• Sonuç bulunamadı

Bilinç-Bilinç Öncesi (Önbilinç)-Bilinçdışı

2.2 Freud‘un Okunması

2.3.1 Bilinç-Bilinç Öncesi (Önbilinç)-Bilinçdışı

Freud yaptığı ruhbilimsel tartışmada Düşlerin Yorumu VII. Bölüm‘ün F alt başlığında ruhsal aygıtın hareket ucunda iki sistemin bulunmasını değil, iki tür uyarılma sürecinin ya da deşarj biçiminin olduğunu söylemektedir. Bunu da ―bizim için ikisi de birdir; eğer bilinmeyen gerçekliğe daha yaklaşık şeyle değiştirebileceğimiz bir konumda olduğumuzu duyumsarsak kavramsal yapı iskeletimizi terk etmeye her zaman hazır olmak zorundayız‖ şeklinde açıklamaktadır. Bu konuya ilişkin görüşünü de ―öyleyse iki sistemi zihinsel aygıtta iki yer olarak alan en sözcüksel ve en eksik anlamda baktığımız sürece bazı kavramları - ―bastırma‖ ve ―dışarıya doğru yolunu zorlama‖ ifadelerinde iz bırakan kavramları – düzeltmeliyiz‖ diye ifade etmektedir (Freud, 1996b: 325).

Böylece bilinçdışı bir düşüncenin, sonradan bilince doğru yolunu zorlayabilmek için kendini bilinçöncesine taşımaya çalıştığından söz edebiliriz. Burada aklımızda bulunan şey, özgünüyle yan yana duran bir kopya gibi yeni bir yere yerleşen ikinci bir düşünce değildir; bilince doğru yolunu zorlamak ise, bir mekân değiştirme düşüncesinden dikkatle soyutlanmalıdır. Yine biz bilinçöncesi bir düşüncenin bastırıldığından ya da kovulduğundan ve bilinçdışının yönetimine girdiğinden söz edebiliriz (Freud, 1996b: 325).

Bu durumu örneklendirmek için, Freud metaforik bir yaklaşımda bulunmaktadır. Bir parça toprak parçası için savaşmakla ilgili düşünceler dizisinden türemiş imgelerden söz etmektedir. Bu imgeleri, mekândaki zihinsel bir gruplaşmanın sona erdirildiği ve yerine başka bir mekândaki yeni bir gruplaşmanın geçtiği varsayımına benzetmektedir. Freud, bize bunun harfi harfine doğru olduğunu varsaymamız gerektiğini vurgulamaktadır. Bu eğretilemelerin yerine olayların gerçek durumuna daha çok uyuyor gibi görünen bir şeyler geçirerek ve bazı belirli zihinsel gruplaşmaların kendilerine ilişik bir enerji yükü bulunduğunu ya da ondan yoksun olduğunu varsayarak tartışmasını sürdürmektedir. Öyle ki söz konusu yapının belli bir

ajanın yönetimine girdiğini ya da ondan yoksun kaldığını farz ederek açıklamasını netleştirmeye çalışmaktadır. Freud ―burada yapmakta olduğumuz şey bir kez daha olayları yerel (topografik) temsil biçiminin yerine dinamik bir temsil biçimini geçirmektir. Hareketli saydığımız şey, ruhsal yapı değil onun sinirlenmesidir2‖ şeklinde açıklamaktadır (Freud, 1996b: 325-326).

Freud, iki sistemin mecazi imgesini kullanmayı uygun ve haklı bulmaktadır. Bunun nedeni de, düşüncelerin ve genelde ruhsal yapıların, hiçbir zaman sinir sisteminin yerleşik organik öğeleri içinde olmadığı şeklindeki açıklamasında görülebilir. Ona göre, onlar daha çok onların arasında, dirençlerin ve kolaylaştırmaların (Bahnungen) uygun etkileşimi sağladığı bir yerde bulunmaktadır. Bu yolla temsil yöntemi olası herhangi bir kötüye kullanımdan korunabilmektedir.

Bizim içsel algımızın nesnesi olabilen her şey hakiki‘dir, tıpkı bir teleskopun içinde ışık ışınlarının kesişmesiyle oluşan görüntü gibi. Ama biz teleskopun içinde imgeyi biçimlendiren mercekler gibi (kendileri hiçbir biçimde ruhsal birimler olmayan ve ruhsal algılamamıza hiçbir zaman ulaşamayacak) sistemler bulunduğunu varsaymakta haklıyız. Eğer bu benzetmeyi sürdürecek olursak iki sistem arasındaki sansürün etkisini, bir ışık ışını yeni bir ortama geçtiğinde oluşan kırılmayla kıyaslayabiliriz (Freud, 1996b: 326).

