• Sonuç bulunamadı

STRES

Stres kelimesi günlük hayatta çoğunlukla olumsuz anlamı ile ve bir duygu olarak kavramsallaştırılmaktadır.

Peki “stres” diye bir duygumuz var mı? Stres bir duygu değil aslında fizyolojik bir tepkidir ve her zaman olumsuz değildir. Hatta çoğu zaman yaşamın devamı için gereklidir.

Stres Tepkisi = Çevresel Taleplere Uyum

Selye (1950; akt. Şahin, 1994) stresi “bedenin kendi üstündeki baskıya gösterdiği tepki” olarak tanımlamaktadır. Selye’ye göre stres üç aşamada gerçekleşmektedir. İlk aşama organizmanın tehlikeyi hissettiği andaki durumunu anlatan alarm aşamasıdır. İkinci aşama, tehlike organizma için devam ederken, organizmanın fiziksel olarak tepkide bulunduğu direnç aşamasıdır. Tehlikenin geçmediği durumlarda organizmanın tükendiği aşama ise tükenme aşamasıdır.

Stres tepkisine neden olan pek çok kaynak vardır. Bunlar arasında normalden fazla ısı, acı, yiyecekler, hormonlar, hareket yoksunluğu gibi fiziksel ve fizyolojik kaynaklar öncelikli olarak yer almaktadır. Ancak insanlar hayvanlardan farklı olarak, fiziksel ve fizyolojik olmayan kaynaklar karşısında da stres tepkisi geliştirebilmektedirler. “Sembolik uyaranlar” veya “sembolik tehditler” şeklinde adlandırabileceğimiz bu kaynaklar insanlar için negatif durumlar ortaya çıkarmakta ve bu nedenle yaşamsal bir tepki olan stres tepkisi olumsuz bir anlam kazanmaktadır (Levine, 2005).

Stres Tepkisinin Amacı Nedir?

Stres tepkisinin canlılar için birincil amacı bireyi tehditlere/tehlikelere karşı korumaktır. Tüm canlıların temel güdüsü fizyolojik olarak yaşamda kalma güdüsüdür. Canlılar yaşamlarını tehdit eden bir durumla karşı karşıya kaldıklarında stres tepkisi geliştirir ve bu durumdan kaçmaya ve bu durumla savaşmaya çalışırlar. Walter B. Cannon fizyolojik tepkilere ilişkin hayvanlarla yürüttüğü çalışmalar sırasında tüm hayvanların, savaşmaya ya da kaçmaya çalıştıklarını görmüştür. Yapılan davranış (savaşma ya da kaçma) hangisi olursa olsun, hayvanın bedeninde bazı fizyolojik değişiklikler ortaya çıkarmaktadır. Cannon bu değişimlere “savaş ya da kaç tepkisi” demiştir (McCarty, 2016).

“Savaş ya da Kaç” tepkisi sırasında ortaya çıkan biyolojik değişimler:

Bir tehdit veya yeni bir uyaranla karşılaştığımızda, beyinde küçük bir sinir hücresi topluluğu olan hipotalamus, bedenimizin diğer bölgelerine bir seri işaretler gönderir ve saniyeler içinde çok karmaşık bir seri bedensel tepkiyi harekete geçirir (McCarty, 2016):

• Savaşmak ve kaçmak bedenin daha fazla enerjiye ihtiyaç duyması demektir. Bu nedenle bedene daha fazla enerji sağlamak için hormon üretimi artar.

• Hareket ve enerjiden sorumlu olan “sempatik sinir sistemi” aktive olur; rahatlama ve gevşemeden sorumlu olan “parasempatik sinir sistemi” yavaşlar.

• Bedende birikmiş şeker ve yağlar, hızlı enerji sağlamak için kana karışır.

• Bu şekeri enerjiye dönüştürmek için gerekli oksijeni sağlamak üzere solunum hızlanır.

• Beyne, kaslara ve gerekli organlara yeterli kan göndermek üzere kalp atışları hızlanır ve kan basıncı artar.

• Kana daha çok alyuvar karışarak, daha çok oksijen taşınması sağlanmış olur.

• Kaslar hareket için hazırlanır ve gerginleşir.

• Sindirim sistemi durur ve sindirim sistemindeki kan, beyin ve kaslara yönelir.

• Terleme artarak vücudun aşırı ısınması önlenir.

• Bağırsak ve idrar torbası kasları, kaçma durumunda vücudu hafifletmek için gevşer.

• Gözbebekleri genişleyerek, göze daha fazla ışık girmesine, dolayısıyla görüşün keskinleşmesine yardımcı olur.

