• Sonuç bulunamadı

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna Hersek’i İşgal ve İlhakı

Balkanları ve dolayısıyla Doğu Avrupa’yı, Bosna Hersek bunalımına doğru adım adım götüren sürecin kökenleri, oluşan bloklaşmalar ve 93 Harbi olarak da adlandırılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na dayanmaktan öte, Bosna Hersek’teki asayişin 1774’de Ruslarla imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşmasından sonra gittikçe kötüleşmesi ile oluşmuştur. Antlaşmada Bosna’yı ilgilendiren bir madde yoktur. Ancak Ruslara Ortodoksları himaye hakkının verilmesi, bu tarihten sonra Bosna’nın sürekli karışıklık içinde olmasına yol açmıştır. Zira başta Sırp ve Karadağlılar olmak üzere yöredeki Ortodokslar, Rusların kışkırtması ile ayaklanmaya başlamışlardır.341

Bu süreçte, “1875 İsyanı” Bosna ve bölge tarihinde büyük bir dönemeç oluşturmuştur. Artık geri dönülemeyecek ve önü alınamayacak şekilde, Sırbistan- Karadağ, onlardan yana ve onlara karşı büyük güçler, Bosna siyasetinin içine girecek ve isyandan sadece üç sene sonra, Avusturya işgali gerçekleşecektir. İşte bahsedilen Bosna Hersek ayaklanması Temmuz 1875’de başlar.342

Temel neden, tarım şartları ve köylüler ve toprak sahipleri arasındaki gergin ilişkilerdi. Bu iki grubun da dil ve etnik kökenleri Güney Slav iken, dinleri farklıydı. Bu nedenle hareketin önceliği sosyal ve ekonomikti, doğası gereği milliyetçilik değildi. Asiler çok güçlü bir konumdaydı. Karadağ’a yakın bölgelerdeki topraklarda ikamet

341 Zafer GÖLEN, Balkanlar El Kitabı, Ankara, s. 373

eden ve tecrübeli savaşçılar olan silahlı dağ kabilelerinden destek geliyordu ve Dalmaçya da yardım gönderiyordu. Olaylar bu şekilde gelişirken Osmanlı İmparatorluğu da, bölgedeki isyanı bastırmaya davet ediliyordu. Bu hadise ile “Doğu Sorunu” yeniden açılacak ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi gerçekleşecekti.343

Balkan topraklarını tam anlamıyla parçalayan Osmanlı-Rus savaşının nedenleri arasında, özellikle Rusya’nın 1870’lerden sonra Panslavist bir politika izlemeye başlaması ve bir vergi sorunu nedeniyle, Hersek halkının 1875 yılında ayaklanması ağır basmaktadır. Osmanlı Devleti’nin savaş sonrasında ağır bir yenilgiye uğramasının nedeni ise, önceki Osmanlı-Rus çatışmalarının aksine, bu kez Rusya, Almanya ve Avusturya’nın birlikte hareket etmeleri ve ortak bir politika izlemeleridir.

93 Harbi sonucunda bilindiği üzere Ayestefanos Antlaşması imzalanmış, fakat uygulanmamıştır. Antlaşmaya göre Osmanlı Devleti’ne bağlı, özerk ve sınırları çok geniş bir Bulgaristan Prensliği kurulacaktı. İkinci olarak Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsız olacaktı. Bunun yanında Bosna Hersek’te reform yapılacaktı. Ayrıca Rusya, Doğu Anadolu’da Kars, Ardahan, Batum, Eleşkirt ve Beyazıt bölgelerini de topraklarına katacaktı. Bu barışa en büyük tepki, Avusturya ve İngiltere’den geldi. Zaten İngiltere 1878 tarihinden sonra Osmanlı topraklarını koruma politikasından vazgeçerek, Osmanlı topraklarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanma eğilimine girmişti. Rusya’nın gerek Balkanlardaki gerekse Doğu Anadolu’daki yayılmacı politikası, hem Avusturya’nın hem de İngiltere’nin çıkarlarını zedelediğinden dolayı, Rusya’ya baskı yapılarak, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Berlin Antlaşması imzalandı.

