• Sonuç bulunamadı

2.2 Freud‘un Okunması

2.2.1 Enerjibilim ve Yorumbilgisi

1895 tarihini taşıyan ―Proje‖, sistemin yorumbilgisel olmayan hali diyebileceğimiz aşamasını temsil etmektedir. ―Ruhsal aygıt‖ kavramı fizikten alınma bir ilke olarak değişmezlik ilkesine dayanmaktadır ve enerjiyi nicel açıdan ele alma eğilimindedir. Başlangıçta ―ruhsal aygıt‖ kavramıyla ―yerbetimsel bakış açısı‖ kavramını özdeşleştirmemek önem taşımaktadır. İki kavramdan birincisi fiziksel bir örneğe göre biçimlenirken ikincisi anlamın anlamla yorumlanmasıyla bağlılaşıktır. Bu yarı fiziksel ruhsal aygıt anlayışı Freudculuktan hiçbir zaman bütünüyle saf dışı edilmemiştir. Freudculuğun gelişmesi, - ―kendi kendine çalışmakta gecikmeyecek makine‖ anlamındaki – (Kris vd., 1956: 115) ruhsal aygıt kavramının azar azar bir yerbetime indirgenmesi sayılabilir; uzamın artık dünyadaki bir yer değil, rollerle maskelenmiş çekişmesine sahne olduğu bir yerbetimdir (Kris vd., 1956: 176‘ den aktaran, Ricoeur, 2007: 74-75). Söz konusu uzam, şifrelemenin ve şifre çözmenin yeri durumuna gelecektir.

Hiçbir sayısal yasaya tabi olmayan nicelik, yine de bir ilkenin yönetimindedir: Bu Freud‘un eylemsizlik ilkesinden yola çıkarak geliştirdiği değişmezlik ilkesidir. Eylemsizlik ilkesinden anlaşılan, sistemin kendi gerilimlerini sıfıra indirme, başka bir deyişle kendi niceliklerini boşaltma, onlardan ‗‘kurtulma‘‘ eğiliminde olduğudur (Kris vd., 1956: 316-317 den aktaran, Ricoeur, 2007: 78). Değişmezlik ilkesi ise, sistemin gerilim düzeyini olabilecek en düşük noktada tutma eğiliminde olduğu anlamına gelmektedir. Değişmezlikle eylemsizlik arasındaki bu aralık başlı başına ilginç bir durumdur, çünkü daha sonra ‗‘ikincil süreç‘‘ olarak açıklanacak olan müdahale konusunda şimdiden fikir vermektedir. Sistemin tüm gerilimleri yok etmesi olanaksızdır. Çünkü içeriden gelen tehlikeler için eşdeğer bir kaçış bulunmamaktadır. Ruhsal aygıt, kalıcı bir ―bağlı‖ nicelikler bütününden oluşan, gerilimleri ortadan kaldırmaya yetecek güçte olmasa da azaltmaya yönelik bir manevralar yığınını depolamak ve yatırmak zorundadır. (Ricoeur, 2007: 78).

Ruhsal yaşamda hoşnutsuzluktan kaçış yönünde belirli bir eğilim olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, bu eğilim, birincil bir eğilim olan eylemsizlikle karıştırılabilmektedir. Böyle bir durumda hoşnutsuzluk nicelik artışıyla (Qἡ) ya da gerilim artışıyla örtüşecek, Ψ içinde (Qἡ) miktarı arttığında bir duygu algılaması olacaktır. Haz bir boşalma duyusundan doğacaktır. (Kris vd., 1956: 331). Freud her zaman duyusal nitelik ile haz-hoşnutsuzluk gibi duygulanımsal niteliklerin yer değiştirmesini açıklayacak bir yasanın peşinde olacaktır. Duyusal farklılıklar kayıtsızlık bölgesinde yer bulmakta ve dönemsellik görüngüsüne bağlanmış optimum bir algılama noktasını gerektirir gibi durmaktadır (Kris vd., 1956: 331-332); bunun ötesinde ya da berisinde algılanan, yükleme ya da boşaltmadır. Freud bu algılamanın toplama ve eşik yasalarına uyduğunu çok iyi görmüştür (Kris vd., 1956: 335). (Kris vd.,‘den aktaran: Ricoeur, 2007: 80).

