• Sonuç bulunamadı

Parfüm‘e ilişkin ― per fumme‖ ya da ―per fumare‖ (duman yoluyla şeklindeki Latince niteleme, kokunun üretiminin kökensel yöntemini vermektedir. İtalyanca ―profumo‖, Almanca ―parfüm‖, İngilizce ―perfume‖, Fransızca ―parfüm‖ sözcükleri, Latince ―fumus‖ (duman) sözcüğünün ―per fumum‖ (duman yoluyla üretilen koku) şeklinden gelmektedir. Özgün şeklinde uçucu yağın alkollü ya da alkollü-sulu çözeltisi anlamı yoktur. İlk parfümler katı eczalar (ya da ecza karışımları) halindeki tütsülerdir. Örneğin, bunlar kızgın odun kömürü

üzerinde ısıtılarak istenen koku açığa çıkarılmaktaydı. Eskiçağda güzel kokunun yaşayan insanları ve ölüleri öteki dünyanın uğursuzluklarından koruyacağına, sağlıklıları mutlu kılacağına, hastaları sağaltacağına ve insanları daha yüksek mertebelere eriştireceğine inanılıyordu (Tez, 2015: 213).

Iwan Bloch (1933) ―Cinsiyetlerin Kokusu‖ adlı kitabında, Eski Mısır‘da hem erkeklerin hem de kadınların, genital bölgelerini parfümlendirdiğini belirtmektedir. Kitabında, bunu o bölgenin kokusunu maskelemek için değil, bilakis kokusal olarak daha öne çıkarmak, hatta kokularını abartmak için yaptıklarından bahsetmekte ve Rönesans fizikçisi Prospero Albini‘den alıntı yaparak şöyle devam etmektedir: ―Mısırlı kadınlar vajinalarını amber ve civet ile yağlarlardı ve bu yolla cinsel birleşmeden aldıkları hazzı arttırırlardı. ―Bloch‘un Albini‘den yaptığı alıntıdan anlaşılmaktadır ki, Mısırlı kadınların kullandığı koku geleneksel ―kyphi‖ ve antik çağlardan günümüze bilgisi aktarılan en önemli parfümdür. Kyphi‘nin tarifi veya formülüne Edfu Tapınağı‘nın duvarlarında rastlanmaktadır. Mısır‘da kokulu maddelerin kutsal olmanın da ötesinde anlamı vardır ve Kyphi (kıfi), öldükten sonra ikinci yaşamda huzur için gerekli bir koku, hem de yaşarken ilaç olarak kullanılan ünlü bir örnektir (Ozan, 2014: 72-73). Mısır‘daki kral mezarlarında, alabasterden (sumermeri, kaymaktaşı) yapılmış koku kaplarına rastlanmıştır. Mısır‘ın gelişmiş yüksek kültür döneminde, uçucu bileşenlerin elde edilmesi için damıtma aletleri kullanılmaktaydı (Tez, 2015: 216).

Parfüm tarihinde en popüler kişi, Eski Mısır‘lı ünlü kraliçe Kleopatra‘dır. Koku, bin yıllardır insanın baştan çıkarma deposundaki en önemli silahlardan birisidir. Kendisi aslen pek de öyle güzel bir kadı sayılmayan Kleopatra‘nın sanki çok güzel bir kadınmış gibi yayılmış ünü vardır. Oysa onu farklı yapan, kendinde gördüğü veya varsaydığı eksikliğin üzerine gitmesi, güzelleşme işini neredeyse bir sanat veya bilime dönüştürürcesine ciddi ve bilinçli olarak ele almasıdır. Kendine ait bir laboratuvarı olduğu bilinmektedir. Rahiplerin de yardımıyla burada ürettikleri arasında katı yağlar ve katı parfümler de vardır. Bu katı parfümleri, ruj sürer gibi dudaklarına sürdüğü ve bu sayede öpüştüğü aşığına kendinden kokulu bir iz bıraktığı söylenmektedir. Dudakların hemen burnun altında olduğu düşünülürse, Kleopatra‘nın kokulu mesajı için çok da yanlış bir hedef bölge seçmediği söylenebilir. Tarsus limanında Marcus Antonius‘u karşılarken küçük ama görkemli yelkenlisinin, yelken bezlerini kokulu yağlarla bezemiş ve daha kendi imgesiyle karşılaşmadan, zaten bir Romalı olarak güzel kokan şeylere zaafı olan Marcus Antonius‘u etkilemeyi başarmıştır. Söylentiye göre, bu karşılaşmadan sonra misafiri bu kez yer döşemesi olarak binlerce gül yaprağının kullanıldığı bir salona buyur ederek baştan çıkarıcı darbeler serisine devam etmiştir (Aftel, 2004: 157). William Shakespeare (1564-1616), Kraliçe Kleopatra için unutulmaz dizeler yazmıştır.

