• Sonuç bulunamadı

II. Edirne’nin Tarihi

II.II. Osmanlılar Hâkimiyetinde Edirne

1352’de Çimpe Kalesi’nin fethi ile Rumeli’ye yerleşme imkânı bulan Osmanlılar, 2 Mart 1354’te gerçekleşen bir deprem neticesinde kale surlarının yıkılması üzerine Gelibolu’yu savaşsız bir şekilde ele geçirdiler. Hemen ardından hızlı bir şekilde Marmara sahili boyundaki kale ve kasabaları hâkimiyetleri altına alarak bölgeyi, Anadolu’dan getirdikleri Türk boyları ile iskâna başladılar. Süleyman Paşa’nın 1357’de vefat etmesi, Rumeli’deki fetih hareketlerini bir miktar yavaşlatmışsa da Rumeli Kuvvetleri Başbuğu olarak kardeşi Şehzade Murad, lalası Şahin Paşa ile birlikte Rumeli’deki fütuhatı kısa sürede hızlandırdı. Evrenos Bey ve Hacı İlbey komutasındaki birlikler, Malkara, İpsala, Dedeağaç ve Dimetoka’yı ele geçirdikten sonra Edirne’nin fethine karar verildi. Edirne tekfuruna yardıma gelen Rum ve Bulgar kuvvetleri de Sazlıdere mevkiinde mağlup edildi. Yardım gelme imkânı ortadan kalkınca Edirne tekfuru, Meriç Nehri’nin yükselmesinden istifade ederek şehirden kaçtı. Şehir halkı da 1361 yılı baharında Edirne’yi Lala Şahin Paşa’ya teslim etti45. Şehzade Murad, 1362’de

babası Orhan Gazi’nin vefatı üzerine kendisi tahta geçmek üzere Bursa’ya hareket ederken lalası Şahin Paşa’yı beylerbeyi olarak Rumeli’de bırakmıştı. Bu suretle Osmanlıların ilk beylerbeyliği olan Rumeli Beylerbeyliği de kurulmuş oldu.

Osmanlıların Edirne’yi hangi yıl aldıkları meselesi, bir müddet tartışmalara konu olsa da fetih sonrası Edirne’de devralınan şehir mirası konusunda bütün yazarlar; “2-3

kilise ile kale içinde 5-10 mahalle” konusunda hemfikirdirler46. Sultan I. Murat’ın fethin

ardından mamur bir kent görünümünde olmayan Edirne’yi tercih etmeyerek bir süre

45 Edirne’nin fethedildiği tarih konusunda uzun süre 1360 yılından 1371 yılına kadar çeşitli tarihler öne

sürülerek tartışmalar devam etmiştir. Genel olarak bir ya da iki kaynağa dayanarak öne sürülen bu varsayımlar, Halil İnalcık’ın mevcut tüm kaynakları rivayetleri ile birlikte ele alarak yaptığı ikna edici değerlendirmeler neticesinde 1361 yılı olarak kabul edilmiş haldedir. Bkz. Halil İnalcık, “Edirne’nin

Fethi (1361)”, Edirne, Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, TTK. Yay., 2. Baskı, Ankara,

1993, s.137-159.

Edirne’nin fethini Hicri 761 olarak belirten Âşık Paşazade, şehrin fethini şu satırlarla aktarmaktadır: “Sultan Murad Han Gazi Birgos’tan Eski’ye geldi. Onun da hisarını boş buldu. Bu birkaç hisarı da aldı.

Bu boş kalan hisarların kâfirleri Edirne’ye gidip orada toplanmışlar. Padişah lalası Şahin’e asker verip Edirne’ye gönderdi. Lala yürüyüp Edirne’ye gitti. Kâfirler Lala’nın geleceğini işitip büyük bir orduyla karşıladılar. Allah, Lala’ya fırsat verdi, yapılan savaşta kâfirler bozulup Edirne hisarına girdiler. Beri yanda hükümdara düşmanın yenilip kaçtığını gösteren başlar gönderdiler. Hacı İlbeyi’yle Gazi Evrenoz gelip padişahın önüne düştüler ve Edirne’ye getirdiler. O zamanda Meriç Nehri taşmakta idi. Edirne tekfuru geceleyin bir kayıkla kaçıp İnez’e gitti. Sabah olunca bu durumdan herkes haberdar oldu. Şehrin kapısını açarak hisarı teslim ettiler, şehir fethedildi. Adet olduğu üzere şehri kayda geçirip gereğini yaptılar. Bu fetih hicretin yedi yüz altmış birinde (M. 1360–61), Orhan Gazi’nin oğlu Sultan Murad Han Gazi eliyle gerçekleştirildi.” bkz. Âşık Paşazade, Osmanoğulları’nın Tarihi, Haz: Kemal Yavuz, M.A.