Antlaşma neticesinde Büyük Bulgar Devleti üçe bölündü: Sofya Bölgesiyle Balkan Dağları’nın kuzeyini kapsayan Bulgaristan, özerk ama vergi ödemekle yükümlü bir eyalet oldu. Balkan ve Rodop Dağları arasındaki Doğu Rumeli ise, Osmanlılar’ın atadığı Hristiyan bir vali yönetiminde yarı özerk bir statü kazandı ve büyük devletlerin himayesine alındı. Makedonya ve Trakya ise Osmanlı idaresine geri verildi. Rusya’nın özerk eyalette en etkin devlet olacağı varsayılıyordu. Rusya’nın bu kazanımını dengelemek için, Avusturya-Macaristan Bosna Hersek’i işgal edip yönetme hakkı elde etti. Zaten en mühim anlaşma kararı da buydu. Rusya Doğu Anadolu’da Eleşkirt ve Beyazıt’ı Osmanlı Devleti’ne geri veriyordu. Girit adası ise özerklik kazanacaktı.344

343 Barbara JELAVİCH, a.g.e., Cilt: 1, s. 382 344 Oral SANDER, a.g.e., 2007, s. 314-315

Sonuçta Rusya güçlü bir konum kazanırken, Habsburg İmparatorluğu’na da Sırbistan’da etkin bir nüfuz da dâhil olmak üzere, batıda benzer bir üstünlük sağlanmış oluyordu.345

1878 tarihli Berlin Antlaşması, özellikle Osmanlı Devleti ve genellikle Avrupa tarihi açısından çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Bir kere Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyıldaki parçalanma sürecinde önemli bir aşamayı oluşturmaktadır. İki büyük devlet, İngiltere ile Avusturya, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikasını bırakmışlardır. Bu tarihten başlayarak, bu iki devletten boşalan yeri Almanya almaya başlayacaktır. Ayrıca Berlin düzenlemesi taraflardan hiçbirini tatmin etmiş değildir. Balkan Slavları aradıklarını bulamamış, Rusya istediği kadar güçlü bir Slav Devleti kuramamış, Avusturya ise Bosna Hersek’i tam anlamıyla sınırları içine katamamıştı. Ayrıca bölgenin Avusturya yönetimine girmesi, Sırbistan’daki ulusçu duyguları körüklemişti. Kısacası, Berlin düzenlemesi bundan sonra ortaya çıkan Balkan bunalımlarının ve belki de I. Dünya Savaşı’nın temelini oluşturur.

Bu dönemde Avusturya-Macaristan’ın amacı, Ruslar tarafından sürekli kışkırtılan Slavları bastırmaktı. Böylelikle bölgedeki Rus etkisi de sınırlandırılmış olacaktı. Fakat bu dönemde milliyetçilik ateşi bütün milletleri ayaklandırmıştı. Bölgedeki etkinliğini artırmak isteyen Avusturya-Macaristan, Berlin Antlaşması’yla elde ettiği Bosna Hersek’e müdahale hakkını kullanarak işgal edecekti.

Nitekim 28 Temmuz 1878’de, Avusturya-Macaristan Hükümeti Bosna Hersek hakkında bir beyanname yayınlayarak askerlerinin sınırı geçmek üzere olduklarını, bunu, düşman sıfatıyla değil, fakat Bosna Hersek’i ve bunlara sınır olan Avusturya- Macaristan arazisini, uzun yıllar boyunca huzursuzluk içinde bulundurmuş olan kötülükleri ortadan kaldırmak üzere yapacaklarını beyan ediyordu.346

Bu beyannamenin ertesi günü Bosna Hersek’in işgali başlamış ve 28 Ekim 1878’e kadar devam etmiştir. Avusturya-Macaristan işgal kuvvetleri komutanı General Filipoviç, Hersek’in merkezi olan Mostar kasabasını şiddetli çatışmalardan sonra ele geçirmiştir.347 Bu mağlubiyete rağmen, halkın Avusturya yanlısı olmaması sonucu

birçok Bosnalı, İmparatorun askerine karşı gelmeye devam etmiştir. General Filipoviç'in

345 Barbara JELAVİCH, a.g.e., Cilt: 1, s. 390

346 Fehmi NUZA, “Bosnalıların Avusturya İşgal Ordusuna Karşı Mukavemetleri “, Türk Kültürü, Sayı:

281, Ankara,1986, s. 590

347 Ali Fuat TÜRKGELDİ, Mesâil-i Mühime-i Siyasiye, C. II, Ankara, 1987 (Yayına Hazırlayan: Bekir

ordusu, Müslümanların ciddi direnişiyle karşılaşmış ve Doboj, Zepçe, Maglay şehirlerine girebilmek için kuzeyde önemli kayıplar vermiştir.348

