• Sonuç bulunamadı

2.2 Freud‘un Okunması

2.3.7 Dürtü ve Temsil

2.3.7.2 Eros, Thanatos, Ananke

Freud, haz ilkesi ile değişmezlik ilkesi arasında bir denklik bulunduğunu koyutlayarak psikanalizi Helmholtz ile Fechner‘in bilimsel geleneğine dâhil ettiği düşüncesindeydi (Freud, 2009: 22). Psikanaliz, bu yarı fiziksel ruhsal aygıt ve yorumun altında yatan iktisadi görüngülerin nicel dile çevrilmesi sayesinde kendini bilim olarak inanılır kılabilme düşüncesindedir. Psikanalizin asıl dehası daha başka bir yerde yatmaktadır ve bu yorum ile açıklamanın, yorumbilgisi ile iktisadın karşılıklı oluşuna dayanmaktadır. Psikanalitik söylemi arzunun anlambilimini oluşturan tüm göstergelerin yorumunu ve kültür kavramını etkilemektedir (Freud, 2009: 94).

Libido ölüm karşısında anlam değiştirmekte ve o mitik ―Eros‖ adını almaktadır. Haz ilkesinin öteki kutbunda yer alan gerçeklik ilkesi de Eros- Thanatos çifti karşısında yine mitik bir ad olan Ananke‘nin büründüğü bütün bir anlamlar hiyerarşisini sergilemektedir. Güç evreniyle anlam evrenini aynı arzu anlambiliminde birleştiren analitik söylemin özgüllüğü, sonuçta ilk enerji kavramı olarak dürtü ile ilk yorumbilgisi kavramı olarak dürtü sunumu arasındaki ilişkide yatmaktadır (Ricoeur, 2007: 227).

Freud, kültür görevini Eros ile Thanatos arasındaki savaş alanına yerleştirerek kültür yorumunu yalın ve güçlü bir fikir düzeyine çıkarmıştır. Kültür süreci yaşam sürecinin gerçekliğin isterleri doğrultusunda Eros tarafından dayatılıp Ananke tarafından ivedi kılınan bir görevin etkisiyle uğradığı değişikliklere karşılık verecektir. Bu görev, tek tek insanların karşılıklı libidinal ilişkileri yoluyla sağlamlaşmış bir topluluk olarak birleşik duruma getirilmesi görevidir. Bunun anlamı, gruplar arasındaki iç bağlantıyı sağlayan ve bireyi haz arayıp acıdan kaçmaya götüren hep aynı ―erotika‖dır. Kültürün gelişmesi, tıpkı bireyin

çocukluktan erişkinliğe doğru büyümesi gibi, Eros ile Ananke‘nin, aşk ile işin meyvesidir. İşten çok da, aşkın meyvesidir. Aynı Eros hem bireysel mutluluk arayışına hayat vermekte, hem de insanları gitgide daha büyük gruplar halinde birleştirmek istemektedir. Gelgelelim, kısa sürede bir paradoks çıkmaktadır ortaya: Kültür, doğa karşısındaki örgütlü mücadele olarak, bir zamanlar tanrılara ait olan gücü insanlara vermektedir: Uygarlığın Huzursuzluğu. Ölüm, kültür kuramı öncesinde henüz yoktur; ölümün kendini göstereceği alan kültürdür (Ricoeur, 2007: 264-266).

―Her yaşamın hedefi ölümdür. Korunma dürtülerinin işlevi organizmanın ölüm yönünde kendi yolunu izlemesine göz kulak olmaktır. Demek ki bu yaşam bekçileri başlangıçta aynı zamanda ölümün sadık hizmetkârlarıydı‖. Ancak, yaşam dürtüleri ölüme karşı mücadele eder. Freud şöyle devam eder: ―Bu tartışma, yazdıklarımın yapısını bozmuş olabilir; ama asıl niyetim suçluluk duygusunu kültürün gelişmesindeki ana sorun olarak sunmak ve kültürdeki ilerlemeyi neden bu duygunun güçlenmesi sonucu ortaya çıkan bir mutluluk yitimiyle ödemek gerektiğini göstermekti‖ (Freud, 2009: 49).

Dürtülere ilişkin her tür doğrudan spekülasyon, temsilleri dışında, mitiktir. Dürtülere ilişkin üçüncü kuram ise, dürtüler katmanına ulaşma savında olduğundan, öncekilerden de daha mitiktir. Ben‘in dürtüleriyle genel bir zıtlık içinde olan ilk libido kavramı, dürtünün çeşitli gelgitlerinde ya da değişmelerinde önceden varsayılan birleştirici kavramdı. Nesne libidosu ile ben libidosunu bir araya getiren ikinci libido kavramı ise birincisinden daha genişti, çünkü libidinal yatırımların çeşitli dağılımların denetimi altında tutuyordu. Yaşam ve ölüm ile ilgili spekülasyon gelip bu iki libido kavramının ardında yerini aldı (Freud, 2009: 53- 60)

Arzunun, semptomlarından, fantazmalarından ve genel olarak göstergelerinden sabırla okunması, libido, dürtü ve arzu varsayımının yerini hiçbir zaman tutmamıştır. Freud, insanın söz olmadan önce arzu olduğu görüşündeki düşünürlerdendir. İnsan sözdür, çünkü arzunun ilk anlambilimi kuruntudur ve insan bu ilk çarpıtmayı bir türlü eski durumuna getirememiştir (Ricoeur, 2007: 272).

