• Sonuç bulunamadı

3.3 Görsel-İşitsel Basın ve Şöhret Kültürü

3.3.1 Sinema ve Şöhret Kültürü

3.3.1.2 Hollywood Yıldız Sistemi

Sinemada şöhretler ve izleyicinin yakınlığı 1920’lerin sonlarında filmlerde duyulmaya başlayan sesin yeniden üretiminin ortaya çıkışıyla birlikte daha da artmıştır. Artık izleyici başrol oyuncularının imgelerinden olduğu kadar seslerinden de tanıyabilmektedir. Sesin devreye girmesi film çekim masraflarını iki kart arttırmış, bu da endüstrinin sermaye yapısının yenilenmesini beraberinde getirmiştir. Filmlere esas parayı sağlayan gişe başarısının yıldızların başarısına bağlı olduğu anlaşılmış ve yıldızlara dayalı bir sistem, yeni bir yapımcı kuşağının elinde devreye sokulmuştur. Kısacası ‘yıldız sistemi’ olarak adlandırılan bu yeni düzende, yıldızlarla uzun süreli anlaşmalar imzalanmış ve şöhretler sıkı bir şekilde denetlenmiştir. Yıldız olabilenler, diğer oyunculardan çok daha yüksek paralar kazanabilirken, gölgede kalan pek çok aktör ve aktrist ise boğaz tokluğuna çalışmaktadır. Yıldız sistemi bazı oyuncuları yıldızlaştırırken, onları pazarda fiyatları olan metalara dönüştürmekte ve üzerlerinden ciddi paralar kazanmaktadır. Sinemaların büyülü atmosferleri sayesinde izleyici gözünde yıldız, bir oyuncunun çok ötesinde, giyimi, konuşması, yaşam biçimi ile ikonlara dönüşmüşlerdir.

20. yüzyılın başlarından itibaren Amerika’da ‘kilise ve saray’ görkemini çağrıştıran pahalı ve gösterişli sinema salonları büyük kentlerde kalabalıkları sinemaya çekmeye başlamıştır. Özellikle kadın ve çocukları çekebilmek için indirimli seanslar yapılmıştır. Kışın sıcaklığı,

196

Mete Çamdereli (2008), İletişime Giriş, İstanbul: Dem Yayınları, s.118.

197

yazın havalandırma sistemleriyle (vahşi Batı’dan doğudaki büyük kentlere getirilen sığırların korunması için geliştirilen mezbahalardaki havalandırma sistemi sinema salonlarında uygulanmaya başlamıştı) ve önce şekerlemeli gazoz, sonra popcorn ve cola eşliğinde sinema salonları halkın toplandığı önemli birer merkez olmuşlardır. 198

Felaket çağı aynı zamanda büyük sinema perdesi çağıdır. 1930’ların sonunda günlük gazete alan her İngiliz’e karşı iki İngiliz sinema bileti satın almıştır. Aslında depresyon derinleştikçe ve savaş dünyaya yayıldıkça Batılı sinema seyircilerinin sayısı bütün zamanların en yüksek sayısına ulaşmıştır.199

Amerika’da 18. Yüzyılın sonlarında yapımcılar sinemayı kentli yoksullara taşırken tiyatro salonlarındaki orta sınıfı nasıl çekebilecekleri konusunda endişe duymuşlardır. Çünkü genel kanıya göre sinema toplumun aşağı zevklerini yansıtmaktadır ve bu nedenle asgari düzeyde saygınlık görmektedir. Bunun üzerine yapımcılar anılan imajı yıkmak için daha sofistike filmler çekmeyi yeğlemiştir. Çekici tiyatro oyuncularının oynadığı bu filmler izleyicinin sinemaya yakınlık duymasına yol açmıştır. Aşk tanrıçası ya da idol olarak topluma mal olmuş kişilikteki bu oyunculara önemli roller verilmiş, böylelikle yıldız sisteminin temeli de atılmış olur. Yapımcıların stratejisi işe yaramış ve sinema orta sınıfın ilgisini çekebilmiştir. 1914’te yaklaşık haftada 40 milyon kişinin sinemaya gittiği saptanmıştır. Orta sınıfın ilgisi küçük sinema salonlarının çoğalmasını sağlar. 1. Dünya Savaşı ile birlikte Avrupa’da film endüstrisi duraklarken ABD’de Hollywood, film endüstrisinin merkezi haline gelir. O günlerden bu yana orta sınıfın beğenisine yönelik Amerikan filmleri dünya pazarındaki popülerliklerini korumaktadır.200

