• Sonuç bulunamadı

Mehmet İnbaşı* Tahsin Hazırbulan**

56 148 Sıhâhü’l-Cevherî

II. Pius, İstanbul’un Fethi ve Türkler

Enea Silvio de’Piccolomini, 18 Ekim 1405’de İtalya’nın Siena Şehri’ne bağ- lı Corsignano’da doğdu. Siena ve – Hümanist Francesco Filelfo’nun öğrencisi olarak – Floransa’da liberal sanatlar ve hukuk okudu. 1432 yılında Piskopos Domenico da Capranica’nın sekreteri olarak, konsil mi yoksa papa mı öncelikli olmalı konusunda çıkan tartışmaların damga vurduğu Basel Konsili’ne katıldı. Orada ömür boyu dostu olacağı Nicolaus Kusanus ile tanıştı. Nikolaus, daha o zamanlar İslam’la ilgilenmiş ve Basel’de, vaktiyle Petrus Venerabilis tarafından çevrilen ve hala kullanımda olan Latince Kur’an nüshasını12 incelemişti. Enea Silvio, Papa IV. Eugenius’un, 1437 yılında konsil üyelerinin çoğunluğu ile an- laşmazlığa düşerek konsil toplantısını Ferrara’ya nakletmesi üzerine Basel’de kalarak konsil hareketinden13 yana olmaya karar vermiştir. Papanın tarafına geçen Nicolaus Kusanus ise kısa bir süre sonra Bizans imparatoru ve patriğini Ferrara’daki konsile katılmaya ikna etmek için bir delegasyonla İstanbul’a git- miştir. Bu vesileyle oradaki bilginlerden Kur’an hakkında daha ayrıntılı bilgi almış ve böylece daha sonra Enea Silvio’nun da İslam konusundaki bilgilerini borçlu olacağı kendi İslam bilimleri eserinin temelini atmıştır. Bizanslıların, İstanbul’a karşı yönelen Türk tehdidinin etkisiyle Latin kilisesiyle birleşmeye (Union) hazır olduklarını açıklaması üzerine, konsilin yeniden nakledildiği Floransa’da 6 Temmuz 1439’da bir törenle Laetentur caeli14 adlı bir birleşme fermanı ilan edilmiştir. Bizanslılar, Batı’dan yardım alabilmek için bütün dini anlaşmazlık konularında (gerçekte esas anlaşmazlık konusu papanın statü- sünün İstanbul patriğinin üstünde olduğu meselesiydi) pes etmekten başka çareleri olmadığı için adeta teolojik ve politik bakımdan aldatılmışlardır. Bu nedenle, birleşmenin sadece bir plandan ibaret kalışı ve asla gerçekleşmemiş olması şaşırtıcı değildir.

an Sultan Mehmet II. Die Übersetzung der ‘Epistola ad Mahumetem’ durch Michael Christan, Berlin 2016”, H-Soz-Kult (31.08.2016), www.hsozkult.de/publicationreview/id/rezbuecher-25698

12 Petrus Venerabilis tarafından 1142/1143 yılında hazırlanan Kur’an tercümesi ilk Latince tercümedir. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Ludwig Hagemann, “Die erste lateinische Koranübersetzung – Mittel zur Verständigung zwischen Christen und Muslimen im Mittelalter?”, in Orientalische Kultur

und europäisches Mittelalter, ed. Albert Zimmermann and Ingrid Cremer-Ruegenberg (Berlin-New

York: Walter de Gruyter, 1985), 45-58.

13 Konsilcilik ya da Konsil Hereketi, konsillerin aldığı kararların bazı şartlarda, papanın bile boyun eğmek zorunda olduğu en üst otoriteyi teşkil edebileceğini savunmaktaydı.

