• Sonuç bulunamadı

Bir İktidar Seçkini Olarak Devlet Seçkinleri

BÖLÜM 1: SEÇKİNLER: KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

1.2. Seçkin Türleri

1.2.2. İktidar Seçkinleri

1.2.2.7. Bir İktidar Seçkini Olarak Devlet Seçkinleri

Yukarıda zikredildiği üzere seçkin çeşitleri arasında iktidarı doğrudan kullanan en önemli seçkin çeşidi siyasal seçkinlerdir. Fakat nasıl ki seçkinler kendi aralarında iktidara olan etkileri ve faaliyet alanları anlamında çeşitlilik gösteriyorsa, siyasal seçkinler de kuramsal olarak iktidara gelme anlamında iki ana gruba ayrılmaktadır. Bunlardan birincisi, demokratik sistemler için, seçim yoluyla iktidarı elde eden siyasi idareciler, ki bunların değişimi demokratik sistemlerde oldukça kolaydır. İkinci grubu ise seçimle değil, seçilmişlerin ataması ya da bürokrasi mekanizması içerisindeki görev süresine bağlı olarak belirli kademeleri elde etmiş olan bürokratlar bir diğer değişle devlet seçkinleridir.

Devlet seçkini kavramı başlangıçta siyasal sistemde yer alan bürokratlar da dahil olmak üzere bütün aktörleri tanımlamak için kullanılan bir kavramdı. Literatüre Schumpeter’in kazandırdığı kavram sıklıkla yönetici seçkinler olarak da kullanılmaktaydı (Arslan, 2007a: 40). Fakat zamanla devlet seçkini kavramı, devlet yöneticiliğinde kariyer esasına göre yer alan bürokratları ifade etmek için kullanılır hale gelmiştir. Devlet seçkinleri; imparatorluklar döneminde siyasal sistem içerisinde oldukça aktif bir rol ifa ederlerken, ulus devletlerin kuruluşu ve liberal demokrasilerin yaygınlaşmasıyla birlikte görece etkinlikleri azalmıştır. Bu bürokratik seçkinler geniş karar verme yetkileriyle hala sistemi etkileyebilecek güçtedir (Dahl, 2001: 118). Hatta kimi zaman bürokrasinin

tahakkümü olarak ifade edilen durumlar ortaya çıkmakta, kendilerini sistemin asıl sahibi olarak gören bürokratlar, bu refleksleriyle seçilmiş idarecileri görev yapamaz ya da karar alamaz hale getirebilmektedirler.

Bir seçkin grubu olarak bürokrasiyi ele aldığımızda karşımıza bürokratik seçkincilik kavramı çıkmaktadır. Her ne kadar bu iki kavram birbiriyle çelişir gibi gürünse de, birlikte kullanıldıklarında bu çelişki ortadan kalkmaktadır. Zira özellikle 20. Yüzyılla birlikte ortaya çıkan modern ulus devletlerin idari ve hukuki yapısı bürokrasi için seçkincilik vazgeçilmez bir duruma taşımıştır. Eskiye nazaran oldukça komplike bir hal alan devletin gündelik faaliyetleri, bu faaliyetleri koordine edecek önemli donanımları haiz üst düzey bürokratları birer iktidar seçkini olarak ortaya çıkarmıştır. Plowden’ın da dediği gibi (Akt. Dargie ve Locke, 1999: 94) artık kamu bürokrasis muhafazakarlık, ihtiyatlılık, şüphecilik, seçkincilik ve kendini beğenme gibi bir takım değerlerle bezeli bir hal almıştır. Bu kapsamda artık bürokrasi ile seçkincilik, birlikte telaffuz edilebilir bir hal almıştır. Hele söz konusu kurumsallaşamamış demokrasiler olunca bürokrasinin bir iktidar seçkini olarak siyasal seçkinlerin bile önüne geçtiği sıklıkla gözlemlenebilir bir olgu haline gelmiştir (Önder, 2013: 80).

Bürokratik seçkinlerin siyasal sistem içerisindeki rolü ve ağırlığı, toplumsal yapı, siyasi tarih, siyasal kültür ve ekonomik gelişmişlik düzeyi gibi birçok faktör tarafından belirlenmektedir. Köklü demokratik geleneğe sahip batılı modern sistemlerde bürokratik seçkinler siyasal sistem üzerindeki etki ve kontrol yetkilerini diğer iktidar seçkinlerle paylaşmak durumundayken, siyasal bağımsızlığını yeni kazanmış sömürge bakiyesi ülkeler ve azgelişmiş ülkelerde çağdaşlaşmak ve ekonomik gelişmeyi, dolayısıyla devletin ayakta durabilmesini sağlamak hususunda önemli bir rolü üstlenen bürokratlar siyasal sistemde siyasal seçkinleri bile geride bırakacak bir etkiye sahiptirler (Kışlalı, 2002: 337-338). Yine benzer şekilde Türkiye gibi imparatorluk bakiyesi devletler de imparatorluktan miras alınan bürokrasi ve devlet geleneği, devlet seçkinlerinin siyasal sistem içerisinde önemli bir fonksiyon görmelerine ve dolayısıyla iktidar seçkinleri arasında önemli bir yer edinmelerine neden olmaktadır.

