• Sonuç bulunamadı

Osmanlı İmparatorluğu’nun Macaristan’dan Çekilmesi ve Habsburglar

Mohaç yenilgisinin ardından Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında çekişme konusu Macaristan konusu olmuş, iki devlet çetin mücadeleler vermişti. Ancak bu çekişme sırasında önce döneme damgasını vuran Kral Ferdinand’ın, ardından Osmanlı’nın kudretli padişahlarından Kanuni’nin Zigetvar Seferi sırasında ölmesi dengeleri değiştiriyordu. 1566 yılında Kanuni’nin vefatı ile Osmanlı Devleti’nde duraklama dönemi başlarken, aynı zamanda Doğu’da Safevî tehlikesinin baş göstermesi Türklerin Batı yolunda ilerlemesi önünde engel teşkil ediyordu. Geçen süreçte Avusturya ordusu ise disiplin, taktik ve silah olarak kendini yeniliyordu.

Bu süreci daha iyi anlamak açısından Avusturya’dan kısaca bahsedecek olursak; Hatırlanacağı üzere, Avusturya’da hükümdarlık yapan ilk Habsburglu, Alman Rudolf von Habsburg veya I. Rudolf’tur. 13. yüzyılda Habsburglular, Güneybatı Alman bölgesinin en etkili kont ailesiydiler. Habsburg Hanedanlığı 1800’lerden önce Orta ve

134 Ferenc ECKHART, a.g.e., s. 129-134 135 Yücel NAMAL, a.g.e., s.11

Doğu Avrupa’da Güney Almanların Roma Katolik Kilisesi’ne geri dönüşünü sağlamış, Osmanlı Harekâtlarını geri püskürtmüş ve Batı uygarlığının yarı oryantal ülkelerde yayılmasını desteklemiştir. Hanedanlık, 1800 yılına kadar, kendini Habsburg olarak adlandırmıştır. Hanedanlığın İmparatoru aynı zamanda, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun da İmparatorudur. 137

V. Karl’ın 1556 yılında tahtı bırakmasından sonra Habsburg hanedanlığı, oğlu II. Philip önderliğinde İspanyol ve kardeşi I. Ferdinand önderliğinde Avusturya olmak üzere iki kısma ayrıldı. I. Philip İspanya, Hollanda, Napoli ile Sicilya ve deniz aşırı kolonileri aldı. Ferdinand kendisi ve arkasından gelecekler için Avusturya veraset topraklarını, Bohemya ve büyük bir kısmı Osmanlılar tarafından fethedilmiş olan Macaristan ve Roma-Alman İmparatorluk unvanını elde etti. Her iki bölge de kendisini Habsburg hanedanlığı olarak adlandırmayı sürdürdü. Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı da sıkı bir siyasi iş birliği içerisine girdiler.138

Macaristan üzerindeki Osmanlı- Habsburg rekabeti 17. yüzyılda Türk idaresinin sonuna kadar sürdü. Avusturya’nın, yıllık vergisini geciktirmesi ve sınırlarda olaylar çıkarması nedeniyle, başlayan ve 1593-1606 arasında III. Murat, III. Mehmet ve I. Ahmet dönemlerini kapsayan sürede devam eden ve Avrupa’da Uzun Türk Savaşları adıyla anılan savaş Eğri Kuşatması, Haçova Muharebesi ve Kanije Savunmaları ile ön plana çıkmıştır. Savaş nihayet 11 Kasım 1606 tarihinde imzalanan Zitvatorok Antlaşması ile sonuçlanmıştır. İşte bu antlaşma ve şartları Türklerin çekilmeye başlaması ve bölgede Habsburg hâkimiyetinin güçlenmesi açısından mühimdir.

