• Sonuç bulunamadı

Kökleri tanzimata dayanan sivil bürokratik bir yönetim geleneği Cumhuriyetle devam etmiş ve buradan da 1950’lere kadar gelmiştir (Heper, 1974:89). Tanzimattan gelen bir geleneğin devamı olarak bürokrasi modernleştirici rolünü Cumhuriyetle ve Kemalizmle birlikte yerine getirmeye soyunacaktır. İttihat ve Terakki’den alınma ‘düzen ve ilerleme’ fikri; pozitivizm boyutuyla Kemalizme de

geçecektir. Burada halka götürülecek bir aydınlanma fikri olduğu açıktır. Bu dönemde egemen olan Atatürkçü düşünceye göre halk henüz gerçekleri görebilecek seviyede değildir. Halkın aydınlatılması ve eğitilmesi gerekir. Zaten Türk İnkılabı da bir burjuva devrimi değildir. Türk inkılabı Osmanlı angient regime’ne karşı yapılmıştır (Heper, 2012:115). Tek parti döneminde devlet ile partinin iç içe geçtiği görülmektedir. 1935 yılında toplanan Halk Partisi Kongresi’nde devlet ile parti özdeşliği resmiyet kazanmıştır. İçişleri Bakanı, Cumhuriyet Halk Partisi’nin resmen genel sekreteri ve valiler de partinin il başkanı olmuşlardır. Bu dönem memurluğun altın yılları olduğu dönemdir. Üst düzey görevlerde bulunanlar da Mülkiyelidir. Mecliste de çoğunluk memur kökenlidir. Bu dönemde bürokrasi özne, halk ise nesnedir. Diğer taraftan kamu iktisadi teşebbüsleri kurulmuş ve buralara bürokratlar atanmıştır (Eryılmaz, 2013:151). Burada özellikle devletçilik ilkesinin önemine de değinmek yerinde olabilir. Eski bir maliye müfettişi ve sonradan bakan da olan Cahit Kayra, kendi kuşaklarının sıkı sıkıya devletçiliğe bağlı olduğunu yazar (Kayra, 2002:222).97 Nitekim Ahmet İnsel de Türkiye Toplumu’nun Bunalımı adlı kitabında Türkiye’de devletçiliğin devleti topluma karşı savunmak prensibi (İnsel, 2012:117) olduğunu söyler:

“TC devletinin üzerine toz kondurmadığı üç temel prensip olan cumhuriyetçilik, laiklik ve millyetçiliğin birleştirici mayasını devletçilik verir. Devletçilik, toplumdaki her türlü dinamiğin devlet denetim ve gözetimi altında gerçekleştiği, her toplumsal gelişmenin devletin üstün çıkarları açısından değerlendirildiği, devlet dışı hiçbir toplumsal olgunun özerk meşruiyetinin tanınmadığı bütüncül bir siyasal dünyadır. Örneğin devletin toplumu sürüklemek istediği dünyaya, toplumun kendi başına gitmek istemesi devlet katında ciddi bir rahatsızlık uyandırır… Son tahlilde kendilerini devlete sahip çıkma yetkisinde görebilen ve bu yetkiyi kullanan dar bir tabakanın değerlendirmeleri, cumhuriyetçiliği, laikliği ve milliyetçiliği aşar.” (İnsel, 2012:14).

Celal Bayar’a göre Türkiye’deki toplumsal yapıda derebeylilk, kölelik, aristokrasi yoktur. Devlet, bütün tarih boyunca milli devlettir. Onun için her tabakadan halk ‘devlet baba’ demektedir ve bu söz diğer dillerde yoktur. Türkiye’de