Ünlü fort-da oyununun oluşturduğu örnekte; annenin simgesel olarak gözden yitirilip yeniden görünmesi biçimindeki bu oyunun da duygulanımsal bir vazgeçişin yinelenmesinden oluştuğunda kuşku yoktur. Ancak, oyunsu yineleme, travmatik nevrozdaki düşlerden farklı olarak, zorlanmalı, saplantılı bir yineleme değil; yoklukla oynamanın anlamı, yokluğa egemen olmak ve yitirilen nesne karşısında etkin bir tavır takınmaktır. Ve bu olumsuzluk simgeden oyuna her tür geçişin içerimidir (Freud, 2007: 26-29).

Yitik eskil nesne, onu yeniden yaratan, daha doğrusu onu herkese seyirlik bir nesne olarak sunmak yoluyla yaratan sanat yapıtı tarafından aynı zamanda ―hem yadsınmış hem de aşılmış‖ olmaktadır. Sanat yapıtı aynı zamanda bir fort-da‘dır; eskil nesnenin fantazma olarak gözden yitmesi ve kültürel nesne olarak yeniden görünür olmasdır. Bu durumda ölüm dürtüsünün olağan, patalojik olmayan anlatımı, fantazmadan simgeye yükselme anlamına gelen ―gözden yitme-yeniden belirme‖dir (Freud, 2009: 29).

Bilinçdışı, değilleme içermediği gibi, zaman ya da gerçeklik işlevi de içermez. ―Bilinçdışına ulaştığımızın en güçlü kanıtı, hastanın ‗ben bunu düşünmemiştim, ben bunu hiç düşünmemiştim‘ cümlesiyle karşılık verdiği durumdur‖ (Freud, 2015: 52). ‗Hayır‘ sözcüğü, düşüncenin bilinçdışına aidiyetini onaylayan menşe şahadetnamesidir; bir tür made in Germany damgasıdır. ―Düşünce, değilleme simgesinin yardımıyla bastırmanın sınırlarını aşar ve sürmesi için gerekli içeriklerle zenginleşir. Dolayısıyla, düşünceye dayalı değilleme, bastırmanın düşünsel ikamesidir‖ (Ricoeur, 2007: 274).

Haz-ben‘e göre, evet demek kendisine iyi geleni içe yansıtmak, başka bir deyişle sonuçta onu ―yutmak‖ tır; hayır demekse kendisine kötü geleni dışarı atmak, yani sonuçta ―tükürmek‖ tir. Gerçeklik yargısı ―başlangıçtaki haz-ben‖ in yerine ―sondaki gerçeklik-ben‖ in konmasına işaret eder. Soru artık ben içinde algılananın, ―anlaşılan‖ ın, belki de içine ―alınan‖ ın ne olduğu değil, ben‘de temsil olarak var olanın gerçeklikte yeniden bulunup bulunamayacağıdır. Yalnızca içeride olan temsil ile aynı zamanda dışarıda olan gerçek arasındaki farklılaşma böyle işlemektedir (Ricoeur, 2007: 275). Olumlular da içinde olmak üzere her tür yargıda örtük olarak bulunan değilleme işlevi, ―bulmak‖ ile ―yeniden bulmak‖ arasındaki aralıkta yer alır. Gerçekten de, temsil, şeylerin dolaysız sunumu değil, yok olan şeyleri yeniden hazır ve nazır kılan bir yeniden üretimdir: ―Gerçeklik sınamasının yürütülebilmesi için gerekli koşul, eskiden reel bir doyum sağlayan nesnelerin yitmiş olmasıdır‖. Temsilin gerçeklik sınamasına elvermesi ancak bir yokluk, yitim fonu üzerinde olanaklıdır: ―Dolayısıyla, gerçeklik sınamasının ilk ve dolaysız amacı, bir temsile denk düşen nesnenin bulunması değil, yeniden bulunması, onun hala var olduğuna ikna olunmasıdır‖. Oyundaki ―gözden yitme-yeniden ortaya çıkma‖ işleyişi ile, estetik yaratıdaki ―yadsıma-başa çıkma‖ ve algısal yargıdaki ―yitirme-yeniden bulma‖ işleyişi arasında bir ortaklık ayırt edebiliyoruz (Freud, 2009: 26-29).