• Sonuç bulunamadı

1.2 Tarihsel Süreç İçerisinde Şöhret Kültürü

1.2.2 Kapitalizm ve Şöhret Kültürü

1.2.2.4 Post Fordist Dönemde Şöhret Kültürü

Batı toplumları 70’li yıllara gelinceye değin ‘fordist’ bir görünüm sergilemiştir. Fordist dönemin en önemli özelliği üretimde ve tüketimde standartlaşma ve kollektif bilinçtir. Dolayısıyla yaşam tarzları da genel olarak birbirleriyle benzeşmekte ve farklılıkların çoğu toplum içinde törpülenmektedir. 70’lere gelindiğinde ise üretimde yaşanan doygunluk, yeterli talebin olmayışıyla tüketimde sağlanamamış, kitlesel mallara talebin azalması üretim fazlalığına yol açmıştır. Verimliliğini tamamlayan Fordizm kısırlaşmış, aynı dönemde patlak veren ve tüm dünyayı etkisi altına alan petrol krizinin yarattığı ekonomik bunalımla da kapitalizmin nüfuz alanı daralmıştır. Bu gelişmelerle birlikte üretim ve tüketim anlayışında yeni bir düzenlemeye gereksinim duyulmuştur. Çok ulusluluğun sağlanabilmesi, global ölçekte yer edinebilmek öncelikli amaç olarak belirlenmiş, bu doğrultuda Fordizmin katı prensipleri esnekleştirilmiş, kitlesel üretim ve tüketimin bağlayıcılığı aşılarak, bireysel üretim ve tüketimin geçişkenliğini öngören Post-fordist döneme geçilmiştir. Bu yolla kriz aşılmış ve kapitalizm yeniden ve etkin bir şekilde sürece hâkim olmuştur.

1970’lerde beliren stagflasyon ile birlikte bu süreçteki gelişmeler küreselleşme yönünde önemli değişimler ortaya çıkarmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası süreçten bu döneme kadar devam eden ve ‘altın çağ’ olarak ifade edilen Keynezyen politikalar terk edilmeye başlanmıştır. Bu dönemde içe dönük sanayileşme stratejileri uygulayan ülkelerin artan finansman gereksinimlerini karşılamak amacıyla petrol ihracatçısı ülkelerin ellerindeki dolar rezervleri ve fonlar sanayileşmiş ülkelerin finans kuruluşları yoluyla azgelişmiş ülkelere yönlendirilmeye başlanmıştır. Bu gelişmeler yoluyla önemli bir artış gösteren uluslararası özel finansal akımlar, bir yandan azgelişmiş ülkelerde uygulanmakta olan içe dönük sanayileşme modelinin bir süre daha sürmesine imkân verirken, diğer yandan özel finansal piyasaların önemini artırarak küresel dalganın önemli bir unsuru haline gelmiştir. Bu gelişmeler neticesinde ortaya çıkan uluslararası borç krizi ile birlikte uluslararası kuruluşlar

güdümünde neo-liberal politikaların azgelişmiş ülkelerin önemli bir kısmını kapsayacak biçimde yaygınlaşması söz konusu olmuştur.”86

Post-fordist dönemde ulus devletler, hâkimiyetlerini çok uluslu şirketlerle paylaşmak zorunda kalmışlar ve ulusal devletin yerini Andre Gorz’un ifadeleriyle anonim, gözle görülmeyen düzenleyiciler almıştır: “Kanunlarını kimsenin yapıp hazırlamadığı ama olayların gelişmesiyle bu kanunların doğa kanunları gibi kendiliklerinden ve karşı konulmaz bir biçimde herkesi boyunduruğu altına aldığı, güç, Pazar.”87 Bu dönemde sermaye, hiç olmadığı