97 Cahit Kayra’nın Türkiye’de Ekonomi’nin Öyküsünü anlattığı üç ciltlik bir eseri bulunmaktadır.

koruyucu devlet geleneği vardır (Cem, 1971: 329). Yayla’ya göre Osmanlı’dan devam eden bir gelenekle Cumhuriyet döneminde de siyasi iktidar ekonomik potansiyeli kontrol altında tutmuş ve kendisine meydan okuyabilecek bağımsız iktisadi güçlerin oluşmasını istememiştir. Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nde “milli burjuvazi” yaratma çabaları önemli ekonomik aktörleri kontrol altında tutma çabası halini almıştır (Yayla, 2015:37). Sonuç olarak şöyle bir durum ortaya çıkar: Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında memurluk tercih edilen bir konumdur. Çünkü memur, emir alan değil; emir veren konumdadır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931 tarihli programında “Milletin yüksek menfaatini daima göz önünde tutarak bütün dikkat ve himmetleriyle vazifelerine hayatlarını hasreden memurlar, her türlü huzur ve refaha layıktırlar” (Parla, 2008:86) denmektedir. İsmail Cem, Anadolu İhtilali’nden sonraki süreçte bürokrat ve tüccar yöneticilerin halktan uzaklığını Dr. Turhan Tokgöz’den yaptığı alıntıyla açıkça ifade eder: “Halk, bu yeni sınıfı, yeni Ankara Palas’ın yanındaki yıkıntıdan, çullar ve çaputlar içinde, onlar kürkleri ve frakları ile dans etmeye gelirken ancak görebilmektedir.” (Yön Dergisi’nden aktaran Cem, 1971:316). Bu dönemde milletvekilinden daha fazla maaş alan memurlar bulunmaktadır ve seçilmişlik ikinci plandadır. Birgül Ayman Güler’in çalışmasında yer verilen bilgilere göre memurların cumhuriyete sadakatle yükümlü tutulmalarının sicil amirlerinin sicil notu değerlendirmelerine yansıdığı görülmektedir: Sicil notunda değerlendirme kriterlerinden biri de “Teceddüt ve Terakkiye Taraftarlığı Derecesi ve Cumhuriyete Sadakati”dir (Güler, 2013:290-291). Bu durum karşılıklı bir fayda gözetiminin olmasını akla getirir. Halk açısından duruma bakıldığında ise halk, CHP’yi bürokrasinin partisi olarak değerlendirmiştir (Şaylan,1986: 76). Bu süreçte şef, devlet, parti, parlamento ve millet birbiriyle özdeşleştirilir ve bunun sonucunda hiyerarşik bir kurumsallaşma ortaya çıkar (Ertunç, 2013:270). Bu öyle bir hal alır ki ilerde birçok farklı nedenle çok partili hayata geçildiğinde; bir CHP milletvekili adayının bütün hayatı boyunca devrimi ve şeflerini düşünmesinden ötürü, halktan oy istemek zorunda kalmasını ‘kendini satlığa çıkarmak’ olarak görmesine neden olur (Yeşil’den aktaran Ertunç, 2013:376).

1925 yılında Ticaret ve Sanayi odalarına kamu kuruluşu statüsü verilip, tüm tüccarların zorunlu üye olması sağlanır. Yılda bir kere kongre yapmalarına izin verilir. Hem Celal Bayar, hem de Mustafa Kemal için ticaret; millet ve devlet

menfaati çerçevesinde düşünülmelidir. Devletçilik, modern bir iktisadi faaliyet alanı kurarken bu alan içinde yer alacak devletin burjuvazisini ve devletin işçi sınıfını yaratmak ve böylece devleti güçlendirmek olan bir iktisadi dinamik olarak düşünülür. Kalkınma da kendi başına bir hedef değildir (İnsel, 2012:193-194).

Zaman içerisinde üst düzey bürokratlarla ilişkilerini geliştiren sermayesi az kesimler, sonradan bunlarla ilişkileri sayesinde zenginleşecektir. Nitekim Türkiye’de burjuvazi ‘tahsisli burjuvazi’, ‘güdümlü burjuvazi’ olarak anılacaktır. Bunun yanında ticaret ehli ile içli dışlı olmanın ötesinde iş adamlığına da soyunan memurlar olacaktır. Buğra’nın verdiği bilgilere göre 1931-1940 yılları arasında faaliyete başlayan işletmeleirin %74.19’unun kurucusu memurdur98 (Soral’dan aktaran Buğra, 2016:91). Devletçilik gereği KİT’lerin artışı ve buraların da memurlarla doldurulması, buradan da özel sektöre transfer olmaları; burjuvazi için doğrudan personel kaynağı yaratmış; devletçilik bunlar arasında bir koalisyona neden olmuştur (Önder, 2009: 259-260). Kaldı ki daha önce 1945’te kimi parlamenterler, politikacı, devlet memuru ve işadamları arasındaki gizli ilişkileri soruşturmak üzere özel mahkeme kurulmasını talep etmişlerdir. Buğra’ya göre devlet görevlileri arasından iş dünyasına geçenlerin sayısının hayli kabarık olması söz konusu suçlamaların asılsız olmadığını göstermektedir (Buğra, 2016:166).