• Sonuç bulunamadı

2.4 Yapısal Kuram

2.4.1 Ben, İd ve Üstben

2.4.1.1 Ben‘in Bağımlılık İlişkileri

Ben id‘in büyük ölçüde terk ettiği yatırımların yerini alan özdeşleşmelerden oluşmaktadır. Bu özdeşleşmelerden birincisi ben‘den özgül bir fail olarak davranmaktadır. Yani üstben olarak ben‘in karşısına çıkmaktadır. Ben güçlendiğinde bu tür özdeşleşmelerin etkilerine karşı daha dirençli davranmaktadır. Üstben, ben‘deki ya da ben‘in karşısındaki özgün yerini iki yönden değerlendirmesi gereken bir nedene borçlu görünmektedir. Her şeyden önce üstben, ben henüz çok güçlü değilken gerçekleşmiş bir özdeşleşmedir. Ayrıca üstben Oidipus kompleksinin mirasçısıdır. Bunun anlamı, ben‘e giren en önemli nesneleri üstben sunmuştur. Üstben‘in daha sonraki durumu (ben değişiklikleri karşısındaki durumu), çocukluğun birincil cinsel döneminin ergenlik sonrası cinsel yaşamla ilişkisine benzetilebilir. Baba kompleksinden türediğinden buradan kaynaklanan niteliğini, ben‘e karşı çıkabilmek ve

ona egemen olmak için yaşam boyu elinde tutmak istemektedir. Üstben, ben‘in bir zamanlar güçsüz olduğu ve bağımlı olduğu döneme ait bir anıttır. Çocuğun ebeveynlerinin itaat zorlamaları altında bulunması gibi, ben de kendi üstben‘inin emri altına girmektedir (Freud, 2009: 107).

Üstben, id‘in ilk nesne yatırımlarından, Oidipus kompleksinden türemiş olduğundan, üstben id‘in türoluşsal mirasıyla ilintilidir. Bundan dolayı üstben id‘de izlerini bırakmış olan erken ben oluşumlarını yeniden canlandırır. Bu yüzden üstben her zaman id‘in yanında ve ben‘e karşı onun vekâletini üstlenmiş olarak durmaktadır (Freud, 2009: 107-108). Burada üstben, bilinçsiz olan id‘i ben‘e karşı daha iyi tanımaktadır. Üstben‘in bilinç üzerindeki denetimi melankolide daha kuvvetlidir. Burada ben karşı koyamaz, suçluluğu kabul eder, cezaya da razı olur. Çünkü üstben‘in öfkesinin yöneldiği nesne özdeşleşme yoluyla ben‘e alınmış bulunmaktadır. Takıntı nevrozunda ise ben‘in dışında kalan itiraz edilebilir itkilerdir (Freud, 2009: 110). Takıntı nevrozu hastası, melankolinin aksine intihar girişiminde bulunmaz. Burada ben‘in güvenliğini garantiye alan şey, nesnenin elde tutulmasıdır. Takıntı nevrozunda serbest kalan yıkıcı dürtü nesneyi yok etmek istemektedir. Ben bu amaçları devralmaz ve bununla mücadele etmez. Bu amaçlar id‘de kalmaktadır. Üstben bunlardan ben‘i sorumlu tutar. Sonuçta sevginin yerine nefretin geçmesi görülmektedir. Her iki yöne de karşı çaresiz kalan ben hem cani id‘in küstahlıklarına, hem cezalandırıcı vicdanın ithamlarına karşı kendini savunmaya çalışır. Her ikisinin ancak en kaba eylemlerini frenlemeyi başarabilir. Sonuçta kendine sonsuz bir işkence ve ulaşabildiği durumlarda nesneye sistemli eziyet söz konusu olmaktadır (Freud, 2009: 111-112).

Gerçeklik, güçlü bir ben‘in karşısında durabilendir. İd ile üstben, id ile gerçeklik, libido ile ölüm dürtüsü arasındaki aracılık görevi ben‘i ―tıpkı hakikati gören ama kamu önünde saygınlığını korumak isteyen politikacı gibi‖ muhbir, fırsatçı ve yalancı olmaya açık bir konuma getirir. Ancak, bu kapılma, dünyanın düzeni karşısında eğilip bükülür kılmak istediği id‘e kendini sevdirmek, efendisinin aşklarını yola getirmek için onlara komedilerdeki uşaklar gibi dalkavukluk etmek zorunda olan, buyurucudan çok simsar ruhlu, sınırdaki varlığa özgüdür. Tersi durumda bu üstben‘in darbeleri altında yenik düşecek ve libidoya egemen olmak bahanesiyle yeniden ölüm dürtülerinin ağına düşecektir (Ricoeur, 2007: 244).