Arzu da, haz ve hoşnutsuzluk deneyimlerinin bıraktığı izler aracılığıyla bu mekanik duygulanımlar kuramı çerçevesinde yer almaktadır (Kris vd., 1956: 339-340). Arzulu durumda hoşa giden anılara, basit bir algılama durumuna göre çok daha fazla yatırım yapılacağı varsayılmaktadır. Bu varsayım da – burada birincil savunmayla birbirine karıştırılan – bastırmanın, istenmeyen (hostile) bellek imgesinden yatırımı geri çekme olarak ilk kez tanımlanmasına olanak vermektedir (Kris vd., 1956: 340‘ den aktaran, Ricoeur, 2007: 80). Ancak haz-hoşnutsuzluk çifti, ruhsal aygıtın bir başına işleyişinden çok daha fazlasını, dış dünyayı (besin, cinsel eş), dış dünya ile birlikte de başka insanları işin içine sokmaktadır. Freud doyum sınaması‘ndan, şaşırtıcı bir biçimde, başka insanlardan gelen yardımla ilgili sürecin bütününe işaret etmek amacıyla söz etmeyi yeğlemiştir: (Kris vd.,‘den aktaran Ricoeur, 2007: 81).

İnsan organizması ilk aşamalarındayken bu özgül eylemi kışkırtma yetisini gösteremez. Ancak bir dış yardımla ve durumu iyi bilen bir kişinin dikkatini çocuğun durumuna yönelttiği bir uğrakta gerçekleştirilebilen bir eylemdir bu. Çocuk, iç değişikliklerin yolu üzerinde olup biten bir boşaltım olgusuyla (sözgelimi, ağlamasıyla), ilgili kişiyi alarma geçirir. Boşaltım yolu böylelikle ikincil ve son derece önemli bir işlev kazanmıştır. Birbirini anlama işlevi. İnsantekinin başlangıçtaki güçsüzlüğü böylelikle tüm ahlaki güdülerin ilk kaynağı durumuna gelmiştir (Kris vd, 1956: 336‘den aktaran, Ricoeur, 2007: 81).

Bu doyum deneyimi gerçekten de bir ―sınama deneyimi‖dir. Bu gerçeklik sınamasına benzeyen ve birincil süreçten ikincil sürece geçişe işaret eden bir deneyimdir. Aygıtın en çok eylemsizlik ilkesine göre işlediği birincil süreçte boşaltım, arzu edilen nesneyle ilgili bellek imgelerine yeniden enerji yatırılması yolundan, arzu nesnesini elde etmeye yönelik hareketlerin izinden gitmektedir. Burada yeniden etkinleşme durumunun algılamaya benzer bir üretimde bulunduğu, yani bir sanrı ürettiği kabul edilmektedir: ―Bu tepkinin önce

algılamaya benzer bir şey, yani bir sanrı ürettiği kanısındayım‖ (Kris vd., 1956: 381‘ den aktaran Ricoeur, 2007: 81).

Gerçekte kültür kuramının düşler ve nevroz kuramıyla olan ilgisini kavramak için 1900‘lerin Düşlerin Yorumu‘ na dönmek gerekir, çünkü mitoloji ile edebiyat arasında bağlantı kurulmaya ilk o zaman başlanmıştır. ―Traumdeutung/Düşlerin Yorumu bize ta o zaman şunları önermiştir: Düşler uykudaki kişiye ait özel mitolojidir, mitoslar ise halkların uyanıkken gördüğü düşlerdir. Sophokles‘in Kral Oidipus‘u ile Shakespeare‘in Hamlet‘i tıpkı düşlerin yorumlandığı gibi yorumlanmalıdır‖ (Ricoeur, 2007: 19).

Düşleri model kılan şey aşağıdaki noktalarda özetlenebilir: (Ricoeur, 2007: 146-147). 1. Düşler anlam taşır. Düşlerin ―düşünceleri‖ vardır ve bu düşünceler uyanıkkenkilerden

temel bir farklılık göstermez. Düşleri ruhsal yaşamın geriye kalan bölümüyle aynı akış içine alan her şey onu kültürel örneksemelerde aktarmaya elverişli kılar.