Spekülasyona ve tartışmaya açık bir şekilde Kleopatra‘nın ün kazanmasında Shakespeare‘in önemli etkisi olmuştur (Tez, 2015: 218).

Sadece antik Mısır‘da değil, pek çok farklı kültürün mitolojisinde kokuların ve parfümlerin baştan çıkarıcı gücüne dair pek çok söylenti mevcuttur ve pek çok kültürde kokulu maddelere neredeyse doğaüstü bir kimlik atfedilmektedir. Hint aşk tanrısı Kama‘nın (diğer adıyla Kamadeva), sadağında, yani ok torbasındaki okların sivri olması gereken uç kısımlarının çiçeklerden oluştuğu söylenmektedir. Hint kültüründe aşk tanrısı diye bilinen Kama‘nın, evrenin oluşumu sırasında ilk yaratılanlardan, tanrılardan biri olduğuna inanılmaktadır, çünkü arzu ve ihtiras, o inanışa göre evrensel varlığın ilk filizleridir ve Kama da bunu temsil eder. Batı‘da kullanılan aşk meleği (cupid) imgesindeki o tombul, elinde yay ve ok tutan çocuk imgesi yerine, Kama daha yetişkin bir fizik yapısıyla resmedilir, Hint efsanelerine bu çizimler eşlik eder. Kama‘nın eşi Rathi de şehvet ve arzu tanrıçasıdır. Kama‘nın bir ok ve yayı vardır ve bu cephane Batı‘daki aşk meleğine onu eşit kılar ama ilave olarak Kama‘da yayın tahta kısmı şekerkamışından, gergisiyse bir sıra arıdan oluşmaktadır. Oklarıysa, çiçek uçludur ve bu çiçeklerin karşı konulamaz tatlı kokuları, ısırgan bir aşk saldırısının habercisidir. Sadaktaki beş adet çiçek uçlu ok, aynı zamanda beş duyuyu temsil eder. Kama‘nın simgelediği ilahi olgu ―aşk‖ ismiyle anılır ama aslında evrensel arzu ve yaratı içgüdüsüdür (Kumar, 1993: 317).

Parfüm üretimi Eski Mısır‘dan başlamış, Hindistan ve Çin‘e yayılmış, Eski Romalılar tarafından geliştirilmiş, daha sonra da Avrupa‘da başta Fransa ve İtalya, parfüm üretiminin iki önemli merkezi haline gelmiştir. Rönesans döneminde İtalya, 16. yüzyılda ise Fransa, parfüm üretiminde önde gitmiştir. Mısırlıların parfüm sanatındaki bilgileri İbranilere, Asurlulara, Babillilere, Keldanilere, Perslere ve sonunda Yunanlılara geçmiştir. Her uygarlık da kendi doğal kaynaklarından hazırladığı hammaddeleri katarak parfüm çeşitlerini zenginleştirmiştir. Bu eski uygarlıklarda koku kullanımı, erkekler arasında da kadınlardaki kadar yaygındır (Tez, 2015: 213-218).

