Cuda’nın sanat anlayışının net bir göstergesidir. “Titreşen kuşkonmazların tülleşen yaprak dokusu arasında ayrımlı renklerle ayrımlı yönlere dağılan çiçekler bir vazodan mekana dağılmaktadırlar. Vazonun altına serili olan yumuşak dokulu beyaz bez, üzerinde ışık oyunlarının dağıldığı yumuşak kıvrımlarla resimsel anlatıma ayrı bir hareket kazandırmaktadır.

Resim 4. Mahmut Cuda, “Çiçekler”, 48 x 60 cm,

Tuval Üzerine Yağlıboya, 1978, Türkiye İş Bankası Koleksiyonu

Cuda’nın bezeyici etkisiyle çekici özellikler kazanan natürmortları, doğadan seçilen güzel bir görünümün araştırılmasını aşan anlamlara evrilir. Cuda, doğadan seçtiği nesneleri, bireysel imgelerine koşut bir düzenleme, bir kurguya getirmektedir ve bu düzenlemelerde özgün üslubu ve teknik uygulamaları ve yorumları için sınırsız sınama olanağına kavuşmaktadır” (K. Giray: 1997, s 286).

Zambaklar (1939), Kaktüs (1941), Heykelli Natürmort (1942), Mavi Kaseli Elmalar (1944), Çiçekler (1957) ve Kedili Elmaslar (1975) adlı resimlerinde günlük kullanım eşyaları, objeler ve çeşitli kumaşlar arasında en doğal görünümleriyle betimlenen yemişler, heykeller, çiçekler bir mekan ve hacim ilişkisi içinde aktarılmışlardır. Sanatçının gerçekçi anlayışı, kişisel duyarlığı ve teknik alandaki başarısıyla sade fakat gizemli yönleriyle aktarılan nesneler mekanı saran buğulu bir görüntüyle düşsel anlatımlara dönüşürler. Cuda’nın 1975 tarihinden itibaren yaptığı resimlerinden başlayarak ışığa verdiği önem daha da artmaktadır. Oya (1975) ve Kavunlu Natürmort (1981) adlı resimlerine baktığımızda en koyu gölgeli alanlarda bile dışa vuran bir aydınlık yansımaktadır.

çekilen acıların izleri, kiminde yaşama duyulan sevginin parıltıları, kiminde sorumluluk ve güven duygusu, kiminde ise duru ve çocuksu bir gülümseme vardır. Sara (1930), Fahire Aysu (1940), Suzan Karamanlıoğlu (1958), Tülin Serpen (1977), ve Süheyl Ünver (1980) önemli portre çalışmaları arasında yer alır” (K. Giray: 1997, s 80-81).

Derneğin başkanlık görevini uzun yıllar sürdüren Cuda’nın döneminde Anadolu resim sergileri zincirinin başarılması, uğraşlarının verimini kanıtlar (K. Giray: 1997, s 273).

Cuda, 1939 yılından itibaren, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun çıkartmakta olduğu, eleştiri ve sanat dergisi “Yeni Adam” için kapak resimleri çizdi. Bu desenlerde düşünsel içerikler taşıyan ve yaşam izlenimleri sunan, kapak resimleri yaptı (Ş. Öztop: 1986, s 17).

Sanatçı, Yeni Adam dergisi için çizdiği kapak resimlerinde, 1942 yılına dek bir kenti, bölgeyi, bir sanatçıyı, bir olayı konu alırken, 1942’den sonra toplumsal konuları, kendi hayat felsefesine yanlış gelen kişi ve olayları mizahi, nükteli bir anlatımla resimler. Başarılı eleştirilerinde yaşamı boyunca edindiği izlenimleri yansıtır.

Mahmut Cuda, sanat yaşamının başından itibaren kendini yakın hissettiği gerçekçi üsluba yaşamı boyunca bağlı kalır. Avrupa’da yaşanan çağdaş akımları sanatımızı ve sanatçılarımızı etkisi altına alırken Cuda, sanat görüşünden ödün vermez. Bu tavrı ile Türk resim sanatında özgün ve yetkin bir yer kazanır (K. Giray: 1997, s 81-83).