Fakat Macarlar durumdan hoşnut değildi. Çünkü kendi sınırları içindeki Slav halktan endişeliyken, Slav nüfusu daha da artırmak tehlikeliydi. Avusturya bu askerî harekât için seksen iki milyon florin harcadığı sırada, yeni ödeneklerin istenmesi üzerine, Macar başbakanı Tisza istifa etmiştir. Macarların Bosna Hersek’in ilhakını istememelerinin bir diğer sebebi de, Macaristan’ın idaresi altında bulunan Hırvatların, eyaletin kontrolünü ele geçirmelerinden korkmalarıdır. Diğer taraftan, Bosna Hersek’in işgali, Macar Krallığı’nın Orta Çağlara kadar uzanan buradaki tarihsel haklarını da ortaya çıkarmıştır. Bundan dolayıdır ki, Macarlar bir yandan bölgeyi kendi idarelerine almak düşüncesinde olmuş olmalarına rağmen, diğer yandan zaten topraklarında mevcut olan Slav nüfusunu daha da arttırmak istemiyorlardı.349

Bosna Hersek’in Avusturya Macaristan tarafından işgali, Sırbistan ve Karadağ’da protestolara yol açtı. Bu iki ülke askerî birliklerini, Bosna Hersek’teki dindaşlarını kurtarmak için, Avusturya Macaristan sınırına yığdı. Tuna Monarşisi de işgal ettiği bölgelerde düzeni uzun süre sağlayamadı, her şeyden önce Müslüman Boşnaklar’ın çok sert direnişiyle karşılaştı.350 İşgalin toplumsal boyutu çok önemliydi.

Bosna 400 yıldır ait olduğu ve tam anlamda bütünleştiği Doğu medeniyetinden siyasi çerçeve itibariyle kopuyor ve Batı medeniyetinin o dönemdeki en önemli temsilcilerinden birisi olan Habsburg mülküne dâhil oluyordu.351

Avusturya’nın Bosna Hersek’i işgalini en az Sırbistan kadar tepkiyle karşılayan başka bir devlet ise İtalya’ydı. Nitekim yarımada devletlerinin dış politika kalıplarına uygun olarak, Adriyatik Denizi’nin kıyılarına yerleşip kendini güvenlik altına almak istiyordu.352

Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna Hersek’i işgali buraya da bir yarar sağlamadı. Bosna Hersek’i 1882 ile 1903 yılları arasında yöneten kişi, bir Avusturya-Macaristan diplomatı ve tarihçisi olan Benjamin Kallay idi. Kallay, Avusturya-Macaristan'ın çıkarlarını korumayı temel görevi bildi. İlginçtir ki, 1883

348 Fehmi NUZA, a.g.m., s. 590-593 349 Yücel NAMAL, a.g.e., s. 16

350 Altay ÜNALTAY, Postmodern Ortaçağ, İstanbul, Birleşik,1996, s. 33

351 Osman KARATAY, “ Habsburg İdaresinde Bosna ve Boşnaklar”, Balkanlar El Kitabı, Cilt: 1, Akçağ

Yayınları, Ankara, 2013, s. 527

352 Şennur ŞENEL, “19. ve 20. Yüzyılların Denge Oyununda Balkanlar”, Balkanlar El Kitabı, Cilt: 1,

yılında da Hırvat Banlığına da bir Macar olan Lord Kuen seçildi. Her ikisi de Bosna Hersek ve Hırvatistan’ı, Macaristan’a karşı herhangi bir ittifaka girmemeleri yönünde engelleyici oldular.

Ayrıca, Bosna Hersek’in işgalden sonraki hukuki durumu uluslararası hukuk açısından normal olmayan bir durum teşkil ediyordu. Hukuki açıdan egemen devlet Osmanlı İmparatorluğu’ydu, fakat gerçek güç Avusturya-Macaristan’ın elindeydi. Bu durum, Bosna Hersek’in hukuki statüsünü oldukça karmaşık hale getirmişti. Hukuki olarak Osmanlı Sultanı, egemenliği kullanan güç olarak kabul ediliyordu, ancak uygulamada herhangi bir hukuki gücü olmayan bir kişiydi. Diğer yandan, Bosna Hersek Avrupa’nın isteği doğrultusunda ve Osmanlı ile yapılan uzlaşma sonucu, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’nun önemli bir parçası değil, fakat daha ziyade İmparatorluk sınırları içinde yer alan imtiyazlı bir alandı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna Hersek’teki yönetimi, Berlin Antlaşması’ndan doğan üç koşul ile sınırlandırılmıştı.