Yukarıda sıralanan ve hayati öneme sahip bedensel değişimleri fark etmeyiz. Savaş ya da kaç tepkisi oluştuğunda fark ettiğimiz fizyolojik değişimler ise şunlardır:

• Nabızda artış

• Terlemede artış

• Kasılmış mide

• Gergin kaslar

• Kalbin hızlı hızlı çarpması

• Nefeste daralma

• Dişlerin gıcırdatılması, çenenin kasılması

• Konsantrasyon güçlüğü

• Aşırı tedirginlik

• Duyguların yoğunlaşması

Gerçek bir yaşamsal tehdit olduğunda (Ör; karşıdan karşıya geçerken hızla üzerimize gelen araba, yüzümüze doğrultulan bir silah vb.) insanlar ve hayvanların fizyolojik süreçleri aynı şekilde işlemekte ve aynı savaş ya da kaç tepkisi ortaya çıkmaktadır. Ancak yıllar süren kültürel gelişmeler, insanları psikolojik uyarıcılara da benzer biçimde tepki göstermeye koşullamıştır. Bu tepki, geçmişteki acı verici bir anıya ilişkin düşüncelerimizle olduğu kadar, istediğimiz yeni bir işe başlayacağımız zaman yaşanan olumlu duygularla da harekete geçebilir. Yanı sıra insanın özsaygısına yönelmiş bir tehlike de “savaş ya da kaç tepkisi” ortaya çıkarabilir. Örneğin, gireceğimiz bir sınavda başarısız olacağımızı düşünebiliriz veya arkadaş çevremizin bizi yeterince desteklemediği hissine kapılabiliriz.

Yaşamsal (gerçek) tehditlerle günlük hayatımızda sıklıkla karşılaşmayız ve bu tehditler, kaçmayı/

kurtulmayı başardığımızda, ortadan kalkar ve vücudumuz hızlı bir şekilde denge durumuna döner. Yani yukarıda sayılan tüm fizyolojik değişimler belli bir süre sonra ortadan kaybolur. Peki ya benliğimize ilişkin algıladığımız psikolojik ve sosyal tehditler? Bunlarla günlük hayatımızda sıklıkla karşılaşırız ve bu sıklık vücudun eski denge durumuna dönmesini zorlaştırır. Her psikolojik veya sosyal tehdit, maalesef ki, beyin tarafından yaşamsal bir tehdit gibi algılanır ve vücudumuz yaşamsal bir tehdit varmışçasına savaş ya da kaç tepkisi oluşturur. Ayrıca, bu psikolojik ve sosyal tehdit yaratan durumların üzerine düşünme eğiliminde oluğumuz için stres tepkisi varlığını korumaya devam eder.

Örneğin; “Ona neden böyle sert davrandım?”, “Neden bana o sözleri söylemesine izin verdim?”, “Acaba artık beni eskisi kadar sevmiyor mu?”, “Patronum son 1 haftadır çok soğuk davranıyor; acaba beni işten çıkaracak mı?”. Bu türden düşünce ve değerlendirmeler belli duygular ortaya çıkarır: Kızgınlık, suçluluk, üzüntü, kaygı vb.

Yukarıda savaş ya da kaç tepkisi oluştuğunda vücudumuzda belli düzeyde enerjinin birikiyor olduğunu anlatmıştık. Bu enerji, normal (denge) durumunda ihtiyacımız olan enerjinin oldukça fazlasıdır ve vücut için normal şartlarda faydalı bir enerji değildir. Sadece aşırı uyarılmışlık durumlarında gerçekten canlının savaşması ya da kaçması içindir, yani fiziksel olarak tüketilmesi gereken bir enerjidir.

Aynı enerji psikolojik tehditler oluştuğunda da vücudumuzda birikmekte ancak ortada savaşılması veya kaçılması gereken gerçek bir yaşam olayı olmadığı için bu enerji vücutta kalmaktadır. Bu da birçok hastalığın temel nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır: yüksek tansiyon, kalp krizi, felç, zamanında önce yaşlanma (hücrelerin hızlı yıkımı). Günlük hayatta sıklıkla duyduğumuz stresin birçok hastalığa neden olduğu bilgisi tam da şimdiye kadar anlatılan süreçlerle ilgilidir. Bu nedenle insanların, psikolojik tehditler nedeniyle vücutlarında biriken yararsız, hatta zarar verici enerjiyi (kortizol hormonu) vücudundan atması gerekmektedir.

Tablo 1: Birikmiş Stres Belirtileri

Kas ağrıları, nefes almada güçlük Hazımsızlık Alkol ve sigara kullanımında artış

Kaygı, engellenmişlik hissi, hüzün

Her şeyin boş/anlamsız olduğu düşünceleri Kendini kanıtlama arzusu

Yönünü kaybetmişlik

Bir şeylerin yanlış gittiği inancı Kararsızlıklar

Katılık/sertlik, savunmacılık

İnsanlardan uzaklaşma

Anlık ve Birikmiş Stres

Anlık (iyi) Stres

Bir ‘’tehlike’’ algılanmasında mücadele etmek ya da kaçmak için bedeni ve

zihni harekete geçirecek enerji

Birikmiş (kötü)

Stres

Bedende hastalıklara ya da ölüme yol açabilecek tepkileri başlatan fiziksel

ve kimyasal değişimler