• Sonuç bulunamadı

Mohaç Meydan Muharebesi ve Osmanlı Hâkimiyeti

Mohaç Tuna nehrinin batı kıyısı üzerinde yer almaktadır. Jeopolitik konum olarak da kilit noktası niteliğindedir. Yavuz Sultan Selim’den sonra 18 Mayıs 1521’de tahta çıkan Kanuni Sultan Süleyman hemen harekete geçerek Orta Avrupa’nın kilidi, Osmanlı sınırında yer alan ve 1456 yılında fethedilemeyen Belgrad Kalesi’ni, 29 Ağustos 1521’de fethetti. Belgrad’ın fethi, Macaristan’a yönelik Osmanlı baskısının artmasına yol açtı. II. Lajos’un (1516-1526) krallığı, Osmanlı saldırısına dayanacak güçte değildi.

Bu esnada, Kutsal Roma Germen İmparatoru I. Maximilian, 1516’te yapılan bir anlaşma ile Macaristan üstünde otoritesini kabul ettirdi. Söz konusu anlaşmayla, II. Lajos’un varis bırakmadan ölmesi durumunda Macaristan tahtının, I. Maximilian’ın torunu ve II. Lajos’ un kız kardeşi ile evlenen Ferdinand’a geçmesi kabul edildi. Osmanlı saldırıları durdurulamazsa hem Macaristan’a hem de Orta Avrupa’daki Habsburg mülklerine zarar geleceğini anlayan II. Lajos ve Ferdinand, Kutsal Roma Germen İmparatoru ve İspanya Kralından yardım istedi. Fakat yardım kabul edilmedi.109

Türkler, Macarlarla daha önceleri yaptıkları savaşlar sayesinde; Macar askerî teşkilatının çöktüğünü, Macarların orduya yön verecek derecede kuvvetli komutanlardan yoksun olduklarını ve hudut boyunca uzanan serhat kalesi sisteminin de

108 Sadık Müfit BİLGE, a.g.e, s. 9-10 109 Sadık Müfit BİLGE, a.g.e, s. 15-16

mevcut olmadığını öğrenmişlerdi. Sultan Süleyman’ın 1525 yılı sonbaharında Mohaç Seferi’ne hazırlık yapmasında bu durumun da etkisi vardır. Mohaç Savaşı öncesinde Macaristan’daki durum her zamankinden daha kötü bir vaziyetteydi. Şöyle ki; Macar halkı bölünmüş halde olup ekonomik durumu kötü olan köylüler, Türkleri kurtarıcı olarak görmekteydiler.110

Kanuni Sultan Süleyman’ın ilk seferi olan Belgrad, Rodos ve Mohaç seferleri incelendiğinde, fetih sebeplerinin, siyasi ve dinî olmak üzere iki temel çerçevede gelişmiş olduğunu görürüz. Osmanlı sultanları, Anadolu’da birliği sağladıktan sonra siyasi ve dinî anlayışlarının ve belki de, tarihî konjonktürün kendilerine yüklediği sorumluluğun gereği olarak, devletin sınırlarını sürekli Batıya doğru genişletmeyi hedeflemiştir. Birçok Batı ülkesinin Osmanlı hükümranlığının altına girmek zorunda kalması ile de bu hedefte oldukça net bir başarı elde edilmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman’ın Osmanlı Devleti’nin stratejik çıkarlarını korumak ve ülke sınırlarında Osmanlı Devletine galip gelebilecek bir gücün oluşmasına meydan vermemek için seferlere çıktığı görülmektedir. Géza Perjés, Mohaç Seferini incelerken, Kanuni’nin asıl amacının toprak kazanmak olmadığını, asıl amacının Habsburglar’a karşı Macaristan’da bir üsse sahip olmak olduğunu ifade etmiştir.111

16. yüzyılın yirminci yıllarında Macaristan imparatorluk gözüyle tehlikeli olduğu veya zenginliği dolayısıyla fethi gereken bir ülke olmaktan çok, Habsburglara karşı tampon bir devlet olarak önem taşımaktaydı. Döneminin güçlü devletlerinden biri olmasının Osmanlı Devletine yüklediği sorumluluk anlayışı da, savaş sebeplerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır.

Kanuni Sultan Süleyman, Mohaç seferi için hazırlık yaparken diğer taraftan Macaristan Sarayı, içinde bulunduğu tehlikenin farkına vararak, Katolik batı hükümdarlarına elçiler göndermek suretiyle yardım talebinde bulunmuştur. Ayrıca Macar Kralı II. Lajos’un isteğiyle tüm kiliselerde halktan gümüş toplanmıştır.112 1526

yılı, Orta Avrupa’da yeni bir dönemin başlamasına imza atmıştır. Hristiyanlar için bir felaket olarak anılacak olan Mohaç Savaşı arifesinde, İmparatorun kulağına Büyük Türk’ün Macaristan’ı istila edeceği haberleri geliyordu.

