• Sonuç bulunamadı

CUMHURİYET TÜRKİYE’SİNDE KURULAN İLK SANATÇI DERNEĞİ

3.1. MÜSTAKİL RESSAM VE HEYKELTRAŞLAR BİRLİĞİ

3.2.11. Malik Aksel (1903 – 1987)

1918- 1921 yılları arasında eğitim gördüğü İstanbul Öğretmen Okulu’nda, Türk resminin usta isimlerinden olan ve iç mekan resimleriyle tanınan Şevket Dağ ile tanışıklık, onun ressam kimliğinin biçimlenmesi açısından anlamlı bir gelişmedir. Olasılıkla, hocası onu üyesi bulunduğu Güzel Sanatlar Birliği ve bu birliğin 1916 yılından itibaren düzenlediği Galatasaray sergileriyle de tanıştırmıştır. İstanbul’un işgal yıllarında Malik Aksel, sanatçı olma doğrultusundaki ilk aşamaları kat etmektedir. Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte ise, daha etkin bir şekilde sanat etkinliklerinin içinde olduğu görülmektedir.

Özellikle suluboyalarıyla dikkat çeken sanatçı, daha bu erken çalışmalarında, sanat hayatı boyunca yoğunlaştığı belli başlı temaların ipuçlarını vermektedir. Hızla değişen toplumun günlük yaşama yansıyan geleneksel davranış biçimleri ve bir öğretmen olarak yoğunlaştığı eğitimle ilgili konular bu ilk eserlerinde ağır basmaktadır. Örneğin; Galatasaray sergilerinde bu dönemde yer alan eserleri arasında 1923 yılında Mektebe Giderken, 1924 yılında Köy Mektebi, Düğün, 1925 yılında Mektepte Bayrak Merasimi, Görücüler ve Çocuklar, 1926 yılında İmtihan Neticesi, 1927 yılında Bayram Yerinde gibi isimler dikkat çekmektedir.

Malik Aksel; Atatürk’ün isteği üzerine Türkiye’ye çağrılan Amerikalı eğitim bilimci John Dewey’in hazırladığı rapor doğrultusunda, iş eğitimi ve resim pedagojisi alanındaki boşluğu gidermek amacıyla öğretmen okulunu bitirenler arasında 1928 yılında açılan sınavı kazanarak Avrupa’ya giden ilk beş kişi arasında yer almıştır.

Sanatçı böylece 1928 yılında Berlin’e gitmiştir. Burada Almanca kurslarını izledikten sonra Berlin Yüksek Öğretmen Okulu’nda sanat pedagojisi ve iş eğitimi konusunda eğitim görmüş, aynı zamanda Prof Grossmann’ın atölyesinde yağlıboya ve gravür çalışmaları yapmıştır (http://www.lebriz.com/mag/nov03/maksel03.asp- erişim: 05.08.2008).

Aksel, Almanya’da kaldığı dört yıllık eğitimin ardından 1932 yılında yurda dönmüştür. Daha sonra kısa bir süre, Ankara’da yeni açılmış olan Resim Öğretmen Okulu’nda öğretmenlik yapmış ardından bu okulun bağlandığı Gazi Eğitim Enstitüsü Resim- İş Bölümü’nde resim ve sanat tarihi öğretmeni olmuştur (M. Aksel: 1988, s 8-9).

1934’de Malik Aksel’in öğrencileri, Ankara Halkevinde, bozkır insanları ve temalarını içeren bir sergi açmışlardır. “Cumhuriyet Türkiye’sinin tanınmış fikir adamlarından İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun deyimiyle pedagojik nitelikte, amacı tümüyle resim bilgisi olan ilk öğrenci sergisini düzenlemiştir” (S. Tansuğ: 1982, s 1113-1114).