Devlet seçkini olarak hakkında ayrı bir paragraf açılması gereken bir diğer seçkin grubu ise yargı seçkini olarak ifade edebileceğimiz hukukçulardır. Başlarken belirtmekte fayda var ki; tüm hukukçular bir yargı seçkini değildir. Yargı sistemi içerisinde üst mercilere

gelebilmiş ve verdikleri kararlar ile siyasal sistemde köklü etki yaratan hukukçular birer yargı seçkinidir.

Hukukçular, statü olarak toplumun üst tabakasını işgal eden ve ifa ettikleri görev açısından birer devlet seçkinidirler. Fakat hukukçular diğer tüm iktidar seçkinlerine nazaran politik dalgalanmalardan en az etkilenen seçkinlerdir. Bundan dolayıdır ki değişimi pek istemez, aksine mevcut toplumsal düzene tutucu/konservatif bir unsur katarlar (Tocquivelle, 1994: 108). Kanaatimizce, sosyolojik bir perspektiften bakıldığında,Hukukçuların bu konservatif duruşları özellikle seçkin dönüşüm dönemlerinde yerleşik seçkinlerce çok fazla kullanılan bir özelliktir. Yerleşik seçkinler bu tutucu seçkin paydaşlarıyla birlikte, karşıt seçkinin yükselişini hukuki dayanaklara atıfta bulunmak suretiyle engelleme girişimlerinden geri kalmazlar. Bu minvalde Türkiye’de yakın geçmişte yaşanan karşıt seçkin hareketlerinin, hukukçular marifetiyle engellenme yöntemleri12 dikkate değerdir.

Hukukçuları diğer seçkinlerden ayıran bir diğer önemli özellik ise onların kökenleridir. Hukukçular köken ve çıkar olarak halka, alışkanlıklar, yaşam tarzı ve işgal ettikleri statü olarak ise seçkin sınıfa aittirler. Hukukçu olabilmek için herhangi bir özel aidiyet ya da geçmişe sahip olmaya gerek bulunmamaktadır. Sistemde hukukçu olmak için öngörülmüş eğitimi alan herkes geçmişine bakılmaksızın13 bu seçkin grubuna dahil olabilmektedir. Bu özellikleriyle onlar, kitleler ile seçkinler arasında bir köprü vazifesi de görmektedirler. Fakat çoğunlukla sosyolojik açıdan bakıldığında, seçkinlerin yanında yer alırlar. Bu durum için seçkinler de açık bir çaba sarf ederler. Zira hukukçular, hukuk devletinin kendilerine tanımış olduğu güç ve meşruiyete dayanarak, kamu düzeni için gerektiğinde seçilmiş dahi olsa, yerleşik seçkinleri alaşağı edip, kendilerini onların iradelerinin önüne koyarak onları saf dışı bırakabilirler. Bundandır ki seçkinler ile hukukçular arasında ciddi bir oydaşım vardır (Tocquivelle, 1994: 108). Bu oydaşım ile yerleşik seçkinler, kendilerini karşıt seçkin hareketlerine karşı güvende hisseder, yaptıkları bir çok şeyin de hukuki meşruiyet kazanmasını sağlamış olurlar.

12 Parti kapatma davaları ve sonucunda verilen cezalar, siyasetten men etme gibi yaptırımlar Türk yerleşik seçkinlerinin Anayasa Mahkemesi maharetiyle 1980 sonrası süreçte yaşanan muhafazakar karşıt seçkin hareketini engelleme çabalarıdır.

13 Modern öncesi çağlarda olduğu gibi, aristokratik aile bağları ya da bunun dışında bir takım ekonomik gerekliliklere gerek duyulmaksızın yargı sistemine girilebilmektedir.

Hukukçular, kendi varlıkları da demokratik hukuk devletine bağlı olduğundan, genellikle demokratik hükümetleri devirmeyi düşünmezler. Fakat demokrasi dışı yollarla, ki bunları genellikle demokrasiyi savunma adına yaptıklarını ileri sürerler, hükümetleri gerçek doğrultusundan ve hedeflerinden çevirmek suretiyle meşruluğunu yitirmesine neden olabilirler. Böylelikle hukukçular yerleşik seçkinlere karşı alternatif bir seçkin grubu oluşturma temayülünde bulunurlar. Yerleşik seçkinlere karşı, eğer aradaki oydaşım da bitmişse, karşıt seçkinlerin hareketini desteklemiş olurlar (Tocquivelle, 1994: 108).

Yukarıda zikredilen seçkin çeşitleri her ne kadar kuramsal anlamda farklı başlıklar halinde zikrediliyor olsa da; siyasal sistemdeki siyasi, ekonomik, militarist, medya ve din seçkinleri arasında ciddi bir karşılıklı menfaat ve çıkar ilişkisi üzerinde inşa edilmiş oydaşım bulunmaktadır. Siyasal sistemi elinde bulunduran siyasi idareciler ve diğer seçkin grupları birbirleriyle giriştikleri ilişkilerde sürekli bir fayda-maliyet analizi yaparak kendi menfaatlerini maksimize etmeye çalışırlar. Bahsi geçen seçkin grupları arasında her hangi bir uyuşmazlık ya da anlaşmazlık çıkması ve çözüme ulaştırılamaması durumunda sistem önemli krizlere girerek, yeni bir siyasi seçkin grubu oluşturur. Bunun yanında eğer güçlü bir siyasi idareci kitlesi mevcut ise, bu idareciler kendileriyle çatışan diğer seçkinlerin yerine yeni seçkin gruplarının oluşması için çaba da gösterebilir. Bu durumda değişen idareciler değil diğer seçkinler olur.