Yekta Saraç, İstanbul, 2003, s.113-114.

Dimetoka’da kışlaması da47 aynı sebepten olsa gerektir. Şehrin fethedildiği tarihteki

nüfusu ise 5 bin ile 15 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir48.

Şehirde ilk cuma namazı, adı Ayasofya Kilisesi iken fetihten sonra camiye çevrilerek, Halebî adı verilen camide kılındı49. Kale içindeki diğer iki kilise ise yine

daha sonradan camiye çevrilen, Kilise Camii ve Siniaitikon Kilisesi’dir50. Fetihten önce kale surları dışındaki tek yapılaşma ise o gün Aina denen, bugün Gazi Mihal Köprüsü’nün karşısında bulunan üzerine Yıldırım Beyazıd Camii’nin yapıldığı Tiris İya Hares Kilise’sidir51.

Türklerin Balkanlardaki ilerleyişini durdurarak Filibe ve Edirne’yi geri almak isteyen müttefikler, Papa’nın da teşvikiyle 1364 yılında harekete geçtiler. Sırp, Bulgar ve Macar kuvvetlerinin yanlarına Eflak Prensi ile Bosnalıları alarak oluşturdukları ittifak, Edirne’nin 25 kilometre batısında bulunan Sırpsındığı’nda, Hacı İlbey’in az bir kuvvetle üç koldan yaptığı gece baskınıyla dağıtıldı. Kazanılan zafer, Edirne’yi doğrudan etkilediği gibi Türk ve Avrupa tarihinin de önemli dönüm noktalarından birini teşkil etmiştir. Zaferden bir yıl sonra 1365’te Edirne payitaht ilan edilmiş ve bu tarihten sonra Osmanlılar sistemli bir şekilde Balkanlar’daki fetih ve iskân hareketlerini devam ettirmiştir52. Edirne’nin başkent olması Balkanlardaki fetihler için askerî bir üs olarak

kullanılmasının yanı sıra İstanbul’un fethini de kaçınılmaz hâle getirmiştir.

1361’deki fethine kadar kale surlarının haricine çıkamayan şehir yapılaşması, 1365’te Eski Saray’ın (Saray-ı Atik) yapımına başlanmış olduğu tepenin eteklerine53

yeniçeri ve devşirme oğlanlarına ait kışlalar54 yapılmak suretiyle dışarı çıkartılmaya

başlanmıştır. Bursa’da olduğu gibi fethin hemen ardından şehir, kale-şehir durumundan çıkarılarak düzlüğe doğru bilinçli bir şekilde yayılmaya başlamıştır55. Başka bir deyişle,

Kaleiçi şehrin eski sakinlerine bırakılmış, yeni sakinler ise şehrin çevresinde dinî ve sosyal yapılarıyla farklı ve kendilerine özgü bir şehir kurmaya başlamışlardır.

47 Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, Yalınlaştıran: İsmet Parmaksızoğlu, C.I, Ankara, 1979, s.135;

Abdurrahman Hibrî, a.g.e., s.14.

48 M.T. Gökbilgin, “Edirne.”, TDVİA., s.425.

49 Çelebi Camii olarak da geçmekte olup daha ziyade Ayasofya Camii olarak bilinmektedir. Kaleiçi’nde

Keçeciler Kapısı yolu üzerindeydi. Bkz. O.N. Peremeci, a.g.e.,s.53; M.T. Gökbilgin, “Edirne”, TDVİA., s.429.

50 S. Eyice, a.g.m., s.39.

51 Rifat Osman, Edirne Rehnümâsı, s.34.

52 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.1, 7. Baskı, TTK. Yay., 1997, yy., s.167-170.