Malik Aksel, bu süreçte halk sanatına, Türk sanatının zengin mirasına ve Türk insanının günlük yaşamına dair tanıklıklara yoğunlaşmıştır. Bu yoğunlaşma, devletin

kültür politikasıyla biçimlenen entelektüel ortamla paralellik içinde gözükmektedir: “Türkiye’de gerek yerleşik köylü, gerek göçer tipte toplulukların folklor sanatlarına karşı Türk aydınları arasında büyük bir ilgi oluşmuştur. Cumhuriyet’in erken dönemlerinde birer kültür ocağı olarak etkinlik gösteren Halkevlerinde, özellikle Anadolu halk sanat ve kültür araştırmalarında başarı gösterilmiştir. Anadolu’nun çağdaş uygarlığa geçirilmesi, Ankara’daki Cumhuriyet hükümetlerinde belli bir eğitim, sanat ve kültür politikası olarak benimsenegelmiştir” (http://www. lebriz.com/mag/nov03/maksel04.asp- erişim: 05.08.2008).

Malik Aksel, hiçbir sanat topluluğuna katılmamış, Almanya’daki öğreniminden döndükten sonra Ankara Gazi Terbiye Enstitüsüne öğretim üyesi olmuştu. Lovis Corinth, Max Libermann gibi ünlü Alman sanatçılarla çalışmış olan Aksel zamanla tüm akımlardan kurtularak, biraz Ekspresyonist-Anlatımcı türe yaklaşan, çoğunlukla yerel konuları işleyen resimler yaptı. Köylü insanı, eski İstanbul hayatından görüntüler, onu yerel ve bölgesel ressamlar arasına sokacak niteliktedir. Aksel aynı zamanda yazarlıkta yapmaktadır. Eski Türk Resmi, halk sanatları araştırmaları, dinsel duyguların sanata etkileri üstüne çalışmalar yapan Aksel, Türk sanatında başarılı bir isimdir (N. Berk, A. Turani: 1981, s 122).

“Malik Aksel’in resmine, kırsal yörenin yaşam inceliklerini, doğa özelliklerini derin boyutlarıyla yakalamaya yönelik bir resim gözüyle bakılabilir. Turgut Zaim’in, anlatım biçimiyle geleneksel sanatlarımıza bağlı kişiliği yanında, Malik Aksel, gerçekçiliği elden bırakmayan, güncel sanat akımlarından çok, konunun gerektirdiği içtenlik olanaklarını araştıran, kırsal yöre yaşamını kalıcı kılmaya çalışan bir sanatçı kimliğiyle çıkar karşımıza. “Anadolu’nun tipik masum yüzlü merkeplerini, yöresel elbiseler içindeki gösterişsiz içli kızları, kendine konu edinen Malik Aksel’e, Batı’nın çağdaş entelektüel görüşlerinin çekici gelmemiş olması”, bu bakımdan doğaldır.

1930’larda başlamış olan bu gelişme, birbirinden faklı sanat anlayışlarına bağlanan sanatçılar elinde, yöresellik gerçeğinden kaynaklanan ortak denebilecek bir doğrultu içine girmekte gecikmemiştir. Ankara ve çevresi sanatçıları, bu bakımdan, İstanbul çevresi sanatçılarına oranla yöresel konulara, çevre gözlemlerine daha fazla ilgi

göstermişler, değişimden çok kararlılığa, güncellikten çok kalıcılığa önem vermişlerdir.

İstanbul’u, çağdaş Türkiye’nin Batı’ya açılan kapısı olarak tanımlarsak, bu kapıdan girmiş olan çağdaş evrensel değerler, Anadolu’nun içlerine yönelirken gözle seçilir disiplinlerle kaynaşmış, yöre yaşamının duyarlık biçimleriyle daha çabuk bütünleşebilmiştir” (K. Özsezgin, M. Aslıer: 1989, s 62-63).

Malik Aksel’in halk sanatına duyduğu yoğun ilgi nedeniyle, Anadolu folkloruna da eğildiği görülür. Ancak Aksel’in asıl ilgi alanını şehir yaşamının koşuşturması içinde gözlemlediği konular oluşturur. Türk tasavvuf düşüncesinin resim ve hat sanatına kayan alanına ilgisi olan Malik Aksel’in İstanbul folklorunun araştırmacı ressamı olarak nitelenmesi belki en uygun tanımlama olur (S. Tansuğ: 2005, s 177).