Antlaşmaya göre; 1533’ten beri Avusturya için büyük bir yük olan vergiden tek seferde 200.000 duka ödeme şartını kabul ederek kurtulmuştur. Avusturya Arşidükü daha önce protokolde veziriazama eşit ve kardeşi sayılırken artık padişaha eşit olduğu gibi, Nemçe Kralı unvanı yerine “Çasar” olarak tanınmıştır. Antlaşmanın bir başka önemli niteliği ise daha önce yapılan antlaşmaların geçerlilik süreleri dolmadan ateşkes halinin bozulması durumunda savaşlar patlak verirken, Zitvatorok Antlaşması, 20 yıl geçerlilik şartı taşıyor olmasına rağmen elli yıl yürürlükte kalmıştır. Antlaşma maddeleri uyarınca, Osmanlıların toprak kaybı yoktur. Asıl mühim olan sorun ise 1533’te elde edilmiş olan psikolojik üstünlüğün sona ermiş olmasıdır. Ayrıca Avusturya kontrolünde bulunan topraklardan artık vergi alınamıyor olması, Macar topraklarında

137 Efkan CANŞEN, 20. Yüzyılı Hazırlayan Düşünce, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2008, s.11 138 Efkan CANŞEN, a.g.e., s. 23-24

Habsburgların vassallığının resmen tanınması manasına gelmektedir. Osmanlılar bu şartlarda 1541 öncesi politikalarına dönüş ile vassal gördükleri voyvodalıkları koruma altında tutmayı kabullenmişlerdir. Erdel artık yeni bir sınır değil, her iki gücün de ortak yasal haklarının bulunduğu çatışma alanı olarak görülmeye başlanmıştır.139

Zitvatorok Antlaşması Avusturya’nın Erdel’in iç işlerine müdahalesi üzerine bozuldu. Fazıl Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Avusturya ordusunu yenilgiye uğratmasına rağmen imzalanan 10 Ağustos 1664 yılında imzalanan Vasvar Antlaşması ile Uyvar gibi önemli sınır kalelerinden bazıları elden çıktı.140 Yapılan

antlaşma ile tarafların sessizliği tesis edilirken, Erdel hâlâ ortada tampon bir bölge olarak kalmıştır. Avusturya’nın gizlice Erdel’in içişlerinde karışması, özellikle Katolik propagandalar yoluyla müdahaleleri, Erdel ve diğer voyvodaları rahatsız etmiştir.

Bu durumun bir sonucu olarak Tököli İmre’nin Avusturya yönetimi yerine, Osmanlı yönetimine tabi olmayı istemesine rağmen bu konudaki talebi kabul edilmemiştir. Aynı talep ve yardım isteğini Merzifonlu Kara Mustafa Paşa nezdinde yinelemiş ve Avusturya ile savaşa istekli olan veziriazam, bu talebi hemen kabul ederek yardım göndermiştir. Padişah, veziriazam ve asıl ordu Belgrad’a kadar gelmiş, padişah Belgrad’da bırakılarak yola devam edilmiştir. Ancak divanda alınan karara göre, Komorom şehrine düzenlenen seferin yönü, padişahtan bile gizli tutularak Viyana’ya çevrilmiştir.141 II. Viyana Seferi hazırlık, icra ediliş ve diplomasi açısından Osmanlı

savaş teamüllerine son derece aykırıdır. Yerel beylerle problemler çözülmeden ve devlet erkânının çoğundan gizlenerek, en önemlisi Avrupa’nın böylesi bir durumda nasıl bir tepki göstereceği göz önüne alınmadan düzenlenilmiş, iki aylık bir kuşatma süresinden müteşekkil plansız bir seferdir ve başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Jan Sobieski, komuta ettiği birleşik kuvvetlerle zamanında bir müdahale ile Osmanlı ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmıştır.