2. Düşler bastırılmış bir arzunun kılık değiştirmiş olarak yerine getirilmesidir. Arzular düşlerin içine saklandığından, yorum arzunun karanlıklarının yerine anlamın ışığını koymak zorundadır. Yorum burada aydınlığın hileye verdiği yanıttır.

3. Kılık değiştirme, bir çalışmanın etkisidir; ―düş çalışması‖nın etkisidir. Yer değiştirme, yoğunlaştırma, resimli temsil, ikincil düzeltme; bu isabetli yordamlar yepyeni yapısal örneksemelerin yolunu açar. Düşlerin yorumu gerçekten her tür yorum için paradigma işlevi görebiliyorsa bunun nedeni düşlerin arzuyla ilintili her tür hile için paradigma oluşturmasıdır.

4. Düşlerin temsil ettiği arzu zorunlu olarak çocuksudur. Düşler ruhsal aygıtın gerilemesine üç anlamda damgasını vurur: biçim anlamında, imgeye geri dönüş; zamandizinsel anlamda, çocukluğa geri dönüş; yerbetimsel anlamda, birincil süreç adı verilen sanrısal gerçekleşme türüne göre, arzu-haz kısa devresine geri dönüş. Örneksemeye dayalı yorumun belirgin özelliği yalnızca şifre çözümü, maskelere karşı mücadele değil, aynı zamanda her tür eskilliğin açığa çıkarılmasıdır.

5. Düşler ayrıca, sayısız karşılaştırma yoluyla, arzunun dili adı verilebilecek olan şeyi, yani tipik ve evrensel özellikleriyle simgesel işlevin mimarisini geliştirmemize olanak sağlar. Cinsellik, bilindiği üzere, bu simgeleri besleyen temel kaynaktır; tam anlamıyla cinsellik simgeleştirilebilir niteliktedir. Darstellbarkeit, ―temsile elverişlilik‖, cinsellikte en yüksek doruk noktasına ulaşır. Düşlerin, Freud‘la kazandığı net, hatta dar anlamıyla ―simge‖ olarak karşılaştığı tortulaşmış, yıpranmış dil, halkların uyanıkken gördüğü folklor ve mitoloji adı verilen büyük düşlerin birey ruhsallığındaki izleri gibidir.

Ancak, düşlerin oluşturduğu modelle ilgili genellemeyi tekdüze bir yineleme gibi düşünmemek gerekir. Anımsatılan özelliklerden her birini, düşlerin geceleri olma özelliğinden sıyırmak ve deyim yerindeyse genel bir düşselliğe dönüşmelerini sağlamak gerekir: (Ricoeur, 2007: 148).

1. Düşlerin genel bir anlam kuramına açılabilmesi için, uyku sırasında dürtüsel yaşamın narsistik ifadesi, uyanıkkenki yaşamın dünyayı ifade etme tarzıyla tümleşmelidir. 2. Düşlerin arzunun yerine getirilmesi örnek değeri taşıyacaksa, uyanıklığa

aktarılmasında, uykuya ait bir niteliğin, düşlerin aktarılması olanaksız çekirdeği gibi duran o bağımlılık niteliğinin ya da uyuma arzusunun aşılabilmesi gerekir.

3. Kültür kuramının işlerinden biri, düş çalışmasından, ―sansürün gözünü boyamak‖ gibi genel bir işlevle ilgili bir grup yapı çıkarmak olacaktır. Yapı ile işlev arasındaki bu ilişki, şakalarda, peri masallarında, efsanelerde, mitoslarda da bulunmakta ve bir anlamda, asıl düşlerdeki oluşumunun ötesinde biçimlenmektedir.

4. Onun üstben kuramının amacı insan fantazmalarının temelde libido tarafından terk edilen konumların yeniden kurulması, bir gerileme olduğunu saptamaktır.

