• Sonuç bulunamadı

İktidar kelimesi “kudret, kadir” gibi kelimelerle etimolojik olarak ilişkilidir ve sözlüklerde “gücü yeter olma” olarak tarif edilir.68 Sıklıkla politik bir anlamı olduğu söylenebilecekse de günlük ilişkilerde de iktidar biçimleri vardır. İktidar, geniş anlamda; arzulanan sonuca ulaşma becerisi olarak tanımlanmakta olup bazen bir şey yapma “gücüne”(power to do) işaret eder. İktidarın bu kavranışı, kişinin kendisini hayatta tutma becerisinden, bir yönetimin ekonomik büyümeyi artırma becerisine kadar her şeyi kapsar. Siyasal tahlilde ise iktidar, genellikle bir ilişki, yani diğer insanların davranışlarını, onların tercihlerinden farklı yöne doğru etkileme becerisi olarak düşünülür. Bu, diğerleri “üzerinde güç” (power over) sahibi olmak demektir. Ne zaman A, B’nin normalde yapamayacağı şeyi yapmayı sağlarsa, iktidar ortaya çıkar. Başkalarını etkileme “becerisi” olarak iktidar, sıklıkla başkalarını etkilemek “hakkı” olduğu söylenen otoriteden ayrılır. İktidar, daha dar anlamda; ödüllendirme ve cezalandırma becerisiyle ilişkilendirilir ve bu, onu; zorlama veya manipülasyona yaklaştırır. Bunun tersi olan “etki” ise aynı zamanda akılcı yolla başkalarını etkilemeyi de kapsamaktadır (Heywood, 2012:44). İktidar, güçlü olan ve bu gücünü kullanabilendir (Aydın, 2013:206). İngilizcedeki “power” kelimesi “güç” ya da “iktidar” diye çevrilmektedir. Nuray Sakallı; gücü, bir “sosyal etki yaratma kapasitesi”, bireyin diğerlerini etkileyip onların birtakım davranışları gerçekleştirmelerini sağlayabilme yeteneği olarak ele almaktadır. Güç, sosyal etki ve otorite birbirine çok yakın kavramlardır. Ancak farklı anlamları vardır. Güç, sosyal etkinin temeli; sosyal etki, gücün iş başında olduğu durum; otorite ise sosyal kurallar, gelenekler, yasalar ve değerlere bağlı olarak kişinin sahip olduğu bir konumdur ve sosyal etki yaratabilme kapasitesi olan gücü simgeler. Otorite, güç kullanmaya hakkı olan kişiyi simgeler. Gücü sadece otorite sahibi değil, kapasitesi olan herkes

67 Bu bölümün yazılmasında atıf yapılan kaynaklarla birlikte Susan S.Silbey’in ders notlarından da

yararlanılmıştır.

kullanabilir. Otorite, belirli normlar ve kurallar sonucu bu gücü kullanmaya hakkı olan kişidir (Sakallı, 2016:86).

İktidar, otoritenin gücüdür. İktidar, manipüle etme, ikna ve baskı şeklinde ortaya çıkabilir. Sosyal psikolojide, Milgram’ın ve Zimbardo’nun deneyleri iktidar/otorite karşısında uyumun nasıl sağlandığına ilişkin detaylı örnekler verir. Milgram’ın amacı “Bir insan emir verildi diye diğer bir insana zarar verebilir mi, onların canını yakabilir mi?” sorusuna cevap bulmaktır (Sakallı, 2016:69). Araştırmayı yapan Milgram, normal insanların, otoritenin güçlü baskısına maruz bırakıldıklarında, yıkıcı davranışlar sergileyebileceği sonucunu çıkarmıştır. Hayatı boyunca nazik olan bir adam dahi otoriteye uyum gösterebilecektir. Bir başka araştırmacı, bu duruma “normallik tezi” demiştir. Buna göre kötülüğün illa ki anormal insanlardan gelmeyebileceği, ortalama insanların da kendilerini önemsiz ve değersiz hissettiklerinde yıkıcı davranışlar sergileyebileceğini söylemiştir (Gökdağ, 2014:66).

