• Sonuç bulunamadı

Geleneksel iktidar ilişkileri içinde ‘devlete kapılanmak’, toplumun sivil ögelerine karşı ayrıcalıklı bir konum elde etmek demektir. Bu genel kanı toplum içindeki gücünü korudukça devlet düzeni içinde çlaışanların kendilerini devlet ile özdeşleştirmesi ve sivil ögelerle ilişkilerinde kendine resmi bir konum atfetme olanakları artar (İnsel, 2012:200). Bunun herhangi bir makama gelenin orayı

111 Editörlüğünü Olric Türkis’in yaptığı Örs ve Çekiç adlı kitapta ‘e muhtıra’ sürecine ilişkin

gelişmeler, dönemin köşe yazarlarının görüşleri bir araya getirilmiştir. Burada yer alan yazılar genel anlamda demokrasiye sahip çıkıldığını göstermektedir. Kitapta Neşe Düzel’in Metin Heper’le yaptığı röportajda Metin Heper “ Türkiye’de insanlar ‘bu parti bizi adam yerine koyuyor’ …diye oy veriyor” diyerek Adalet ve Kalkınma Partisinin çevredeki rolüne vurgu yapmaktadır (Heper, 2007:121).

bırakmak istememesi ile de ilgisi kurulabilir. Bener, Milliyetçi Cephe hükümetlerine gelene kadar yüksek dereceli bürokratlar arasında büyük değişiklikler yapıldığını pek anımsamadığını söyler. Bir genel müdür yerinden alınırken bir başka yere genel müdür yapılmaktadır. Bu konuda bir anısını naklederken bir genel müdürün “genel müdürlük benim mesleğim” dediğini aktarır (Bener, 2016: 316). Özellikle darbe dönemleri dışında, sivil bürokratların eski bağımsızlığının azaldığı söylenebilir. Koalisyon dönemleri, sürekli bir değişimi getirmiştir. Ancak bunlar kısa süreli görev yapsa da görev yapanların sahip olduğu anlayışın, geldikleri zihniyetin farklı olduğunu söylemek güçtür. Örneğin Önder’in yorumunda 1950 sonrası sivil bürokraside başladığı söylenilen aşınmanın somut belirtilerini ilk olarak İç işleri Bakanlığı’nda izlemek mümkün olmuştur. Ancak Maliye Bakanlığı’nda merkez teşkilatında üst düzey bir kadro 1960 ve 1970’lerde hakimimiyetini sürdürmeyi başarmıştır (Önder,2009:361). Bener, Maliye Bakanlığı’nda artık nesli tükenmeye başlamış eski ve oturaklı maliyeciler ekolünden bahseder. Bunların zamanında yalnızca Maliye Bakanlığı’nda değil, önemli genel müdürlüklere, müsteşarlıklara, Planlama Müsteşarlığı ve Merkez Bankası başkanlığına, yurt dışındaki ekonomik misyonların başına başka birinin atanmasının düşünülemez.112 Alt kademedekilerin de hesaplarını buna göre yaptığını belirtir (Bener, 2016:602). Nitekim Eski Maliye Müfettişi ve Hazine Genel Müdürü Erhan Işıl113, bu durumu şöyle özetler: “Özellikle kamu maliyesinde, kimlerin hangi görevlere gelecekleri önceden bilinirdi… Kimlerin hangi görevleri üstlenmelerinin uygun olacağı konusunda kamu görevlileri arasında

112 Osman Tunaboylu, yurt dışı görevlere atanabilmenin ne kadar önemsendiğini anlatır. “ O yıllarda

yurt dışına gitme olanakları fazla olduğu için Hazine’de hemen herkesin gönlünde yatan daireler Dış Ekonomik İşler Dairesi ile Kambiyo Dairesi idi. Herkes kapağı buraya olmazsa Kamu Kurumları ve iştirakleri dairesine atmaya çalışırdı.” (Tunaboylu, 2012:101) Osman Can Ünver de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Yurt Dışı İşçi Hizmeleri Genel Müdürlüğü yaptığı sırada uzun yıllar kapalı kalan bir şifreli kasayı açtırdığını söyler. “İçi birbirini sağcı veya solcu diye ihbar edenlerin yönetime yazdığı mektuplarla doluydu. Aynı memuru birisi sağcı, bir başkası solcu diye şikayet etmişti! Kasadaki tüm bu rezil belgeleri imha ettirdim. Bu kavgalar hizmete zarar da vermişti. Hele bir de yurt dışı kadroların paylaşımı olunca çatışmanın ne denli set olduğunu varın siz düşünün!” (Ünver, 2008: 35) Ünver, yurt dışı göreve atanma arzusunu memurların maaşının düşüklüğüne bağlamaktadır. Konunun dış işlerinde de böyle olduğunu söyleyen Ünver, yurt dışı göreve gidenlerin ayrıcalıklı olduğunu, kalanların onların kıskandığını söyler (Ünver, 2008:50-51).