53 Selimiye Camii’nin yapıldığı Kavak Meydanı civarı.

54 Ratip Kazancıgil, Edirne Şehir Tarihi Kronolojisi (1300-1994), Edirne Valiliği Yayınları No: 8,

İstanbul, 1999, s.16.

55 Özer Ergenç, XVI. Yüzyılın Sonlarında Bursa: Yerleşimi, Yönetimi, Ekonomik ve Sosyal Durumu

Kavak Meydanı civarındaki Eski Saray ve yeniçeri kışlaları hariç tutulursa surların dışındaki iskân amaçlı ilk yapılaşma, Debbağhâne ile ardından Kirişhane mahallelerinden başlamış56 ve çok hızlı bir şekilde devletin ileri gelenleri olan “Edirne

şehrinin kurucuları”57 tarafından devam ettirilmiştir. Özelikle II. Murat döneminde

(1421–1451) hızla artan bayındırlık faaliyetleri nedeniyledir ki “Edirne’yi I. Murat aldı,

II. Murat imar etti” sözü bir gerçeğin ifadesi olmuştur58. XVI. yüzyıla gelinceye kadar; 2 saray, 2 kasır, 21 cami, onlarca mescit, 2 köprü, 4 hamam, 2 imaret, 2 medrese yapılmış59 ve yeni şehrin ilk mahalleleri bu yapıların etrafında, bânîlerinin adlarını

alarak şekillenmeye başlamıştı. Nitekim 1529 yılına ait kayıtlar incelendiğinde Edirne’de mevcut 145 Müslüman mahallesinden 139 tanesi adını bânîlerinden aldığı görülmektedir60.

Osmanlılar bir yandan şehrin altyapı faaliyetlerini devam ettirirken bir yandan da imparatorluk çağının büyük abidevî eserlerini Edirne’de inşa etmeye başlamıştı. Yapımı 1447 yılında biten Üç Şerefeli Camii, mimarî özellikleri nedeniyle imparatorluk çağının ilk büyük örneği sayılmaktadır61. Yine büyük eserlerden olmak üzere 1450

yılında Tunca kıyısında Saray-ı Cedid’in yapımına başlanmış, 1484’de yapımına başlanan II. Bayezid Külliyesi ise dört yıl içinde tamamlanmıştı. 1569 yılında 300 metre uzunluğundaki, 211 dükkâna62 sahip Ali Paşa Çarşısı açılmış, İslâm mabetlerinin en

görkemlisi, Mimar Sinan’ın ustalık eseri olan Selimiye Camii ise külliyesiyle birlikte 1575 yılında tamamlanmıştı.

İstanbul’un fethine kadar payitahtlık konumu koruyan ve bundan sonrada mâmûrluğu artarak devam eden Edirne şehri, her başkentte olduğu gibi birtakım siyasî ve askerî hadiselerin63 yanı sıra debdebeli düğün ve eğlencelere de sahne oldu. Adaiçi

56 M.T. Gökbilgin, “Edirne”, İslâm Ansiklopedisi (MEB.), s.119-120.

57 Ayrıntılı bilgi için bkz. Tayyip Gökbilgin, “Edirne Şehrinin Kurucuları”, Edirne’nin 600. Fetih

Yıldönümü Armağan Kitabı, TTK. Basımevi, Ankara, 1998, s.137-159.

58 Ratip Kazancıgil, Edirne Mahalleleri Tarihçesi (1529-1990), Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne

Şubesi, İstanbul, 1992, s.28.

59 R. Kazancıgil, Edirne Şehir Tarihi Kronolojisi, s.16-32

60 M.T. Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası, s.22-35

61 Halil İnalcık, “Murad II”, TDVİA, C.XXXI, İstanbul, 2006, s.171.

62 M.T. Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası, s.503.

63 Bu hadiselerin en önemlileri arasında sayılabilecek ilk olay, 1446 yılında Edirne’de gerçekleşen

Buçuktepe Vakası’dır. Osmanlı tarihindeki ilk Yeniçeri ayaklanması olan bu vaka neticesinde, II.