İktidarın manipüle etme biçiminde ortaya çıktığı durumlarda, iktidarın amaç ögesinin bilerek saklandığı görülür. Manipülasyon, yüz yüze etkileşimle sınırlı olmayıp; semboller üzerinden de hareket edilebilir. Durumu yanlış aktaran cümleler kullanıldığından, iktidarın nesnesi durumun farkına varmaz. İknada ise mantık, sağduyu ve argümanlar vardır. Kişi iktidar uygulayanın argümanını kendine temel aldığında, ikna başarılıdır. İknada yönlendirme yoktur. Ödül ve ceza da yoktur. İknada önemli olan, iktidar sahibinin ikna etme yeteneğidir. Botton, verdiği bir örnekte büyük bir muhasebe şirketinin başkanı olan Auden’in sert emirler verme hakkından vazgeçmek zorunda kaldığını söyler. Kendisinden kıdemsiz iş arkadaşlarını da azarlayamaz. Ona kalan yalnızca iknadır. Ayda üç ya da dört kez şirketin üç bin muhasebeciden oluşan dinleyecilerine bir kürsüye çıkarak ve ceketini çıkararak onlara ne kadar takdire şayan profesyoneller olduklarını dile getirdikten sonra usta bir şekilde çalışma yöntemlerinde yapacakları düzeltmeler için tavsiyelerine geçer (Botton, 2014:252).

Goffman’a göre total kurumlar, hayatın bütün alanlarını otorite altında tutar. Günlük hayatın evreleri rasyonel bir plan dâhilinde yapılandırılmıştır ve aktiviteler

insanların gözü önünde yapılır. Bu kurumlara verdiği örnekler ise tımarhaneler, hapishaneler, ordu ve yatılı okullardır. Total bir kurumda, topyekün bir denetim mekanizması vardır. Az sayıda yönetenle çok sayıda yönetilen arasındaki sosyal mesafe büyüktür. Bütün ortam, bu dengesizliğe hizmet etmek amacıyla yapılandırılmıştır. Bu tarz kurumlarda kişisel tahrifat yapılmaktadır. İnsanlar sosyal kimliklerinden uzaklaştırılır. Standford69 deneyinde Zimbardo, her mahkûma bir numara vermiştir. İsimler kullanılmamıştır. Böyle bir durum denekleri; sosyal kimliklerinden, öz benliklerinden soyutlayarak yalnızca sayı haline getirmiştir. Total kurumlarda insanlar, yine de ayakta kalmayı başarabilir. İktidar sahibinin doğrudan meydan okumaktan kaçınarak, akranları arasında sahip olduğu statüyü devam ettirmesi mümkündür. Ya da muhalif olarak kolonileşmeye çalışır. Sindirilip mükemmel bir mahkûm olması da ihtimal dâhilindedir (Silbey, 2005:21).70

Etienne de la Boetie askerlikte itaatin nasıl sağlandığını anlamlandırmakta zorlanır:

“Kulluk edenlerin korkak ve bitkin olduklarını mı söyleyeceğiz? Eğer iki, üç ya da dört kişi bir kişiye karşı kendilerini koruyamıyorlarsa, bu acayiptir ama yine de olasıdır. Bunun, yürekliliğin yoksunluğundan olduğu söylenebilir. Fakat yüz kişi, bin kişi tek bir kişiye katlanıyorsa, bu insanlar ona karşı çıkmak istemiyorlar, kendilerini bunu yapmaktan alıkoyuyorlar demek gerekmez mi?... Fakat yüz kişi, bin kişi değil de yüz ülke, bin kent ve içlerinde en iyisi köle ve serf durumuna indirgenmiş bir milyon insan tek bir kişiye saldırmıyorsa, bu durumu nasıl adlandırabiliriz?” (de la Boetie, 1995: 22-23)

Bröckling, Disiplin adlı kitabında her zaman emre amade bir ordu yoksa hükümdarın da olmayacağını söyler. Ölümle burun buruna yaşayan birinin, çok özel olarak sosyalleştirilmesi ve eğitilmesi gerekir. Ordular, siyasal egemenliğin etkili bir aygıtı olarak işleyebilmek için devletin çıkarlarının, öteki bütün çıkarlardan üstün olduğunu benimsetmek zorundadır. Kral, vatan, halk, özgürlük, güvenlik için ölmeye

69 Standford hapishanesi deneyi ile ilgili olarak çok sayıda video bulunmaktadır. Ayrıca 2007 yapımı

Standford Hapishanesi Deneyi adlı film de izlenebilir.

70 Zimbardo’nun “The Luccifer Effect” adlı kitabı sıradan insanın nasıl kötüleştiğini anlatır.

Zimbardo’nun kitabı “Şeytan Etkisi” adıyla Türkçe’de de yayınlanmıştır. Ayrıca Zimbardo’nun çalışmasını özetleyen bir konuşması TEDX’de bulunmaktadır.

ve öldürmeye hazır olmak; insanın, bir devlet vatandaşı olmasının başlıca koşuludur. İnsan eğitimle askerleştirilirken, ölme ve öldürmeye hazır hale gelmesi için buna istekli olmasının sağlanması yanında kendi denetiminin de ele geçirilmesi gerekir. Asker itaat eder. İtaat etmeye yetkili kılınır (Bröckling, 2008:25).