149 Bu arada Enea Silvio, papaya karşı tavır alan konsil çoğunluğunun müza-

kerecisi olarak görev yapmış, hatta 1440 yılında rakip papa adayı V. Felix’in sekreteri olmuştur. Ayrıca konsilin tarihçiliğini yapan ve şiirler yazan Enea, yazar olarak da kendini göstermiştir. Kazandığı itibar ve İmparator III. Fried- rich’in imparatorluk şansölyesi Kaspar Schlick’le olan dostluğu sayesinde, 1442 yılında Viyana’da imparatorluk sekreteri olarak atanmış ve poeta laureatus (en yüksek şair) tacını giymeye layık görülmüştür. Enea Silvio, en güzel eserlerini bu yıllarda yazmıştır. 1444 yılında yazdığı Chrysis adlı komedi ve Euryalus ve

Lucretia adlı aşk romanı bunlara örnek olarak gösterilebilir. III. Friedrich’in,

iki papa adayı arasındaki tarafsızlığından vezgeçerek konsil tarafına geçişi, Enea Silvio’nun kilise politikasında da bir dönüm noktası teşkil etmiş ve o da daha önce muhalefet ettiği ‘meşru’ Papa IV. Eugenius’un tarafına geçmiştir. Taktiksel ve parasal açıdan yaptığı değerlendirmeler sonucunda nihayet ruh- ban sınıfına katılmaya da karar vermiştir. Böylece 1446 yılında Viyana’da tö- renle diyakoz15 olarak takdis edilen Enea, bir yıl sonra Triest piskoposu olmuş ve 1449’da da memleketi Siena’ya piskopos olarak atanmıştır. Sonraki yıllarda, III. Friedrich’in taç giyme törenini ve 19 Mart 1452’de büyük bir ihtişamla icra edilecek olan evlenme merasimini hazırlama görevini üstlenmiştir.16

İtalya’da bu gelişmeler yaşanırken, Fatih Sultan Mehmed (1432-1481), son Bizans İmparatoru XI. Konstantin’e savaş ilan etmiş ve İstanbul’u kuşatmaya başlamış; yaklaşık iki ay süren muharebeden sonra şehir nihayet 29 Mayıs 1453’de düşmüştü. Gábor Ágoston’un ifadesiyle, İstanbul’u fethettikten sonra

“kayzer” unvanını alan sultan, Bizans imparatorunun varisi olduğunu vurgula-

mış, hakan “el-berreyn ve’l Bahreyn” lakabını kullanarak da Balkanlar, Anado- lu, Karadeniz ve Ege’nin hâkimi olduğunu ilan etmişti. Bu lakaplar, onun Asya ve Avrupa’da izlediği imperial politikanın en önemli kanıtlarıydı. Artık bir uç beyliği olmayan Osmanlı, patrimonyal bir imparatorluğa yükselmişti.17 Çağ- daş Bizanslı Tarihçi İmrozlu Kritoboulos, İstanbul’un fethedildiği gün hakkın- daki gözlemlerini şöyle not etmiştir:

“Daha sonra sultan, polise/şehre girdi ve büyüklüğünü ve konumunu, ih- tişamını ve parlaklığını, kiliselerinin ve kamu binalarının, müstakil ve toplu evlerinin çokluğunu, büyüklüğünü ve güzelliğini, soylu evlerinin bulunduğu 15 Kilise hiyerarşisinde papazlık ve piskoposluktan önceki görev basamağı.

16 Reinhold F. Glei, “Pius Aeneas und der Islam. Der Brief des Papstes an den Eroberer Konstantinopels”, in Religiöse Kommunikation – Formen und Praxis vor der Neuzeit, ed. Gerhard Binder und Konrad Ehli- ch (Trier: WVT Wissenschaftlicher Verlag Trier, 1997), 302-303.