Freud‘a göre, bilinçli etki bilinçdışı sürecin yalnızca uzak bir ruhsal sonucudur. İkincinin bu yolla bilinçli hale gelmemiş olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca da onun, varlığını hiçbir biçimde bilince belli etmeden var olduğunu ve işlediğini belirtmektedir. Zihinsel olan şeyin kökeni konusunda önce bilinçli olma özelliğine aşırı değer verilmesinden vazgeçilmesi gerektiğini ve temel olanın bu olduğunu özellikle vurgulamaktadır. Lipps‘in (1897) sözleriyle, bilinçdışının ruhsal yaşamın genel temeli olduğunun varsayılması gerektiğini söylemektedir.

Bilinçdışı daha büyük bir evrendir ve daha küçük olan bilinçlilik evrenini kapsamaktadır. Bilinçli olan her şeyin, bilinçdışı bir ön evresi vardır. Bilinçli olan ise sahnede kalabilir ve yine de bir ruhsal sürecin tüm değerine sahip olduğunun kabul edilmesi gerektiğini iddia edebilir. Bilinçdışı, asıl ruhsal gerçekliktir; en derin doğası bakımından insanın gerçekliği kadar bilinmezdir. Freud, bilincin verileri tarafından, dış dünyanın, duyu organlarımızın iletişimiyle temsil edildiği kadar eksik temsil edildiği görüşündedir (Freud, 1996b: 327-328). Ancak Freud‘un bahsettiği bilinçdışı Lipps‘in bahsettiği bilinçdışından farklıdır. Lipps terimi bilinç karşıtı olarak kullanmıştır. Oysa Freud burada iki tür bilinçdışından söz etmektedir.

2 [―Sinir'lenme‖ çok belirsiz bir terimdir. Çok sık olarak bazı organizmalarda ya da beden bölgesinde sinirlerin dağılımını anlatmak için yapısal bir anlamda kullanılır. Freud (değişmez biçimde olmasa da) daha sık olarak onu, bir sinirler sistemine ya da (buradaki örnekte olduğu gibi) özgül olarak yaptırıcı (efferent) bir sisteme enerjinin taşınması anlamında — yani deşarja eğilimli bir süreci göstermek için— kullanır] (Freud, 1996b: 260, dipnot)

Psikopatolojik yapılardan ve bu sınıfın ilk üyesinden —düşten— öğrenmiş olduğumuz yeni buluş, bilinçdışının (yani ruhsal olanın) iki ayrı sistemin fonksiyonu olduğu ve bunun normal yaşamda da patolojik yaşamdaki gibi geçerli bulunduğuydu. Böylece henüz ruhbilimciler tarafından ayırt edilmemiş iki tür bilinçdışı vardır. Ruhbilimin kullandığı anlamda her ikisi de bilinçdışıdır; ama bizim anlayışımıza göre onlardan bizim Bd. dediğimiz aynı zamanda bilince kabul edilemez olandır; diğerine Bö. diyoruz çünkü onun uyarılmaları —belli kuralları gözettikten ve belki ancak Bd. na ilişkin olmayan yeni bir sansürden geçtikten sonra— bilince ulaşabilir (Freud, 1996b: 329).

Freud bu açıklamalarıyla bilinçli yaşamla düş yaşamı arasındaki eski çelişkinin bilinçdışı ruhsal gerçekliğin oluşturulmasıyla doğru bir orana indirgenemeyeceğini kanıtlamıştır. Ona göre, önceki yazarların derinlemesine ilgilendiği çoğu düş sorunu önemini yitirmiş olmaktadır. Bu durumda düşlerde başarılı olarak sergilenmeleri şaşkınlık yaratan bazı etkinliklerin artık düşlere değil gündüzün geceden hiç de daha az etkin olmayan bilinçdışı düşünmeye yorulması gerekmektedir (Freud, 1996b: 328).

Uyuma arzusu önbilinç sistemiyle bağlantılıdır; daha derinlerde yatan ve düşleri doğuran dürtüsel arzular ise bilinçdışı sisteme aittir. Freud, hiçbir arzu, uyuma arzusu bile, bilinçdışımızın ―yok edilmesi olanaksız‖ ve ―deyim yerindeyse ölümsüz‖ arzularıyla (çocuklukla ilgili nevrozlar tarafından doğrulanan o arzularla) birleşmediği sürece etkili olamaz diye ifade etmiştir. Freud‘un bize anımsattığı üzere hiçbir girişimci sermayesiz ve kapitalistsiz iş yapamaz: ―Düşün başlatılması için gerekli ruhsal fonları sağlayan bu kapitalist, her zaman ve hiç şaşmadan, bir önceki günün düşünceleri her ne olursa olsun, biliçdışından gelen arzudur‖ (Freud, 1996b: 282). Freud‘un Metapsikoloji yazılarında da belirttiği gibi, bilinçdışında hiçbir şey bitmez, geçmez, hiçbir şey unutulmaz. Bilinçdışı zamandışıdır. Yerbetim ‗zamandışılığı‘ resmeden yerdir.