Weber’e göre iktidar; sosyal ilişki içerisindeki birinin, dirence rağmen kendi isteğini yerine getirtebilme becerisiyle ilişkilidir. Güç, Weber’e göre ilk etapta gerçeklik olmaktan ziyade, bir imkân ya da şanstır. “ ‘Güç’ (Macht), bir sosyal ilişki içinde, bir aktörün hangi temele dayanırsa dayansın, direnmeyle karşılaşsa bile istediğini yapabilme konumunda olma ihtimalini ifade eder.71

“…otorite duygusuz bir alışkanlıktan amaç açısından rasyonel olmakla farklılaşan- en saf değerlendirmelere kadar, bir emre çok değişik güdülerle uyulması üzerine kurulmuş olabilir. Yine de her gerçek egemenlik ilişkisinin ayırt edici kriteri, en düşük düzeyde bile olsa, belli bir ölçüde gönüllü kabuldür: Yani itaatte (ister gizli müşevviklere, ister hakiki kabule dayansın) bir çıkarın bulunmasıdır.” (Weber, 2014:48).

Zijderveld’e göre eşitsizlik, ilk başta güç eşitsizliğidir (Zijderveld, 2007:140). İnsanlık tarihinin çoğunda çalışanların görevlerini enerjik ve hünerli bir şekilde yerine getirmesini sağlamak için gerekli tek araç, kırbaçtır. Harman yerinde işçilerin sağa sola saçılan buğdayları toplamak için ya da taş ocağında çıkarılan taşları yokuş yukarı taşımak için dayak yemesi gerekirken, bürolardan oluşan camdan gökdelenlerdeki işler, dış bir gücün korkusuyla yönetilmez (Botton, 2014:252). Burada insanların uyduğu bir otoriteden söz edilebilir. Otorite, meşru güçtür. İnsanların itaat etmeye hazır olmaları; gücü, meşru hale getirir. Weber’in yaklaşımının en önemli özelliği otoriteyi meşrulukla özdeşleştirmesidir. Ona göre insanlar yetkisinin meşru olmadığını düşündükleri kişilere itaat etmez (Sennett, 2014b:39). “Otorite sahibi bir kişi, itaat görmek için kaba kuvvet kullanan bir

71 Weber’in kullandığı kelime ‘herrschaft’tır. Parsons’a göre “herrschaft” kelimesinin İngilizcede

tatminkar bir karşılığı yoktur (Weber, 2014: 40) Waters vd.’ına göre baskı, baskılama, otorite, kuralcılık ve hatta devlet olarak çevrilebilir. Yazarlar genelde ‘dominion’ kelimesine eğilim göstermelerine rağmen kendi çevirilerinde bağlamın gereği anlam değişebildiği için olduğu gibi bıraktıklarını belirtmişlerdir (Waters and Waters, 2015:30). Parsons’un yaptığı çeviriyi ve onun Weber’in bürokrasisi üzerine yorumunu eleştirenler Herrschaft’ın liderlik ya da otorite şeklinde değil de tahakküm gibi anlaşılması gerektiğini ileri sürmektedirler (Weis’ten aktaran Adler, 2013:138).

tirandan farklıdır. Weber’in uzun zaman önce gözlemlediği gibi, otorite sahibi bir kişi gönüllü itaate yol açar; uyrukları ona inanır.” (Sennett, 2011:42) Weber’e göre otorite üç şekilde ortaya çıkar. Geleneksel otorite inanca, mitlere, efsanelere dayanır. Yasal otorite kuralların yasallığına ve bu kurallara göre yönetimi elinde tutanların emir verme haklarına inanmayla ilgiliyken karizmatik otorite bir kişinin olağanüstü, eşsiz, büyülü bir iktidar sahibi olmasıdır. Atatürk, Jeanne d’Ark, Gandhi gibi örnekler verilmektedir. Ordular hem karizmatik hem de bürokratik otoritenin açık bir örneğidir (Sennett, 2011:42).