1683 Viyana bozgunundan sonra, Osmanlıyı Avrupa’dan tamamen atmak üzere Avusturya, Venedik, Lehistan ve Rusya 1699 yılına kadar sürecek topyekün bir savaşa başladılar. Kuşatmadan hemen sonra Estergon, 1685’te Uyvar, 1686’da Budin müttefik

139 Türkan POLATCI, Alican BATMAZ, a.g.m., s. 64

140 Yeliz OKAY(ed.), Macar- Türk İlişkileri Üzerine Makaleler Macar Kardeşler, Doğu Kitabevi,

İstanbul, 2012, s. 28

141 Mustafa TURAN, “II. Viyana Muhasarası: Osmanlı Devleti’nde Siyasi, İdari ve Askerî Çözülme”,

Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı: 9, Ankara, 1998,

s.397-398; Kemal ÇİÇEK, “II. Viyana Kuşatması ve Avrupa’dan Dönüş (1683-1703)”, Türkler, Editörler: Hasan Celal Güzel-Kemal Çiçek-Salim Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Cilt: 9, Ankara, 2002, s. 749-750.

Hristiyan güçlerin eline geçti. Bu savaşlar sonunda en son 1697 yılında II. Mustafa’nın üçüncü Avusturya seferi esnasında, Tisza nehri yakınındaki Zenta’da Osmanlı ordusuna öldürücü bir darbe indirilerek, 16 senelik muharebenin neticesi kesin olarak tayin edilmiş oldu. Bu bozgun, Orta Macaristan’daki Osmanlı ilerleyişini durdurmuş, kaybedilen toprakların geri alınması ümidini ortadan kaldırmıştır. 142 Harp sonunda

yapılan Karlofça Antlaşması Osmanlı İmparatorluğuna yalnız Tisza-Tuna-Moruş köşesini bırakıyordu Ayrıca İmparator I. Lipót (1657-1705), birliği kurulmuş Macaristan’la beraber, Erdel’i de tekrar Aziz István tacı altında birleştirdi. 143

Böylelikle yaklaşık iki asır boyunca kılıç hakkı olarak görülen Erdel’den vazgeçilmiştir. İlk kez Avrupalı devletlerin tavassutu ve istekleri doğrultusunda bir antlaşmanın maddelerinin şekillenmiş olması ise Osmanlı diplomasisi açısından daha büyük bir yenilgi olmuştur. Bu yenilgi sonrası Osmanlılar, Habsburglara karşı siyasi ve askerî bakımdan uzun süreli ve daimî bir üstünlük sağlayamamışlardır. Duraklama emareleri, şimdi bu yenilgi ile yerini gerilemeye bırakmıştır. Osmanlılar artık ellerine imkân geçtikçe taarruz haline ama genel olarak savunma haline geçmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu XVII. asrın son çeyreğinde gittikçe artmakta olan iç çöküşünü dış başarı ve fütuhatla önlemek ve Süleyman’ın siyasetini devam ettirmek istemişler fakat başarılı olamamışlardır. İki yüzyıl süren Hristiyan-Müslüman savaşları sonucunda Macaristan ise o kadar zayıf düşmüştü ki, Osmanlıların yenilgiye uğratılarak ülkeden çıkarılmasından sonra Habsburglar, egemenliklerini bütün ülkeye yaydılar.

Fakat Macaristan, Orta Avrupa’nın bu büyük İmparatorluğunda da eski haklarından birçoğunu koruyabilmiştir. Öyle ki İmparatorluk tahtına geçen Habsburg Hükümdarı’nın ayrıca kendine Macar krallık tacını da giydirmesi, Macar yasalarına, Macaristan’ın ayrı bir statüye sahip olduğuna saygı göstereceğine ant içmesi gerekli olmuştur. Macar feodal meclisi yasalar çıkarabiliyor ve Macar ülke yönetim organı bunlara dayanarak ülkeyi yönetiyordu. Öte yandan bağımsızlık birçok bakımdan görünüşte bağımsızlıktı. Dışişleri, savunma ve maliyeyle ilgili olan kararları ise Viyana’daki merkezî yönetim kurumları alıyordu.144

Bu şekilde Macaristan’a hâkim olan Viyana Hükümeti’nin amacı Macaristan’ı Avusturya eyaletlerinin ekonomisinin ve endüstrisinin kalkınmasını sağlayan bir hammadde yatağı haline getirmekti. Macaristan zengin tarım potansiyeliyle Alman