1924 yılının Galatasaray Sergilerinin, İnkılap Sergileri’nin sanatçısı olarak Malik Aksel, ayrıca Sivas ve Denizli kentlerinin doğa ve toplumsal görüntülerini de eserlerine yansıtmıştır.

1937 senesinden önce yaptığı ‘Aile İçinde Cumhuriyet Bayramı’, yine 1937 yılında gerçekleşen dördüncü İnkılap Sergisi’ndeki ‘Halı Dokuyanlar’ ve 9 Haziran 1937 Ankara Halkevi Birinci Birleşik Resim ve Heykel Sergisi’ndeki ‘Köylü Kızları’ ile yakınlık içindedir.

Atatürk’ün resim ve heykel üzerine görüşlerini çeşitli basın kaynakları aracılığıyla değerlendirip yaygınlaştırmak yolunda yaptığı çalışmaları, sanat tarihimize kazandırdığı kitaplaşmış araştırmalarının yoğunluğu doğrultusunda, Aksel’in çabası yerini belgeler niteliktedir.

“Olayımızı doğrudan saptayan, düzenlemelerinde değerlendiren Malik Aksel örneğin, “Resim ile insan anlatılabilir mi?” adlı yazısını süsleyen, suluboyası ile hatıra fotoğrafı çektirmekte olan iki askerin öykülenmesini fondaki perdeye işlenmiş eski yazı, ay yıldız ve bölgesel süslerle tazelerken, bunun yeni olanaklar sağlayacağını işaretler” (G. Elibal: 1973, s 136).

Uçucu renk armonileri içinde işlediği doğadan aldığı konuları, suluboyanın gerektirdiği teknik becerisini, bir üslup aşamasının üzerinde değerlendiren, seçtiği konularda kendi yaşamımızdan ve geleneklerimizden esinlenmeyi ihmal etmeyen Aksel, çalışma disiplininin ürünü olan resimlerinin yanında, bazı yerel konulara da suluboya resimlerinde yer vermiştir. Suluboya tekniğinde yaptığı eserleri, bir ressamdan beklenen işçilik gücünü, teknik beceriyi yansıtır. Bir araştırmacı yazar olarak Anadolu halk sanatlarına, geleneksel kültürümüze duyduğu yakınlığı, suluboya tekniğinde yaptığı bu çalışmalarıyla, belgeci bir nitelikle izleyiciye aktarmıştır. Aksel’in resimlerinde folklorik konular, yerel beğeniden kaynaklanan düşünce ve yakınlıklar, resimsel bir boyut kazanmıştır (K. Özsezgin, M. Aslıer: 1989, s 112).

Malik Aksel de konularını köyde, halk yaşantılarında arar. ‘Halı dokuyanlar’, ‘Orta oyunu’, ‘Köylü kızlar’. Georges Braque’ın ünlü sözlerini haklı çıkartan bir üslup: “Ressam, istediğini değil, yapabildiğini yapmalıdır” (N. Berk: 1972, s 37).

Malik Aksel, yerel konulara bilinçli olarak yaklaşan bu tip resimlerinde yerel renkleri, geleneksel görüntüleri ve folklorik özellikleri ilk kez bilinçli olarak seçen ressamlarımızın arasında yer alacaktır. ‘Kız Çocuğu’ adlı çalışması buna güzel bir örnektir.

Resim 19. Malik Aksel, “Kız Çocuğu”, 70 x 50 cm, Tuval Üzerine Yağlıboya

Malik Aksel bu resminde bir köylü bir kızı resimler. Çalışmanın ön planına yerleştirilen figür, tuval yüzeyini bütünüyle kaplamıştır. Dirseğine dayadığı ve eliyle kavradığı başı, dalgın gözleri ve gergin yüz çizgileriyle duygusal bir görünümü aktarmaktadır. Sanatçının bu yağlıboya tablosu özellikle Anadolu insanının yaşamını, giyim kuşam özelliklerini yorumladığı çalışmalarından biridir (K. Giray: 1997, s 458).

