• Sonuç bulunamadı

1. ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE ADALET: TEMEL TANIMLAR VE

1.3. Farklı Yaklaşımların Adalet Anlayışları

1.3.5. Postmodernizm ve Adalet

Postmodernizm adalet konusunda ve hukukta öngörülen ve yerleşmiş bulunan hiyerarşileri yıkmak amacını gütmektedir. Merkezi hükümetin yerel yönetimler, erkeklerin kadınlar üzerindeki etkileri tartışmaya açılmakta ve bu tür ilişkileri yıkarak, ilişkilerde farklılıkların egemen olmasını sağlamak hedefini gütmektedir.89 Bu açıdan aşağıda daha iyi anlaşılacağı üzere postmodern adalet de postmodernizm gibi bir direnişi ve başkaldırıyı bünyesinde bulundurmaktadır. Bu kapsamda gelişen postmodern adalet, ahlak anlayışından arınan adalet algılanışına tekrar ahlakı dâhil etmiş ve adalet yeni bir ahlak arayışı olarak ortaya çıkmıştır.

Modern anlayışta devlet, hukukun ve dolayısıyla adaletin başlıca güvencesiyken; postmodern anlayışta devleti hukukun güvencesi olarak görmek doğru değildir ve devlet hukukun kaynağı da sayılmamalıdır. Çünkü hukukun kaynağı her zaman toplumsal ilişkilerde aranmalıdır.90

Bu doğrultuda postmodern adalet, kültürel sistemin dışladıklarına kendilerini yeniden tanımlama ve konumlandırma imkânı vermektedir. “Öteki” düşüncesine dayanan ve çeşitliliğe, marjinal ve indirgenemez olana, farklılık taşıyana, kenarda bulunana yol veren postmodernizm, değişmeye, plüralizme ve yerelliğe imkân tanımaktadır.91

Fredric Jameson postmodernizmi öncekileri geride bırakan yeni bir dönem olarak nitelemektedir. Bu yeni dönem de ise eskisine göre modernleşmenin etkisinin bir taraftan, sanayi sonrası toplumun, tüketim toplumunun ve medya toplumunun etkilerinin diğer taraftan ortaya çıkarak yeni dönemi şekillendirdiğini iddia etmektedir. Bu bileşenlerin yanında çok uluslu kapitalizm olarak nitelemiş olduğu

88

Stephen Holden and Richard Wyn Jones, a.g.e., s.244-245.

89 Elif Çırakman, “Levinas’ta Öteki ve Adalet: Eleştirel Bir Not”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Hukuk ve

Adalet Üstüne, Yıl:4, Sayı:13, Kasım Aralık 2000, Ocak 2001, s.185.

90

Andre Gorz, “Kişi, Toplum, Devlet, Postmodernist Burjuva Liberalizmi”, çev. Y. Alogan, Maviada Yayınevi, İstanbul, 2000, s.141.

91

yeni bir ekonomik düzen ile yeni bir toplum yaşamı da ortaya çıkacak ve bu da kültürdeki yeni yönetimin başlangıcını teşkil edecektir. Dolayısıyla sistemdeki adalet de bu yeni yapılanmaya göre şekillenecektir.92

Jean Boudrillard da yine yeni bir dönem burgusu yaparak, üretim ve endüstri kapitalizminin egemenliğindeki modern çağın artık sona erdiğini, bu yeniçağda teknoloji, kültür ve toplum biçimlerinin yeni kavramlar olarak “benzeri” ve “üst- gerçeklik” kavramlarını ortaya çıkardığını ve bu kavramların hepsinin de endüstri sonrası topluma ait olduğunu iddia etmiştir. Boudrillard, eski dönemin modern endüstrileşmiş toplumlarının sembolü olan üretimin, bu yeni postmodern toplumlarda “gerçek”i önceleyen modeller olarak “benzeriye” dönüşmüştür. Bu şekilde topluma egemen olmaya başlamış ve “üst-gerçeklik” olmuştur.93

Bu doğrultuda anlaşılacaktır ki ahlak ve adalet gibi tüm kavramlar da “benzeri” kavramın üzerinden tartışılacaktır.