142 Gülin ORCAN, Macaristan Prensi İmre Thököly, 2005, s. 79 143 Ferenc ECKHART, a.g.e., s.141

eyaletlerinin yiyecek sıkıntısını çözecek, bu sayede Avusturya’nın sanayileşmesini hızlandırmış olacaktı. Macaristan’ın ucuz ürün temin edilebilen bir tarım ülkesinden başka bir şey olarak düşünülmemesi, hem Macar aristokrasisinin hem de mülteci askerlerin tepkisini çekiyordu. Diğer taraftan İstirdat muharebeleri milletten müthiş fedakârlıklar istemişti. Vergiler dehşet verici şekilde ağırdı. Yine bu harpler ülkede mülk düzeninin bozulmasına ve milliyet değişimine de sebep olmuştu. Muharebeden sonra keyfî olarak tarh edilen vergiler ve memlekette konaklayan, merhametten nasipsiz yabancı askerlerin iaşesi ve ibatesi köylüyü dilenecek kadar fakirleştirmişti.

Bütün bunların yanında, 17. yüzyılın son çeyreği ile 18. yüzyılın başları aynı zamanda Macarların Avusturya’ya karşı bağımsızlık hareketlerinin de ortaya çıktığı bir dönemdir. Avusturya İmparatoru I. Lipót’un Macaristan’ı Avusturya’ya bağlama girişimi, Macar halkını Avusturya aleyhine çevirmiştir. 1660’lı yıllardan itibaren başlayan Viyana ile Macaristan arasındaki bu gerginlik sonucu başlayan mücadeleyi Habsburg hükümdarı kan ve ateşle bastırmıştır.

Bunun üzerine Avusturya ülke üzerinde baskıcı bir mutlakiyet düzeni tesis etmiş, bütün bu olaylar büyük bir tepki yaratmış ve Macar milleti Avusturya aleyhine silahlanmıştır. Böylece Macaristan, millî hareketini savunan Kuruc adındaki mücahitlerle, Avusturya’ya sadık Labanc grubunun mücadelesine sahne olmuştur. İç savaşların çok kızıştığı bu devir (1672-1682) Macaristan için çok tahrip edici olmuştur. Bağımsız Macar Krallığı kurmak için Habsburg karşıtı, Katolik aleyhtarı ve soylulara karşı olan bir Macar ulusçu hareketi ortaya çıkmıştır. Kuruc’ların başı olan Kont İmre Thököly Osmanlı padişahına tabiliği tanıyacaklarını vaat ederek yardım istemiştir. Macar isyanını Habsburgları geri atmak için fırsat gören Padişah, Thököly’i Macar kralı olarak tanımıştır. Ardından 1682’de Thököly Macaristan’ın tümünü işgal etmiştir.145

İmre Thököly hareketinin “Osmanlı yandaşlığı” bir neden değil sonuçtu. Mülteci askerler Habsburg’a karşı başlattıkları mücadelede, İstanbul idaresini siyasi ve askerî dayanak olarak görüyorlardı. Bağımsızlık mücadelesinin dış politika kanadı, Osmanlı hegomanyasını bir bakıma kabul etmiş gibi görünse de, hareketin sonucu tam bağımsız Macaristan olarak planlanmıştır.146

Macarların önemli bir kısmının yaşadığı Avusturya’nın güneyinde Protestan Avusturya'yı istemeyen İmre Thököly önderliğindeki Macarlar, Fransız Habsburg

145 Yücel NAMAL, a.g.e., s. 8-9

146 Hüseyin ŞEVKET, Çağatay ÇAPRAZ, “İmre Thököly Gözüyle Osmanlı İmparatorluğu’nun 1694

anlaşmazlığından faydalanarak 1673 yılında ayaklanmış ve Osmanlı Devleti'nden yardım istemişlerdir. Thököly’nin yardım talepleri 1683 yılında kabul görmüş ve Veziriazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Avusturya üzerine sefere çıkmıştır. Sadrazam Kara Mustafa Paşa I. Lipót’a karşı harekete geçtiğinde Thököly de ordusu ile birlikte Pozsany yakınlarında O’na katılmıştır. Osmanlı ordusu 1683 Eylülünde Habsburg ve Lehistan orduları tarafından büyük bir yenilgiye uğratılmış, Osmanlıların aldığı bu yenilgi de Thököly iktidarının sonunu getirmiştir.147

