• Sonuç bulunamadı

2.2 Freud‘un Okunması

2.3.4 Birincil ve İkincil Süreçler

Freud‘a göre, düşlerin oluşumunda temelden farklı iki ruhsal süreç söz konusudur. Bunlardan biri, normal düşünceden hiç de daha az geçerli olmayan son derece ussal düş düşünceleri üretmekte; diğeri ise bu düşünceleri en üst derecede şaşırtıcı ve usdışı olan bir biçimde ele almaktadır. Usdışı ruhsal süreçler yoğunlaştırma ve uzlaşma oluşumu aracılığıyla, yüzeysel çağrışımlar ve çelişkilerin göz ardı edilmesiyle ve belki de gerileme yolu boyunca belirtiye dönüştürülmüş olanlardır. Normal bir düşünce katarı yalnızca üzerine bebeklikten türeyen ve bir bastırma durumunda bulunan bilinçdışı bir istek aktarılmışsa betimlenen türden anormal ruhsal bir işleme uğramaktadır (Freud, 1996b: 314).

Buna göre, düş kuramı, itici gücü sağlayan düş isteğinin değişmez biçimde bilinçdışından köken aldığı varsayımı üzerine kurulmuştur. Freud bu varsayımını açıklamak için ―bastırma‖ kavramını tekrar konuya dâhil etmiştir. Daha önce ilkel bir ruhsal aygıt kurgusunu incelemiş ve etkinliklerinin bir uyarılma birikiminden kaçınmak ve kendini olabildiğince uyarılmasız olarak sürdürmek çabası tarafından düzenlendiğini ifade etmiştir. Bu nedenle, bu bir refleks aygıtının planı üzerine kurulmuştur. İlk planda bedeni içinde içsel değişimler meydana getirme aracı olan devinim gücü, bir deşarj yolu olarak emrindedir. Bir ―doyum yaşantısı‖nın ruhsal sonuçları bağlamında uyarılmanın birikmesi hoşnutsuzluk olarak duyumsanmaktadır. Bu uyarılmada bir azalmayı kapsayan ve haz olarak duyumsanan doyum yaşantısını yineleme görüşüyle aygıtı harekete geçirmektedir (Freud, 1996b: 315).

Aygıt içinde hazsızlıktan başlayıp hazzı hedefleyen böyle bir akıma ―Wunsch‖(arzu) denmektedir. Yalnızca bir arzunun aygıtı harekete geçirebileceği ve aygıt içinde uyarılmanın gidişinin haz ve hazsızlık duyguları tarafından otomatik olarak düzenlendiği düşünülmektedir. İlk arzu duyma doyumun anısının varsanısal bir biçimde yüklenmesi gibi görünmektedir. Ancak eğer tükenme noktasına dek sürdürülmeseler bu varsanılar arzunun kesilmesini ya da doyuma ilişkin hazzın ortaya çıkmasını sağlamaya yetmemektedirler (Freud, 1996b: 316).

Mnemik yüklerin algıya kadar ve oradan ruhsal güçlere bağlanmak üzere ilerlemesine izin vermeyecek ikinci bir etkinlik - ya da Freud‘un deyişiyle ikinci bir sistemin etkinliği - gerekli hale gelmektedir. O, gereksinimden doğan uyarılmayı, en sonunda istençli devinimler yoluyla, doyum nesnesinin gerçek bir algısına ulaşmayı olası kılmak üzere dış dünyayı değiştiren dolambaçlı bir yöne saptırmaktadır. Ruhsal aygıtın şematik resmini (Şekil 2.6) bu

noktaya dek daha önce özetlemiştik: İki sistem, tam gelişmiş aygıtta Bd. ve Bö. diye tanımlanan şeylerin tohumlarıdır (Freud, 1996b: 316).