5. Freud bu yapıtında (Düşlerin Yorumu) mitosların yorumuna başvuruyorsa bundan amaç serbest çağrışım yöntemine karşı duran isyancı simgelerin yorumunda imdada yetişmektir. Burada, bireysel ruhsallık düzeyindeki şifre çözme yönteminin yerini kültür tarihi düzeyindeki bir oluşumsal yöntemin alması gerekmektedir. Hatta birincil süreç/ikincil süreç ayrımı yapıldığından bu yana göndermede bulunulan oluşumsal bakış açısının gelip yerbetimsel-iktisadi bakış açısına eklenişi de kültür yorumu içinde görülebilmektedir.

2.2.2 Düşlerin Yorumu

Düşlerin Yorumu‘ nun o zor VII. Bölümü hiç kuşkusuz 1895 tarihli ―Proje‖nin kalıtıdır. Freud‘un yayımlamadan bıraktığı ―Proje‖nin, Düşlerin Yorumu‘ nda kurtarılmış olduğu söylenebilir. Düşlerin Yorumu‘ ndaki ruhsal aygıt, herhangi bir anatomik gönderme olmaksızın işler; çünkü bu ruhsal bir aygıttır. Düşlerin gerçekleştirdiği ya da yerine getirdiği (Erfüllung) şey arzu (–daha doğrusu Wunsch) dur (Ricoeur, 2007: 89).

Bir düş anlatısının yerine bir başka anlatının, anlambilime ve sözdizimine uyacak bir anlatının konabileceği ve bu iki anlatının iki metin gibi karşılaştırılabileceği anlamına gelen bir tezdir. Dolayısıyla, düşler ―tam anlamıyla birer ruhsal görüngü, arzuların yerine getirilmesi‖ olarak görülmektedir: ― [Düşler] bizim için anlaşılır olan uyanıklık dönemine ait

ruhsal edimler zincirine eklenebilir niteliktedir; zihnin son derece karmaşık bir etkinliği yoluyla inşa edilmişlerdir‖ (Freud, 1996a: 174).

Düşler, ‗söylem‘ e ait olmaları nedeniyle, semptomları anlam olarak açığa vurmakta ve böylelikle genel göstergebilim adı verilebilecek çerçeve içinde normal olanla patolojik olanın eşgüdümünü olanaklı kılmaktadır. Yorum, bütünüyle farklı türden kavramlar, enerji kavramları işin içine katılmadan geliştirilemez. Gerçekten de, yorum etkinliğinde ilk iş olan, kılık değiştirmiş bir kipte hangi ―düşünce‖, hangi ―fikir‖, hangi ―arzu‖nun ‗‘karşılandığını bulma işinin yapılması, düş çalışmasını oluşturan ve düş düşüncesinin görünürdeki içeriğe ―aktarılmasını‖ ya da çarpıtılmasını (Entstellung)1

sağlayan ―mekanizma‖ların dikkate alınmasını gerektirir. Düşlerin Yorumu‘ndaki yöntembilimsel metinlerden birine göre düş çalışmasının böylece incelenmesi, yorumun ikinci görevini oluşturur (Ricoeur, 2007: 91-92).

Biz, düşlerin görünür içerikleriyle soruşturmamızın sonuçları arasına yeni bir ruhsal malzeme sınıfı katmış bulunuyoruz: yani onların gizli içeriklerini, ya da bizim yöntemimizle ulaşılan "düş düşünceleri"ni. Bir düşün anlamını bulup çıkarmamızı sağlayan şey onun görünür içeriği değil bu düş düşünceleridir. Böylece önümüze daha önce hiç var olmamış yeni bir görev çıkmış oluyor: yani, düşlerin görünür içerikleriyle gizli düş düşünceleri arasındaki ilişkileri araştırmak ve ikinciyi birinciye dönüştüren süreçlerin izini sürmek görevi. Düş düşünceleri ile düş içeriği bize sanki aynı konunun iki ayrı dilde anlatımı gibi sunulurlar. Ya da daha doğru bir anlatımla, düş içeriği, düş düşüncelerinin başka bir anlatım biçimindeki kopyasıdır; bizim işimiz de özgün metinle çeviriyi kıyaslayarak bu anlatım biçiminin alfabesini ve sözdizimi yasalarını bulmaktır. Düş düşünceleri, onları öğrenir öğrenmez kavranabilir (Freud, 1996b: 11).

