• Sonuç bulunamadı

Raymond Aron’a Göre Seçkin Türleri

BÖLÜM 1: SEÇKİNLER: KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

1.3. Seçkin Kuramcıları ve Kuramları

1.3.6. Raymond Aron

1.3.6.2. Raymond Aron’a Göre Seçkin Türleri

Seçkin kuramlarında adından oldukça sık söz ettirenlerin başında gelen Aron, başlarda seçkinleri beş gruba ayırarak incelemektedir. Aron’a göre (1976: 183) seçkinler; kitle liderleri, parlamenterler, bürokratlar, iş adamları ve aydınlar olarak beş grupta incelmektedir. Aynı zamanda bu seçkin grupları arasında, olgunluk dönemi eserlerinin aksine, oydaşım ve işbirliğinden ziyade bir rekabetin olduğunu savunmaktadır. Seçkin dönüşümünün de bu rekabetin sonucunda, iktidarın bu beş grup arasında el değiştirmesi olarak kabul etmektedir.

21 Gramsci hegemonyayı, siyasi önderliğin yanı sıra ideolojik, ve kültürel bir önderlik olarak da ileri sürmektedir. O, kuramında daha çok kültürel önderlik kavramı üzerinde durarak, hegemonyanın kültürel önderlik ile daha sağlam inşa edildiğini vurgulamaktadır. Kültürel önderlik ile egemenler/seçkinler topluma kendilerine ait olduğunu hissettirdikleri bir kültür örüntüsüyle kendi varlıklarını meşrulaştırmış olurlar. Fakat bu kültür yaratımı da sıradan bir egemen grup tarafından yapılabilecek kadar basit bir olgu değil, ancak organize ve bilinçli bir egemen kitle tarafından yapılabilecek kadar kompleks bir süreci ifade etmektedir (Doğan, 2002: 189: Forgasc, 2010). Gramsci’nin burada atıfta bulunduğu organizelik, Mosca ve Pareto’nun seçkinler için ileri sürdükleri örgütlülük ifadesiyle büyük oranda örtüşen bir savı ortaya koymaktadır.

Aron olgunluk dönemi olarak ifade edilebilecek dönemlerinde ise seçkinleri, daha genelleştirerek dört ana başlık altıda incelemektedir. Bunlardan birincisi aydınlar ve bilim adamlarından müteşekkil olan “manevi iktidar iddia eden gruplar”dır. İkinci grubu siyasal iktidarı elinde bulunduran “siyasi idareciler” oluşturmaktadır. Bu tanım ekseninde bakacak olursak, yargı seçkinleri bu iki grup arasında bir yerdedir. Üretim vasıtalarını bizzat elinde bulunduranlar ya da üretim sürecinde faaliyet gösterenlerin oluşturduğu üçüncü grup ise “kollektif iş faaliyetlerini idare edenler” olarak kavramlaştırılmaktadır. Nihayet son grup ise; kitle taleplerini duyuran ya da yönlendiren, bazen de siyasi hatta manevi iktidar peşinde koşan “kitle liderleri”dir (Aron, 1993: 178-179). Özellikle ilk üç seçkin yapısının önemi üzerinde duran Aron; bir iktidarın bu üç seçkin grubunu arkasına alabildiği, organize olarak kullanabildiği ölçüde sürdürülebilir olduğunu vurgulamaktadır (Aron, 1993: 174). Bu seçkin tipleri arasındaki menfaat oydaşımı arttıkça, iktidara yönelik işbirliği de güçlenecektir. Hatta bazı durumlarda değerler anlamında özdeşleşmeseler dahi bu seçkin tipleri arasında oydaşımın varlığına tanıklık edilmektedir.

Bu minvalde yakın tarih Türk seçkin yapısına bakıldığında; yerleşik seçkinler ideolojik olarak her ne kadar laik ve batıcı olsalar da, İslami referanslarla hareket eden bazı cemaatleri yanlarında tutabilmiş, bir çok İslami gruba karşı oldukça baskıcı bir politika izlenirken, bahsi geçen gruplara karşı baskı uygulanmamış, kendi iktidarlarını meşrulaştırma yolunda bu grupların destekleri alınmıştır. Bu çerçevede 1999 seçimleri öncesi DSP ile Fetullah Gülen Grubunun yapmış olduğu işbirliği, iki farklı değer sistemi üzerine kimlik tanımlaması yapmış aktörlerin, iktidar mücadelesinde oluşturdukları oydaşımı ortaya koymaktadır.