Bunlar, Avrupa amaçları doğrultusunda buralara barış ve düzeni getirmek, Osmanlı İmparatorluğu'nun Bosna'daki sürekli egemenliğinin devamı ve Avusturya Macaristan İmparatorluğunun Bosna Hersek için çıkaracağı her yasayı Sultanın onayına sunma zorunluluğu ve temel uluslararası sözleşmeler imzalanırken Avusturya - Macaristan yönetiminin geçici olduğunun belirtilmesi353 idi.

Bu arada Osmanlı Devleti’nde gergin bir siyasi atmosfer vardı ve I. Meşrutiyet ilan edilmişti. Osmanlı Devleti Kırım Savaşı’ndan aldığı borcun faizlerini bile ödeyemeyecek duruma düşmüştü. Borcun süresini uzatmak, faizlerini düşürmek için uğraşıyordu. Ayrıca, daha önce de bahsedildiği üzere, İngiltere artık Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumak niyetinde değildi ve Rus baskısı da ağırlaşıyordu. Bu durumda dönemin padişahı II. Abdülhamit, sözde köklü bir reformla göz boyamak ve İngiltere ile Fransa’dan ekonomik ve siyasal destek sağlamak düşüncesindeydi. Fakat I. Meşrutiyet’ten istenilenler elde edilemedi. Yine de daha fazla toprak kaybına uğramadan ülke 33 yıl idare edildi.

Bir yandan da Osmanlı Devleti’ndeki Almanya etkisi ise her geçen gün artıyordu. Hatta Kayzer II. Wilhelm’in İstanbul’u ziyareti sırasında Haydarpaşa-Bağdat arası demiryolu yapımının Alman şirketlerce yürütülmesi görüşülmüştü. Böylece

353 Ezeli AZARKAN, “Slovenya, Hırvatistan ve Bosna’nın Bağımsızlık Mücadeleleri ve Yugoslavya’nın

Almanya’nın Yakın Doğu ile ilgili planlarını gerçekleştirmesi de kolaylaşacaktı. Almanya ile Osmanlı Devleti arasında böyle bir yakınlaşma görülürken, 1907 yılında İngiltere ile Rusya arasında bir yakınlaşma başlamıştır. Bu tarihte iki devlet arasında bir anlaşma yapılmıştır. Anlaşma İran’daki Rus-İngiliz çekişmesini sona erdirmekle beraber, Afganistan’da İngiliz üstünlüğü tanınıyordu.

Yukarıda da ifade edildiği üzere, bu anlaşma, tarihte “Üçlü İtilaf” adıyla anılan bağlantılar düzenini tamamlayan bir anlaşmadır. Daha önce İngiltere, Almanya ile uzlaşmaya çalışmış fakat bu mümkün olmamıştı. Avusturya-Macaristan ile Rusya da, Almanya’nın desteğine rağmen çıkarları nedeniyle anlaşamıyordu. Görüldüğü üzere yaşanan olaylar ve çıkarlar İngiltere, Fransa ve Rusya’yı aynı safta olmaya itmiştir.

İngiliz-Rus dayanışması özellikle Osmanlı Devleti açısından, 1908 yılında gerçekleştirdikleri Reval görüşmesiyle daha da tedirgin edici bir hal almıştır. Reval’de Boğazlar, İstanbul ve Makedonya’nın geleceği konusunda görüşmeler yapılmıştı. Bu durum Osmanlı Devleti’ndeki İttihatçıları harekete geçirdi. İttihatçılara göre, parçalanma tehlikesinin artması karşısında, Osmanlı Devleti’nin başında parlamenter, yani seçim yoluyla iktidara gelecek güçlü ve sağlam bir hükümetin bulunması son derece önem kazanmıştı. Çünkü özellikle Balkanlar’dan şikâyetlerini kendilerinin ifade edebilecekleri temsilcilerin, İstanbul’daki parlamentoya gelmeleri, reformlar yönünde Avrupa devletlerinin baskılarını azaltabilir, güçlü bir hükümet de bu baskılara karşı koyabilirdi. Bu düşünceler doğrultusunda baskılara dayanamayan II. Abdülhamit, 23 Temmuz 1908’de anayasayı yeniden yürürlüğe koyarak, II. Meşrutiyet dönemini açmıştır.354

Bu arada Berlin Antlaşması neticesi doğan Bosna Hersek bunalımı ise, Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasında ciddi bir problem olmaya devam etmişti. Sırbistan, milliyetçi akımların da etkisiyle Balkanlardaki, özellikle Bosna Hersek ve Makedonya bölgelerindeki bütün Sırpları, kendi sınırları içinde toplama politikasına yönelmişti. Avusturya-Macaristan ise, Bosna Hersek’i topraklarına katarak Sırp milliyetçiliğine ders verme niyetindeydi.