Bilinçdışında iki tür ‗temsilci‘ vardır. Bir yanda hafıza izleyen türeyen temsilciler, öte yanda ise asal fantaziler ya da asal bastırma olarak tezahür eden başlangıçtaki ‗asal‘ temsilcilerdir. Bilinçdışı Freud tarafından bastırılmış, bilinçdışı temsilcilerin bilince çıkabilmeleri için kaldırılmak zorunda olan bir engelle bilinçten uzaklaştırılmış bir şey olarak gündeme getirilir. Bastırmanın kaldırılması ilke olarak mümkündür. Bastırma geçit vermez bir engele değil, sadece kaldırılması gereken bir engele işaret eder. Ne var ki, bastırılmış olan genelde bilinçdışıyla eşitlenemez. Başlangıçta Freud bu görüşteydi ama zaman geçtikçe kabul etmek zorunda kaldı ki, ―bilinçdışının daha geniş bir çapı vardır: Bastırılmış olan bilinçdışının bir parçasıdır‖ (Freud, 1996c: 167).

Freud, düşüncelerin bilince çıkmalarından önceki duruma ―bastırma‖ adını vermektedir. Bastırmaya yol açan ve sürdüren gücü de analitik çalışma esnasında ―direnç‖ olarak algıladığını öne sürmektedir. Dolayısıyla, kendisinin de ifade ettiği gibi bilinçdışı kavramını bastırma kuramından elde etmiştir. Ona göre, bastırılmış olan, bilinçdışının prototipidir. Ama biri örtük ve bilince çıkabilecek olan, diğeri ise bastırılmış ve kendiliğinden, doğrudan doğruya bilince çıkamayacak olan iki farklı bilinçdışından söz etmektedir. Örtük olup da dinamik açıdan değil, yalnızca tanım olarak bilinçdışı olana Bilinçöncesi (Bö) adını vermektedir. Bilinçdışı (Bd) adını ise, dinamik açıdan bilinçsiz olarak bastırılmış olanla sınırlandırmaktadır (Freud, 1996b: 317). Elimizdeki üç terim ruhsal aygıtın topografik bölümleridir: Bilinç (Bi), Bilinçöncesi (Bö) ve Bilinçdışı (Bd).

Uyarılmalar bilince ulaşmak için sabit bir ajanlar hiyerarşisi dizisinden - ki bunlar varlıklarını içlerinde sansürün oluşturduğu değişikliklerle göstermektedirler - geçmek zorunda olduklarından yerbetimsel olarak tanımlanmaya uygundurlar (Freud, 1996b: 329). İki sistemin birbiriyle ilişkisi, Bö. Sistemin, Bd. sistemi ile bilinç arasında bir paravan gibi durmasıyla açıklanmaktadır. Bö. sistem, hem bilince ulaşmayı engeller, hem de istençli devinimlerin gücüne ulaşmayı kontrol eder. Aynı zamanda bir kısmını da ―dikkat‖ biçiminde tanınan hareketli bir yükleyici enerjiyi, dağıtım için emrinde bulundurur. Freud ruhsal yapıda en dışta yer alan bir yüzeysel kısım tanımlar ve bunu ―algısal bilinç‖ (A-Bi sistemi) olarak adlandırır. İnsanda dış dünyaya yönelen sistem algısal bilinçtir. Bilinçlilik buradan kaynaklanır. Bilinçli hale gelmek, bu algı sistemine ulaşmaktır. Ona göre algısal bilinç adeta ruhsal yapının tamamının duyu organı olmaktadır. Bu özelliğiyle dışsal ve içsel uyarımlara açıktır. Freud'a göre bilince düşen rol: ―Psişik niteliklerin algılanması işine yarayan bir duyu organı olmaktır‖ (Freud, 1996b: 329).