kadar hükümetler ve devletler üzerinde etkili olmuştur. Yine Gorz’un ifadesiyle, “kapitalizm, bugün olduğu kadar hiçbir zaman siyasi iktidardan bu denli bağımsızlaşmadı. Hemen belirtmek gerekir ki, kapitalizm devleti değil, ulusal devletleri alt etti. Her yerde nazır; kendi kurumları, aygıtları ve ilişki şebekesi olan bir uluslarüstü devlet kurarak bunlara egemen oldu. Bu uluslarüstü devlet kurumları WTO, IMF, OECD ve Dünya Bankası vb. Sermayenin uluslarüstü devletinin biçimlenmesiyle, ilk kez topraktan bütünüyle bağımsız bir devlet kuruldu. Ne toplumsal tabanı ne de siyasi alanı olan bu devlet, katıksız ve küreselleşmiş sermayenin hukukunu dikte eden bir aygıttır. Toplumu olmayan bir iktidar, iktidarsız toplumlar yaratmak eğilimindedir.”88

Batı dünyasından başlayan değişim, uygun siyasi aktörlerin bulunması ile dünyanın pek çok bölgesine yayılmış ve bakir pazarlar uluslar arası sermayenin kullanımına terk edilmiştir. Post-fordist dönem sadece ekonomide değil, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanda da önemli değişimlere neden olmuştur. Bu dönemde küresel şirketler yükselişe geçmiş, etkin üretim ve düzenleme birimleri olarak ulusal girişimlerin çöküntüye uğramıştır. Kitlesel pazarlama ve kitlesel üretimin yerini alan esnek uzmanlaşma ev merkezli yaşamı yaygınlaştırmıştır. Fabrika düzeninde çalışan insanların yerini, kendi kendinin patronu olarak evinde çalışan insanlar almıştır. Bankacılık, finans, turizm sektörü serpilmiş, hizmet sınıfları çeşitlenerek artmış, buna karşılık kol işçiliği azalmıştır. Bu dönemde ayrıca, bireyci düşünce yükselmiş, girişimcilik teşvik edilmiş ve yaşam tarzları bireysel farklılaşma açısından merkezi bir öneme sahip olmuştur. Post-fordizm olarak adlandırılan bu sürecin en belirgin özelliği hem üretim düzeyinde, hem de tüketim düzeyinde ‘esnek’ bir anlayışın ekonominin merkezine oturmasıdır. Üretimde meydana gelen ve fordizmin aksine kitlesel ve standart olmak zorunda olmayan ‘mal üretimi’ aynı şekilde çalışanlar adına da belirleyici olmuş; çalışmanın niteliği, sınırları ve disiplini daha geçişken bir yapıya bürünmüştür. 70’li ve 80’li

86Yücel Uyanık (2008), “Neoliberal Küreselleşme Sürecinde İşgücü Piyasaları”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 10 / 2, s.212.

87

Andre Gorz (1980), Elvada Proleterya, Çev: Hülya Tufan, İstanbul: Afa Yayınları, s.23’den aktaran Ahmet İnsel (2004), Neoliberalizm: Hegomanyanın Yeni Dili, İstanbul: İletişim Yayınları, s.140.

88

yıllarda ekonomi merkezli bir yapılanmayla yerleşikleşen post-fordizmin temel özellikleri, yeni üretim sektörlerinin, finans hizmetlerinde yeni yöntemlerin, yeni piyasaların ortaya çıkması ve hepsinden önemlisi ticari, teknolojik ve örgütsel yeniliklerin temposunun büyük ölçüde hızlanmış olmasıdır. Post-fordizmin kökenini daha fazla ‘tüketim’ oluşturmaktadır; hatta denilebilir ki, post-fordizmde amaç tüketimi arttırmak bile değildir, amaç tüketimi kışkırtmaktır. Bu bağlamda özellikle moda yoluyla bireyleri uyarma ve duyguları sermayeye kanalize etme kitle iletişim medyaları tarafından büyük bir ustalıkla uygulanmış ve tüketicilerin ‘ayartılarak çoğaltılması’ öncelikli hedef haline gelmiştir. Bu bağlamda post- fordizmin tüketimi kışkırtan yapılanması, bireylerin meta karşısındaki dirençlerini yumuşatmakta ve bireylere ancak meta yoluyla elde edebileceklerini düşündükleri ‘satılık kimlikler’ sayesinde ‘huzur’ vaad etmektedir. Tüketim kültürü ideolojisine göre, tüketim kültürü içinde yaşayan birey yaşam tarzını bir hayat projesi haline getirmekte ve kendi ‘bireysel tercihlerine’ göre ürünleri, giysileri, pratikleri, tecrübeleri, görünüşleri ‘seçerken’ bir ‘hayat tarzı’ oluşturmaya çalışmaktadır.89