Savaşlar sürerken kendi taraflarına geçmek isteyen kuruc denilen Macar askerlerini ve soylularını (Thököly’nin dışında) affetmişler, onların askerî gücünden Osmanlılara karşı yapılan seferlerde yararlanmışlardır. 17. yüzyılın ikinci yarısında elde ettiği bu zaferler sonunda İmparator I. Lipót’un kazandığı güç Macarlara karşı daha sert bir tavır takınmaya sevk etmiştir. 1687 yılı Macar Millet Meclisine Macar krallık tacının ebediyen Habsburg hanedanı mensuplarının taşıyacağını zorla kabul ettirmiştir. Böylece Avusturya ile Macaristan arasında aşağı yukarı I. Dünya Savaşı sonuna kadar devam edecek bir süreç de başlamış oluyordu.148

İmre Thököly ayaklanışı Macar-Türk ilişkileri bakımından yüz elli yıl boyunca süren bir tarihî sürecin son dönemleridir. Habsburg ilişkileri açısından bakıldığında ise bir mücadele dizisinin başlangıcıdır. Kuruc isyanı her ne kadar başarısız olduysa da, zorlayıcı baskıya dayanan Habsburg mutlakiyeti geçici olarak 1680’li yılların dönemecinde geri adım atmış ve koşullar uygun hale gelmeye başladıktan sonra yeni bir ilerlemeye girmiştir.149

1699 Karlofça Antlaşması’ndan sonra Habsburglar elde ettikleri bu başarıları kendi lehlerine çok iyi kullanmışlardır. Habsburglar, ülkenin boşalan yerlerine Alman, Sırp ve Rumenleri yerleştirip, Macarlara üvey evlat muamelesi yapmıştır. Bu dönemde Macar devletinin birçok idare kurumları yönetim bakımından Viyana’ya bağlanarak Merkeziyetçilik politikası uygulanmıştır.150 Memleket idaresinin yeniden

düzenlenmesinde kanunlarla sürekli vurgulanan ve devam ettirilen muhtariyet usulen dikkate alınmış olmakla beraber, hakikatte Macar devleti birçok noktalardan tamamıyla Viyana makamlarına raptedilmişti.

147 Gülin ORCAN, a.g.e., s. 150 148 Yücel NAMAL, a.g.e., s. 15 149 Gülin ORCAN, a.g.e., s. 84 150 Yücel NAMAL, a.g.e., s. 19

Millî hayata aykırı ve Macarlığın her tabakasını aynı derecede endişeye düşüren hükümet nizamlarının tesiriyle Macar direnişi 1700’lü yıllarda tekrar başlamış ve asilzade sınıfının önde gelenlerinin liderliğinde gelişmiştir. Hareketin başına bu kez II. Ferenc Rákóczi geçmiş ve Macarları 1703 yılında Habsburglara karşı ayaklanmaya çağırmıştır. İmre Thököly ve sonrasında Rákóczi’nin yaptığı muharebelerin esas sebebi din serbestliği meselesi değil, millî serbestliğin, Macarların korunmasıydı.

Rákóczi savaşa başladığı zaman gerçekleştirmek istediği iki düşüncesi vardı. Birincisi Macaristan’ı Habsburglardan ayırıp bağımsız bir devlet yapmak, ikincisi de İmparator ile uzlaşıp, kaldırılmış olan kral seçme ve direniş hakkını eski haline getirmekti. Fransız kralının da desteğini sağlayan Rákóczi, 1705 yılında hemen hemen hiç mukavemetsiz bütün memleketi hâkimiyet altına almıştı. Fakat zamanla Rákóczi’nin askerlerinin maaşları ödeyememesi üzerine bazı askerleri düşman tarafına geçmiştir. Ayrıca serfler ile soylular arasında da bulunan sorunlardan dolayı gerginlikler çıkmıştır. Bu nedenle Rákóczi, 1708’de çıkardığı kanun ile savaşın sonuna kadar askerlik görevi yapan serflerin özgürlüklerine kavuşacaklarını ilan etmiştir. Ancak bu düzenlemelerde çok geç kalınması ve serflerin yığınlar halinde Rákóczi’yi terk etmelerini durduramamıştır. Ayrıca Avusturya’nın da sert tutumundan vazgeçip özgürlük savaşının önde gelen yöneticilerine çeşitli vaatlerde bulunup kendi tarafına çekmeye çalışması da etkili olmuştur.151