17 Gábor Ágoston, Osmanlılar: “Serhad Beyliği’nden İmparatorluğa”, Osmanlı’da Strateji ve Askeri Güç, ed. M. Fatih Çalışır (İstanbul: Timaş Yayınları, 2012), 16.

lüks alanları, ayrıca limanının ve tersanelerinin konumunu ve şehrin her ba- kımdan, gerekli olan her şeyle donatılmış ve doğal olarak avantajlı durum- da olduğunu, kısaca bütün donanımını ve süsünü yakından gördü. Ama o, ölenlerin sayısının çokluğunu, evlerin terk ve şehrin tamamen tahrip ve imha edildiğini de gördü. Ve birden acıya kapıldı ve şehrin tahribi ve yağmalanışın- dan dolayı çok pişman oldu ve gözyaşı döktü, sesli ve acı acı iç çekti ve şöyle seslendi: ‘Nasıl bir şehri yağma ve yıkıma teslim ettik biz!’ Bu, onun ruhuna böylesine acı verdi.”

Kritoboulos, bu olayı “translatio imperii”deki18 bir sonraki adım olarak görse de bu, aynı zamanda “translatio studii”19 içerir gibi de gözüküyordu. Çün- kü sultan cahil bir barbar değil, Arap, Fars ve Yunan felsefesini inceleyen bir entelektüel, bilincinde ve tavırlarında Büyük İskender’le bağ kuran bir insandı: İskender hakkındaki eserleri tercüme ettirmiş ve onları sesli okutup dinlemişti ki; Arrian’ın Anabasis Alexandri adlı eserinin bir kopyası, bugün hâlâ Fatih’in kurduğu Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.

Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti yapmış, şehri yeniden inşa ettirmiş, buraya aralarında Hristiyan ve Yahudilerin de bulunduğu birçok insan yerleştirmiş ve Bizanslı bilim adamlarını sarayına çekmiştir. Gelecekteki fetih planları için Klaudios Ptolemaios’un Geographike/ Coğrafya adlı eserini Arapça’ya tercüme ettirmiş ve buna göre haritalar hazır- latmıştır. Bilgin Gennadios Scholarios’u (elbette onun Floransa’da kiliselerin birliği konusunda alınan karara karşı olduğunu bilerek), İstanbul Ortodoks Kilisesi patriği olarak atamış ve ona, tebaasının dini konusunda bilgi edinmek için Hristiyanlığın ana dogmalarını özetleyen bir eser hazırlatmıştır.

Ancak Batı’da, Fatih hakkında başka bir algı mevcuttu. Çünkü genel olarak Türkler ve İslam, Hristiyanlığa karşı yönelen ciddi bir tehdit olarak görülü- yordu. Bu nedenle, İstanbul’un fethini, yaz aylarında imparatorluk sarayının nakledildiği Graz’da 12 Temmuz 1453’de öğrenen Enea Silvio aynı gün papaya şunları yazmıştı:

“Şu anda Konstantinopolis hakkında duyulan bu haber ne kadar korkunç? Bunları yazarken ellerim titriyor, ruhum dehşete kapılıyor ve ne öfke yazmama ne de acı konuşmama izin veriyor. Ah zavallı Hristiyanlık! İnsan hâlâ hayatta olmaktan utanıyor: Bu talihsiz hadise yaşanmadan önce keşke ölseydik!... Türk 18 Translatio imperii, Ortaçağ Avrupası’nda dinsel ve politik gücün bir imparatordan, bir halktan ya da

bölgeden bir diğerine geçişini anlatmak için kullanılan bir terimdir.

19 Translatio studii, kültürel ve bilimsel hazinelerin bir nesilden, bir kültürel topluluktan, bir çağdan diğerine intikali ve öğretimi manasına gelen bir terimdir.