Bu dönemde, Bireyselliğe yapılan vurgular, kişisel kimliğin duyarlılıklarının ilişkilerden bağımsızlaşmasını, kültürel, toplumsal ve komünal endişelerden özerkleşmesini sağlayacak şekilde yaygınlaştırılmıştır. Bunların yerine tercihler, arzular, moda ve profesyonel meslekler gibi kişisel olmayan öğeler özendirilmiştir.90

Yeni yönelime göre, imaj her şeydir. Reklamların hedefi şirketin sloganı ya da logosu tarafından şekillendirilen yeni bir metalaşmış gerçek doğurmaktır. First Direct bankasının uzun zamandır yapılan reklamında şöyle denmektedir: “Hayat tarzınızı değiştirin. Bankanızı değiştirin.” Tüketim anlayışı sizin kim olduğunuzu, ne olduğunuzu, nereden geldiğinizi ve nereye gideceğinizi tanımlar.91

Görüldüğü üzere, tüketim propagandası insanlara metalar yoluyla sıkıntılarından kurtulabileceklerinin propogandasını yapmakta ve onlara satın alınan ürünler aracılılığıyla mutluluk vaat etmektedir.

Tüketim toplumunda çoğu zaman gerçek ihtiyaçlar yerine bize toplumsal kimlikler vaat eden ihtiyaçlar peşinde koşturulmaktadır. Gerekçesi çok açıktır, “Eğer mağazalara sırf ihtiyaç duyduğumuz şeyleri satın almak için girersek ve yalnızca ihtiyaç duyduğumuz şeyleri satın almakla yetinirsek, ekonomi gümler”92; bu yüzden kapitalist sistem, gerçek bir talebe yönelik

arzdan çok, hayali bir talebin arzına, tüketimin ve tüketicinin üretimine

89M. Bilal Arık ve Şebnem Çağlar (2006), “Tüketim Toplumunun Basındaki Yüzü: Life-Style Gazeteciliği”, İletişim Yazıları, Konya: Tablet Yayınevi, s.66.

90Ziyaüddin Serdar (2001), Postmodernizm ve Öteki, Çev: Gökçe Kaçmaz, İstanbul: Söylem Yayınları, s.53. 91

Serdar, age., 181.

92

Paco Underhill (2002), Alışveriş Bilimi, Çev: Jale Algudiş-Suat Soysal, İstanbul: Soysal Eğitim ve Danışmanlık Yayınları, s.34.

yönelmektedir.93Tüketim toplumunda nesneler olduklarından çok farklı şekillerde

sunulmakta, tüketici sağladığı özel fayda bağlamında bir nesneye değil, bütünsel anlamı bağlamında bir nesneler kümesine yönelmektedir. Çamaşır makinesi, buzdolabı, bulaşık makinesi, vb. toplu halde, her birinin alet olarak tek tek sahip olduğundan farklı bir anlama sahiptir.94