Sinemada şöhretler kısa zamanda büyümekte olan reklâm sanayinin yüzü olmuşlardır. Şöhret olgusu içinde film yıldızları ayrı bir öneme sahiptir. Zira ilk kez bugünkü anlamda hayranlık ekonomisinin temelleri ilk filmlerle beraber atılmıştır. Sinemanın şöhretlerine insanlar neredeyse tapmakta, bu yeni oluşum da reklamcıların iştahını kabartmaktadır. Sinemada şöhretler öylesine yerleşikleşmiştir ki, Ünlü Fransız yönetmen Jean-Luc Godard, “yıldız filmin kendisidir” demiştir.201

O yıllarda sinema sanayisi yıldız oyuncular üzerinde yükselmiştir ve filmler yönetmen ya da yapımcıdan çok onların adıyla bilinmektedir.

Amerikan yıldız sistemi inişli çıkışlı bir geçmişe sahiptir. Büyük film stüdyoları başlarda diğer çalışanlar (kameraman, tasarımcı, ışık teknisyeni, çaycı kadın ve sair) üzerinden mali

198

Nurçay Türkoğlu (2007), Toplumsal İletişim, İstanbul: Kalemus Yayınları, s. 221.

199

Hobsbawn, age., s. 238.

200

Melvin De Fleur – Dennis Everette (1987), Understanding Mass Communication, Boston, Houghton: Mifflin Company, s.60-61.

201

Jean-Luc Godard (1991), Godard Godard’ı Anlatıyor: Söyleşiler, Çev. Aykut Derman, İstanbul: Metis Yayınları, s.269.

çıkar elde edemesinler diye, oyuncuları tanıtmaya yanaşmamışlardır. Ne var ki, 1915’te bağımsız sinemacıların kurduğu Hollywood’un film yapımının merkezi unvanını doğu sahilinin elinden almasıyla birlikte, stüdyolar yıldız ticari ürününün ne denli değerli olabileceğini fark etmişlerdir. Yıldızlar önce filmlere ve sinema salonlarına sınıf atlatmış ve kısa süre sonra da kendi konumlarını yükseltmeye başlamışlardır.202

Oyuncuların gücü bir kez anlaşılınca, tanıtım amacıyla resimlerinin asılıp dağıtılmasının yanında şirketler yeni düzenekler de icat etmeye başlamışlardı. Film salon sahipleri için gelecek sezon filmleriyle ilgili kısa saydam gösterileri hazırlanmıştır. Bu gösterilerden salon sahipleri gösterecekleri filmleri seçme şansına sahip olabilmektedir. Ayrıca Edison’un icadı olan jenerik sistemiyle oyuncuların isimleri filmden önce geçmeye başlamıştır. 1913 yılında bu stratejiyi bir aşama daha ilerletip, jeneriğe oyuncunun fotoğrafını ve rolüyle ilgili bilgileri de eklemeye başlamışlardır.203

Amerika’da adı sinema tarihine geçen ilk oyuncu olan Florence Lawrence aynı zamanda ilk yıldız olma özelliğini de taşımaktadır. 1909’da Biograph Yapımevi’nde haftada 25 dolar karşılığında çalışmaya başlayan Lawrence, bir yılda yüzü aşkın birer bobinlik filmde oynayınca ilgi uyandırmış, seyirciler bu güzel kızın yeni filmlerini bekler olmuşlardır. Aynı ilgi Florence Turner ile Gene Gauntier için de söz konusudur. Bu üç genç kızın yeni bir filmi gösterildiğinde salonlar tıklım tıklım dolmuş, Amerikan seyircisi, gerçekleşmemiş özlemlerini, isteklerini beyaz perdede canlandıran oyunculara, kimlikleri açığa vurulunca daha da büyük ilgi göstermeye başlamıştır”204