İd içerikleri ben‘e iki yolla nüfuz ederler. Biri doğrudandır. Diğeri ―ben ideali‖ üzerinden gelmektedir. Ben dürtüleri algılamaktan dürtülere egemen olmaya, dürtülere boyun eğmekten dürtüleri frenlemeye doğru gelişir. Ben‘in bu başarısında id‘in dürtü süreçlerine karşı tepki oluşumu olan ―ben ideali‖nin önemli bir payı bulunmaktadır. ‗Ben‘, analiz tedavisi sırasındaki hekim gibi davranır. Gerçek dünyaya gösterdiği dikkatle kendini id‘e

libidinal bir nesne gibi sunar ve id‘in libidosunu kendi üzerine çekmeye çalışır. Yani psikanaliz hasta açısından ete kemiğe bürünmüş, hareket halindeki gerçeklik ilkesini temsil etmektedir. Psikanaliz ben‘in id‘i fethetmeyi sürdürmesini sağlayacak bir araçtır (Freud, 2009: 113).

Başka bir açıdan bakıldığında ise, aynı ―ben‖ üç efendiye birden hizmet etmek zorundadır. Dış dünyadan, id‘in libidosundan ve üstben‘in sertliğinden gelen üç yönlü tehlikeye karşı durmak zorunda olan çaresiz bir varlık gibi görünmektedir. Bu üç türlü tehlikeye karşılık gelen üç türlü kaygı söz konusu olmaktadır. Bir sınır olgusu olarak ―ben‖, dünya ile id arasında arabuluculuk yapmak, id‘i dünyaya uygun hale getirmek ve kas eylemleri yoluyla da dünyayı id‘in isteklerine uydurmak istemektedir. İd‘in sadece yardımcısı değil, aynı zamanda boynu bükük kölesidir. Efendisinin sevgisi için çabalar durur. İd‘le uyum içinde kalmanın yollarını arar. Onun Bd. emirlerini Bö. rasyonaliteye uydurmaya çalışır. İd‘in gerçeklikle ve imkân bulduğunda üstben‘le de çatışmalarını örtmeye çalışır. İd‘le gerçeklik arasında oportünistlik ve yalancılık yapar, bir politikacı gibi davranır (Freud, 2009: 113-114).

Ben aslında kaygının mekânıdır. Sadece haz ilkesinin uyarısına itaat etmektedir. Ancak ben‘in üstben‘den korkusunun, vicdan korkusunun ardında yatan gerçek, ben ideali haline gelmiş olan yüce varlık bir zamanlar onu hadım etmeyle tehdit etmiş ve bu korku sonradan vicdan korkusunun etrafına oluştuğu çekirdek haline gelmiştir. Vicdan korkusu olarak sürüp giden aslında budur. Bunun sonucunda ölüm korkusu da vicdan korkusu gibi aynı yerden türemiştir. Nevrozdaki suçluluk duygusu da ben ile üstben arasında doğan kaygının – hadım edilme korkusu, vicdan korkusu, ölüm korkusu – güçlendiğini anlatmaktadır (Freud, 2009: 115).

İd ben‘e sevgi ya da nefret göstermek için hiçbir araca sahip değildir. İstediğini söyleyebilecek birleşik bir iradeye ulaşamamıştır. Eros ve ölüm dürtüleri onun içinde savaşmaktadır. İd, dilsiz ama kudretli ölüm dürtüsünün egemenliğindedir. Sükûnet bulmak ve huzur bozucu Eros‘u haz ilkesinden destek alarak sakinleştirmek istemektedir. Ancak bu noktada Eros‘un rolünü küçümsememek gerekmektedir (Freud, 2009: 115-116).

Üstben, haz varlığı olarak kişiye saldırır ama böyle yapmakla onun hakkında fazlaca varsayımda bulunmuş olur ve kendi aşırılıklarını ancak ben‘e sunduğu, kendini başkalarından daha iyi olduğuna inandırmak gibi narsistik duyguların arkasına gizleyebilir (Ricoeur, 2007: 245).