Sennett’e göre güven, üstün bir yargılama gücü, disiplin uygulama yeteneği ve korku uyandırma kapasitesi bir otoritede bulunan niteliklerdir. Ancak günlük yaşamda somut olarak bulunmaz (Sennett, 2014b:30). Otoritenin temel bir gereksinim olduğu söylenebilse de72 (Sennett, 2014b:27) güç hakkında bu söylenemez. Sennett’in de belirttiği gibi “otorite=authority” ile “yazar=author” arasında bir ilişki vardır. Bu “yazı”nın otorite kaynağı olarak değerlendirilmesini akla getirmektedir. Bürokrasi, kendi iktidarını yazılı şeyin ve yazılı şeylerin biriktirilmesinin üzerine kurar.73

“Yazılı şeyin gücü, sınırları aşar, zincirleri kırar, engel tanımaz. Yazılar temelinde kurulan ve onlar tarafından doğrulanan bürokratik akılcılık, yetki, bilgi, en ufak ayrıntıya kadar yayılırlar. Devlet inayet edenin yerini alır. Teknik açıdan makinadan yardım gören bürokrasi Tanrı’nın cisimleşmesi olarak onun yerine geçer.” (Lefebvre, 2016:174)

Mendel’in deyişiyle otorite, açıkça ifade edilmese de, kutsalı belirten son sözcüklerden biridir. Demokrasi bile kutsallaştığı için bir otorite olarak ortaya çıkabilmektedir. Arendt’e göre de otorite zorlayıcı dışsal güçlerden uzak durur. Güç kullanılan yerde otorite tam olarak yenik düşmüştür (Mendel 2005:30). Bununla birlikte Arendt’e göre argümanlara başvurulan yerde otorite yoktur, iknanın eşitlik düzeni karşısında her zaman hiyerarşik otoriter düzen bulunur. “Otoriteyi gerçekten

72 Zavallı bir yaratık olan insanoğlunun baş derdi, kendilerine doğuştan bağışlanan hürriyetten sıyrılıp

bunu bir an önce başkalarına devredebilmektir. Hürlüklerini, vicdanlarını huzura kavuşturana pekala teslim edebilirler.” (Dostoyevski, 2001:158)

73 Aziz Nesin’in “Yaşar ne yaşar; ne yaşamaz” adlı kitabında anlatıldığı üzere Yaşar’ın ‘yaşaması’

tarif etmek gerekirse bu durumda bu tarif, hem güç yoluyla zorlamanın hem de argümanlar aracılığı ile ikna etmenin karşıtı olmalıdır” (Arendt’en aktaran Mendel, 2005:30).

Franz Kafka’nın “Dava” ve “Şato” romanlarındaki “K”, bir türlü gitmek istediği yere gidemez. Aslında içinde bulunduğu konumunu da bir türlü anlayamaz. Dava romanında bir suçlamayla karşılaşmıştır ancak gerek suçlamanın ne olduğunu gerekse de gerçekte kimle muhatap olacağını açığa çıkaramamıştır (Kafka, 2015). Diğer taraftan Şato’da da kadastrocu olarak tayin edildiğini düşünür ama şatoda kimle muhatap olacağını yine bilememektedir (Kafka, 2017). Bu, otoritenin orada olması ancak bir türlü görünmemesiyle ilgili olsa gerektir. Sennett, benzeri bir durumdan bahseder.

“Otoriteler, iktidarı elinde tutan ve herkesin gördüğü kişiler olmak yerine etkiyi biçimlendiren kişilere dönüştükçe… başkalarına karşı sorumlu olan ve onlarla yüzyüze iş yapması gereken somut kişiler, modern bürokrasi içinde gitgide daha gizli bir nitelik kazanmaktadır. Bu durumda otorite, başkalarına karşı sorumlulukları olmayan otoriter bir varlık, yüzyüze iş yapmayan bir etki tüccarı olmaktadır.” (Sennett, 2014b:139)

Sennett, problemin kaynağını da ortaya koyar: Otoriteyi reddetme eyleminin kendisi otoriteyle bir bağ kurulmasına yol açar. Tipik olarak görünecek şey şudur: “Başka bir yönetici olsaydı, mutsuzluluğum sona erecekti; fark edilerek saygı duyulan bir insan olacaktım.” (Sennett, 2014b:140) Dikkat edilirse K’nın durumunda da K sürekli birileriyle temas kurmak istemesine rağmen kendine muhatap bulamamaktadır. Otoriteyle iletişime geçmeye çalıştıkça işler daha da karışık bir hal almaktadır.

Berger vd’ye göre birey, kendi işinde daima faal olarak yer alır. Bir bürokrasi ofisinin müşterisi olduğunda ise daima pasif olarak yer alır.

“Bir kimse bürokrasi ile karşılaştığında kayda değer bir şey yapmaz, ama onun için bir şeyler yapılır. Bu nedenle bürokrasi, kendisiyle temasa geçen bireyde iktidarsızlık duygusunun doğmasına neden olur. Oysa kişi kendi işinde çalışırken bu duyguyu aynı şiddette hissetmez” (Berger vd, 1985:72).