Mehmed saltanattan uzaklaştırılmıştır. Aylardır ulufelerini alamayan Yeniçeri’nin isyan sonrası Edirne’nin doğusundaki tepeye çekilmesi ve yapılan “buçuk” akçe zam nedeniyle tepenin ismi Buçuktepe olarak tarihe geçmiştir. Yeniçeri’nin akçe talebinin yanı sıra isyanın asıl sebebinin Veziriazam Çandarlı Halil Paşa ile Rumeli Valisi Şahabettin Paşa arasındaki iktidar çekişmesi olduğu yönünde kuvvetli emareler vardır. Bu olay ile Yeniçeriler ilk defa politikaya alet edilmiş oldu. Konu hakkında detaylı bilgi için bkz. Abdülkadir Özcan, “Buçuktepe Vak’ası”, TDVİA, C.VI, Ankara, 1992, s.343–344.

olarak isimlendirilen Saray-ı Cedid’in bahçe ve korulukları ile Tunca ve Meriç nehirlerinin boyları devlet ricâli ve halkın sayfiye yeri hâline geldi. XVII. yüzyılda I. Ahmed’den itibaren tüm padişahlar, vakitlerinin büyük bölümünü Edirne’de geçirmeye başlamışlardı. Bu yıllarda, günlerce devam eden sürek avları Dimetoka’dan Filibe’ye kadar uzanmış, bu avlar için Saray-ı Cedid ve Edirne civarına da kasır ve köşklerin inşasına girişilmişti64.

Bu dönemde, bilhassa IV. Mehmed’in Edirne’de tertip ettiği şenlik muazzamdır. 1675 yılında yapılan şenlikte, IV. Mehmed’in şehzadeleri Mustafa ve Ahmed’in sünnet merasimi vesilesiyle yapılan şenlikler 18 gün sürmüş, hemen akabinde kız kardeşi Hadice Sultan’ın düğünü için tertip ettiği şenlik ise 15 gün boyunca devam etmiştir. Şenliklerde yapılan muhteşem gösteri ve oyunlar ise başlı başına bir çalışmaya konu olacak niteliktedir65. Artık dünyanın sayılı şehirlerinden olan Edirne’de, l675 yılına gelindiğinde 24 medrese, 220 sıbyan mektebi, 28 kütüphane, 300 civarında cami ve mescit, 32 hamam, 53 kervansaray, 53 han, 6.000 dükkân ve 8 taş köprü vardır66.

XVII. yüzyılın sonlarına kadar birkaç askerî hadiseyi67 hariç tutarsak Edirne huzurlu ve hızla gelişmekte olan bir şehir görünümündedir. Şehrin bu döneme kadar mustarip olduğu konular, daha ziyade doğal afetler ve yangınlardır. Şiddetli depremlerden olmak üzere özellikle 1509 ve 1752 depremleri şehre bir hayli zarar vermiştir. 1509 depremi, artçı depremlerle birlikte tam 45 gün boyunca devam etmiş; 1752 yılındaki depremler ise 14 ay boyunca 30’dan fazla artçı depremle birlikte şehir yapılarının birçoğunu tahrip etmişti68.

64 M.T. Gökbilgin, “Edirne”, İslâm Ansiklopedisi (MEB.), s.111-112.

65 1675 yılında yapılan bu şenlikler ile ilgili çalışma Özdemir Nutku tarafından yayımlanmıştır. Kaynak

ve detaylı bilgi için bkz.: Özdemir Utku, IV. Mehmet’in Edirne Şenliği (1675), TTK. Yay., 2. Baskı, Ankara, 1987.

66 Rıdvan Canım, “Osmanlı Medeniyetinde Muhteşem Bir Payitaht ve Bir Kültür Şehri Olarak Edirne”,

Türkler, C.XII, Yeni Türkiye Yay., Ankara, 2002, s.34-51.