Avusturya-Macaristan’ın amacı, Güney Slavların kaynaşmalarını bastırmaktı. Fakat milliyetçilik ateşi bütün milletleri ayaklandırmış, Sırp milliyetçiliği hareketi, Avusturya-Macaristan topraklarında da etkisini göstermişti. Bütün bunlar olurken Almanya, Bosna Hersek’in Avusturya’ya ilhak edilmesine razı etmek için, Boğazlar

rejiminin Rusya lehine değiştirilebileceği sinyalini vermekteydi. Bu olan bitenler karşısında ise Sırbistan protestoda bulundu.355

Bu sırada Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet’in ilan edilmesi, Avusturya- Macaristan tarafından fırsat olarak algılandı ve bu ortamdan yararlanan Avusturya- Macaristan, Bosna Hersek’i ilhak etti. Keza Bulgaristan da bağımsızlığını ilan etti. Bu hareketin her ikisi de Berlin Antlaşması’na aykırıdır. Habsburg komplosu herhangi bir fiili ilişkiyi değiştirmese de, uluslararası hukukun kutsal normlarını ihlal eder, çünkü Berlin Antlaşması bir bütün olarak Avrupa dengesinin formel temelini oluşturuyordu. Bu yüzdendir ki Bosna’nın ilhakı Avusturya-Macaristan’ın sonunu getiren süreci de başlatmıştır denebilir.356

Bosna krizinden sonraki iki yıl içinde büyük devletlerarasındaki ilişkiler, bir yoklamalar, kararsızlıklar dönemi geçirdi. Bu dönemdeki hareketler karmaşık bir görünümdedir. Rusya, Avusturya-Macaristan’ın yeni bir hareketi karşısında, Balkanlarda statükoyu koruyabilmek için, İtalya’nın desteğini sağlamaya çalıştı. Viyana hükümeti İtalya’nın kaygılarını yatıştırmak üzere, Balkanlarda daha önce onunla yazılı bir anlaşma yapmadan, karşılığında kendisine bir çıkar sağlamadan, yeniden toprak alma işine girişmeyeceğine söz verdi.357

Bosna Hersek’in Avusturya’nın eline geçmesinden fena halde canı sıkılan Sırbistan ise, hemen savaş hazırlıklarına girişti. Sırbistan’ın en büyük destekçisi Rusya ise bu işi uluslararası bir sorun haline getirmek istedi ve bu konuda İngiltere ile Fransa’dan destek bekliyordu. Almanya’nın tutumu işleri değiştirdi. Nitekim Almanya, Rusya’nın bu ilhakı tanımasını, aksi takdirde olacaklardan sorumluluk kabul etmeyeceğini bildirince, Balkan olayları yüzünden Almanya ile savaşa tutuşmak istemeyen İngiltere ile Fransa, Rusya’yı desteklemediler. Bunun üzerine Rusya gerilemek zorunda kaldı ve Sırbistan’ı da daha ılımlı olması konusunda uyardı.358

Bu bunalım Avusturya için başarıyla kapanmış gibi görünse de, aslında bu devletin ilerideki çöküntüsünü hazırlamıştır. Bu olaydan sonra Sırbistan’ın Avusturya’dan korkması şöyle dursun, kin ve intikam duyguları daha da şiddetlendi. Bununla da yetinmeyerek, Bosna Hersek’te Avusturya aleyhinde devamlı kışkırtmalar

355 Pierre RENOUVİN, a.g.e., s.131-132

356 Leon TROÇKİ, Balkan Savaşları, Arba, İstanbul, 1995, s. 21 357 Pierre RENOUVİN, a.g.e., s. 134

yaptı ve karışıklıklar çıkarttı. Rusya bu gerilemeyi kendine yediremedi, Avusturya’dan intikam almak için fırsat kollamaya başladı.

Diğer taraftan, Bosna Hersek’in ilhakı, aynı zamanda iki milyon Slav nüfusun da Avusturya-Macaristan’a katılması anlamına geliyordu. Ülke içindeki huzursuzluk ve Slav nüfusun huzursuzluğu, Katolik Hırvatistan şemsiyesi altında üçlü bir yönetim ile çözülmek istendi. Kimileri, Hırvatistan’ın Avusturya ve Macaristan ile birlikte eşit ortaklık statüsüne yükseltilmesini isterken, kimileri Hırvatistan’a tam bağımsızlık verilmesi ve bir Güney Slav Devleti’nin Hırvat güdümünde oluşturulmasını istedi.

2.5. I. Dünya Savaşı’na Giden Yol ve Avusturya-Macaristan