Diğer taraftan Fransızların batıda Habsburg-İngiliz kuvvetlerine yenilmesi ve diğer Avrupa ülkelerinden umulan yardımın alınamaması Rákóczi’nin mücadelesini daha da zorlaştırmıştır. Başlangıçta müsait askerî durum yüzünden kuruc ordusuna süratli başarılar temin etmiş olan başkaldırı, Batı harp meydanından icabı kadar kuvveti Macaristan’da savaşa sokmak mümkün olur olmaz, aynı çabuklukla sona erdi. Rákóczi’nin Polonya’da 1711 yılında Rus Çarı ile bir görüşme yaptığı sırada, Macar asilzade sınıfı ve hükümdarın temsilcileri 30 Nisan 1711’de Szatmar antlaşmasını imzaladılar. Bu antlaşmaya göre Kuruc birlikleri kralın temsilcileri önünde silah bırakmıştır. Antlaşma sonunda Macaristan Habsburg İmparatorluğunun bir parçası olmasına rağmen, imparatorluk içerisinde özerkliğini büyük ölçüde yeniden temin etmiştir. Ancak Rákóczi teslimiyet olarak kabul ettiği bu antlaşmayı hiçbir zaman kabul

etmemiş, kendisine önerilen affı da reddederek vatanına dönmemiş ve önce Fransa’ya sonra da Türkiye’ye iltica etmiştir.152

Macar ülkesinin yönetimi ile ilgili olarak, III. Károly (1711-1740) zamanında teşkil edilen krallık idare makamları arasında en yükseği, merkezi Viyana’da bulunan, Krallık Saray Kançılaryası’ydı. Bu makam; tayin, af vs. gibi hükümdarlık hâkimiyetine mahsus işlere dair olan tekliflerini Krala sunar, ayrıca Macaristan’daki makamların raporlarına, tasarılarına aracılık eder ve kralın karar ve emirlerini bunlara bildirirdi. Bütün Macar içişlerini Umumi Valilik Şûrası idare ediyor; para, gümrük, iskân ve genellikle iktisadi ve hazineye ait emlak işleri hariç kanunları, emirleri tatbik eden mahallî makamlar, iller ve şehirlerle Kral ve Kançılarya arasında aracı rolü oynuyordu. Anavatan ile birleştirilmemiş ve Mária Terézia zamanında büyük beylik payesine yükseltilmiş olan Erdel’i idare etmek de Viyana Saray makamlarına bağlı Erdel Kançılarlığı’nın vazifesiydi.153 Netice itibariyle hükümdar, devleti, bu makamalardan

istifade ederek idare ediyordu.

III. Károly’nin ölümünden sonra tahta geçen Mária Terézia’nın (1740-1780) birtakım güçlüklerle mücadele etmesi gerekti. Prusya Kralı büyük Friedrick memleketini genişletmek için monarşinin en zengin eyaleti olan Silezya’yı, Bavyera Kralı Albrecht Karl da, Mária Terézia’nın dedesi ve 1705-1711 yılları arasında Habsburg İmparatorluğu yapan I. Joseph’in kızı olan karısı yoluyla büyük mirasta hak iddiasıyla, Fransa ile ittifak kurarak Yukarı ve Aşağı Avusturya’yı işgal etmişti. Arkasından Bohemya’yı da kendisine tabi kılmıştı. Tehlikeli bir durumda kalan Kraliçe Macarlar’dan yardım istedi.