Herodotos, Asurluların koku kullandıklarını, selvi, sedir, alyasemin gibi ağaçların parçalarını belli bir kıvama gelinceye kadar suda ezerek hazırladıkları karışımı bedenlerine ve yüzlerine sürdüklerini yazmıştır. Bu dönemlerde Ninova ve Babil, Doğu kokularının ticari merkezi olmuştur. İÖ 1800‘lerden kalma Babil tabletlerinde, sedir, mürrüsafi ve selvi yağlarının alımıyla ilgili kayıtlar bulunmuştur. Babil Kralı II. Nabukadnezar‘ın (İÖ 605-562), karısı ve Med kralının kızı Kraliçe Amyitis için yaptırdığı Babil‘in asma bahçelerinde Amyitis‘in kokusunu çok sevdiği gül ve zambağın yanı sıra birçok güzel kokulu çiçek ve

otların yetiştirildiği bilinmektedir. Asurlular ve Babillilerin, hastalık cinlerini bedenden kovmak için hastaya akgünlük ya da mür dumanı koklattıkları bilinmektedir (Tez, 2015: 218).

MÖ 6. yüzyıl‘da Kudüs‘te parfümcülük daha çok kadınların icra ettiği bir meslek olmuştur. İbraniler dinsel ve resmi törenlerde tütsüler yakıp, vücutlarına kokulu merhemlerle masaj yaparlardı. Kokulu maddelerin kullanımına İncil‘de de rastlanmaktadır. Hıristiyanlar da Museviler ya da diğer çok tanrılı dinlerde olduğu gibi, dinsel törenlerde kutsal emanetlerin yağlanmasında ve mekânları kokulandırma amaçlı güzel kokulara başvurmuşlardır. Musevilerin, parfüm bilgisini ―Mısır‘dan Çıkış (Exodus)‖ döneminde edindiklerinin ve bilgilerini arttırdıklarının kanıtları, Kitab-ı Mukaddes‘te vardır. Bir söylenceye göre de Judith, İbrani ülkesini kurtarmak için Nabukadnezar‘ın generali Holofernes‘i güzel kokulardan yararlanarak baştan çıkarmış, sonra da öldürmüştür (Tez, 2015: 219).

Eski Kudüs‘te, genç kadınların ayakkabılarının içine mür (mürrüsafi, myrrh veya Commiphora myrrha) ve kokulu ağaç reçineleri koyar, karşılaştıkları genç ve çekici bir delikanlıya yaklaşarak bacaklarını tekme atar gibi sallayarak bu kokuyu hissetmelerini sağladıkları bilinenler arasındadır. Kaynaklara geçtiğine göre, bu da kokunun bir şekilde baştan çıkarma aracı olarak kullanımına dair ilginç bir örnek oluşturmaktadır. Mür‘ün İsa‘nın doğumunda onu ziyarete gelen üç akil insan (three magi) tarafından sunulan hediyelerden biri olduğunu, bu nedenle Hıristiyan dininin kurumsal kimliğine ait kokusal bir gösterge oluşturduğu bilinmektedir. Ancak dinsel kimliğin bir öğesi olan mür‘ün Kudüslü genç hanımlarca bir baştan çıkarma aracı olarak kullanılması, onu tarihin en erotik kokularından biri yapmamaktadır. Bunun önüne geçen civet kokusu vardır. Civet, bir cins kediden ve onun anüsündeki salgıdan elde edilir ve parfümeride çok sık kullanılan bir malzemedir. Köpeklerin bile kokusunda cinsel çekim buldukları bu ilginç madde, bizi tanrıların ve mitolojilerin büyülü atmosferinden, ölümlülerin çok daha ilginç dünyasına getirir. Anatomi çalışmalarıyla ünlü Petrus Castellus‘un (gerçek adı Messinalı Profesör Pietro Castelli olduğu söylenen) 1688 tarihli tıbbi inceleme kitabı De Hyaena Odorifera Exetasis‘e baktığımızda rahmi spermlere daha açık hale getirmek için ve verimli döllenme amacıyla civet kullanımından söz ettiği görülmektedir. Hatta bununla kadının daha fazla sevişme arzusunu duyması sağlandığını da belirtmiştir (Ozan, 2015: 88-89).