151 hükümdarı, son günlerde büyük ordu kitleleriyle karadan ve denizden Kons-

tantinopolis’i kuşatmış, getirilen savaş makineleriyle yapılan üç saldırı sonun- da şehri fethetmiş ve halkın tamamını katletmiştir: Çeşitli işkence metotlarıyla rahiplere işkence etmiş, ne kadınlara ne çocuklara ne de yaşlılara acımıştır; orada 40.000’den fazla insan öldürülmüş olmalı... Bunları tek tek saymak is- temiyorum. Başkalarının, bunu aziz babaya daha net ve gerçeğe yakın olarak anlattığından şüphem yok. Benim için, aziz babayla birlikte Hristiyanlığın uğ- radığı bu felaket için yas tutmak kâfidir. Konstantin’den sonra 1100 yıldan fazla süre [tam olarak 1124 yıl] varlığını koruyan ve asla kâfirlerin eline geçmeyen bu şehir, bu uğursuz yıl, alçak Türklerin yağmasına maruz kalmıştır. Bildiril- diğine göre, kuruluşunun 1164. yılında [M.S. 14 Ağustos 410’da] Roma da Got Kralı Alarik tarafından yağmalanmıştı, ama o, kutsal kiliselerin kutsiyetini ihlal etmeyi yasaklamıştı. Fakat Türklerin Tanrı’nın kiliselerini tahrip edece- ğinden kimin şüphesi olabilir ki? Dünyanın en meşhur kilisesi Aya Sofya’nın tahrip edilmesi ya da kutsallığının ihlal edilmesi bana acı veriyor! Hayranlık verici mimari yapılarıyla azizlere ait sayısız kilisenin çöküşü ya da Mehmed tarafından kutsallığının bozuluşu bana acı veriyor! Ya Latinler tarafından he- nüz bilinmeyen oradaki sayısız kitaba ne diyeyim? Ah, ne kadar büyük insanın ismi yok olacak şimdi! Bugün Homer’in ikinci ölüm günü, Platon’un ikinci ölümü! Yetenekli filozof ya da şairleri nerede bulacağız artık? İlham perileri- nin pınarı kurudu! Ah, bu felakete onurlu sözlerle yakınmaktan başka elimiz- den hiçbir şey gelmeyecek!”

Enea Silvio’nun bu ifadeleri, onun kafasında, kendisini bilhassa İstan- bul’daki sanat ve kitap hazineleri konusunda endişelendiren klişeleşmiş bir barbar Mehmed imgesi olduğunu göstermektedir. Onun benzer korku dolu ifadelerine, yukarda sözü geçen arkadaşı Nicolaus Kusanus’a, yine Graz’dan yazdığı 21 Temmuz 1453 tarihli mektubunda da rastlamaktayız:

“... Günümüze kadar Konstantinopolis’de Antik Çağ bilgeliğinin bir anıtı bulunuyordu ve sanki literatürün ana meskeni oradaymış gibi, hiçbir Latin, eğer bir müddet Konstantinopolis’de okumadıysa bir yarım bilgin gibi bile görünemezdi; Roma’nın gelişme döneminde bir eğitim şehri olma şöhretine Atina sahipken, bugün buna Konstantinopolis talip gibi gözükmektedir. Pla- ton bize oradan geri döndü, Latinler; Aristoteles, Demosthenes, Xenophon, Thukydides, Basilios, Dionysios, Origenes ve daha birçoklarının eserlerini, oradan <daha> bugün öğrendi ve gelecekte daha birçok eseri tanıyacağımızı ümit etmekteydik. Hâlbuki şimdi, Türkler galip geldikleri ve <eskiden> Yu- nanların hâkim olduğu her şeyi ele geçirdikleri için, mahvolan Yunan literatü- rü oldu! Bence Yunan ismi hiçbir zaman, şimdikinden daha büyük bir zarara

uğramadı: Yunanistan’ı büyük hezimetlere uğratan Kserkses ve Dareios, litera- türle değil erkeklerle savaşmışlardı, Romalılar, Yunanistan’a boyun eğdirseler de Yunan literatürünü dikkate almamazlık yapmamışlar, hatta bildirildiğine göre onu gönüllü olarak kabul etmişler ve saygı göstermişlerdi – elbette o za- manlar en bilgin olarak görülen kişi, kendini en çok Yunan olarak gösterendi. Ama Türk hâkimiyeti altında durum farklı olacak, çünkü onlar barbardırlar; medeniyet ve bilgelik düşmanıdırlar.20