Bunun iki nedeni vardır. Çoğu insan sadece bir yerde çalışır ama bürokrasiyle hemen her yerde karşılaşır. İkincisi ise bürokrasiyle karşı karşıya gelen birey yabancısı olduğu kişilerle uğraşmış olur. “Bu iki özelliği kombine ederek, bürokrasi ile temas etmenin, çevremizi sürekli kuşatma halinde tutan yabancılarla bir ilişki kurma deneyimi olduğunu ifade edebiliriz.” (Berger vd, 1985:73)

Francis Bacon’a göre bilgi, güç/iktidardır. Foucault’a göre de güç ve bilgi iç içe geçmiştir. Bilgili olanın iktidarın sahibi olduğu düşünülür, zira bilgi nihai olarak başkalarını tanımlamaya yarar. İşte iktidarı tanımlamanın bir yolu da bir şeye isim vermek ya da tanım yaparak otomatik bir dayatma yaratmaktan geçer. Örneğin bilim yalnızca pozitivizmin öngördüğü şekilde tanımlanırsa sosyal bilimler “bilim” kategorisinde anılamayacaktır. Tanım ise ‘gerçeği’ tahrif eder. İktidarın bir ağ gibi her yere uzandığını söyleyen Foucault’ya göre iktidar, tek bir merkez tarafından uygulanan genel mekanizmalarla değil, kendisini düzenleyen hukuk kurallarından taşarak içine yerleştiği mikro ölçekli kurumlarda anlaşılmalıdır. İkinci olarak iktidar niyetlerde değil pratiklerde ortaya çıkar. Üçüncü olarak iktidar, yukarıdan aşağıya uzanan bir baskı değil, aşağıdan yukarıya doğru giden sonsuz sayıda mikro mekanizmadan oluşur. İktidar analizinin aşağıdan yukarıya doğru yapılması ve alt düzeydeki iktidar olgularının, teknik ve stratejilerinin incelenmesi gerekir (Silbey, 2005:79-83). Canetti’ye göre bir insanın etrafındaki herkes ayakta dururken kendisinin yüksek bir yerde oturmasının, biri içeriye girerken içerdekilerin ayağa kalkması şeklindeki sıradan örnekleri bile sessiz iktidarların varlığını gösterir (Canetti, 2012:391). Foucault’ya göre iktidar ilişkileri hemen her yerdedir. Örgütlerde de mikro iktidar alanları olduğu açıktır. Deleuze’nin vurguladığı gibi Foucault’a göre birtakım bilgi ilişkilerini varsaymayan iktidar olmadığı gibi, belirli iktidar ilişkisini varsaymayan bilgi ilişkileri de bulunmaz (Deleuze, 2013:10). Bilgi başkalarının üzerine tahakküm etmenin bir aracı halini alır (Sarup, 2004:101).

“(…) Bürokrasi hakkındaki klasik çalışmaların çok değişik kaynaklardan çıkmış olmalarına karşın, bütün bunlarda, ortak ve sık tekrarlanan bir uğraşıya rastlıyoruz: Büyük çapta örgütlerin gelişmesinin toplumun iktidar yapısına yaptığı etkilerin araştırılması… Konu açıldıkça, toplumları inceleyip de bu soruna dolaylı ya da

doğrudan değinmemiş kişiye çok az rastlandığını görüyoruz.” (Mouzelis’ten aktaran Fişek, 2015:102).

“Bürokrasi, kendi uzmanlık bilgisinin sağladığı ‘devasa güç konumu’nun ötesinde ‘idari bilgi yoluyla kendi gücünü daha da artırma eğilimindedir.’” (Dreyfus, 2014:24) Yine Sıddık Sami Onar’ın “kamu yönetimi” tanımı da bu konuda bir fikir verebilir. Onar, bir gücün kullanılma biçimi olarak kamu yönetimini “teknik iktidar” olarak adlandırır. Ona göre kamu yönetimi ile siyasal iktidar süreklilik ve teknik bakımından farklı değerlendirilebilir. Teknik iktidar, devletin süreklilik niteliğini temsil eder ve siyasal değişmelerden etkilenmez (Ergun, 2015:6). Kendisi de bir bürokrat olan ve önemli görevler ifa eden Erhan Bener’e göre bürokrasi, gerçekte devlet yönetimindeki bir güç odaklaşmasının ifadesidir (Bener, 2016: 664). Bu çalışma bürokrasiyi iktidar ilişkileri bağlamında ele almakta ve üstatlığı da hiyerarşik bir otorite unsuru olarak gücün şu veya bu şekilde kendini temerküz ettirdiği informel bir etki biçimi olarak değerlendirmektedir.