Eski Yunan Parfümcülüğünde Doğu kültürünün etkisi çok büyüktür. Tacirler, Yunanlıların parfüm yapımında kullandıkları hammaddelerin çoğunu Afrika‘dan, Uzakdoğu‘dan ve Yakındoğu‘dan getirmişlerdir. Atina kenti zamanla parfüm satan dükkânlarla dolmuş, konuklara banyo olanağı ve yağlanmak için kokulu yağlar sunma gelenek haline gelmiştir. Yunanlıların bir başka özelliği de bedenlerinin farklı yerlerine farklı

kokular sürmeleriydi. Bu dönemlerde Theophraastos‘un yatağa kokulu pudra serpilirse gece uyurken parfümün daha kalıcı olarak vücuda sineceğini öne sürdüğü bilinmektedir (Tez, 2015: 221). Eski Yunan‘a bakıldığında, burada yeraltı tanrısı Hades‘in Persephone‘yi ağına düşürmek için nergis kokuları kullandığı görülmektedir. Tatlı kokulu aşk tanrıçası Afrodit de, yeryüzünde ve cennetteki baştan çıkarmaları sağlamak için muhteşem aromalı bitkiler ve çiçekler kullanır. Afrodit‘in Paris‘e Truvalı Helen için özel bir parfüm reçetesi yazdığı, Phaon‘a ise lezbiyen şair Sappho‘yu bile kendisine âşık edecek bir koku hediye ettiği, gene Yunan mitolojisinde kokuyla ilgili dikkat çekici hikâyeler arasındadır (Ozan, 2015: 87).

Baba olarak bir penis parçasından üreyen, ana olarak şekil itibariyle kadınlık organını temsil eden istiridyeden doğan ve ismi zaten doğum yerinden mülhem ―aphros‘tan‖ (köpükten) anlamına gelen Yunan tanrıçası Afrodit, erotik olan ve baştan çıkaran her şeyi temsil eder. Peleus ve Thetis‘in düğün törenine, tanrılar ve ölümlüler beraber davet edilir. Mitolojiye göre, bu törene sadece Edis davetli değildir ve bu yüzden öfkelidir. Edis, üzerinde ―en güzeline‖ yazılı bir elmayı tören alanının ortasına atar, hem de tam genç tanrıçaların bulunduğu köşeye attığı söylenmektedir. Tabi ortamdaki tanrıçaların egoları tavanda olduğu için, hepsi elmanın kendilerine hediye edildiğini söyleyerek sahiplenmeye çalışmıştır. Ancak elma tek, tanrıça çok ve bir karar vermek gereklidir. Bu zor kararı verme işi büyük tanrı Zeus‘a kalmıştır. O da arada kalmamak için bu işi Truva Prensi Paris‘e bırakmıştır. Paris‘in önüne Hera, Athena ve Afrodit çıkmıştır. Afrodit‘in teklifi Paris‘e cazip gelmiştir. Söz verdiği gibi Afrodit Paris‘i güzeller güzeli Helen‘e yönlendirmiştir. Ancak Helen evlidir. Paris bu duruma aldırış etmeyip Helen‘i ayartmıştır. Sonra bilinen Truva Savaşı çıkmıştır. Rüşvetin sebebinin sembolü, daha sonraları ―uyumsuzluk elması‖ olarak anılan ve uğruna güzellik yarıştırılan bu elmadır. Uyumsuzluk ismiyle anılmasının nedeni üç tanrıçanın aralarını bozması ve daha sonraki felaketlerin başlangıcına zemin hazırlamasıdır. Bu efsaneden yıllar sonra aynı meyve bir başka söylemin içinde, gene düzen bozucu olarak ve bu kez Âdem ile Havva‘nın cennetten kovulmasının sebebi olan ―yasak elma‖ olarak karşımıza çıkmaktadır. Afrodit için bütün güzel kokuların sahibi ve üreticisi de denilmektedir. Erotizm, baştan çıkarma, cinsel cazibe, akıl ve mantığı yerle yeksan etme, olmayacağı oldurma gibi kavramların simgeleştiği Afrodit‘le kokular bir araya geldiğindeyse, ―afrodizyak‖ diye bildiğimiz kelime ortaya çıkmaktadır. Afrodit‘in gizli tuttuğu baştan çıkarıcı parfüm formüllerini, yanında çalışan cariyelerden biri, Paris‘e fısıldamıştır ve bu sayede parfüm, tanrılar katından ölümlüler katına inebilmiştir (Ozan, 133-136).