Sürekli olarak yolunu duyumsayan ve dönüşümlü olarak yükler gönderip onları geri çeken bu ikinci sistem, bir yandan tüm bellek malzemesini özgürce emrinde bulundurmak istemektedir. Ancak diğer yandan da eğer değişik düşünce yolları boyunca büyük miktarlarda yük gönderse ve onların hiç yararsız amaçlarda tükenmesine, böylece de dış dünyayı değiştirmek için sağlanabilecek niteliğin azalmasına neden olsa bu da gereksiz bir enerji harcaması anlamına gelecektir. Bu nedenle Freud etkinlik adına bu ikinci sistemin enerji yüklerinin büyük bir kısmını bir dinlenme durumunda sakladığını ve yalnızca küçük bir kesimini yerdeğiştirmede kullandığını öngörmektedir. Bunun yanında kesinlikle ilk Ψ- sisteminin etkinliğini uyarılma niceliklerinin özgür deşarjını güvence altına almaya yönelik olduğu; ikinci sistemin ise kendisinden doğan yükler aracılığıyla bu deşarja ket vurmayı ve hiç kuşkusuz eşzamanlı olarak onun düzeyini de yükselterek, yükü, dinlenme yüküne dönüştürmeyi başardığı düşüncesindedir. Bu nedenle ikinci sistemin egemenliği altında uyarılmanın deşarjının, ilk sistemin egemenliği altında hüküm süren mekanik koşullardan çok farklı koşullar tarafından yönetildiğini varsaymaktadır. İkinci sistem, araştırıcı düşünce etkinliğine bir kez ulaşınca uyarılmalara ketvurmayı ve baraj kurmayı bırakmakta ve onların kendilerini devinimde deşarj etmelerine izin vermektedir (Freud, 1996b: 316-317).

İkinci sistemin deşarj üzerine uyguladığı bu ket vurma ile hoşnutsuzluk ilkesinin etkilediği düzenleme arasındaki ilişkiler söz konusu olduğunda birincil doyum yaşantısının karşısavını —yani bir dış tehdit yaşantısını— incelemek gerekmektedir. Bu durumda varsayılacak olan ilkel aygıtın acı verici bir uyarılma kaynağı olan algısal bir uyaranın saldırısına uğramış olduğudur. Bunun arkasından bir tanesi aygıtı uyarandan ve aynı zamanda da acıdan geri çekene dek eşgüdümlenmemiş devinimsel gösteriler gelecektir. Eğer algı yeniden ortaya çıkarsa, algı bir kez daha ortadan kalkana dek devinim (belki de bir kaçma devinimi) hemen yinelenecektir. Bu durumda acı kaynağının algısını, ister varsanısal isterse başka bir biçimde yeniden yüklemek için hiçbir eğilim kalmayacaktır. Tersine, eğer onu yeniden canlandıracak herhangi bir şey olursa ilkel aygıtta rahatsız edici Mnemik imgeyi hemen atmak için bir eğilim olacaktır; bunun da tek nedeni eğer onun uyarılması algıyı taşkına uğratacak olursa hoşnutsuzluğu harekete geçirecek (ya da daha doğru bir deyişle harekete geçirmeye başlayacak) olmasıdır (Freud, 1996b: 317).

Daha önceki algıdan kaçmanın bir yinelenmesinden başka bir şey olmayan anıdan kaçınma, belleğin, algıya benzemeyen bir biçimde bilinci uyarmaya böylece de kendine yeni yük çekmeye yeterli bir niteliği bulunmamasıyla da kolaylaştırılır. Bir kez rahatsızlık vermiş herhangi bir şeyin ruhsal bellek sürecinden bu düzenli ve çabasız kaçınma, ruhsal bastırma‘nın prototipini ve ilk örneğini sağlamaktadır. Rahatsızlık verici olandan bu

kaçınmanın - bu devekuşu politikasının - çoğunun erişkinlerin normal zihinsel yaşamlarında hâlâ görülebildiği bilinen bir olgudur (Freud, 1996b: 317).

O halde hazsızlık ilkesinin bir sonucu olarak ilk Ψ- sistemi uzlaşılmaz herhangi bir şeyi düşüncelerinin bağlamına yerleştirme yeteneğinden tümüyle yoksundur, arzu dışında hiçbir şey yapamaz. Ancak durum bu noktada kalırsa ikinci sistemin düşünce etkinliği tıkanır. İkinci sistemin etkinliği kendini hoşnutsuzluk ilkesinden tamamen bağımsız kılamayacağına ve anılara hoşnutsuzluğuna rağmen aldırmadan ilerleyemeyeceğine göre hoşnutsuzluk yaratan anıları hoşnutsuzluğun ortaya çıkmasını önlemeye olanak verecek biçimde yüklemenin bir yolunu bulacaktır. Hoşnutsuzluk ilkesi, uyarılmanın gidişini ikinci sistemde de birinci sistemde olduğu kadar açık olarak düzenlemektedir (Freud, 1996b: 318)