110 Yaşar YÜCEL, Muhteşem Türk Kanuni İle 46 Yıl, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991, s. 30 111 Şefaattin SEVERCAN, “Kanuni Sultan Süleyman’ın İlk Yıllarında Osmanlı Fetih Politikası ve Mohaç

Fetihnamesi”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:6, 1995, s. 117

Bunun yanı sıra Papa, Türk tehdidine karşı bir Hristiyan birliğin oluşturulmasını istemiş ve öncelikle kendi aralarında bir barış sağlamak durumunda olduklarını belirtmiştir. Ayrıca Macaristan’ın ayaklanma ve iç savaş yüzünden mahvolduğunun da altını çizmiştir. Fakat Osmanlı’ya bir darbe indirmenin ön şartı olan İspanya ve Fransa arasındaki savaşı sona erdirme konusundaki bütün çabaları sonuçsuz kalmıştır.113

Neticede Osmanlı ordusu, 29 Ağustos 1526’da artık Macar karargâhının karşısındaydı. Varad Piskoposu, Türklerle savaşmanın Macarlar için felaket olacağını söylemişse de Macar asilzadelerinin çoğunluğu, Osmanlı ordusuyla savaşmaktan yanaydı. Macar askerleri, Türklere karşı daha önce hiçbir Macar Kralının cesaret edemediği bir meydan savaşında Osmanlı Sultanını yenebileceklerini düşünüyorlardı. Karargâhtaki bir grup ise, Türklerle barış yapılmasını ve vergi ödenmesini teklif ediyorlardı.114

Tarihin en başarılı imha muharebelerinden olan ve yalnızca iki saat süren Mohaç Meydan Muharebesi’nde, Macar ordusu hezimete uğradı. Macaristan, Bohemya ve Hırvatistan Kralı II. Lajos, bütün üst düzey komutanlar ve yedi piskopos ile Macar askerlerinin büyük bölümü savaş alanında öldü ya da bataklıklarda boğuldu. Binlerce asker ise esir edildi. Mohaç’tan 3 Eylül günü hareket eden Osmanlı ordusu, 11 Eylül 1526’da Macaristan Krallığı’nın başkenti Buda’yı fethetti. Daha sonra Macaristan tahtını Erdel Voyvodası Janos Zapolyai’ya (1526-1540) verdi. Kanuni Sultan Süleyman ve Osmanlı devlet adamları Tuna’nın ötesinde bütünüyle yabancı bir ülkede, doğrudan Osmanlı idaresi kurmanın güç ve masraflı olacağını görerek, Macaristan’ı Eflak ve Boğdan gibi haraç ödeyen tabi bir devlet haline getirdiler.115

1526 yılında Mohaç Meydan Savaşı’yla Macar Krallığının ortadan kalkması ve genç kralının savaş meydanında ölmesiyle, Avrupa tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır. Göstermiş olduğu tüm çabaya rağmen Avrupa’nın anahtarı Macaristan, Türkler karşısında havlu atmak zorunda kalmıştı.116 Bununla beraber Avrupa’nın Macarlar

üzerine yüklediği bu ağır yük Mohaç yenilgisinden sonra Macarların ağır bir travma yaşamasına neden olmuştur. Bağımsız Macar ortaçağı 1526’da Osmanlıların Mohaç meydanında Macar ordusunu tam bir yenilgiye uğratmasıyla son bulmuştur.

113 Özlem KUMRULAR, Osmanlı-Habsburg Düellosu, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2011, s. 40

114 Mustafa IŞIK, “Mohaç Savaşı ve Budin’de Osmanlı Hâkimiyetinin Tesisi Meselesi”, Uluslararası

Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 22, s. 273

115 Sadık Müfit BİLGE, a.g.e., s. 17-18 116 Özlem KUMRULAR, a.g.e., s.15

Takiben I. Ferdinand’ın Macar tahtı üzerinde hak iddia etmesi, Osmanlılar ve Habsburglar arasında Macaristan topraklarında iki yüz yıl sürecek uzun ve kanlı bir çekişmenin başlangıcı oldu. Hatırlanacağı üzere 1516 yılında yapılan antlaşma ile II. Lajos’un varis bırakmadan ölmesi durumunda tahtın Ferdinanad’a geçeceği kararlaştırılmıştı.