Önceleri parfüm yalnızca soyluların cenaze törenlerinde kullanılmış, kişisel kullanım daha sonra yaygınlaşmıştır. Romalı yazar Ovidius (İÖ 43-İS 18) zamanında (Hz. İsa ile aynı

dönem) parfüm düşkünlüğü doruğa çıkmış, Roma parfüm satan dükkânlarla dolmuştur. Günümüzde de çoğu yerde görüldüğü gibi Roma‘da ilaçlar ve kozmetikler aynı yerde hazırlanıp yan yana satılmaktaydı. En çok koku tüketen Roma imparatorları kuşkusuz, Caligula ve Neron‘dur. Caligula kokulu banyoların cinsel gücü arttırdığına inanmaktaydı. Neron ise Roma‘daki sarayının her tarafına döşettiği borulardan güzel kokular püskürttürür, yerlere de kırmızı gül yaprakları döşetirdi (Tez, 2015: 222- 225). Daha çok Güney Arabistan ve Yemen için Romalılar tarafından kullanılan ―Arabia Felix‖ (Mutlu Arabistan) nitelemesi, bu ülkede üretilen güzel kokulardan kaynaklanmıştır. ―Arapların etkisiyle yayılmaya başlayan parfüm; 1100‘lerde İtalya ve İspanya‘ya, oradan da Fransa‘ya geçmiştir. Avrupa‘da parfümün yaygınlaşması İslam dünyasının etkisiyle, Haçlı Seferleri sırasında gerçekleşmiştir‖. Din adamları, yasak cinsel ilişkiye davetiye çıkardığı gerekçesiyle erken ve yüksek Ortaçağ'da parfüme karşı çıkmışlardır. ―Kilise Babaları‘nın parfüm ve kozmetik karşıtı tutumu, bu malzemeleri olumsuz etkilemiştir‖ (Tez, 2015: 244).

Roma İmparatorluğu‘nun 476‘da yıkılmasıyla Avrupa‘da parfüm kullanımı gerilerken Araplar arasında artmış ve dünyanın parfüm merkezi el değiştirmiştir. Parfümcülük sanatının asıl büyük devrimcisi Araplar kabul edilmektedir. Günümüz modern parfümcülük sanatına geçişin belirleyici adımını 8. ve 9. yüzyıllarda damıtma yönteminin buluşuyla, Araplar atmıştır. O dönemde en önemli parfüm, gülyağı olarak bilinmektedir. Güzel kokunun, Hz. Muhammed‘in en sevdiği şeylerden biri olduğu bilinmektedir. Güzel kokulu misk, Müslümanlarca cennetteki kara gözlü hurilerin parfümü sayılmıştır. Hatta cennet hurilerinin misk, amber ve safrandan oluştukları söylenmektedir. Damıtma konusunda ve uzun süre dayanabilen kokulu suların elde edilmesi yolunda önemli çalışmalar yapan Cabir ibn Hayyan ve El-Kindı‘nın yazdığı Kitab Kimiya el-Itr ve‘l-Tasidat (Parfüm Kimyası ve Damıtma Üzerine Kitap) adlı eserinde örnek olarak bir eski damıtma aleti gösterilmektedir. İbn Sina gül ve diğer çiçeklerin üzerine sürekli buhar yollayarak kokulu sular elde etmiştir. Kuran‘da alkollü içki kullanımı yasaklanmış olduğundan Arap parfümcülüğü, alkol esaslı değil de su esaslı ve bitkisel yağ esaslı olanlar yönünde gelişmiştir. 10. Yüzyılda Ebu Abdullah ibn Ahmed el Temimi‘nin ―Gelinin Göğsü ve Ruhların Parfümü‖ adlı eseri ün kazanmıştır. Gülsuyunu Avrupa‘ya tanıtanlar Araplar olmuştur. Ortaçağ‘da Dioskorides‘in yazılarında gülyağı elde edilişine ilişkin bilgilere rastlanmaktadır. Gülyağı Ortaçağ boyunca ―oleum rosarum‖, ―oleum rosatum‖ gibi adlar altında kullanılmıştır (Tez, 2015: 235-240).