67 Bu olaylar arasında ilk sırada, 1703 yılında vuku bulan ve tarihe Edirne Vak’ası olarak geçen hadiseyi

zikretmek gerekmektedir. İsyan, Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’nin öldürülmesi, II. Mustafa’nın tahttan indirilerek yerine III. Ahmed’in geçmesi ile sonuçlanmıştı. Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’nin siyasî işlere karışarak başta oğulları olmak üzere yakın çevresini uzun yıllar boyunca devlet kademelerinde istihdam etmesi, II. Mustafa’nın üzerindeki nüfuzunun iyiden iyiye artması isyanın bariz sebeplerindendir. Zamanının çoğunu Edirne’de geçiren Padişah, Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’ye yönelen tepkilerinden haberdar edilmeyince Feyzullah Efendi’yi hedef alan isyanın önü alınamayarak ayaklanmanın yönü II. Mustafa’ya dönmüştür. Kaçmaya çalışan Şeyhülislâm Feyzullah Efendi yakalanarak Edirne’ye getirilmiş, büyük hakaret ve işkenceler ile öldürülmüş, II. Mustafa ise tahtı kardeşi III. Ahmed’e bırakmak zorunda kalmıştır. Bu olaydan sonra Edirne’de tahta çıkan III. Ahmed, İstanbul’a dönmüş ve bundan böyle hiçbir Osmanlı padişahı uzun süre Edirne’de oturmamıştır. Detaylı bilgi ve kaynak için bkz. Abdülkadir Özcan, “Edirne Vak’ası”, TDVİA, C.X. İstanbul, 1994, s. 445-446.

68 T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı Deprem Dairesi Başkanlığının verilerine

Edirneli Örfî Ağa’nın bizzat şahit olduğuna göre 31 Temmuz 1752 (H. 19 Ramazan 1165) akşamı vuku bulan depremde, şehirde hasar görmeyen pek az bina kalmıştı. Deprem sonrası Edirne’de sadece üç caminin minareleri ayakta kalabilmiş, 100’den fazla insan hayatını kaybetmişti69.

Depremlerin yanı sıra nehir taşkınları, Edirne şehrinin kurulduğu günden beri maruz kaldığı afetlerdendir. 1509 yılındaki depremin ardından başlayan aşırı yağmurlar nedeniyle Tunca Nehri taşarak civar mahalleri harap etmişti. 1571 ve 1657 yılındaki taşkınlarda Edirne Sarayı da civar mahaller gibi sular altında kalmış, 1747 taşkının da ise 1500 civarında ev tamamen yıkılmıştır.

XV. yüzyıldan itibaren şehirdeki büyük yapılara zarar veren önemli bir etken de yıldırımlardır. Yıldırımlar, Başta Selimiye Camii olmak üzere defalarca minarelerin yıkılmasına sebep olduğu gibi 1489 yılında şehrin 7 ayrı bölgesine düşerek büyük yangınlar çıkarmasına sebep olmuştu. Yine 1700 ve 1732 yılında gerçekleşen yangınlar şehre bir hayli zarar verdiği gibi 1746 yangınında 30 mahalle tamamen harap olmuştu70.

XVIII. yüzyılın ortalarına kadar doğal güzellikleri, bakımlı ve düzgün şehir yapılaşması, abidevî eserleri, canlı ticarî hayatı ve medreselerinde oluşturduğu kültür muhiti71 ile yerli ve yabancı seyyahların hayranlıkla övgüler dizdiği Edirne, yukarıda

bahsedilen ve art arda gelen 1746 yangını, 1747 taşkını ve özellikle 1752 depreminin izlerini uzun süre silemedi. Geliri olan bir kısım vakıf yapıları, ilerleyen yıllarda onarıldıysa da tahrip olan pek çok yapı tamir görmeden metrûk hâlde kaldı; bazıları ise tamamen ortadan kaldırıldı. Bu tarihten sonra şehir gerileme dönemine girerek her gün biraz daha harap olmaya başlamış72 Tayyip Gökbilgin’in ifadesiyle bu olaylar “şehrin

felaketinin de başlangıcını teşkil etmiştir”73.

İbn-i Haldun’un “Devletin ömrü, şehrin ömrü kadar olur”74 faraziyesini haklı

çıkartırcasına gün be gün gerileyen Edirne, başarısız geçen 1768 ve 1786 seferleri sırasında harekât merkezi konumundaydı. Seferlerin malî yükünü çektiği gibi 1787’den aynı verilere göre; 1509 depreminin merkez üssü İstanbul, şiddeti 9 olarak gösterilmektedir. 1751–1752

depremleri ise Edirne-Havsa merkez üssü olarak 9 şiddetinde olduğu görülür. Bkz.

http://www.deprem.gov.tr/tr/tarihseldepremler (21 Haziran 2016 tarihinde erişildi.)