Enea Silvio’nun bu ifadeleri, Avrupa’nın, İstanbul’un fethiyle büyük bir sar- sıntı yaşadığını ortaya koymaktadır. Papanın mektubundan alınan bu bölüm, aynı zamanda, Haçlı seferi ve Türklere karşı savaşın neden sadece Roma-Ko- tolik kilisesi ve Avrupa siyasetinin değil, aynı zamanda Avrupa Hümanizminin de önemli bir meselesi, özellikle Hümanist Papa II. Pius’un papalık döneminin ana sorunu haline geldiği konusunda fikir vermektedir. Enea Silvio, daha papa seçilmeden önce İstanbul’un fethi nedeniyle Türklere karşı bir Haçlı seferinin gerekliliği konusunda verdiği gayretli vaazlarıyla dikkat çekmektedir. Özellikle Regensburg (Mayıs 1454), Frankfurt (Ekim 1454) ve Viyana’da (Şubat ve Mart 1458) toplanan imparatorluk meclislerindeki konuşmaları buna örnek olarak gösterilebilir.21 Hatta ilginçtir ki, İstanbul’un fethinden bir yıl sonra toplanan Frankfurt İmparatorluk Meclisi’ndeki konuşmasında, ilk kez Avrupalılar deyimini kullanmış ve Avrupa’yı anavatan olarak nitelemiştir:

“Eğer doğruyu itiraf etmek gerekirse Hristiyanlık, yüzyıllardır şimdikin- den daha büyük bir utanç yaşamadı. Çünkü eski zamanlarda sadece Asya ve Afrika’da, yani yabancı ülkelerde yenildik, ama şimdi bu yenilgi, Avrupa’da, yani kendi öz vatanımızda, kendi evimizde, kendi yuvamızda en ağır şekilde başımıza geldi.”22

Tabiki fetih haberiye sadece papa sarsıntı yaşamamıştı. Kutsal Roma Cermen İmparatoru III. Friedrich, fetih haberini aldıktan sonra dairesine çekilip hüngür hüngür ağlamış ve günlerce yas tutmuştur. Burgonya Dükü İyi Philipp, Şubat 1453’de başkent Lille’de büyük tantanalarla kutlanan meş- hur Sülün Şenlikleri’nde öfkesini dile getirmiş, Haçlı seferi düzenleme yemi- ni etmiştir.23

20 Glei, Pius Aeneas, 303-305.

21 Glei and Köhler, Pius II. Papa Epistola, 18-19.

22 Wolf D. Gruner and Wichard Woyke, Europa-Lexikon. Länder- Politik – Institutionen, 2nd edition (Mün- chen: Verlag C. H. Beck, 2004), 60.

23 Klaus-Peter Matschke, Das Kreuz und der Halbmond. Die Geschichte der Türkenkriege (Düsseldorf/Zü- rich: Patmos Verlag, 2004), 156-159.

153 Özellikle Roma’da büyük bir panik hakimdi. Burada, sultanın, Akdeniz

dünyasının tamamını ele geçirerek Hristiyanlığı yok etmek istediğine inanı- lıyordu. Papa, Türklerin, Granada üzerinden İspanya’yı fethetmek için Avru- pa’ya Afrika’dan girmesinden korkuyordu.24 Enea Silvio, 1456 yılında Kardinal olduktan ve nihayet 19 Ağustos 1458’de papa seçildikten sonra, Türklere karşı Haçlı seferini acilen programına almıştır. Aynı yılın 13 Ekim’inde Vocavit nos

Pius (bizi Pius çağırdı) adlı bir ferman yayınlayarak, Avrupalı hükümdarları,

Türklere karşı bir Haçlı seferi düzenleme görevi vermek üzere gelecek yıl Man- tua’da yapacağı kongreye davet etmiştir.25 Kongrede saatlerce süren bir konuş- ma yapan papa, sultanla barış yapmaya meyilli olanları bu fikirden caydırmak için onlara şöyle seslenmiştir:

“Bu inançtan vazgeçin, çünkü Mehmed, zafer kazanmadan ya da tamamen mağlup olmadan asla silahı bırakmayacak! Kazandığı her zafer onun için, Ba- tı’nın bütün hükümdarlarını mağlup ettikten sonra Hristiyanlığı yıkana ve bü- tün dünyaya sahte peygamberinin yasasını kabul ettirine kadar, başka zaferler kazanma yolunda bir basamak teşkil edecektir.”