Modernizme karşı savaşan Fransiz filozof Jacques Derrida kendisinin “yapı sökümcü” olarak adlandırdığı bir anlayışla savaş açmıştır. Derrida, modernizmin dokunulmaz olarak kabul edilen gerçeklerin özcü “anlam kesinliği” anlayışına karsi, gerçek anlamın imlerde ya da onların gönderme yaptığı şeylerde içkin olmayıp, imler arasındaki ilişkilerin sonucu olduğunu ifade etmiştir. Yani gerçek anlam “kimlik” ve “farklılık” arası ilişkilerde gizlidir.94

Emmanuel Levinas da postmodern adaleti farklılık üzerinden değerlendirmiştir ve ahlakı birinci sıraya koyan postmodernizmin merkezinde sorumluluğun olması gerektiğini belirtmiştir. Bireylerin kendileri için duydukları sorumluluk duygusu günümüzde vazgeçilmez bir kriterken, Levinas‟a göre öteki için duyulan sorumluluk kendi için duyduğu sorumluluğun önüne geçmek zorundadır ve kişi kendisinden önce ötekine karşı sorumludur.95

Levinas‟ın altını çizdiği öteki için duyulması

92 Fredric Jemeson, “Postmodernizm ve Tüketim Toplumu”, çev. Hakan Güleryüz ve Volkan Aytar, Edebiyat ve Eleştiri, Ocak-Şubat, Sayı:1, s.27.

93

Dougless Kellner, “Postmodernism and Social Theory, Some Challenges and Problems”, Theory, Culture and Society, Volume 5, Number 2-3, June 1988, s.242-244.

94

Richard Appignanesi and Chris Garrat, Postmodernizm, çev. Doğan Şahiner, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1996, s.77-80.

95

gereken bu sorumluluk, postmodern ahlak anlayışının da temelini teşkil etmekte ve postmodern adaletin en önemli öğesidir.

Michel Foucoult bu farklılık konusunda son sözü söyleyenlerden biridir. Foucoult kimlik ve farklılık arasındaki ilişkileri “öteki” ile olan ilişkiler olarak değerlendirmiştir. Foucoult‟ya göre bu fikir insanin her gün yaptığı ve insan doğasının parçası olarak yapmaya devam edeceği şeylerle ilgili bir fikirdir. “Ötekileşme” insanin günlük işlerini yapmaya devam ederken, farklılık sahibi olan insanların farkında olması anlamına gelmektedir. Foucoult bu kapsamda siyasal, sosyal, kültürel ve radikal olarak veya cinsiyet bağlamında farklılık taşıyan tüm insanların normal olarak görülmesi ve toplumun çoğunluğuna karşı anormal olarak algılanmaması gerektiğinin altını çizmiştir. Ne tür farklılığa sahip olursa olsunlar, “öteki” olarak tanımlanan herkesin fiziksel alanda olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.96

Görüldüğü gibi farklılığa ve çeşitliliğe bu kadar önem veren postmodernizmin ahlak ve adalet anlayışı doğal olarak da pluralism ile de ilgili olacaktır. Bu kapsamda görülmektedir ki postmodernism pluralist bir yapı içerisinde kültürel, etnik ve dinsel farklılıkların varlığını savunmaktadır. Dolayısıyla postmodern ahlak anlayışı, modernitenin ürettiği "dışlama ve marjinalleştirmeye” bir tepkiyi ifade etmektedir. Postmodernizmin savunduğu bu pluralist adaletin, çeşitliliği, ötekini, marjinal olanı, dışlananı, kuşatacak ve koruyacak şekilde yeniden kavramsallaştırılması amaçlanmaktadır.

Buraya kadar incelediğimiz postmodern adaleti kısaca özetleyecek olursak, postmodern adalet pozitivizmin reddettiği ahlak anlayışına yeniden sahip çıkmış ve bu ahlak anlayışı da rölatif ve kişiler arası nitelik taşımaktadır. Ancak postmodern adaletteki bu ahlak anlayışı “öteki” olarak kabul edilen grupların varlığı ile bir anlam kazanmaktadır. Kişiler her durumda ötekine karşı sorumludur. Dolayısıyla postmodern adalet, “ben” ve “öteki” arasındaki ilişki üzerinde temellenmiştir.

96

James Mannion, Essentials of Philosophy: Basic Concepts of the World’s Greatest Thinkers, Barnes-Noble Publishing, New York, 2006, s.139.

Ötekini ihmal eden her davranış ise ahlak dışıdır ve dolayısıyla adaletsizdir.97

Uluslararası alanda da adalet, farklılıklar arasındaki biraradalığın sağlanması ve herkesin ötekine hoşgörüyle yaklaştığı bir sistemde sağlanabilecektir. Her ne kadar birçok postmodernist ahlakı dışlamış olsa da genel anlamda postmodernizm, özellikle de postmodern adalet ahlakla birebir ilgilidir. Buradaki ahlak, modern dönemin tüm yapılarının, ahlaki olmayan kodların ve insanlara zorla empoze edilmiş yaşam biçimlerinin reddini ifade etmektedir. Kısaca postmodernizm, ilk bakışta çelişkili gibi görünse de, bir siyasal-ahlaki projeyi dile getirmektedir. Bu projenin amacı ise, bütün bütünleştirme tekniklerine yönelik topyekûn itirazı koruyarak, bir adalet teorisi oluşturmaktır.98