Düşlerin Yorumu II‘de VI. Bölüm‘deki bu önemli yöntembilim metne göre, Düş‘ün inşası sırasında zihinsel etkinlikte iki işlev ayırt edilebilir: Düş düşüncesinin üretilmesi ve üretilen düşüncenin düş içeriğine dönüştürülmesi (Freud, 1996b: 12). Freud bu bölümün sonunda ―Bir düş bir tür resim bilmecesidir ve düş yorumu alanındaki öncülerimiz bilmeceyi bir resim kompozisyonu gibi ele alma yanlışına düşmüşlerdir; bu yüzden de düşler onlara saçma ve değersiz gibi gelmiştir‖ şeklinde eleştirel bir açıklama yapmaktadır (Freud, 1996b: 12).

Düş düşüncelerini bulmak demek, o anki izlenimlerin ve bedensel uyarılmaların ötesinde geriye giden belirli bir yolu izlemek demektir. Uyanıkkenki yaşamdan kalan anıların, gündüze ait kalıntıların ya da fiili uyuma arzusunun ötesine, bilinçdışına, yani en eski arzulara açılan yolu izlemek demektir. Su yüzüne çıkan, çocukluğumuzdur; unutulmuş, denetim altına alınmış, baskılanmış dürtüleriyle çocukluğumuz ve onunla birlikte, bireyin çocukluğunda bir tür özetlenmişlik içinde, insan türünün çocukluğudur. Düşler bizim temel

1 Enstellung sözcüğünü çevirmek hiç kolay değil: Freud‘un genel olarak düş çalışmasını kastederek kullandığı bu kavram, yer değiştirmeyi, yoğunlaşmayı ve diğer yordamları kapsıyor.

bir görüngüye ulaşmamızı sağlar: Gerileme görüngüsü. Bu gerilemede bizi anlam kavramlarından güç kavramlarına götüren şey, eskil olanla düşsel olanın kısa devre yaptığı bu yakın bağlantı içinde, iptal edilmiş, yasaklanmış, bastırılmış olanla ilişkilidir. Çünkü bu düşler diyarı bir arzu diyarıdır. Düşlerin söyleme doğru çekilmesinin nedeni anlatı yönleriyse, arzu yönleri de düşleri gerisin geri enerji, çaba, iştah, güç istenci, libido ya da her ne adla anılmak isteniyorsa ona fırlatır. Dolayısıyla, arzuların anlamı olan düşler, anlam ile gücün kesişme noktasında yer almaktadır (Ricoeur, 2007: 92).

Yorumlamak demek, anlamın kökenini başka bir bölgeye taşımak demektir. Bilinçdışının bir başka ve anlaşılmaz söylem olduğunu söylemek yetmemektedir. Yorumun açıktaki içerikten örtülü içeriğe doğru gerçekleştirdiği ―aktarma‖ ya da ―çarpıtma‖nın (Verstellung) bulguladığı, bir başka aktarma‘dır. Freud‘un IV. Bölüm‘ü adadığı, arzunun imgeye aktarılmasıdır. Metapsikoloji Yazıları‘ndaki deyimi kullanacak olursak, düşler burada çoktan ―dürtünün gelgitleri‖ne dönüşmüştür (Ricoeur, 2007: 93).

Düşlerin bastırılmış arzuların yerine getirilmesi olduğunu söylemek, farklı sınıflandırmalara ait iki kavramı birleştirmek demektir: Husserl ile olan yakınlığında gösterdiği üzere anlam söylemine ait olan ―yerine getirmek‖ (Erfüllung) kavramı ile güç söylemine ait olan bastırma (Verdrängung) kavramıdır. Bu ikisini birleştiren Verstellung ise bir kaynaşmayı dile getirmektedir. Çünkü kılık değiştirmek, bir tür gösteri olmasının yanı sıra, hem o gösteriyi değişikliğe uğratan bir çarpıtmadır, hem de anlama uygulanan şiddet‘tir. Demek ki kılık değiştirme de gizlenenle gösterilen arasındaki ilişki ancak bir tür güçler uzlaşması olarak söze dökülebilecek olan bir bozma, bir biçim değiştirme gerektirmektedir. Çarpıtma kavramıyla bağlılaşık olan ―sansür‖, aynı karma söyleme aittir. Çarpıtma sonuçtur, sansür ise nedendir. Yoğunlaştırma demek, sıkıştırma demektir; yer değiştirme ise güç aktarımıdır (Ricoeur, 2007: 93-94).