Orta Avrupa, Akdeniz ve Kuzey Afrika’da, Hristiyan Avrupa’nın en güçlü hükümdarı olan Almanya ve İspanya taçlarına sahip Habsburg İmparatoru ile İslam dünyasının en güçlü hükümdarı olan Osmanlı padişahının karşı karşıya geldiği, siyasi, diplomatik ve askerî bir mücadele ortaya çıktı. Biri Osmanlı Devleti, diğeri Kutsal Roma Germen İmparatorluğu himayesindeki iki Macar kralı arasındaki savaş, I. Ferdinand’ın zaferiyle bitti. 1527’de Buda’yı ele geçiren Ferdinand Tarcal’da yapılan savaşta Janos Zapolyai’yı yendi ve Macaristan Kralı olarak taç giydi. Erdel’e çekilmek zorunda kalan Janos Zapolyai Türklerden himaye istedi. Bunun üzerine artık kendisine Erdel Kralı denilecek olan Janos Zapolyai’yi Feridnand’a karşı korumak üzere Habsburglara karşı sefere çıkılacağı bildirildi.

Kanuni Sultan Süleyman Macar tahtını korumak, Buda’yı geri almak ve Habsburgları Macaristan’dan atmak maksadıyla, 10 Mayıs 1529’da Viyana Seferi’ne çıktı. Buda fethedildi ve Janos Zapolyai’ya Osmanlı Devleti’ne tabi olarak Macaristan Krallık tacı giydirildi. Bunun üzerine İstanbul’a gelen Ferdinand’ın elçileri, Kanuni Sultan Süleyman’a, I. Ferdinand’ın Macaristan Krallığında hakkı olduğunu ve krallık kendisine verilirse her sene Osmanlı hazinesine Janos Zapolyai’nın verdiği kadar, hatta daha fazla vergi vereceğini söylediler. Fakat daha sonra yapılan bir görüşmede, Sadrazam İbrahim Paşa Macaristan’ın iki defa kılıçla fethedildiğini, Janos Zapolyai’nın oraya kral yapıldığını, bu nedenle padişahın burayı kime isterse verebileceğini, Macaristan istenmekte devam edilirse, Osmanlı ordularının Alman sınırına kadar gelebileceğini ifade ederek teklifi reddetti.117

Özetle Türklerin Avrupa’da ilerlemesi sırasında karşılarına çıkan ilk ciddi güç olan ve Hristiyan Avrupa’nın bayraktarlığını yapan Macarlar, Mohaç Muharebesinde yok edilmiş ve savaş sırasında Kral II. Lajos da ölmüştür. Belgrat’ın fethi ile birlikte Macaristan ve doğal olarak da Avrupa önemli bir kalesini yitirmiştir. Bundan sonra Macar toprakları Türkler ile Habsburglar arasındaki mücadelelere tanık olmuştur.

1526 yılında yapılan Mohaç Meydan Muharebesi, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da kazandığı son büyük zaferlerden biri iken, Macar tarihinde ise bu savaş bir dönüm noktasıdır. Macarlar açısından bu savaş Macar Ortaçağının sonu sayılmaktadır. Zira bu savaşta sadece Macar ordusu imha edilmekle ve Macar kralı öldürülmekle kalmamış, Macaristan önce Türkler, daha sonra ise Avusturyalılar arasında bölünmüş ve Macaristan’daki Türk hâkimiyeti 1686 yılına kadar 150 yıldan fazla sürmüştür.118

Mohaç Savaşı ile Macar topraklarına hükmetme yolunda büyük bir adım atan Osmanlı Devleti, Macar topraklarını kademe kademe hâkimiyetine alma yoluna gitmişti. Bu amaçla Sultan, Macaristan topraklarını doğrudan hâkimiyetine almadan kendisine bağlı bir tampon devlet haline getirmeyi uygun bulmaktaydı. Osmanlı Devleti bu sayede ani fetihlerin doğuracağı tepkilerin dozunu da azaltmış olacak, böylelikle yavaş yavaş Osmanlı idaresine ısındırılan bölge, daha sonra tamamen ilhak edilecekti.119 Ayrıca Janos Zapolyai’nın etrafında güçlü insanların bulunması ve halkın onu meşru Macar kralı olarak görmesi devam ettiği sürece, Macaristan’da tam bir Osmanlı hâkimiyetinden söz edilemezdi. Muhtemelen bu kaygıdan dolayı, fetihten sonra Sava Nehri yanındaki yerler haricinde hiçbir yere yeniçeriler yerleştirilmemiş, vergi tahrirleri yapılmamış ve hiç kimseye tımar dağıtılmamıştı. Tüm bu gelişmelerden hareketle Macaristan’da henüz Osmanlı hâkimiyeti için gerekli şartların oluşmadığını, bölge halkının Osmanlı idaresine birden bire değil de tedricen alınması gerektiğini anlıyoruz.