Hollywood tüm dünyada en çok film çekilen ve en çok film ithal eden endüstri konumundadır. 80’lerde yaşanan iletişim düzenindeki deregülasyonlar bu sürecin daha da yoğunlaşmasına neden olmuştur. 80’lerle birlikte Amerika merkezli film şirketlerinin dünya iletişim pazarındaki etkinlikleri artmış ve Hollywood’un sınırsızca neredeyse tüm dünya pazarına egemen olmasını beraberinde getirmiştir. Ulusal tekellerin yerlerini uluslararası iletişim şebekelerine bırakması Amerikan filmlerinin dünyadaki etkinliklerini arttırmalarına neden olmuş ve Hollywood yıldızlarının dünyanın yıldızları olması sonucunu beraberinde getirmiştir. Bu sürecin sonunda Elizabeth Taylor, Marlon Brando, Jack Nicholson, Al pacino, Robert de Niro, Tom Cruise, Jennifer Aniston, Merly Strep, Demi Moore, Angalina Jolie, Brad Pitt gibi pek çok Hollywood şöhreti, tüm dünyanın tanıdığı en popüler şöhret figürleri

202

Türkoğlu, age., s.224.

203

Janet Staiger (1983), “Seeing Stars”. Ed. Christine Gledhill. Stardom: Industry of Desire, London: Routledge, s. 11.

204

haline gelmiştir. Hollywood yıldızlarının popülerlikleri aynı zamanda onların dünyanın en çok kazanan sanatçıları olmalarını da beraberinde getirmektedir.

Yıldızların gözde olması gibi gözden düşmesi de olası bir durumdur. Sinema yıldızları çok büyük paralara imza atsalar da, filmlerinin gişe başarısını garanti edememektedir. Hollywood starlarının film başına aldıkları ücretler son derece yüksektir. Geniş bir hayran kitlesini harekete geçirebilme potansiyeline sahip olan şöhretler bir taraftan ölümlerinin ardından dahi yaşamaya devam etmekte, diğer taraftan da yerlerine daha uygun şöhretler geldiğinde çok çabuk ‘eskiyip’ sistemin dışına atılabilmektedirler. Şöhretlerin ömürlerini genelde piyasa belirlemekte, kimi şöhretler hiç ölmezken, kimileri ‘ölümü’ her an enselerinde hissederek, özellikle yapımcılarla aralarını iyi tutmaya çalışmaktadırlar.

Yıldız sistemi kapitalist sisteme özgü bir yapılanmadır. Her şeyi tüketilecek bir meta haline getiren bu sistem, özellikle sinemanın da bir kitlesel eğlence aracına dönüşmesinden sonra sinemadaki oyuncuyu yıldıza dönüştürerek, pazarda değeri olan bir meta durumuna sokmuştur. Bu sistem sayesinde kendisini sisteme bağlayan bazı isimler önemli paralar kazanmakta, filmlerdeki rollerde görev almak yerine adeta isimlerine filmler yapılır hale gelmektedir. Nijat Özön, yıldızcılık dediği yıldız sistemini, filmin başarısını, yıldızların çok aşırı tanıtılarla piyasaya sürülmesine bağlayan, yıldızın çevresinde bir masal havası yaratmayı güden tutum olarak tanımlamaktadır: “Yıldızcılık genellikle yapımcının yarattığı bir olgudur; yıldızın oyun yeteneğinden kaynaklanan istemi karşılamak için yapımcının yoğun bir tanıtıya girmesi pek az rastlanan bir olaydır; bu daha çok yapımcının kendi beğenisine bağlı yapay olarak yaratılan bir olgudur… Yıldızcılığın sinema sanatı yönünden en büyük sakıncasıysa, oyunlukların yıldıza göre belirlenmesi ve yıldızların da çoğunlukla belirli rollerin içine hapsedilmesidir”205