113 Erhan Işıl da Mülkiye’li ve maliye müfettişidir. Sonradan yine Maliye Müfettişi olan Cahit

Kayra’nın yerine Enerji Bakanı olur. Türkcan o sırada Enerji Bakanlığı’nda çalışmaktadır: “Hükümet değişmişti ama bizim bakanlıkta iktidar değişmemişti; yenisi de eski Hükümet’in devamı gibiydi. Yeni Bakan Erhan Işıl da, eskisi gibi Mülkiyeli ve Maliyeci idi…” (Türkcan, 2014:291)

bir genel görüş birliği oluşurdu.” (Bener, 1991:125) Günal Kansu ise burada bazı isimler zikretmektedir:

“1950-1960’larda, devletin üst kademelerinde bir ‘süper bürokrat’ kadro vardı: Cahit Kayra, Zeyyat Baykara, Ziya Müezzinoğlu, Memduh Aytür, Naim Talu, Kemal Cantürk, Adnan Başer Kafaoğlu, Erhan Işıl gibi… Süper bürokratlar hemen istisnasız maliye müfettişliği kökenliydiler. Bir müsteşarlıktan veya genel müdürlükten, şu veya bu sebeple ayrıldıklarında, hemen başka bir müsteşarlığa ve genel müdürlüğe atanırlardı. Cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, iktidar değişir, bunlar değişmez, hep tepelerde onlar kalırlardı. Aslında Türkiye’yi yönetenler onlar olurlardı.” (Kansu, 2004:136)

Altuğ, bu maliyeci kadronun geçmişten gelen, devletin kasasını kendi cebi gibi koruduğunu söylemekte ve şöyle eklemektedir: “Siyasi tercihleri yönünde, maliyeyi araç gibi kullanmak isteyenler böyle bir kadronun varlığından ötürü, ülkeyi belki de felakete götürecek heveslerinden vazgeçmek zorunluluğu duymuşlardır.” (Altuğ’dan aktaran Önder, 2009:365). Özellikle 1950-1960 arasında bürokrasiye karşı bir çeşit intikam alma anlamına gelebilecek davranışlar ve kadrolaşma anlamındaki yayılmalar dönemi geçtikten sonra, bir bakıma bürokrasi daha da rahat çalışmaya başlar. Bener, Ahmet Salih Korur adındaki bir başbakanlık müsteşarının pek çok bakandan daha etkili, daha yetkili olduğunu ifade eder. Bu dönemde Maliye yönetiminde birkaç büyük bürokratın arada bir yer değiştirerek Maliye Müsteşarlığı, Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü, Hazine Genel Müdürlüğü, Gelirler Genel Müdürlüğü, Merkez Bankası ve Ziraat Bankası Genel Müdürlükleri, İstanbul Defterdarlığı ve Kambiyo Müdürlüğü gibi devletin o zamanki kamu ekonomisini yönlendiren mevkilerde adeta politikacılardan bağımsız şekilde görev yaptıklarını devamla eklemektedir. Bunun Demokrat Parti iktidarındaki liberal ekonomi yanlılığına rağmen gerçekleştiğini söyleyen Bener’e göre 27 Mayıs’tan sonra 1950 öncesindeki devletçi politikalar sürdürülmüştür (Bener, 2016:672). Sivil bürokrasinin maliye kanadı süper bürokrat kadro olarak Maliye, Hazine, Merkez Bankası gibi kuruluşların tepesinde uzun yıllar görev yapmışlardır. Bunlar siyasetçilere de ayak diremişlerdir. Kendilerini hazinenin koruyucusu satraplara benzeten Maliyeciler, kendini devletin sahibi olarak görmüş, politikacıya şüpheyle bakmıştır.