İkinci “Yurt Gezileri” kapsamında 1939 yılında Sivas’a gitmiş olan sanatçının burada ürettiği resimlerin isimleri şunlardır: Gök Medrese, Kale Mahallesi, Sivas Parkından, Sivaslı Kız, Sivas Kongresi Salonu, Sivas’ta Sabah, Harman Yeri, Halı Dokurken, Çifte minare, Sivas’tan Manzara.

Sivas’ta, Gök Medrese ve kongre binası gibi bu şehrin yakın ve uzak tarihine ışık tutan iki yapıya yer vermesi dikkat çekicidir. Ayrıca Sivaslı Kız resminde bölgenin yerel giysileri, Halı Dokurken resminde de kızların günlük yaşamın yüzyıllardır değişmeyen yüzü vurgulanmıştır. Ama çağdaş Türk sanatı açısından belki de en önemli resmi Kale Mahallesi’dir.

Ural yazısında; “Malik Aksel’in ‘marazi’ bulunan resimlerinden Kale Mahallesi, Yurt Gezileri’nde yapılmış ve bilinen resimler arasında toplumsal gerçekçi denebilecek hemen tek resimdir. Gezilerde yapılan öteki resimlerde güzellik arayışı ve iyimser bir bakış varken, Aksel’in Kale Mahallesi’nde toplumda yaşanan yoksulluğun izleri görülüyor.”diyor (M. Ural: 1998, s 45).

Genellikle izlenimci akıma yakın olmakla birlikte, bize has temaları kişisel eğilimlerine yakın olacak şekilde aktaran Malik Aksel’in resimleri, Anadolu toplumunun insanını ve yaşam şartlarını görsel olarak sanatımıza girmesini sağlayan başlıca kişidir.

“Malik Aksel’e göre, sanatta bir ihtilal havası yaratmak, gelenekler dışında bir sanat oluşturmak, kolay bir iş değildi. Bu tür hareketler, sanatı maddenin baskısından kurtarıp “anlaşılmayan bir dil”e götürmekle, insanlığın toplu duygularını anlatmaktan uzak kalıyordu. Eski ressamın yapıtı kendini kolayca halka anlatırken, yeni ressamın yapıtı için “tefsirci”ye gerek vardı. Hangi dalı tutmak, hangi sanat peygamberine

inanmak gerektiği sorununu, “zamanı şaşmayan ebedi sanat ölçüsü” çözümleyecekti” (K. Özsezgin: 1982, s 44).

1933-1942 yılları arasında yayınlanan Yeni Adam dergisine, birçok ressam ve edebiyatçı katkıda bulunmuştur. Bunlar arasında Zühtü Müridoğlu ve Bedri Rahmi gibi çağdaş sanatı destekleyenlerle birlikte, Batı sanatına hayran ressamlar da bulunmaktaydı. Malik Aksel, Turgut Zaim gibi geleneksel sanata yakın olanlarla, Abidin Dino ve Şeref Akdik gibi toplumcu gerçekçi çizgideki ressamlar, Baltacıoğlu’nun halkçılığı ve gelenekselciliği ile daha uyum içindeydiler. Malik Aksel’in Mahalle Mektebi adlı tablosunu Baltacıoğlu, coşkuyla karşılamıştı (İ. Duben: 2007, s 262).