Sonuçta, papanın Haçlı seferi planı, kongreye sınırlı sayıda katılan hükümdarlar arasında fazla yankı uyandırmamıştır. Katılımcılar, Türklere karşı savaşa hazır gözükseler de savaşın finansmanı konusunda aralarında şiddetli tartışmalar yaşanmış, sonuçta kesin vaatlerde bulunmadan ülkelerine dönmüşlerdir.26 Papa, 19 ülkeden Haçlı seferine destek sözü alabilmiştir, ancak hükümdarların böyle bir plana ilgisizliği devam etmiştir. Buna Avrupa içi an- laşmazlıklar da eklenince papanın projesi arka plana itilmiştir. Bu nedenle o, 23 Eylül 1463’de çıkardığı Ezechielis adlı fermanla, Haçlı seferleri tarihinde bir ilke imza atarak, sefere papa olarak şahsen kendisinin de katılacağını ilan etmiş ve seferin gerçekleşmesi için bu tarihten itibaren daha çok gayret sarf etmiştir. Ay- rıca Haçlı seferi politikasını haklı göstermek için, Julius Caesar’ı örnek alarak dönemindeki olaylar hakkında Commentarii adlı bir eser kaleme almıştır. Niha- yet 1464 yılında, ağır hasta olmasına rağmen, büyük çabalar neticesinde âdeta zoraki oluşturulan bir Haçlı ordusunun başına geçmiştir. Ancak papa, 15 Ağus- tos 1464’de, donanmanın Ancona’dan hareketinden kısa bir süre önce ölmüştür. Böylece Hristiyanlığın son Haçlı seferi başlamadan biterken, Fatih Sultan Meh- med seferlerine devam etmiş, aynı yaz Kuzey Bosna’daki Yayça’yı kuşatmıştır.27

24 Kurt Flasch, Der Papst schreibt an den Sultan. Pius II. an Mohamed II. im Jahre 1461 (Basel: Schwabe Verlag Basel, 2011), 6.

25 Mantua Kongresi ve resepsiyonu hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Helmrath, “Pius II. und die Türken”, 117-124.

26 Matschke, Das Kreuz und der Halbmond, 192. 27 Glei and Köhler, Pius II. Papa Epistola, 19-21.

II. Pius, Türk tehlikesini son derece ciddi bir mesele olarak görmüş, âdeta bütün enerjisini Türklere karşı bir Haçlı seferi düzenlemek için sarf etmiş, fa- kat bunda başarılı olamamıştır. Johannes Helmrath’ın ifade ettiği gibi: “Türkler,

Haçlı seferi – Enea Silvio için yaşam mevzusu, ölüm mevzusu” olmuştur. Libre- ria Piccolomini adlı Siena Katedrali’nin kütüphanesinin duvarlarına Ressam

Pinturiccio tarafından yapılan ve renkli hulyaları andıran sekiz resimden iki- si direk Türklerle ilgilidir. Bunlardan altıncısı 1459’da Mantua’da düzenlenen kongreyi, sonuncusu ise 1464’de Haçlı donanması tam Ancona’dan ayrılırken papanın ölümünü göstermektedir. Helmrath’ın tahminine göre, bu iki resimde ön planda göze çarpan türbanlı adamlar, muhtemelen papanın Osmanlılara karşı harekete geçirmeye çalıştığı Orta Asya Türk devletlerinin elçileridir.28 Yani papa, Türk tehdidini, Müslüman devletlerle bile diplomatik ilişkiler kura- cak kadar ciddiye almış olmalıdır.