Toplumlar arasında itibar gören güzel kokular, gündelik kullanıma girince ‗parfümcülük‘ mesleği ortaya çıkmaya başlamıştır. XII. yüzyılda ―parfümün zafer kazanmasıyla parfümcülük mesleği de bir daha birleşmemek üzere eczacılıktan kesin olarak

ayrılmıştır. Bundan sonra da uçucu yağlar, artık ilaç olarak değil de yalnızca ve bilinçli şekilde koku maddesi olarak kullanılmıştır. Böylelikle de Ortaçağ‘ın ‗balsam‘ kavramı yerine ‗parfüm‘ kavramı kullanılır olmuştur‖ (Tez, 2015: 248).

Fransız parfümcülüğünün tarihi 12. yüzyıla dek uzanır. 1190 yılında Fransa‘da ―eldivenci ve parfümcülere‖, Kral II. Philippe‘in (Philippe Auguste) (1165-1223) emirleri doğrultusunda ilk kez ortak bir lonca statüsü verilmiştir. Bundan yaklaşık 400 yıl sonra Fransa‘da parfümlü eldivenler çok popüler olmuştur. Rönesans döneminde parfümeri sanatı İtalya‘da çok gelişmiştir. Catherine de Medici (1519-1589), İtalyan tuvalet ve kozmetik sanatını Fransa‘ya aktarmış, 17.yüzyıl başlarından 18.yüzyıl sonlarına dek sürecek olan kozmetiğin altın çağını başlatmış ve bu çerçevede Güney Fransa‘da büyük yatırımlar yapmıştır (Tez, 2015: 246-247).

1450‘de Fransa‘da simyacı Basilius Valentinus (asıl adı Johan Thölde) alkolü yeniden keşfetmesiyle tuvalet suyu olarak tanınan alkollü parfümlerin üretimine yol açmıştır. Ancak tuvalet suyunun tarihteki ilk örneğinin Macar Kraliçesi Elizabeth‘e ait olması da şaşırtıcıdır. Önceleri ―Macar Kraliçesinin Suyu‖, daha sonraları da ―Macar Suyu‖ olarak tanınmış olan tuvalet suyu ile Fransa Kralı XIV. Louis‘nin tedavi gördüğü söylenmektedir (Tez, 2015: 255). Uluslararası parfümcülük dili Fransızca‘dır. Bunun en yalın göstergesi, özgün şekliyle bir Alman üretimi olan ―Köln Suyu‖nun özgün adı olan ―Kölnisch Wasser‖ adı pek bilinmez ve kullanılmazken, parfümeri dünyasında bunun yerine, Fransızcası olan ―Eau de Cologne‖ adı kullanılmaktadır (Tez, 2015: 257).

17. yüzyıl ve 18.yüzyılda kozmetik kullanımı alabildiğine güçlenmiştir. Bu dönemde Kral XIII. Louis‘nin gözde parfümü neroli idi. XIV. Louis‘nin metresi Madame de Montespan (1640-1707), XV. Louis‘nin gözdeleri Madame de Pompadour (1721-1764) ve Madame de Barry (1743-1793) ile XVI. Louis‘nin (1774-1793) eşi Kraliçe Marie-Antoinette (1755-1793), aşırı biçimde parfüm düşkünü ve tüketicisi idiler. Güzel kokuların son ―altın çağı‖, XV. Louis Fransa‘sında yaşandı. XV. Louis, krallık binalarının, giysi ve mobilyalara varıncaya dek her gün farklı bir parfümle spreylenmesini buyurmuş ve sarayı, ―parfümlü saray‖ diye ünlenmiştir. Bu dönemde saraylı kadınlar her gün ayrı bir koku kullanıyordu ve Markiz Pompadour, güzel kokular için yılda 500 bin Livres‘den fazla harcama yapıyordu (Tez, 2015: 250). Bu durum, o dönem insanlarının, anlamsızlık derecesinde pis olmaları ile açıklanmaktadır. Patrick Süskind‘in Das Parfüm: Die Geshichte eines Mörders (Koku: Bir Katilin Öyküsü) (Zürih, 1994) adlı tanınmış romanında iki dünya iç içe işlenmektedir. Bir yanda parfüm ve parfümcülerin kokulu dünyası, diğer yanda ise 18. Yüzyıl Fransız kentlerinde insan idrar ve pisliklerinin yarattığı iğrenç kokan dünya (Tez, 2015: 250-252).