Sonuçta, ikinci sistem, hoşnutsuzluğun gelişimi yönündeki deşarjlara ket vuracak şekilde anıları yüklemektedir. Böylece ikinci sistemin yüklemesinin uyarılmanın deşarjında eşzamanlı bir ket vurma söz konusu olmaktadır. Bu hem hoşnutsuzluk bakımından hem de en az harcama ilkesi bakımından geçerlidir. Bu aynı zamanda tüm bastırma kuramının anahtarıdır. İkinci sistem bir düşünceyi yalnızca eğer o kendisinden doğabilecek herhangi bir hoşnutsuzluk gelişimine ket vurabilecek bir konumdaysa yükleyebilmektedir. Bu ket vurmadan kaçınabilecek herhangi bir şeye birinci olduğu kadar ikinci sistem de ulaşamamaktadır. Çünkü hoşnutsuzluk ilkesine uygun olarak hemen terkedilecektir. Ancak hoşnutsuzluğa ket vurulmasının tam olması gerekmez. Onun başlangıcına kadar izin verilebilir. Bunun nedeni, ikinci sistemi söz konusu anının doğası ve düşünce sürecinin göz önünde bulundurduğu amaca olası uygunsuzluğu konusunda bilgilendiren şeydir. Freud bu ilk sistemin benimsediği ruhsal sürece ―birincil süreç‖, ikinci sistem tarafından zorlanan ket vurma sonucundaki sürece de ―ikincil süreç‖ adını vermektedir (Freud, 1996b: 318).

İkinci sistemin birincil süreci düzeltmek zorunda olduğu bir başka neden daha vardır. Birincil süreç, birikmiş uyarılma miktarının yardımıyla bir ―algısal özdeşlik‖ (doyum yaşantısıyla özdeşlik) kurabilsin diye bir uyarılma deşarjını ortaya çıkarmaya kalkışmaktadır. Ancak ikincil süreç, bu niyeti terk etmiş, onun yerine bir başkasını - (o yaşantıyla) bir ―düşünce özdeşliği‖nin kurulmasını - geçirmiştir. Tüm düşünme, bir doyumun anısından (amaçlı bir düşünce olarak benimsenmiş bir anıdan) başlayıp bir devinimsel yaşantılar ara döneminden geçerek yeniden ulaşılması umulan aynı anının özdeş bir yüklenmesine dek uzanan dolambaçlı bir yoldur. Düşünme o düşüncelerin yoğunlukları tarafından baştan çıkarılmaksızın düşünceler arasındaki birleştirici yollarla ilgilidir. Ancak ara ya da uzlaştırıcı yapılar kadar düşüncelerin yoğunlaştırılmasının da hedeflenen özdeşliğe ulaşılmasını engellemesi gerektiği görülmektedir (Freud, 1996b: 319)

Bir düşüncenin yerine bir diğerini geçirdikleri için ilk düşüncenin yönelttiği yoldan sapmaya neden olmaktadır. Bu nedenle ikincil düşünme bu tür süreçlerden titizlikle kaçınmaktadır. Başka yönlerden düşünce sürecini en önemli işaret direkleriyle besleyen hoşnutsuzluk ilkesinin ―düşünce özdeşliği‖nin gelişme yoluna güçlükler çıkardığı anlaşılmaktadır. Buna uygun olarak düşünme, kendini hoşnutsuzluk ilkesinin dışlayıcı düzenlemesinden giderek daha çok özgürleştirmeyi ve düşünce etkinliğinde duygu gelişimini bir sinyal olarak davranmaya yetecek en az düzeyle kısıtlamayı hedeflemesi gerekmektedir. İşleyişteki bu ileri derecede inceliğin gerçekleştirilmesi, bilincin ortaya çıkardığı daha fazla bir aşırı-yükleme aracılığıyla hedeflenmektedir. Ancak normal zihinsel yaşamda bile bu hedefe seyrek olarak ulaşılmaktadır ve düşünülmesi her zaman hoşnutsuzluk ilkesinin karışmasıyla bozulmaya açık olmaktadır (Freud, 1996b: 319).