1941 yılında Devlet Resim ve Heykel Sergisi’ndeki konuşmaları ve davranışları otuz gün süre ile izleyen Malik Aksel, ertesi yıl isim vermeden hikayesel bir anlatımla, sanatçıların kendi resimleri hakkındaki görüşlerini, eleştirmenlerin, resim meraklılarının, seyircinin konuşmalarını bir kitapta topladı. Bu kitap sanat ortamını göstermek amacıyla yazılmış olmasına rağmen, yazım şeklinden Aksel’in bir belgesel yaratmaktan çok kendi fikirlerini halka açıklamak için bu yola başvurmuş olduğu anlaşılıyor. Başarılı bir ressam ve İslam kültürünü çok iyi araştırmış bir sanatçı olarak Malik Aksel’in bu araştırması, o yılların sanat anlayışına, kavramlarına ve modern sanata karşı olanların fikirlerine ayna tutan belgesel nitelikli bir çalışmadır.

Aksel bu kitapta modern sanatın ve resmin ne olduğu üzerinde duruyor. Ciddi ve oldukça nesnel tartışmalarla beraber, özellikle özenti gördüğü tavırları ressamların ağzından anlatıyor:

“(…) Şu halde jürinin bir resmi beğenmesi için resimde “perspektif” olmayacak, gölge ışık bulunmayacak, anatomi yanlış olacak, nisbetler yerli yerinde bulunmayacak.

(…)

Efendim, sanat iç alemi gösteriyormuş… Hangimizde bir iç alem var? Evet, hakiki sanattan anlamayanlar için gene anlaşılmayan, köklü olmayan bir sanata sarılmak,

onu müdafaa etmek, kendi ayıplarını örtmek bakımında lehlerine bir harekettir. Ama “efkarı umumiye” buna razı değilmiş. Resim müşterek bir lisanmış. Bunlar kimin umurunda? Bu fikirler klasik düşünceli adamların “hayide” sözleri imiş” (İ. Duben: 2007, s 106-107).

Dönemin devrimlerini anlatan ressamların sözcülerinden İsmail Hakkı Baltacıoğlu’na göre, şekilde Batılılaşmanın “gölgeli kişiliğini” taşıyan çağdaş ressamın karşısında Malik Aksel ve Şeref Akdik gibi “toplumu ve zamanı anlayan” ressamlar vardı. Baltacıoğlu’na göre, “Bizde resmin kadın, güneş, ay, lale üzerinde oyalandığı bir zamanda, bu genç artist (Malik Aksel) onun (resmin) sosyal evrimin en açık konuşan dili olduğunu iyice anlamış ve eserleriyle sosyal ar akımına adeta kılavuzluk etmiştir.” (İ. Duben: 2007, s 109).

“Bu sanatçı usta bir ressam olmanın ötesinde, hem bir anı ve deneme yazarı, hem de ilgi alanını Anadolu halk resimleriyle dinsel tekke resimleri üzerinde yoğunlaştıran bir araştırmacıdır” (S. Tansuğ: 2005, s 170).

Malik Aksel’in 1960 yılında kendi alanında yazdığı özgün bir deneme olan Anadolu Halk Resimleri, halk resimlerinden çıkan özgün taşbaskıların yer aldığı zengin bir koleksiyonun, titiz ve araştırmacı yapısının örneklerini taşımaktadır. Halk resimlerinden meydana gelmiş 177 örneğin de yer aldığı kitabın ön sözünde Prof. Mazhar Şevket İpşiroğlu şunları yazıyor:

“Bu kitap, halkı resimde düşünme ve anlatma gücünün ne kadar kuvvetli bir geleneği bulunduğunu gösteren ilk eser olacak. Malik Aksel, halk resmini tanıtmak için, büyük bir malzeme yığını önümüze sermiyor. Yaptığı iş halk resimlerinden bize bazı örnekler vermek oluyor. Ama bunları öyle seçmiş ki, halk resmini, çeşitli yönleri ve bütün zenginliğiyle kavrayabiliyoruz.”

“Halk resimlerine bakarken, benzetme ve taklit hevesiyle değil, inanç ve düşüncelerin resim diliyle anlatılması için bunların yapıldığını göz önünde tutmalıyız. Resim burada bir şeyin benzerini vermiyor, halk muhayyilesinde yaşayan bir tasavvuru, bir fikri tanıtıyor bize” (A. Köksal: 1998, s 22-23).