Tüketim kültürü, insanların sosyal bağlantılarını, yaşam tarzlarını ve sosyal değer yapılarını oluşturduğu yollar için temel bazı nitelikleri de içerir. Bu kültür, sosyal konumun ifade edilmesi ve gösterilmesi anlamında kimlik ve statünün modern toplumlarda uzaklaştırıldığı ayrıcalıklı bir ortamı sağlar. Modern piyasa ilişkileri önceden belirlenmiş statü düzeninin arzu edilebilirliliğini ve olasılığını ortadan kaldırmıştır. Sosyal hareketlilik modern toplumların bir özelliğidir ve kişinin statü düzenindeki konumu doğumla veya geleneklere dayalı bir takım ilkelerle belirlenmez. Statü aileden alınan bir mirasın parçası olarak değil, bir başarı karşısında kazanılan bir değer olarak algılanır. Modern toplumlarda var olan statü düzeni esnek, istikrarsız ve değişken bir özelliğe sahiptir. Bu düzen, bazı yazarların işaret ettiği şekliyle sürekli değişen anlam ve imgelerle yüklü tüketim mallarıyla yansıtılır.95

Tüketim toplumunda tüketimci birey, kendisini keyifli, baştan çıkaran/çıkarılan, öven/övülen, hareketli, mutlu olmak zorundaymış gibi konumlar. Bireysel/toplumsal varlığı, alışveriş yapmakla, alışveriş mekânlarında gezinmekle ve yoğun gösterge, marka, imgeleri toplamakla ve tüm zevk algılarına ulaşmakla ikame etmeye çalışır. Bu zevk baskısından kaçmak mümkün değildir. Tüketimcilikte geri kalmak, mutsuzluğa davetiye çıkarır. Bu yüzden daha fazla tüketmek ve bu yolla mutluluk üretmek bireye adeta yurttaşlık ödevi olarak zorla benimsetilmiş gibidir.96

Tüketim/tüketimcilik, günümüzde, neredeyse yaşamlarımızı büsbütün dönüştürmüş gibidir. Harvey’in de ifade ettiği gibi, seçkin piyasalardan farklı olarak kitle piyasalarında da modanın seferber olması, tüketimin temposunu sadece giyim, süsleme ve dekorasyonda değil, aynı zamanda hayat tarzları ve dinlenme faaliyetlerini de (örn. boş zaman ve spor alışkanlıkları, pop müzik türleri, video ve çocuk oyunları vs.) kapsayan geniş bir alanda hızlandırmaya neden olmuştur. Ayrıca, mal tüketiminden hizmet tüketimine doğru da bir değişim meydana gelmiştir. Sadece kişisel ve ticari hizmetler, eğitim ve sağlıkta değil aynı zamanda eğlence, gösteri ve hobiler dünyasında da kayda değer farklaşmalar ortaya

93

Ferruh Uztuğ (2003), Markan Kadar Konuş, İstanbul: MediaCat Kitapları, s.99.

94

Jean Baudrilliard (2004), Tüketim Toplumu, Çev: Hazal Deliceçaylı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 18.

95

Don Slatter ( 1997), Consumer Culture and Modernity, Cambridge: Polity Pres, s. 31.

96

çıkmıştır.97

70’lerden itibaren ‘şimdi odaklı hazcılığın’ sanayileşmenin ilk dönemlerinde geleceğe, uzak hedeflere ve ertelenmiş doyuma yönelmiş olan bütün sınıflarda iş etiğinin yerini aldığı söylenebilir.98

İnsanlar, anı yaşamaya odaklanmakta ve tüketim aracılığıyla ‘tarz’ yaratarak, kendini toplumdan soyutlamakta ve bireysel tercihlerine yönelirken, endüstrinin daha da çok güdümüne girmektedir.