69 Rıfat Kütük, “Edirneli Örfî Mahmud Ağa’nın Hayatı ve Eserleri”, Atatürk Üniversitesi, Türkiyat

Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı:26, Erzurum, 2004, s.201.

70 R. Kazancıgil, Edirne Şehir Tarihi Kronolojisi, s.67-86; O.N. Peremeci, a.g.e., s.26; M.T. Gökbilgin,

“Edirne”, İslâm Ansiklopedisi (MEB.), s.112-114.

71 Aziz Nazmi Şakir-Taş, Adrianopol’den Edirne’ye: Edirne ve Civarında Osmanlı Kültür ve Bilim

Muhitinin Oluşumu (XIV.-XVI. Yüzyıl), Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2009.

72 O.N. Peremeci, a.g.e., s. 27.

73 M.T. Gökbilgin, “Edirne”, İslâm Ansiklopedisi (MEB.), s.113.

itibaren Rumeli’de önüne geçilemeyen eşkıyalık hareketlerinden de doğrudan etkilenmeye başladı75. 1801 ve 1806 tarihlerinde vuku bulan kargaşalarda şehir halkı

âyân ve paşalar arasında kalıp çarpışmalara müdahil olmak durumunda kaldı. Dağlı İsyanlarının şiddetini artırdığı 1791–1808 tarihleri arasında bölgenin ve şehrin asayişi tamamen ortadan kalktı; eşkıyalar Edirne kazasını kuşatmaya kadar işi vardırdı. Ahali eşkıyalardan korunmak için şehrin etrafında hendekler kazarak gece gündüz nöbet tutmak zorunda kaldı.

XIX. yüzyılın başlarından itibaren Balkanlarda gerçekleşen muharebeler, sefer güzergâhındaki Edirne’nin iktisadî olarak yükünü artırdığı gibi göçler nedeniyle demografik olarak da şehrin büyük iniş ve çıkışlar yaşamasına sebep oldu. Yüzyıl boyunca devam edecek bu durum XX. yüzyılda da değişmedi. Şehri hemen her açıdan olumsuz etkileyen ve baştanbaşa değişimine sebep olan durum ise 1829–1920 yılları arası dört defa işgale uğraması oldu.

İlk Rus işgali, 1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşı neticesinde vuku buldu. 12 bin askerle Edirne önlerine gelen General Diebitch’e 20 Ağustos 1829’da şehir savaşmadan teslim edildi. Antlaşmanın imzalanmasında sonra 20 Kasım 1829 tarihine kadar 93 gün, şehir Rus işgali altında kaldı. Edirne Sarayı ve çevresi ile civar köyler işgalden bir hayli etkilendi.

Edirne’ye en fazla zarar veren işgal, 93 Harbi olarak bilinen 1877–1878 Osmanlı-Rus Harbi sırasında cereyan etti. Plevne’nin dördüncü muhasarada düşmesi neticesi on binlerce ahali Rus işgal bölgelerinden göç ederek muhacir toplama merkezi ittihaz edilen Edirne’ye gelmişti. Rus birliklerinin şehre yaklaşması üzerine Edirne Valisi Hüseyin Cemil Paşa geri çekilerek Edirne Sarayı’ndaki cephanenin düşman eline geçmemesi amacıyla dört yüz yıllık sarayı infilak ettirdi. 20 Ocak 1878’de şehri işgal eden Ruslar, 13 Mart 1879’a kadar 445 gün burada kaldılar. Çatalca üzerinden Ayastefenos’a (Yeşilköy) kadar ilerleyen Rus askerleri, civar şehir ve kasabaları da bir hayli tahrip ettiler76.

Edirne’de Müslüman-Türk mahalleleri baştanbaşa harabe hâlini aldı. İki bin kadar ev tamamen yıkıldı, zarar görmeyen cami, mescit, han, köşk ve kasır neredeyse kalmadı. Üç Şerefeli Camii’nin minaresi dahi yortu günü kasten yakılarak yortu

75 Edirne ŞS. 223, s.42b-43a. H.Evahir-i Zilhicce 1201/M.03-13 Ekim 1787.

eğlencesine süs hâline getirildi77. Şehirde salgın hastalıklar baş göstererek yaklaşık

13.000 kişi salgın hastalıklardan hayatını kaybetti78.