Toplantıya çağrılan Millet Meclisinde asillerin vergiden muaf olduklarını, Teşkilat-ı Esasiye Kanununda yeniden teyide razı olduğunu bildirince, 1741’de Sınıflar’ı kendi safına çekmeyi başardı. Mecliste toplu müdafaa zaruretine dayanarak asillerin silah başı edilmesi kabul edildi. Macaristan’dan toplanan altmış bin kişilik ordu, Bavyeralılara ve Fransızlara karşı büyük başarılar elde etti. Fakat Mária Terézia savaş neticesinde Silezya’yı kaybetmişti (1748). Burayı geri almak için Friedrich ile yedi yıl süren boş yere bir mücadelenin içine girmişti. Ağır sıkıntılara rağmen II. Friedrick, Silezya’yı Avusturya’ya karşı ilerideki yedi yıl savaşlarında (1756-1763) korumayı başarmış, bunun sonucunda da Avusturya-Prusya karşıtlığı devam etmiştir.

152 Ferenc ECKHART, a.g.e., s.146 153 Ferenc ECKHART, a.g.e., s.149-150

Avrupa’daki değişken mücadeleler ne Prusya’ya ne de Avusturya’ya herhangi bir değişiklik getirmemiştir. Artık bundan böyle Mária Terézia sadece halklarının barışını korumak için çabalamıştır.154

Mária Terézia’nın hükümdarlığı döneminde, kısmi olarak zümrelere göre yapılanmış olan Avusturya’nın akılcılık ve merkeziyetçilik anlamında aydınlanmacı, mutlakiyetçi bir devlete dönüşümünün temelleri atılmış ve bu nedenle de birçok reform yapılmıştır.

Tüm reformların en etkilisi eğitim sistemi reformu olmuştur. Yüksek eğitim kurumları, becerikli ve devlete bağlı memur yetiştiren kurumlar haline getirilirken, alt kedeme okullarda da aydınlanmacı eğitim ve öğretim, din ve ziraat alanında daha iyi bilgilenme, çalışkanlık ve disiplin ön plana alınmıştır. Okullar, toplumsal bütünleşmenin devlet düzeyindeki araçları haline getirilmişlerdir. Mária Terézia, madencilik, askerlik gibi meslek okullarının kurulmasına da ön ayak olmuş, subayların eğitimi için Viyana Neustadt’ta askerî akademi kurdurmuştu. Burjuva subayların sosyal saygınlıkları yükseltilmek zorunda olduğundan, subaylar için sisteme uygun soyluluk, ya savaşa katılmış olmak ya da otuz yıl namuslu bir şekilde hizmet emekle eşdeğer hale getirilmişti. Eğitim ve yönetim reformları, ülkenin, kültürün gelişmesi, toplumsal ilişkilerin değişimi açısından son derece büyük bir önem içermekteydi. Toplumsal anlayışa doğrudan doğruya kilise ve din alanında yapılan reformlarla müdahale edildi. Maneviyatta olduğu gibi maddesel mallar üzerinde de hak sahibi olan kilise en büyük toplumsal kurum olduğundan, onu devletin hizmetine almak ve öncelikle ülke halkının yönetiminde ve etkilenmesinde genel refahı artırıcı devlet kararnamelerinin çok geniş bir kesime yaygınlaştırılmasında bir mekanizma olarak kullanmak, amaca uygun gözükmekteydi. Mária Terézia döneminde, Lombardiya’da 80 manastır laikleştirilmiştir. 1773 yılına gelindiğinde başta Cizvit Tarikatı olmak üzere tüm kutsal yer ziyaretleri ve bayramlar kaldırılmıştır. 1771 yılından itibaren, Avusturya’daki barok inanç sistemi içerisinde yer alan ruhani topluluk kurulması da hükümdarlık iznine bağlanmıştır.

Devletin maliyesinin de oldukça kötü vaziyette olduğunu gören Mária Terézia, bu alanda da reformlar yapmıştır. Ayrıcalıklı sınıflar, sahip oldukları vergi