Post-fordist dönemde en fazla anlam yüklenen ve ‘üzerine çalışmalar yürütülen’ nesne, şüphesiz ki ‘beden’dir. Baudrillard’ın sözleriyle, “Bin yıllık bir püritanizm çağından sonra fiziksel ve cinsel özgürleşme biçiminde ‘bedenin yeniden keşfi’ ve reklamda, modada, kitle kültüründeki mutlak varlığı –bedenin etrafını kuşatan sağlık, perhiz, tedavi kültü, gençlik, zariflik, erillik/dişilik saplantısı, bedenle ilgili bakımlar, rejimler, fedakarca uygulamalar, bedeni kuşatan arzu söyleni- bunların hepsi bedenin günümüzdeki kurtuluş (salut) nesnesine dönüştüğünün tanığıdır. Beden bu ahlaki ve ideolojik işlevde tam anlamıyla ruhun yerini almıştır.”99

Chris Rojek de Baudrillard’ın saptamasına benzer bir tanımlama yapar. Ona göre, “değişim değerinin egemenliğinde olan toplumlarda bedensel sunumun ifadesi ve imgesi ekonomik ve toplumsal açıdan önem kazanır. Çekici olmak ve arzu yaratabilmek, pazarda aranan özellikler haline gelir. Beden, yalnızca arzunun meydana geldiği yer olmaktan çıkar, farklılığı ve cazibeyi gösteren bir görünüm haline gelir. Bu böyle olduğu ölçüde, beden bir meta haline gelir. Başka bir deyişle, doğrusunu söylemek gerekirse, beden kişisel bir mülk değil, başkalarında arzu uyandırmak ve kamu üzerinde etki yapmak amacıyla tasarlanıp paketlenmiş bir tüketim nesnesidir.”100

Hayat tarzına, hayatın üsluplaştırılmasına gösterilen bu ilgi tüketim pratiklerinin, tüketim mallarının tasarlanması, satın alınması ve teşhir edilmesinin ve gündelik hayattaki tecrübelerin sadece mübadele değeri ve araçsal rasyonel hesap kavramsallaştırmaları yoluyla aşılamayacağını ortaya koyar. Araçsal ve dışavurumsal boyutların birbirini dışlayan kutupsallıklar olarak görülmemesi, daha ziyade tüketim kültürünün bir araya getirdiği bir denge olarak kavranılması gerekir. Bundan dolayı bir yandan hesaplı bir hedonizmden, üslupsal etkinin bir hesaplanışından ve bir duygu iktisadından söz ederken, beri yandan estetikleştirici mesafe koyma yoluyla araçsal ya da işlevsel boyutun estetikleştirilmesinden söz etmek olanaklıdır. Tüketim kültürünün yeni kahramanları bir hayat tarzını gelenek ya da alışkanlık yoluyla üzerinde düşünmeksizin benimsemekten ziyade hayat tarzını bir hayat projesi haline getirir ve bir hayat tarzı ortaya koyacak şekilde bir araya getirdikleri ürünlerin,

97

Harvey, age., s.318.

98

Cristopher Lach (2006), Narsizm Kültürü, Çev:Suzan Öztürk, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, s.115.

99

Baudrillard, Tüketim Toplumu, s.163.

100

giysilerin, pratiklerin, tecrübelerin, görünüşlerin ve bedensel özelliklerin tikelliğinde kendi bireyselliklerini ve üslup anlayışlarını temsil ederler. Tüketim kültürü içerisinde modern bireyin sadece elbiseleriyle değil, bir beğeniye dayalı ya da beğeniden yoksun oluşu çerçevesinde yorumlanacak ve sınıflandırılacak evi, mobilyaları, dekorasyonu, otomobili ve diğer faaliyetleriyle de konuştuğunun bilincine varması sağlanır.101

Post-fordizmle birlikte büyüyen hizmet sektörü içinde özel sektöre bağlı hizmetliler sınıfı, özellikle de çok uluslu şirketlerin bünyesinde yüksek ücretlerle çalışan yeni orta sınıfı oluşturmuştur. Böylece beyaz yakalıların fordizmde ulusal kalkınmacı politikalarına hizmet eden kesimi orta alt sınıf haline gelirken uluslararası sermaye ile hareket eden kesim yeni üst orta sınıf olarak belirmektedir. Bu yeni üst orta sınıf tüketim kültürünün hem üreticisi ya da taşıyanı olarak, hem de tüketicisi olarak toplumsal yeniden üretimini ve meşruluğunu sağlama işlevini yerine getirmektedir. Post-fordist dönemdeki tüketim eğilimlerine bakıldığında tüketim kitlesel değildir ve pazar ayrışmıştır. Temel tüketim birimi ise bireydir. Sosyolojik olarak tüketim grupları sınıf, cinsiyet, yaş gibi demografik değişkenlerle değil, ‘yaşam tarzı’ grupları tarafından ifade edilir.102