Bankalar Yeminli Murakıbı Osman Tunaboylu Maliye Bakanlığı’nın burslusu olarak Mülkiye’yi bitirmiştir. Hizmet yükümlülüğü olduğu için göreve başlar. Ancak o, bunu istememektedir. Çünkü hedefi Maliye Bakanlığı’nın Maliye Müfettişliği ve Hesap Uzmanlığı sınavlarına hazırlanmaktır. Ancak burslu olarak okuduğu için başlamak zorunda kalır. Başbakanlık Muhasebe Müdürlüğü’ne atanır. Oradaki manzarayı kırık dökük masalar, dağ gibi yığılmış koca defterler, sararmış muhasebe fişleri, bunların arkasında on beş yirmi memur şeklinde tasvir eder. Müdür, yanına birisini vererek ona yerini göstermelerini ister. Tunaboylu, hayal kırıklığı yaşar ve memura şöyle der: “Ben burada çalışmam. Ben Mülkiye’yi burada çalışmak için bitirmedim.” der. Adam kendisini uyarır. Ancak Tunaboylu kararlıdır. Müdüre gider. Aynı şeyleri ona da söyler. Müdür de mülkiyelidir. Ona da idealleri olduğunu; maliye müfettişliği, hesap uzmanlığı ya da banka müfettişlik sınavlarına gireceğini söyler. Müdür, sınavlar için kendisine müsamaha edeceklerini söyler. Bankalar yeminli murakıplığı sınavlarına da girebileceğini söyler. Ancak onun aklı Mülkiye’nin mali şubesine girdiğinden beri maliye müfettişliğindedir, hesap uzmanlığındadır.114 Önceki yıllarda oraya giren ağabeylerinden duyduklarından ötürü hepsinin gözü maliyeninin bu iki kurulundadır.

Erhan Bener, Maliye müfettişliğini tercih edişinin gerekçelerinden biri olarak şu sözü eder: “Demokrasi yurdumuza geleli, kaymakamlık, eskisi kadar çekici olmaktan çıkmıştı.” (Bener, 2016: 27). Kaymakamlığın demokrasiyle uyumlu olmadığı, demokrasiyle çatıştığı düşünüldüğü için tercih edilmemesi bu dönem için bir fikir verebilir. Nitekim Cemal Mıhçıoğlu’nun yaptığı araştırmaya göre 1960’larda siyasal bilgiler fakültesinde okuyan öğrenciler idari şubeyi daha az tercih etmek istemektediler (Aktaran Önder, 2009:361). Burada mali şubenin daha çok avantaj sunması etkili olabilir. Çünkü mali şubeye gidenler Maliye Bakanlığı’na gitmektedirler. Maliye Bakanlığı özel sektöre de açılan bir kapıdır. Bu durum Metin Heper’in yorumuna da ilişkin görünmektedir. Heper’e göre bu dönemde değişim statü elitliğinden işlevsel elitliğe doğru kayacaktır. Ancak yine de statü elit yönlerinden de vazgeçmek istememektedirler. Bunlarda bir tür devletçi tavır vardır.

114 Zamanın ekonomik şartlarına göre maliye müfettişi ve hesap uzmanlarının oldukça iyi maaşlar

aldıkları görülmektedir. Tunaboylu ilk memur maaşını aldığında bununla geçinilemeyeceğini söyler ve ekler: “Sen hesabını hep maliye müfettişi, hesap uzmanı olacağım, ayda bin sekiz yüz elli, bin dokuz yüz lira alacağım diye yaptın. Şimdi sınavları kazanmaktan başka çaren yok!”

Nitekim 1970’lerde Özen’in vurgusuyla kendini devlet olarak gören seçkincilik de bazı değişimler görülmeye başlanmıştır. Yaşanan siyasal ve sosyal değişimlerle birlikte teknik yönü ağır basan bir seçkinlik gelişmeye başlamıştır. Devlet sahipliğinin yerini kendini uzmanlık gücüne bırakan ve bunu da yücelten bir seçkinlik almıştır (Özen, 1998:23-24).

Anlaşıldığı kadarıyla bürokrasideki güç dengeleriyle oynayabilmek ancak siyasetin eliyle olabilmektedir. Her ne kadar özellikle denetim birimlerinin gücü muhaliflere karşı kullanılabilse de bürokrasi ile politikanın kaynaştığı durumlarda durum belki de daha fazla sıkıntı doğurabilmektedir. Osman Tunaboylu’ya göre Birinci Milliyetçi Cephe döneminde Maliye Bürokrasisi hiç olmadığı kadar siyasete bulaşmıştır. Bu dönemde Maliye Teftiş Kurulu’nun etkinliği kırılmıştır ve hesap uzmanları lehine önemli sayılabilecek değişiklikler olmuştur. Tunaboylu bu durumu olumlu bulmasına rağmen Maliye Bakanlığı’nda üst düzey yönetici atamalarının dışardan yapılmasına hayıflanmaktadır:

“İlk kez o dönemde kimdi, neciydi bilmiyorum, dışardan Şekip Bey diye biri getirilip müsteşar yardımcısı yapıldı. Adam öteki müsteşar yardımcıları gibi müsteşar yardımcılığı yapsa belki yadırganmazdı ama öyle değildi. Bildiğin parti komiseriydi… O geldikten sonra Bakanlıkta hiyerarşi işlemez oldu… Bunların hepsi gerçekten tuhaf şeyler baba. Ama bence daha tuhaf olanı, o havasından geçilmeyen anlı şanlı Maliye bürokratlarının bu kadar tuhaflığı içlerine sindirmeleri, makam ve mevkilerinden olmamak için, bu kadar zillete katlanmalarıydı. O zamana kadar gözümde büyüttüğüm Maliye bürokrasisinin büyük olmadığını bu vesile ile anladım.” (Tunaboylu, 2012:108)