Düş çalışmasında bir ruhsal güç ortaya çıkmakta ve bu güç, bir yandan yüksek değer taşıyan ruhsal öğeleri yoğunluklarından yoksun bırakırken öte yandan da çoklu belirlenim yoluyla düşük ruhsal değerdeki öğelerden yeni değerler yaratmakta ve bu değerler düşlerin içeriğine nüfuz etmektedir. Bu durumda, düşlerin oluşum sürecinde farklı öğelerin ruhsal yoğunluklarında bir aktarım ve yer değiştirme olmaktadır. Buradan da düşlerin içeriği ile düşüncesi arasında metin farklılığı ortaya çıkıyor demektir. Burada varsayılan süreç gerçekten de düş çalışmasının ana bölümüdür ve Freud‘un deyişiyle düş yer değiştirmesi adını almaktadır. Düş yer değiştirmesi ve yoğunlaşması iki yönetici etmendir. Freud düşlerin aldığı biçimi esas olarak bu etmenlerin etkinliğine bağlamaktadır (Freud, 1996b: 41-42).

Dolayısıyla, ―çoklu belirlenim‖ ile ―yer değiştirme‖ ya da yoğunlaştırma çalışması arasındaki ilişki, anlam ile güç arasındaki ilişkinin aynısıdır. Aynı karma söylem, düşlere özgül birer ―sahne‖ ya da ―gösteri‖ niteliğini kazandıran üçüncü yordam için de gereklidir. Yoğunlaştırmada ve yer değiştirmede izleklerin ya da ―içeriğin‖ uğradığı değişiklik hesaba katılırken, ―resimli temsil‖ kavramı gerilemenin başka bir yönüne, Freud‘un biçimsel gerileme dediği yöne işaret etmektedir. Böyle ―resimli temsiller‖ anlam çerçevesinde betimlenebilir türdendir: Bu çerçevede şunlar sayılabilir: sözdiziminin çöküşü; tüm mantıksal ilişkilerin yerini resimli eşdeğerlerinin alışı; zıtların birliği yoluyla, değillemenin tek bir nesnede temsili; açık içeriğin taklit ya da resimli bilmece niteliği taşıması ve genellikle resimli, somut anlatıma dönüş. Düşlerin bu açıdan belirleyici özelliği, algıyı bellek imgesi ötesinde sanrısal bir biçimde yeniden canlandırmaya kadar giden gerilemedir. Freud bu durum için, ―düş düşüncelerinin tutarlı yapısı çözünerek hammaddesine dönüşür‖ demektedir (Freud, 1996b: 266).

Bu yarı sanrısal düşler kuramının arka planında, çocukluktaki baştan çıkarma sahnesinin gerçekliğine olan inancı fark etmek zor değildir. Söz konusu sahneye denk düşen algılama izleri, dile gelmeye çalışan bastırılmış düşüncelerin yeniden canlanması ve uygulama bulması için can atmaktadır. ―Bu anlayışa göre düşler, yakın zamanlara ait bir deneyime aktarıldığı için değişikliğe uğrayan bir çocukluk sahnesinin yerine konmuş (Ersatz) sahneler olarak betimlenebilir‖ (Freud, 1996b: 270-271). Freud‘a göre örnek işlevi gören bu çocukluk sahnesi modeline göre, düşlerin kalıntı niteliğindeki çekirdeği, ―algılama sistemlerinin bütünüyle sanrısal bir biçimde yatırılmasından‖ oluşmaktadır. ―Düş çalışması analizimizde ‗temsile elverişlilik‘ dediğimiz şey, görsel olarak anımsanan ve düş düşüncelerinin değebildiği seçici çekicilikle bağlantılandırılabilir. Temsil de bir ‗aktarma‘dır‖ (Freud, 1996a: 248).