Bilinç her durumda ortada olmayıp, bilinçdışının başına gelendir. Direnç engeli, bilinçli duruma gelme olgusunun bir aşma, bir ihlal gibi temsil edilmesini dayatır; bilinçli duruma gelmek demek, …den içeri girmek demektir; bilinçsiz durumda olmak ise bilinçten uzaklaşmış olmaktır. Bilinçli duruma gelmenin iki kipi vardır: Olanaklı ve kolay olması durumunda yalnızca önbilinçten, yasaklanmış ―kesilmiş‖ olması durumunda ise bilinçdışından söz edilmektedir. Dolayısıyla, üç etken (instance) söz konusu olmaktadır: Bd., Öb., B. Enerjiyle ilgili düşüncelerin yerbetimsel düşüncelerle daha bu noktada nasıl da bağlantılı olduğu görülmektedir. ―Yer‖ler vardır, çünkü güç ilişkileri niteliğindeki dışlama ilişkileri (direnç, savunma, yasaklama) vardır. Bu durumda düşler Freud‘a bilinçdışının sonul kanıtını sağlamış olmaktadır: Bizi bilinçdışına hem ayrı bir yer hem de özgün bir yasallık atfetmek zorunda bırakan, düş çalışmasıdır, ―başka yere aktarma‖ ya da ―çarpıtma‖ etkinlikleridir:

―Bilinçsiz ruhsal etkinliğin yasaları bilinçli ruhsal etkinliğin yasalarından esaslı ölçülerde farklıdır‖ (Ricoeur, 2007: 114).

Algı sistemleri adlı duyu organıyla dış dünyaya dönmüş olan ruhsal aygıtın kendisi de B.e ilişkin duyu organıyla ilişki açısından dış dünyadır ki B.in amaçsal haklılığı bu koşulda yatar. Burada bir kez daha aygıtın yapısına egemen olan ajanların hiyerarşisi ilkesiyle karşılaşıyoruz. Uyarıcı malzeme B. duyu organına iki yönden akmaktadır: nitelikler tarafından belirlenen uyarılması olasılıkla bilinçli hale gelmeden önce yeni bir düzeltmeye uğratılan Algı sisteminden ve de niceliksel süreçleri belirli değişimlere uğrayarak bilince doğru yollarını bulurken niteliksel olarak duyumsanan aygıtın kendi içinden (Freud, 1996b: 330).

Algı sisteminin nitel uyarılması, ruhsal aygıt içinde hareketli niceliğin deşarjı için bir düzenleyici gibi davranmaktadır. Freud aynı işlevi B. Sistemini kaplayan duyu organına da yakıştırmaktadır. Böylece, bu organ yeni nitelikleri algılayarak hareketli yük niceliklerini yönlendirme ve onları uygun biçimde dağıtmada yeni bir katkıda bulunmaktadır. Hazzı ve hoşnutsuzluğu algılamasının yardımıyla aksi halde niceliklerin yer değiştirmesiyle çalışan bilinçdışı ruhsal aygıttaki yüklerin boşaltılmasını etkilemektedir. İlk bakışta hoşnutsuzluk ilkesi, yüklerin yer değiştirmesini otomatik olarak düzenliyor gibi görünmektedir. Ancak bu niteliklerin bilincinin, ilaveten; hatta birinciyle zıtlaşabilen ve özgün planıyla çelişik olarak hoşnutsuzluğun ortaya çıkmasıyla ilişkili şeyleri bile yükleyip işlemesine olanak vererek ruhsal aygıtın etkili olmasını mükemmelleştiren, ikinci ve daha ayrımcı bir düzenleme getirmesinin olasılığı ortaya çıkmaktadır (Freud, 1996b: 331).

Freud‘a göre, insanın hayvanlar üzerindeki üstünlüğünü oluşturan, B.in duyu organının düzenleyici etkisiyle hareketli niceliklerde oluşan aşırı-yükün değerinin, amaçsal yönden, bir dizi yeni nitelikler oluşturması ve bunun sonucunda da yeni bir düzenleme süreci yaratmasıdır. Düşünce süreçlerinin nitelikleri, onlara eşlik eden ve düşünme üzerindeki olası bozucu etkileri açısından sınırlı tutulması gereken haz ve hoşnutsuzluk verici uyarılmalardır. Bunun dışında başka bir nitelikleri de yoktur. Düşünce süreçlerinin nitelik kazanabilmeleri için insanlarda nitelik kalıntıları bilincin dikkatini üzerlerine çekmeye ve düşünme sürecine bilinçten yeni bir hareketli bağışlatmaya yeten sözel anılarla ilişkilendirilmişleridir. Bilince yalnız bir zamanlar bilinçli algılama olanlar çıkabilir ve içeriden doğup da bilinçli olmak isteyen (duygular dışında) her şey, önce dış algılamalara dönüşmek zorundadır. Bu da anı izleri aracılığıyla mümkün olabilir. Sözcük, özünde işitilen sözcüğün anı kalıntısıdır (Freud, 1996b: 332).