XIX. yüzyılda koku bilimi; ―çekiciliği yönetmekte, sevgililerin birbirlerini beğenmelerini sağlamakta ve toplumsal alanın yeni bölümlerinin oluşumuna katkıda bulunmaktadır‖ (Corbin, 2007: 182). Fransız Doktor Hippolyte Cloquet, 1821‘de, ‗Koku bilimi‘ ile ilgili olarak ‗Kokulara dair‘ isimli kitabı yazmıştır. İnsanların ırkına, yaşadıkları bölgeye, statüsüne, çevreye, işine, sağlık durumuna ve yediklerine bağlı kalarak kokularının çeşitlilik gösteriyor olması üzerine araştırmaları içeren kitap, XX. Yüzyılın ortalarına kadar kokunun başvuru kitabı olarak kullanılmıştır. Koku bilimiyle beraber kokuya artık daha dogmatik bir yaklaşımda bulunulur ve ―kötü kokan her şeyin öldürmediğini ve her öldürücü şeyin de kötü kokmadığı açıklığa kavuşturulur‖ (Corbin, 2007: 290).

Koku bilimi sınırlarını genişletirken, parfümcülükte aynı hızla ilerlemeye devam eder. XIX. yüzyılın başlarında, parfüm kullanımı doruk noktasına ulaşır ve ‗koku bilimi‘ olarak nitelendirilir. Dönemin soyluları için parfüm kullanımı hem moda hem de vazgeçilmez bir aksesuar olmuştur; halk içinse bu durum uzun süre ‗lüks‘ olmaktan öteye gidememiştir. Bunlara bağlı kalarak parfüm, insanların statü göstergesi haline gelmiş ve zengin-fakir ayrımı bedenden yayılan kokuyla anlaşılır olmuştur. XX. yüzyılda, İngiliz yazar George Orwell, ―Batıda sınıf ayrımının gerçek sırrı şu üç korkutucu kelimeyle özetlenebilir: ―Aşağı sınıflar kokar‖ (Lindstrom, 2005: 37) demiştir. Orwell‘in sözünden de anlaşılacağı gibi o dönemin toplum algısı, parfüm kullanımını neredeyse zorunlu hale getirmiştir. ―Anlam itibariyle bir ürün için statü ‗satın alan‘ dışsal bir nesne kadar, ürün de dış dünyadan kelimenin gerçek anlamıyla statü satın alabilir‖ (Williamson, 2001: 38).

1920‘de, günümüzde hala sentetik kokuların klasiği olmayı sürdüren No: 5 piyasaya çıkmıştır. Zenginlerin terzisi, ünlü modacı ve Parfümcü ―Coco‖ lakaplı Adrienne Chanel (1883-1971), bir Rus göçmeni olan Ernest Beaux‘dan, 24 saat kullanalıbilecek bir parfüm istemiştir ve Beaux, 10 şişeden oluşan örnekleri 1‘den 5‘e ve 20‘den 24‘e kadar numaralandırmıştır. Bunlardan 5 no‘lu şişede bulunan örnek, yüzyılımızın en çok tanınan kokusu olarak belirlenmiştir. Coco Chanel‘in bu konudaki ünlü sözü, ―Parfüm, kadının vazgeçilmez aksesuarıdır‖ şeklindedir. 1921‘de ortaya çıkan ‗Chanel No: 5‘ in şişesi 1959‘dan bu yana New York Modern Sanatlar Müzesi‘nde sergilenmektedir. Aynı yıllarda yatakta ne giydiğini soran bir gazeteciye ünlü sinema yıldızı Marilyn Monreo (1926-1962), ―Geceleri üstümde bir şey olmaz, birkaç damla Chanel No: 5 dışında‖ demiştir (Tez, 2015: 65).