3.3.1.2.1 Sinemanın İlk Büyük Yıldızı: Mary Pickford

1900’lerin başında, Little Mary olarak tanıtılan daha sonra America’s Sweetheart olarak ünlenen Mary Pickford ise Hollywood’un ilk gerçek sinema yıldızıdır. Yine bir oyuncu olan Douglas Fairbanks ile yaptığı evlilikle, ününe ün katmış ve bu başarıları, ‘Amerikan biçimi yaşam’ın simgesi sayılmış ve ekonomik zorluklarla mücadele etmekte olan karamsar Amerikalılara iyimserlik aşılamıştır.206

Mary Pickford 1910 yılına ait bir sinema afişinde resmi ve ismiyle ilan edildiğinde, ilk kez bir oyuncunun adı ve yüzü halka tanıtılmıştır. İzleyiciler fotoğraf, poster ve afişler yoluyla bu yeni yıldızı takip etmişler ve onunla ilgili her

205

Nijat Özön (2000), Sinema Televizyon Video, Bilgisayarlı Sinema Sözlüğü, İstanbul: Kabalcı Yayınları, s.820.

206

bilginin peşinden koşar olmuşlardır. İzleyicinin ısrarla istediği şey oyuncunun aslında nasıl birisi olduğunu öğrenmektir. ‘Küçük Mary’ adıyla lanse edilen Mary Pickford sinema patronları tarafından afişe edilen ilk isimdir. Çünkü o güne kadar afişlerde oyuncu isimleri yerine şirket isimlerine yer verilmektedir. 1919 yılında Mary Pickford’un da aralarında bulunduğu Charlie Chaplin ve Douglas Fairbanks gibi oyuncular stüdyolardan bağımsızlıklarını ilan ederek, ücretlerini kendileri belirlemek istediklerini açıklamışlardır. Sinemada yıldızın gücü bu tarihten sonra hissedilmeye başlamış; ekonomik değeri de ilk kez bu tarihte gündeme gelmiştir.

Pickford aldığı yüzlerce hayran mektuplarına yanıt vermiş, isteyen her hayraanına imzalı fotoğraflarını yollamıştır. Pickford oyunculuğu kadar, hayranları ile mektuplaşmayı da işinin önemli bir parçası olarak kabul etmiştir. Böylece, Pickford’la birlikte oyunculuğun niteliği de önemli öiçüde değişmiştir. Tiyatroda olduğu gibi, abartılı hareketler, mimikler artık hoş karşılanmamaktadır. Oyuncunun rol yapıyor değil de, kendini oynuyormuş gibi görünmesi tercih edilir hale gelmeye başlamıştır. Bu anlamda Pickford’un doğallığı onun şöhretine şöhret katmaktadır. Muhafazakâr Hollywood’un ‘masum kızı’ rolünü başarıyla uygulayan Pickford Marliyn Monroe gelinceye kadar Hollywood’un kraliçesi olarak kabul edilmiştir.

3.3.1.2.2 Marliyn Monroe ve Güçlü Etkisi

Gerçek adı Norma Jane Baker olan Marilyn Monroe sinemada yıldız imgesini devrimci bir şekilde değiştirmiştir. Monroe, etrafında yaratılan imaj ve medyanın katkısı, onu Hollywood’da şansını deneyen sıradan bir oyuncuyken, 20. yüzyıla damgasını vuran efsanevi bir şöhrete dönüşmüştür. Monroe’nun şöhret olmasında, onun sapsarı saçları ve sinemada şöhret olmadan önceki çıplak pozları etkili olmuştur. Dönemin en etkili erkek dergilerinden Playboy, Esquire ve Vougue için soyunan Monroe, Pickford’un aksine seyircilerin arzularına seslenen, yepyeni ve cesur tarzıyla tüm kalıpları yıkarak, bir anda Amerika’nın en popüler şöhreti haline gelmiştir. Marilyn ile birlikte muhafazakar ve aile kızı yıldızların yerini, arzulanan kadın yıldızlar almaya başlamıştır.