Tunaboylu bir başka yerde bu süreci detaylandırır:

“24 Ocak Kararları’nın ilanından sonra bizim Maliye bürokratları Osmanlı Paşaları gibi kılıçlarını çekip minderlerini dövemediler ama, kızıp köpürmekte onlardan pek aşağı da kalmadılar. Aslında o gün doruğa çıkmış olsa da, kızgınlıkları Turgut Özal Başbakanlık Müsteşarlığı’na ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Vekilliği’ne atandı atanalı vardı. O tarihe kadar, hangi hükümet gelirse gelsin ekonominin dümeninde olmaya alışkın Maliye bürokrasisi, Turgut Özal’ın, şimdiye kadar hiçbir Başbakanlık müsteşarının yapmadığı şeyi yapıp ekonominin dümenine

geçmiş olmasını da; ardından başlattığı yeni istikrar programının hazırlıklarını Maliye’yi tamamen devre dışında bırakıp büyük bir gizlilik içinde,Yıldırım Aktürk, Hüsnü Doğan, Ekrem Pakdemirli başta olmak üzere DPT’deki eski çalışma arkadaşları ve Hazine Genel Sekreteri Kaya Erdem’den oluşan ekibiyle yürütmesini de içine sindirememişti bir türlü. Bu yüzden hop oturup hop kalkıyordu. Bu kızgınlığın ana hedefi Turgut Özal’dı. Ama şimşekleri üzerine çeken Kaya Bey’di. Müfettişlikten gelme olmadığı için Maliye bürokrasisinin üst kesimiyle öteden beri yıldızı barışık olmayan Kaya Bey, Özal’la yakın çalışmaya başladı başlayalı Maliye bürokrasisininin gözünde, Özal’ın maliye temsilcisi idi. Maliye bürokrasisi, devre dışı kalmasının, Özal ekibinin devlet geleneklerini hiçe sayarak öteden beri Maliye tarafından yürütülen işlere el atmasının faturasını ona kesiyor ve şöyle diyordu: ‘Davul Maliye’nin boynunda tokmak başkalarının elinde olamaz. Devletin ali menfaati için, Kaya Bey bir an önce görevden alınmalı, her şey yerli yerine oturmalı, devlet çarkının yine devletin bin yıllık geleneklerine dönmesi sağlanmalı…”

Bu çabanın bir tür bilek güreşine döndüğü anlaşılmaktadır. Nitekim Tunaboylu, Hazine koridorlarında sevinçler yaşandığını anlatır. Tunaboylu’nun deyişiyle Maliye bürokrasinin mücadelesi boşa gitmemiştir. Hazine Genel Müdürlüğü müsteşar yardımcısı Nazif Kocayusufpaşaoğlu115’na bağlanmıştır. Amacın Kaya Bey’i istifa ettirmek olduğunu söyleyen Tunaboylu, Hazine genel sekreterliğinin bir müsteşar yardımcısına bağlı olmasının o güne kadar emsali görülmemiş bir şey olduğunu söyler. Ancak Kaya Bey, görevine devam eder. Çünkü bu defa Hazinenin kendi bürokratları Maliye’nin karşısında yer alarak Kaya Bey’e destek olurlar. Tunaboylu’nun sözleri ile,

“Maliye bürokrasisi o gün mücadeleyi tam olarak kazanamamış olsa da Hazine’nin başına kendinden birini getirip mücadelede denkliği sağladığını düşünerek derin bir oh çekti, umutlandı böylece. Lakin Tanzimattan sonra Osmanlı bürokrasisi nasıl eski günlerine ulaşamadıysa, Maliye bürokrasisi de 24 Ocak’tan sonra eskisi gibi olamadı.” (Tunaboylu, 2012: 175)

Bu durumun nedeni Özal’ın ihtilal döneminde başbakan yardımcısı olacak olmasıdır. Kaya Erdem de Maliye Bakanı olup Maliye Bürokrasisinin tepesine geçecektir. Özal ilk iş olarak Hazine’yi Maliye’den ayırır. Tunaboylu’ya göre bundan sonra da sürekli

bir borç dönemi başlamıştır (Tunaboylu, 2012:175-176). Ancak Maliye Bakanlığına ilerde eski maliye müfettişi Adnan Başer Kafaoğlu gelince maliye bürokrasisi Özal sonrasında eski günlerine döndüklerini düşünüp bayram ederler.116