“Değeri bugüne kadar belirtilmemiş bu kendi halinde, içine kapanık, gösterişten uzak ressamı 1969’da Akademi’de açılan retrospektif sergisi onu gereğince tanıtmalıydı. Resim yapışında bir çeşit saf yüreklilik seziliyorsa da bu, daha fazla, resim yapma jestine gösterdiği içtenliğin sonucu. ‘Çingeneler’, ‘Kardeşler’, ‘Halı Önünde’, ‘Şu Karalı Kızlar’ Aksel’in kişiliğini belirtiyor” (N. Berk, H. Gezer: 1973, s 75).

Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1980’lere değin, birbirini izleyen farklı sanat anlayışlarının etkisine kapılmaksızın, daha sanat kariyerinin başlangıcından itibaren benimsediği ilkeler doğrultusunda sanatını geliştirmiş ve çağdaş Türk sanatında önemli bir yer edinmiştir.

* * *

Sonuç olarak baktığımızda Müstakiller, üyelerinin üslup seçimlerine özgürlük tanımakta ve hiçbir baskı kurmadan çağdaş Türk Resmi adına birbirlerinin çalışmalarını desteklemektedirler. Türk Resim sanatında, Batı sanatının çağdaş uygulamalarına paralel çoğulcu bir anlayış gelişmekte ve bu özgür çalışma ortamı sanatçıların gelişmesini sağlamaktaydı.

Bu ortam dahilinde 1929 yılından başlayarak günün gazete ve dergilerinde resim sanatının halka tanıtılıp, benimsenmesi için makaleler yayınlarlar (K. Giray: 1997, s 278). “En önemli amaçları resim ve heykel sanatının da geleneksel el sanatları gibi benimsenmesini kolaylaştırmaktır. Çini gibi, halı gibi, kilim gibi ve hatta metal gibi Türk evine ve çalışma mekanlarına, lüks sayılmadan, yadırganmadan girebilmesini gerçekleştirmektir” (K. Giray: 1997, s 6).

“Müstakiller, sanatçıların ortak hak ve yararlarda birleşmelerini ve haklarını korumaya büyük önem verirler. Bu bağlamda 1940 yılında hazırlanan Devlet Resim Heykeli Sergisi yönetmeliğinin el ve akıl birliği ile en iyi biçimde belirlenmesi için Güzel Sanatlar Birliği ve kendilerinden sonra kurulan “d” Grubu üyeleri ile birlikte çalışma ortamını kurarlar. Ayrıca bu birliklerle ortak sergi açmak için girişimlerde bulunarak Ankara ve İstanbul’da birleşik resim sergileri açılmasını gerçekleştirirler.

Devlet ve özel teşebbüs tarafından yaptırılmak istenen resimler için Güzel Sanatlar Akademisi’nin ilk başvuru merkezi olmasından ve yalnızca Akademi’de görev yapan

hocaların, sanat ortamının tüm gereksinimlerini karşılamaya ulaşan kaynaklanan tekelci davranışlarıyla mücadele ederler ve bu tür isteklerin tüm Türk resim sanatçılarının katılabileceği yarışmaları değerlendirebilecek yansız jürilerin seçimiyle yapılması gerektiğini savunurlar. Bu görüşlerin benimsenmesi için mücadele verirler.

Bu arada Müstakiller resim üretmekten ve bu resimleriyle kendi sergileri dışında gelişen sanat etkinliklerine de katılmaktan geri durmazlar. Devlet Resim ve Heykel Sergilerine katılırlar ve ödül alırlar. Ayrıca CHP kültür programında düzenlenen “Yurt Gezileri”ne de katılırlar ve gönderildikleri illerde ürettikleri resimlerle “Yurt Gezileri Sergileri”nde de yer alırlar. Ankara Halkevi sergilerine de eserlerini gönderirler” (K. Giray: 1997, s 279).

BÖLÜM IV

CUMHURİYET TÜRKİYE’SİNDE KURULAN