―Düşler, bilinçdışı düşüncede önceden hazır bulunan simgelerden yararlanır. Gerçekten de, simgeler, temsile elverişlilikleri (Darstellbarkeit) ve özellikle sansür karşısındaki serbestlikleri nedeniyle, düş oluşumunun gereklerine daha uygundur‖ (Freud, 1996b: 80). Düşler simgeleri geliştirmemekte, yalnızca onlardan yararlanmaktadır. Düş gören bu simgeleri kullanırken, bilinçdışının çizdiği yolu izlemekten başka bir şey yapmamaktadır. Simgenin özel çoklu belirlenimi, düş çalışmasının ürünü değil, kültürün önceden hazır ettiği bir olgudur. Düş görenin şimdiki zaman olarak resimlediği gelecek, onun geçmişe mükemmel bir benzeyiş doğrultusundaki yıkılmaz isteği tarafından biçimlendirilmiştir (Freud, 1996b: 335).

Mitos psikanalizi, tam da simgeler düzeyinde geliştirilmiştir. Kral Oidipus ve Hamlet yorumlarının ―tipik düşler‖in analizi üzerinden yürütülmesi boşuna değildir. Oidipus izleğinin analizine, ölüm dileğiyle, özellikle de çocukta babanın ölümü arzusuyla ilgili tipik düşlerin izi sürülerek devam edilmektedir. Gerçekten de Freud, Oidipus mitosunda daha çok ―düş kaynakları‖yla ilgilenmiştir (V. Bölüm‘ün başlığı da böyledir). Düşlerin köklerini, söylence kılığındaki temsil ya da simgeleştirmelerin rolünden çok, çocukluk arzularında bulmuştur (Freud, 1996a: 305).

Ancak bu resimli temsil aynı zamanda bir tuzaktır: ―Şey oluş‖ tuzağı. Bu nedenle Freud yerbetime ayrılan ilk bölümden sonra, şemasının uzamsal özelliğini yumuşatıp yönelme özelliğini vurgulamaya dikkat etmiştir. Bu ayarlama için, iyi tanımladığı gerileme hem düşüncenin resimli olana dönüşü (biçimsel gerileme), hem de kişinin çocukluğuna dönüşü (zamansal gerileme) anlamına gelmektedir. Freud burada, bu biçimsel gerilemeyle zamansal gerilemeye bir gerileme türü daha ekler: Yerbetimsel gerileme. Freud burada ünlü bir düşü yorumlar. Bu cesedi yanmakta olan ölü çocuğun gelip babasını uyandırmasıyla ilgili bir düştür (Freud, 1996b: 234-235). Düş sahnesinin ―ruhsal yer‖ olma niteliğini (fiziksel değil, ruhsal bir yer olmasını) sorguladığı yer burasıdır. Bu ―ruhsal yer‖ kavramı baştan itibaren benzetmeye dayalı bir kavramdır. Ruhsal aygıt, karmaşık bir mikroskop gibi ya da fotoğraf makinesi gibi çalışmaktadır; ruhsal yer, aygıtta görüntünün oluştuğu yer gibidir. Bu durumda, düşler, çocukluk sahnesinin daha yakın öğelere aktarma yoluyla değişikliğe uğratılmış ikameleri olarak betimlenebilir (Freud, 1996b: 259).

Freud bu yerbetimsel-oluşumsal canlandırmaya arzunun bilmecemsi bir niteliğini, yani arzuyu yerine getirme itkisini aydınlatmak için gerek duymuştur. Ruhsal aygıtın öyle ilkel bir durumu tasavvur edilmelidir ki (birincil süreç) doyum deneyimlerinin yinelenmesi, uyarılma ile anımsatıcı imge arasında sağlam bir bağ yaratıyor olabilmelidir:

Aynı ihtiyaç yeniden doğar doğmaz, daha önce kurulmuş olan bu bağ sayesinde ruhsal bir itki