Post fordist dönem, hırslı, girişimci ve tüketimci bir orta sınıfla hayat bulmuş ve onların toplumsal yaşama ‘örnek’ olmasıyla vücuda bürünmüştür. Sermayenin, uluslar arası sermayenin organize ettiği bu dönemin temel politikası, sermaye birikiminin hızlanması, yani üretim ve tüketimin etkinleşmesi olmuştur. Tüketimin kışkırtılmasına ilişkin bir ekonomik yapılanma olan Post-fordizm, çalışma hayatına getirdiği yeni düzenin yanında, tüm ekonomik yapılanmalarda olduğu gibi -düzenin planlanmış bir parçası olarak-, sosyal ve kültürel hayata da yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu doğrultuda, paranın geri dönüşümünü sağlamak için, toplumun üst tabakalarına daha rahat yaşamanın, hayatın tadını çıkarmanın anahtarı olarak -lüks- tüketim sunulmuş ve prestij sahibi olmanın ayırt ediciliğinin propagandası yapılmıştır. Burjuva sınıfına yönelik bu kanalize yönteminin, etkileşimle varlığını sürdüren toplumun alt tabakalarına yansımaması gibi bir lüksün olmayışı ise, kapitalizmin hâkimiyetini yaygınlaştırmıştır. Nihayetinde lüks tüketim dışında, herhangi bir vasfa gerek olmaksızın kazanılabilecek olan statü, saygın olma zaafını hisseden tüm kesimlerce, gösterişli tüketim aracılığıyla, kolay yoldan elde edilmeye çalışılmıştır. Bu indirgemenin neticesinde, kimlik arayışı tüketimi arttırmış, tüketici saygın olmanın hazzıyla doyumsuzlaşmış ve tüketime endeksli bir ‘yaşam tarzına’ hapsolmuştur. Yeni şekline bürünen toplumsal yapı Post-fordizmin de öngördüğü gibi -tehlikeli bir- bireycileşmeyle, yabancılaşarak serbest zaman etkinlikleri kapsamında kendini hissettirir olmuştur. Hatta

101

Featherstone, age., s.146-147.

102Banu Dağtaş (2001), “Fordist ve Post Fordist Dönemde Tüketim Kültürü ve Reklamın Toplumsal Yeniden

hayat, serbest zaman etkinliklerinden ibaret olmuş, bu zamanı en lüks değerlendirenlerse en seçkin olanların yanında saflarını almıştır. Toplumsal tabakalar arası öykünmenin dışında, bu dönemde gelişen reklamcılık sektörü de kitle iletişim araçlarının yadsınamaz etki alanıyla tüketim kültürünü ve ürünlerini geniş kitlelere iletmiş, yayılımı kuvvetlendirmiştir. Bu doğrultuda, sindirilen tüketim kültürü ve onun gündelik hayata yansıması olan ‘yaşam tarzları’ sınırları aşarak, geri dönüşümü olmaksızın nüfuz etmeye başlamış ve 80’li yıllara gelindiğinde gündeme oturan küreselleşme kavramıyla, toplumsal yapıda yerleşikleşmiştir. Tüketim kültürü görüldüğü üzere, öncelikle alt yapıda meydana gelen değişimlerin neticesinde şekillenmiş ve ‘kimlik satın alma’ yoluyla toplumun pek çok katmanında kendine alan sağlamıştır. Bu kültürün içselleştirilmesinde ve post fordist ideolojinin yaygınlaşmasında basının rolü de gereğince tartışılmalıdır. Yaşanan değişimin paralelinde basın da medyaya dönüşmüş, çok uluslulaştırmadan nasibini almış, tekelleşmiş ve sürecin daha etkin işlemesi adına son derece yaşamsal bir rolü başarıyla yerine getirmiştir. Uluslararası sermayeden beslenen basın, uluslararası sermayenin yaygınlaşması adına kendini yeni dünya düzenine uyumlandırmış ve bir zamanlar vatandaşlar için çıkmakta olan gazeteler, artık müşterileri memnun etmek üzere hazırlanır hale gelmiştir. Sermayenin dayatmasıyla reklam haber dengesi, reklam lehine kırılmış ve basının toplumsal sorumlulukları ekonomik parametreler doğrultusunda belirlenir olmuştur.