Freud bilinç sorunlarının tümünün, sadece histerideki düşünce süreçlerinin çözümlenmesiyle kavranabileceğini öne sürmüştür. Bunlar insana Bö. bir yükten bilinçli bir yüke geçişin Bd. ile Bö. arasındakine benzer bir sansür tarafından belirlendiği izlenimini

vermektedir. Bu sansür de belli bir nicel sınırın üzerinde etkili hale gelmektedir. Öyle ki düşük yoğunlukta düşünce yapıları ondan kurtulabilmektedir. Bir düşüncenin bilinçten nasıl geri çekilebildiğine ya da belli kısıtlamalar içinde bilince doğru yolunu zorlayabildiğine ilişkin olası her çeşitlemenin örnekleri psikonevrotik görüngülerin çerçevesine katılmış olarak bulunabilmiştir. Bunların tümü de sansürle bilinç arasında sıkı ve karşılıklı ilişkileri göstermektedir. Ruhsal aygıtın işleyiş biçimi doğru olarak değerlendirildiği ve bilinçle bilinçdışı arasındaki ilişki anlaşıldığında düşlerdeki ve düşlem yaşamlarındaki ahlaksal olarak karşı çıkılabilecek şeylerin büyük ölçüde ortadan kalktığı görülmektedir (Freud, 1996b: 332- 334).

Freud, kural olarak eylemler ve bilinçli ifade edilmiş görüşlerin insanların karakteri hakkında karar vermede yeterli olacağını öngörmektedir. Eylemlerin yollarını zorlayan birçok itki, davranışlar şeklinde olgunlaşamadan önce zihinsel yaşamın güçleri tarafından bir hiç haline getirilmeleri, eylemlerin ilk ve en başta gelen olmalarına haklı bir neden sağlamış olmaktadır. Bu tür itkilerin gelişmesinde çoğunlukla hiçbir ruhsal engel bulunmamaktadır. Bunun nedeni, bilinçdışının onları başka bir evrede durduracağından emin olmasıdır (Freud, 1996b: 335).

Bilinçdışı süreçlerin ve yasaların keşfi de bizi ―bir sisteme ait olma‖ fikrini oluşturmaya çağırmaktadır. Asıl psikanalitik bilinçdışı kavramı da budur. Artık bilincin bilmeceleri bilinçdışının işareti işlevini görmemektedir; bilinçdışı artık bilinçli bir ―var olma‖ yla karşılaştırmalı olarak ―örtülü‖ diye tanımlanmamaktadır; ―bir sisteme ait olma‖ olgusu bilinçdışının kendi kendisi için koyutlanmasına olanak vermektedir. Bilinçdışı, bastırılmış ama baskılanmamış ya da yok edilmemiş olanın var olma tarzı/kipidir. Bu nedenle, bilinçten dışlanmış olmak ve bilinçli duruma gelmek birbiriyle bağlılaşık ve birbirinin tersi olan iki değişmedir ve yerbetimsel olarak nitelenebilir, çünkü bilinçten dışlanmanın ya da bilince erişmenin belirleyicisi olan bir bariyer vardır, yerbetimi oluşturan da odur. Bilinçdışının gerekçelendirilmesi bu düzlemde bilimsel bir zorunluluk niteliği kazanmaktadır; bilinç metni boşluklu, kesilmiş bir metindir; bilinçdışı varsayımını kabul etmek metne anlam ve tutarlılık getiren bir eklemede bulunma çalışması demektir. Bu tartışmanın altında yatan fikir, bilincin bir algılama olduğudur; bu Kant‘ın dış algılamaya uyguladığı eleştirinin bir benzerine çağrı çıkaran bir algılamadır. Freud, algılama olarak adlandırmakla, bilinci hem sorunsallaştırmış, hem de gelecekte bilince yapacağı ―yüzelsel‖ görüngü muamelesini hazırlamış olmaktadır. Bilinçli ve bilinçsiz olmak eninde sonunda ikincil özelliklerdir. Önemli olan, ruhsal edimlerin, dürtülerle ve dürtülerin hedefleriyle olan ve kendi iç bağlantılılıkları ile tabi oldukları ruhsal sisteme göre değişen ilişkileridir (Ricoeur, 2007: 114-115).

Bilinçli ve bilinçdışı ben‘in direnci haz ilkesinin hizmetindedir. Bastırılmış olanın serbest kalmasıyla uyarılabilecek hoşnutsuzluktan kaçınmaya çalışması Freud için kuşku duyulmaz bir durum olarak ifade edilmiştir (Freud, 2009: 32).