II. Pius, hayatını, Türklere karşı başarılı bir Haçlı seferi düzenleyip onları İstanbul’dan atmaya adamıştır. Hal böyleyken, onun, Türklerle savaşma dü- şüncesinden geçici de olsa vazgeçip 1461 yılı sonbaharında Fatih Sultan Meh- med’e bir mektup yazarak onu Hristiyanlığa davet etmesi çok sürpriz bir ge- lişme olmuştur. Burada akla gelen ilk soru, papayı bu açık taktik değişikliğine ya da gelenek dışı düşünceye iten sebebin ne olduğudur. Papanın neden böy- le bir tutum sergilediği konusunda net ve somut bir bilgi bulunmamaktadır. Bu konuda sadece bazı tahminler yürütülebilmektedir. Glei ve Köhler’e göre, muhtemel nedenlerden biri, papanın Avrupalı hükümdarlara olan kırgınlığı- dır. Çünkü Mart 1462’de güvendiği altı kardinal huzurunda yaptığı Existimatis adlı konuşmada, devam eden Osmanlı genişlemesine karşı Avrupalı hüküm- darları harekete geçirme konusundaki bütün çabalarının başarısız oluşundan duyduğu büyük hayal kırıklığını açıkça dile getirmiştir. Mantua Kongresi’nden sonra iki yıl geçmesine rağmen Haçlı seferi planının somut bir hal almayışı, muhtemelen II. Pius’u bu konuşmadan daha birkaç ay önce Sultan Mehmed’i Hristiyan yapmayı deneyerek Türk tehlikesini bu yolla bertaraf etmeye sevk etmişti.29 Franco Cardini’nin ifadesiyle “Avrupalı hükümdarların ikiyüzlülüğü

ve itaatsizliği papayı kırmıştır. Kendini tamamen kırılmış ve küçümsenmiş his- sederek...” bu şaşırtıcı mektubuyazmıştır.30

Papanın kararında etkili olan nedenlerden birinin de sultanın kişiliği oldu- ğu tahmin edilmektedir. Yani Sultan Mehmed’in Hristiyanlara karşı hoşgörülü 28 Helmrath, “Pius II. und die Türken”, 79.

29 Glei and Köhler, Pius II. Papa Epistola, 21-22.

30 Franco Cardini, Europa und der Islam: Geschichte eines Missverständnisses, aus dem Italienischen übersetzt von Rita Seuß (München: Beck, 2000), 179.

155 oluşu, entelektüelliği, İstanbul’u yeniden inşa ettiği haberi Roma’ya ulaşmış ve

bütün bunlar papanın dikkatini çekmiş olmalıdır. Sultanın Hristiyanlığa ya- kınlık duyduğu konusunda o dönemde Batı’da ısrarla sürdürülen söylentilerin de papanın kararında etkili olabileceği düşünülebilir. Ayrıca II. Pius’un, bir hükümdarı ve onunla birlikte bir halkın tamamını Hristiyan yapma girişimiyle, Büyük Konstantin’le başlayan ve kendi zamanına kadar gelen bir misyonerlik geleneğini sürdürmeyi amaçlamış olabileceğini de göz önünde tutmak gerekir. Göz önünde bulundurulması gereken hususlardan biri de II. Pius’un çağ- daşları olan Johannes de Segovia ve arkadaşı Nicolaus Kusanus’da zamanla Türkler ve onların dini ile olan kavgaların kılıçla değil, barışçıl yollarla ve ar- gümanlarla sürdürülmesi gerektiği konusundaki fikirlerin hâkim oluşudur. Özellikle Johannes de Segovia (Ölm. 1458), ölümünden önceki son beş yılını bu amaca adamış ve 12. yüzyılda Petrus Venerabilis tarafından hazırlanan eski tercümenin yetersiz olduğuna ve daha net bir tercüme metninin başarılı bir Hristiyan-Müslüman diyaloğu için ön koşul teşkil ettiğine inanarak büyük bir zahmetle yeni bir Kur’an tercümesi hazırlamıştır. Daha sonra, Müslümanlar ile Hristiyanların barışçıl bir ortak konferans düzenlemesi gerektiği fikrini ortaya atmış ve zamanının nüfuzlu şahsiyetlerine mektuplar yazarak bu düşüncesi