Post-fordist dönemde beğeni kültürleri zaman içinde yerel ve ulusal düzeyden küresel düzeye doğru bir genişme göstermiştir. Basılı kültür, ardından da elektronik kitle iletişimi, şöhretlerle hayranlar arasındaki cazibe zincirini çok büyük mesafelere yaymış, çok çeşitli şekillerde genişletmiştir. Arzu, fiziksel olarak var olmayan nesnelere bağlanarak soyut bir nitelik kazanmıştır. Temsiliyet ve medya temsillerinin çeşitli endüstri kolları, şöhretin tanınması için anahtar işlevi görmeye başlamıştır. Aileden gelen şöhretin yerini kazanılmış şöhret alırken, kamusal alanın genişlemesi ve merkezileşmiş baskıcı ölçütlerin yumuşatılması, kültürel sermayeye yönelik rekabeti hem kızıştırmış hem de büyütmüştür. Toplum, topluma sunulan yüzün öykünülecek bir örnek olarak sunulduğu bir sahne haline gelmiştir. 103

Postfordist dönem şöhret kültürünün de kitle iletişim araçları aracılığıyla toplumun tümü tarafından tecrübe edildiği bir atmosferi de işaret etmektedir. Şöhrete yalnızca uzaktan imrenmekle kalmayıp tutuklu bir biçimde ünlülerin dünyasına girmeyi arzulayan insanların da sayısı hızla hızla artma eğilimindedir. 2006 yılında Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre, 18-25 yaş arasındakilerin yüzde 51’i, ‘ünlü olmanın’ nesilleri için önemli bir amaç olduğunu ifade etmiştir. Bu sayı önemli bir amaç olarak ‘manevi anlamda kendini geliştirmek’

103

diyenlerin yaklaşık beş katıdır. 2006’da yapılan bir ankette, İngiltere’deki çocuklara ‘dünyadaki en iyi şey’ sorulmuştur. En popüler yanıt ‘ünlü biri olmak’tır. Bu yanıt, ‘iyi görünmek’ ve ‘zengin olmak’ ile birlikte kusursuz narsizm üçlüsünü oluşturmaktadır. Şüphesiz ki ünlü olmakla, narsist olma arasında çok yakın bir bağ bulunmaktadır. ‘Tanrı’, en son sıradadır. Counting Crows grubunun 1993’te çıkardığı şarkıda ileri görüşlülükle ifade ettiği gibi ‘Televizyona baktığımda / Başrolde bana bakan kendimi görmek istiyorum / Hepimiz büyük yıldızlar olmak istiyoruz / Ama neden bilmiyoruz, nasıl bilmiyoruz.”104

Şöhret olmak günümüzde çoğu kişi için ‘görünür olmak’ anlamına gelmektedir. ‘Ben çağı’nın en yaygın hastalıklarından biri olan şöhret olma çabası, beraberinde narsizmi de körüklemektedir. Twenge ve Campell’in bu konuda verdiği örnek oldukça çarpıcıdır. “Teksas, Austin’li Kendall Myers, kız kıza dışarı çıktıkları bir akşam, arkadaşlarıyla birlikte kendisini takip etmeleri için, Bir Günlüğüne Ünlü (Celeb 4 A Day) adındaki şirketten üç