Bu zihinsel aygıtın işlevsel yeterliğinde, kendilerini ikincil düşünce etkinliğinin ürünleri olarak temsil eden düşüncelerin, birincil ruhsal süreçlere - düşlere ve histerik belirtilere yol açan etkinliği betimlenen formüldeki gibi süreçlere - hedef olmalarına olanak veren bir boşluk değildir. Yetersizlik insanın gelişimsel tarihinden türeyen iki etmenin birbirinden uzaklaşmasından doğmaktadır. Bu etmenlerden biri tümüyle zihinsel aygıta geçmiştir ve iki sistem arasındaki ilişkide belirleyici bir etkisi vardır; diğeri ise kendini değişken derecelerde duyumsatmakta ve organik kökenli içgüdüsel güçleri zihinsel yaşama sokmaktadır. Her ikisi de çocuklukta ortaya çıkarlar ve bebeklikten beri zihinsel ve bedensel organizma tarafından oluşturulan değişimlerin bir çökeltisidirler (Freud, 1996b: 319-320).

Birincil süreçler zihinsel aygıtta başlangıçtan beri vardır; oysa ikincil süreçler ancak yaşamın gidişi içinde açılmaktadır ve birincil sürece ket vurup onu örtmektedirler. Hatta onların tam egemenliğinin yaşamın olgunluk dönemine dek gerçekleşmemesi de olasıdır. İkincil süreçlerin gecikmiş olarak ortaya çıkmasının sonucunda, bilinçdışı istekli itkilerden ibaret olan varlığın özü, Bö‘ nin kavrama ve ket vurması için erişilmez olarak kalmaktadır. Bu ikincinin oynadığı rol ilk ve son kez bilinçdışıdan doğan arzulu itkileri en uygun yollara yöneltmekle sınırlanmaktadır. Bu bilinçdışı arzular, sonraki tüm zihinsel eğilimler üzerinde zorlayıcı bir güç uygularlar. Bu gücün büyüklüğü karşısında eğilimler ona boyun eğmek zorunda kalırlar ya da onu saptırıp daha yüksek hedeflere yönelmeye çabalayabilirler. İkincil sürecin gecikmiş olarak ortaya çıkışının daha başka bir sonucu geniş bir mnemik malzeme evreninin Bö yüklere ulaşamaz olmasıdır (Freud, 1996b: 320).

Bilinçdışı arzunun duygu salıverilmesini dayandırdığı anılar Bö.‘ne hiçbir zaman ulaşamamaktadırlar. Bunun sonucunda bu anılara ilişik duyguların salıverilmesine ket de vurulamamaktadır. Bu düşüncelere ulaşılamaz olmasının asıl nedeni bu duygu oluşumudur

(hatta arzulu güçlerini üzerlerine aktarmış oldukları Bö düşünceler yoluyla bile). Aksine hoşnutsuzluk ilkesi yönetimi ele almaktadır. Böylece Bö.‘nin aktarım düşüncelerinden uzaklaşmasına neden olmaktadır. Onlar kendi başlarına bırakılmakta – ―bastırılmakta‖ - ve böylece başlangıçta Bö.‘nden geri çekilmiş bir bebeksi anılar deposunun varlığı, bastırma için bir sine qua non (vazgeçilmez koşul) haline gelmektedir (Freud, 1996b: 321).

Bastırılmış düşüncelerin bilinçdışı arzulu itkiler tarafından güçlü bir biçimde yüklendiği ve öte yandan Bö. yükün terkedildiği andan başlayarak onlar birincil ruhsal sürecin etkisine girmektedirler. Ve tek hedefleri devinimsel deşarj ya da eğer yol açıksa arzulanan algısal özdeşliğin varsanısal olarak yeniden canlandırılması haline gelmektedirler. Ruhsal aygıtta oluşan usdışı süreçler birincil süreçlerdir. Onlar, düşünceler Bö. yükler tarafından terkedildikleri, kendi başlarına bırakıldıkları ve bilinçdışında çıkış yolu bulmaya çalışan ket vurulmamış enerjiyle dolabildiklerinde ortaya çıkmaktadırlar (Freud, 1996b: 321-322).