Yıllarca küçük rollerde kendini gösterdikten sonra Marilyn Monroe, Gentlemen Prefer Blondes, How to Marry a Millionaire, Some Like It Hot ve The Seven Year Itch gibi filmlerde gösterdiği komedi yeteneği, seksi cazibesi ve ekrandaki görünüşü 1950'lerde ve 1960'lı yılların başında en popüler film yıldızlarından biri olmasını sağlamıştır. Kariyerinin sonlarına doğru başarısının ölçüsüyle Bus Stop ve The Misfits gibi filmlerde dramatik rollerde de oyunculuğunu göstermiş ve eşi görülmemiş popüler bir ilgi nesnesi haline gelip, kazandığı bu şöhret ile zamanının diğer yıldızlarını geride bırakmıştır. Ölümünden itibaren ünü gitgide artarak tüm zamanların en önemli ‘kült’ figürü ve ikonlarından biri olmuş, sık sık diğer

ünlüler tarafından taklit edilmiştir. Ölümü resmi olarak aşırı dozda uyku hapından kaynaklanan muhtemel intihar olarak geçse de ölüm sebebi üzerine pek çok spekülasyon yapılmış, komplo teorileri oluşturulmuştur. Marilyn’in efsanevi bir şöhrete dönüşmesinde döneminin en etkili kitle iletişim araçlarından sinemanın, attığı her adımı izleyen gazete ve derginin ve ondan sıklıkla bahseden radyonun rolü unutulmamalıdır. Marilyn döneminin en medyatik şöhretlerinden biridir; bir sinema sanatçısı olmasına rağmen popülerleşmesinde pek çok kitle iletişim aracının önemli bir etkisi bulunmaktadır.

Richard Dyer’a göre, Monroe’nun sahip olduğu esas özellik, bakireliği ile seksiliğinin çatışmalı birlikteliğidir. Bu, cinsel özgürlük konusunda kötümser bir bakış açısına sahip özgürlükçü, feminist ideolojileri de bir karşı duruşu içermektedir. Monroe bir yıldız olmuştur, çünkü kendisine hayranlık duyan halkın karşıt toplumsal değerlerini temsil etmektedir. Her ne kadar Marilyn Monroe cinselliği ve çocuksu masumiyeti sayesinde yıldızlaşmış gibi algılansa da aslında, 1950’lerin Amerikası’nda varlık gösteren ideolojinin bir yansımasıdır. 207

Jacques Seguela, Marilyn’in dönemin koşullarına göre, ‘üretilmiş’ bir şöhret olduğunun altını çizmekte ve Jean Harlow’un yitirilmesiyle boşalan yeri doldurmak üzere nasıl saçlarını platin sarısına boyatıldığını vurgulamaktadır. Ona göre, Marilyn yapaylık kokmaktadır. Güzelliği ne kendi varlığının, ne de döneminin gerçek yansımasıdır. O, modaların, anların, filmlere göre kendini dayattığı sinema dünyasının bir parçasıdır. Seguela, Marilyn’nin sırrını yaratılan mite bağlamaktadır: “Mit! İşte size starlara düş kurdurtan tek sözcük. Yaşamın bu şımarık çocukları her şeyi talep edebilir, her şeye sahip olabilirler, gelecek kuşaklarca benimsenme garantisi dışında. Efsane satın alınmaz. Bunu, size rağmen, sizden sonra halk karar verir. Peşinden o kadar yazarı, müzisyeni, ressamı ve devlet adamını koşturmuş olan ve ölümden sonra gelen bu şöhret, bir yaşamın muamması olmaya devam etmiştir. Bu ünün hangi sihirli formülle devam ettiğini kimse bilemez. Arthur Miller’a göre, ‘Marilyn’in bir mit olmasının nedeni, bunu kimsenin anlayamaması ve açıklayamamasıdır. Tahlil etmem mümkün olsaydı, mit olmaktan çıkardı. O bir görüntü değil, bir görüntünün yansımasıdır. Tıpkı hiç görmediğimiz ancak yansımalardan algılayabildiğimiz bir tanrı gibi.”208