İşgalden sonra Belediye Reisi Dilaver Bey’in çabalarıyla Kaleiçi bölgesi yeniden imar edilmeye çalışıldı. Harap durumdaki şehir suru ve bazı binalar temellerinden yıkıldı. Yıkılan eski yapıların ve kale surlarının taşları, yeni yapılan binaların inşasında kullanıldı. Aynı yıllarda Şemseddin Sami’nin yazdıklarına göre Edirne’de; 110 bin ahali, 2 kapalı çarşı, 1 bedesten, 6 büyük ve 160 kadar küçük câmi-i şerîf, 26 mescit, 22 medrese, 3 bin ciltlik bir kütüphane, 18 kilise, 13 havra, 42 tekke, 1 harap saray-ı hümâyûn, 5 kışla, biri askerî diğeri mülkî olmak üzere 2 idâdî mektebi, 1 askerî rüşdiye, 2 mülkî rüşdiye, 1 rüşdiye-i ünâs mektebiyle birlikte 6 tane daha mekâtib-i saire bulunmaktaydı79.

445 gün süren 1878–1879 Rus işgali ile harap olan şehir, toparlanamadan 34 yıl sonra 26 Mart 1913’te Bulgarlar tarafından topa tutuldu. Tam 117 gün, Bulgar işgali altında kaldı. 21 Temmuz 1913’de geri alındı ama 25 Temmuz 1920’de bu sefer de Yunan işgaline uğradı; 25 Kasım 1922 tarihine kadar 2 sene 4 ay süreyle de Yunan işgali altında kaldı80.

1770’lerde Kırım’dan başlayarak Osmanlı’nın geri çekilmesine mukabil, Balkanların muhtelif memleketlerinden yapılan ve sayıları milyonları bulan Müslüman- Türk ahalinin mecburî göçleri, Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar devam etti81.

Çoğunluğu karayolu ile yapılan bu göçler sırasında Edirne ve çevresi çoğu zaman bir toplama merkezi vazifesi gördü. Bu büyük nüfus artışları, salgın hastalıklar ile beraber açlık ve kıtlığı da beraberinde getirdi. Yaşanan işgaller sırasında şehrin fizikî yapısı değiştiği gibi göçlerle nüfusun yapısı ve mahiyeti de bir hayli değişti. İşgal yıllarında

77 Bulgar işgali sırasında 29 Mart 1913 günü Üç Şerefeli Camii’nin minaresi Bulgar komitacılar

tarafından tutuşturularak tekrar yakılmıştır. Bkz. Rifat Osman, Edirne Rehnümâsı, s.33.

78 Rifat Osman, Edirne Rehnümâsı, s.11. Rıfat Osman, lekeli tifodan hayatını kaybeden on üç bin kişinin

kaynak bilgisini, “on sene mukaddem vefat eden Edirneli Doktor Binbaşı Minas Benliyan Efendi’nin

hatıratına nazaran” kaydetmiştir. 93 Harbi’nde, Rus işgal bölgelerinden göç eden ahali için Edirne geçici

olarak muhacir toplama merkezi konumundaydı. Sadece Şubat-Haziran 1878 tarihlerinde, şehirdeki 45 bin muhacirden 10 bininin tifüsten hayatını kaybettiği göz önüne alınırsa, Edirne’de bu sayının çok daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Bkz. Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri (1877-1890), TTK. Yay. Ankara, 1999, s.44-45.

79 Şemseddin Sami, Kamûsu’l-Âlâm, C.II, İstanbul, 1889, s.808.

80 M.T. Gökbilgin, “Edirne”, TDVİA., s.425-428; M.T. Gökbilgin, “Edirne”, İslâm Ansiklopedisi (MEB.)

s.114-119.

81 Yaşanan zorunlu göçler ve etkileri hakkında yapılmış kapsamlı bir çalışma için bkz. Justin McCarthy,

Ölüm ve Sürgün: Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı (1821-1922), Çev: Fatma Sarıkaya, TTK. Yay. ,

saray ve cami çinilerinden, Selimiye Camii kütüphanesindeki değerleri eserlere kadar pek çok tarihî ve nadide eser Avrupa ülkelerine dağıldı.

Cumhuriyet Dönemi’ne gelindiğinde 1750’lerden itibaren tahrip olmaya