Yine seçkin kuramcılarının beslendikleri kaynaklardan birisi olarak kabul gören Manhnheim de seçkinleri üç gurupta ele almaktadır. Bunlardan birincisi iktidarı bizzat elinde tutan “siyasi ve organize seçkinler”dir. İkinci grup; iktidarın dışında bulunmakla beraber, iktidarın meşruiyetini oluşturma rolünü üstlenen “entelektüeller ve sanatçılar” ve nihayetinde son grup ise, seçkinler ile kitle arasındaki ilişkileri düzenleyen, köprü rolü gören “moral ve din seçkinleri”dir. Bu seçkin gruplarının üçü de demokratik toplumlar için vazgeçilmezdir. Aron’un manevi iktidar ve siyasal iktidar tasnifi tam da bu noktada devreye girerek, Manhnheim’ın tasnifi ile örtüşerek onun bir kademe daha

derinleştirilmiş hali olarak tezahür etmektedir. Manhnheim’ın toplumsal yapı noktasında ortaya koyduğu bu ayrım, Aron’da siyasal sistem üzerindeki etkileri bağlamında incelenmektedir. Bu grupların çoğalması seçkin olmada liyakatin belirleyici olmasını sağlamaktadır (Arslan, 2010: 120-121). Fakat aynı zamanda bu durum seçkinler arasında güç savaşlarına da neden olabilmektedir. Zira başlangıçta siyasal seçkinler ile kitleler arasında köprü işlevi gören, meşruiyet için önemli bir rol üstlenen bu seçkinler zamanla iktidardan pay istemek durumunda olabilirler. Özellikle Türkiye’de 2000-2012 döneminde, Adalet ve Kalkınma Partisi ile “Fetullah Gülen Cemaati” arasında yaşanan mücadele (Bursalı, 2011: 137) bunun tipik bir örneği olarak görülebilir.

Tüm bu kavramlaştırmalar ışığında, iktidar seçkini olarak ifade edilebilecek grup içerisinde bir çok farklı işlev gören ve farklı statüleri işgal etmelerine rağmen iktidar seçkini olarak kabul edilen gruplarla karşılaşılmaktadır. Bu farklı seçkin gruplarından tamamı, gerek doğrudan gerekse dolaylı olarak iktidarı ve siyasal sistemi etkilemektedir. Seçkin gruplarından hangisinin daha etkili ya da hakim olduğunun tespiti güç olmakla beraber, toplumdan topluma ve aynı toplum içerisinde farklı zaman dilimleri içerisinde farklılaşmaktadır. Bu çerçevede iktidar seçkini çeşitlerinden ilki siyasi idareciler olarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet mekanizmasının yönetimini üstlenmiş olan (Aron, 1993;174) bu grup, ister seçim, ister atama, isterse de tevarüs ile bu noktaya gelsin, siyasal seçkinlerin en bilindik ve öne çıkan çeşidini oluşturmaktadır (Bottomore, 1993; 74). Siyasal idareciler, seçkin kuramlarının tam da merkezinde yer alan gruplardır. Pareto’nun (2005; 25) tanımından hareketle siyasi idareciler arasında yönetim işini en iyi yapan, bu mevkilerin gereklerini diğerlerine nazaran daha başarılı olarak yerine getirenler siyasi seçkinler olarak kabul görmektedir.

Aron tarafından “manevi iktidar” olarak kavramlaştırılan aydın/bilim adamı/münevver sınıfı, iktidar üzerindeki sınırlandırıcı etkisi nedeniyle hala bir seçkin grubu olarak varlığını sürdürmektedir. Aron’a göre (1993: 189) manevi iktidar ile siyasi iktidar ayrı ve mesafeli olmalıdır. Zira bunların birlikteliği özgürlüğü tehlikeye sokar. Manevi iktidarın varlığı ve bağımsızlığı siyasi iktidarı sınırlandıran, onu hizaya sokan bir işlev görmektedir. Dahası manevi iktidar bu işlevini, iktidarın kurumsallaştığı günden beri dönüşen iktidar erklerine nazaran sürdürmektedir. Şöyle ki; Gramsci’ye göre (1975:

191), seçkinler diyalektik bir sürecin sonucu olarak değişim yaşarken, aydınlar tarih içerisinde kesintisiz bir sürecin sonucudurlar. Her dönemdeki aydınlar, kendilerinden önceki dönemlere ait aydınlarla, kullanılan dil ve etimoloji aracılığıyla bir bağlantı kurarlar. Yani seçkinler her ne kadar kendileri gibi düşünen yeni bir aydın kitlesi oluşturduklarını düşünseler de söz konusu aydınlar aslında eski seçkinlere de ait olmayan eski aydınlardır. Gerçek aydınlar olarak kabul edilen bu kitle aracılığıyla tarih boyunca iktidar seçkinleri kontrol altında tutulabilmiştir. Bu kontrol sadece iktidarın sınırlandırılmasıyla tecessüm eden bir durum değil, kitle kanaatlerinin ve beklentilerinin de belirlenmesi suretiyle aydın profilini belirleyen bir kontrol davranışıdır.