• Sonuç bulunamadı

2.2 Freud‘un Okunması

2.3.3 Gerileme

Gerileme, düş görme sürecinin ruhbilimsel niteliklerinden biridir. Ancak bu noktada Freud bize onun yalnızca düşlerde ortaya çıkmadığını anımsamamız gerektiğini vurgulamıştır. İstençli anımsama ve normal düşüncenin diğer seçici süreçleri de ruhsal aygıtta bileşik bir düşünsel eylemden geriye, onun altında yatan bellek izlerinin ham malzemesine doğru gerileyici bir devinimi içermektedir. Ancak uyanıklık durumunda bu geriye doğru devinim hiçbir zaman mnemik imgelerin ötesine uzanamamaktadır. Algısal imgelerin varsanısal olarak yeniden canlandırılmasını başaramamaktadır. Bunun düşlerde başka şekilde olması, düşlerde yoğunlaştırma işleminde düşüncelere ilişkin yoğunlukların düş-işlemi tarafından tümüyle bir düşünceden ötekine taşınabileceğinin varsayılmasındandır. Algı sistemindeki boşalımın ters yönde, düşüncelerden başlayıp tam duyusal canlılığın en yüksek noktasına doğru olmasını sağlayan, normal ruhsal işleyişteki bu sapmadan kaynaklanmaktadır. Freud, bir düşte bir düşünce başlangıçta doğduğu duyusal imgeye geri döndüğü zaman ona ―gerileme‖ adını vermektedir (Freud, 1996b: 265).

Freud‘un şematik çizimine göre ruhsal aygıttaki bir gerilemede – bunu düş görme süreci varsayarak - düş düşüncelerine ilişkin tüm mantıksal bağlantılar ilk Mnem sistemlerinde değil sonrakilerde bulunmaktadır. Gerileme durumunda kaçınılmaz olarak algısal imgeler dışında her anlatım tarzını yitireceklerdir. Gerilemede düş düşüncelerinin dokuması ham malzemesine doğru çözülür. Ancak Freud bu açıklamanın bazı durumlarda boşlukta kaldığını gözlemlemiştir. Düşlerdeki gerilemeyi açıklarken patolojik uyanıklık durumlarında da ortaya çıkan gerilemeyi hatırlatmaktadır. Çünkü bu olgularda ileriye doğru bir akımın kesintisiz olarak sürmesine karşın gerileme ortaya çıkmaktadır. Freud incelediği histeri ve paranoyadaki varsanılara ve de zihinsel olarak normal kişilerdeki görüntülere ilişkin açıklamasında bunların aslında gerilemeler – yani imgelere dönüşmüş düşünceler – olduğu; ama bu dönüşüme uğrayan düşüncelerin yalnızca bastırılmış ya da bilinçdışı kalmış olan anılarla yakından bağlantılı olanlar olduğunu belirtmiştir (Freud, 1996b: 266).

Freud yaptığı çalışmalarda çoğu çocukluktan gelen baskılanmış ya da bilinçdışı kalmış anıların etkisini örneklerle anlatmaktadır. Bu örneklere göre, bu tür bir anıyla bağlantılı ve ifadesi sansür tarafından yasaklanmış olan düşünceler, sanki anı tarafından anının kendisinin gizlendiği temsil biçimi olan gerilemeye çekilmektedir. Freud, bellekleri normalde görsel türden olmayanlarda bile çocukluğun en eski anılarının yaşamın ileri dönemlerinde duyusal

canlılık niteliği korunmuş olarak taşındığının bilinen bir gözlem olduğundan bahsetmektedir. Bu açıdan bir düş, yeni bir yaşantıya aktarılmakla değiştirilmiş bebeksi bir sahnenin bir yerine-geçenidir diye tanımlanabilir. Bebeksi sahne kendi canlanışını ortaya getiremez ve bir düşe dönüşmeyle yetinmek zorundadır (Freud, 1996b: 266).

Scherner (1861), düşler özellikle canlı ya da özel olarak bol görsel öğe sergilediklerinde bir ―görsel uyarılma‖ durumunun, yani görme organında içsel bir uyarılma durumunun bulunduğunu varsaymaktadır. Freud bu önermeye karşı çıkmamakla birlikte, bu uyarılma durumunu yalnızca görme organının ruhsal algı sisteminde olduğunu varsayarak, uyarılma durumunun bir anı tarafından harekete geçirilmiş olduğunu, bunu başlangıçta anında olan görsel bir uyarılmanın yeniden canlanması olduğunu eklemektedir. Freud‘un düş- işlemini çözümlerken ―temsil edilebilirliği göz önüne alma‖ diye tanımladığı şey, düş düşüncelerinin değindiği görsel olarak anımsanan sahnelerin uyguladığı seçici çekim ile birbirine bağlanabilmektedir (Freud, 1996b: 269-270).

Freud gerilemenin nevrotik belirtilerin oluşumu kuramında oynadığı rolün düşler kuramında oynadığından hiç de daha az olmadığını belirtmektedir. Böylece üç tür gerilemenin ayırt edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır: (a) yerel (topografik) gerileme; yukarıda açıkladığımız Ψ sistemlerinin şematik çizimi anlamında; (b) zamansal gerileme; söz konusu şeyin daha eski ruhsal yapılara geri çağrılması ve (c) biçimsel gerileme; ilkel anlatım ve temsil yöntemlerinin alışılmış olanların yerini aldığı gerileme. Ancak tüm bu üç gerileme türü aslında tektir ve kural olarak bir arada bulunur; çünkü zamansal olarak eski olan aynı zamanda biçim olarak daha ilkel ve ruhsal yerleşim bakımından algısal uca daha yakındır (Freud, 1996b: 270).

Freud, düşlerin tüm olarak düş görenin en eski durumuna bir gerileme, çocukluğunun ve ona egemen olan içgüdüsel itkilerin ve de o zamanlar kendisinin sağlayabildiği anlatım yöntemlerinin yeniden canlanması olduğunu belirtmektedir. Freud‘a göre, bireyin bu çocukluğunun arkasında filogenetik bir çocukluğun resmi —bireyin gelişiminin aslında yaşamın rastlantısal koşulları tarafından kısaltılmış bir özeti olduğu, insan türünün gelişiminin bir resmi— vaat edilmektedir (Freud, 1996b: 270).

Nietzsche' nin düşlerde ―insanlığın artık doğrudan bir yolla pek de ulaşamayacağımız bazı kadim kalıntılarının işlemekte olduğu‖ yolundaki iddiasının ne denli doğru olduğunu tahmin edebiliriz ve de düşlerin çözümlemesinin bizi insanın arkaik mirasına, ruhsal olarak doğuştan içinde taşıdığı şeye götüreceğini umabiliriz. Düşler ve nevrozlar bizim imgeleyebileceğimizden çok daha fazla zihinsel antikiteyi korumuş gibidirler; öyle ki ruhçözümlemesi insan türünün başlangıcına ilişkin en eski ve en karanlık dönemleri yeniden biçimlendirmeyle ilgili bilimler arasında yüksek bir yeri hak edebilir (Freud, 1996b: 271).

Freud, uyuduğumuzda nesnelere bakış ve onlardan duygulanışın daha eski biçimlerine, çok önceleri bize egemen olmuş itkilere ve etkinliklere geri döndüğümüzü söylemiştir (Freud, 1996b: 309).