Mohaç Savaşı’ndan sonra Macaristan’da istikrar bozulmuş ve taht mücadeleleri baş göstermiştir. Jagellon hanedanına mensup olan Macar Kralı Lajos’un çocuğu olmadığından Macar kont ailesi mensuplarından Erdel voyvodası Janos Zapolyai, Erdel ve doğudaki bazı Macar beyleri tarafından 15 Kasım 1526 tarihinde Macar kralı olarak seçilmiştir. Zapolyai’nın bir kısım Macarlar tarafından kral seçilmesi, Fransa’yı ve taraftarlarını sevindirmiştir. Zira Fransa’nın Habsburglulara karşı mücadelesinde Zapolyai doğal bir müttefik olacağı düşünülmüştür.120

1529 Viyana Seferi ve Birinci Viyana Kuşatması ile 1532 Alman Seferi Habsburgları Macaristan’dan atmak içindi. Biliyoruz ki, başarısızlıkla sonuçlandı. Ayrıca I. Ferdinand Macar topraklarını Osmanlılara karşı savunmasının imkânsızlığını

118 Géza PERJÉS, Mohaç Meydan Muharebesi, (özetleyen Şerif Baştav), TTK Basımevi, Ankara, 1992, s.

5

119 Ekmeleddin İHSANOĞLU, Osmanlı Devleti Tarihi, Feza Gazetecilik A.Ş, İstanbul,1999, Cilt:1, s. 35 120 İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi, Cilt: 2, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1998,

gördü. Osmanlılar da Orta Avrupa’da daha da ilerlemenin lojistik imkânsızlık yüzünden sınırlı olacağını gördü. Bunun yanı sıra mesafeden dolayı Ferdinand kolayca taarruz edebilirken, Osmanlı ordusu mesafenin uzaklığı sebebiyle daima seferber halinde bulunmak zorunda kalıyordu. Hâlbuki ordu İstanbul’a dönmeyerek o tarafta kışlayıp ertesi sene ilkbaharda Viyana üzerine yürüyerek kesin bir sonuç elde etse bu sürüncemeli ve çekişmeli hâl son bulacaktı. Böyle yapılmadığından Macaristan davası uzayıp gidiyor ve hem askerin hem de hazinenin telefine sebep olunuyordu.121 Neticede

I. Ferdinand’ın 1533’te İstanbul’a gönderdiği elçileriyle Estergon kalesinin anahtarını Kanuni Sultan Süleyman’a sunmasıyla bu çekişme son buldu. Yapılan müzakereler sonucu 22 Haziran 1533’te İstanbul Antlaşması imzalandı. I. Ferdinand protokolde Osmanlı sadrazamı ile denk tutulacaktı. Ayrıca I. Ferdinand Janos Zapolyai’ya ait topraklara tecavüz etmeyecek ve elinde tuttuğu yukarı Macaristan toprakları için Osmanlı hazinesine her yıl 30 bin altın vergi ödeyecekti. Bu arada Janos Zapolyai ve I. Ferdinand arasında 1538 yılında Osmanlı Padişahından gizli bir antlaşma imzalandı. Varadin Antlaşması’na göre, birbirlerinin krallığını tanıyacaklar ve Janos Zapolyai, çocuğu olsun ya da olmasın ölmesi halinde topraklarının Habsburg hanedanına geçmesini kabul etti.122

Zapolyai’nin ölümü işleri içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Sultan Süleyman bu durumda Macar Krallığının Habsburglar karşısında tutunamayacağını, Habsburgların ilerlemesinin Osmanlılar açısından tehlike arz edeceğini düşünüyordu. Bu noktada stratejik açıdan önemli bir şehir olan Budin’e sahip olmak önemliydi. 1541’de Kanuni, Ferdinand’ın ordusunu yenilgiye uğratarak Budin’i bir Osmanlı beldesi haline getirdi. 1543’te de Estergon Seferi gerçekleştirilerek Budin’in güvenliği tam anlamıyla sağlandı. 1541 yılında Budin’in Osmanlı idaresine geçmesi ve padişah adına hutbe okunması farklı bir durum meydana getirmektedir. Zira bu suretle daha önceden gevşek bağlarla Osmanlı Devletine tabi tutma siyaseti artık Macaristan’ı kesin olarak ilhak etme siyasetine dönüşmüştür. Bu sayede de 1541 yılı hem Macarlar hem de Türkler için bir dönüm noktası olmuştur. Pál Fodor, esasında Sultan Süleyman’ın başlangıçtan beri Macaristan’ı ilhak etmeyi düşündüğünü ancak bazı sorunlardan dolayı bu hedefini 1541 yılına kadar ertelemek zorunda kaldığını belirtmektedir.123 Ancak muhtemelen Budin’i

121 İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, a.g.e., s. 340 122 Sadık Müfit BİLGE, a.g.e., s. 23

123 Pál FODOR, “Macaristan’a Yönelik Osmanlı Siyaseti, 1520-1541”, İ .Ü. Tarih Dergisi, 2004, Sayı 40,

henüz bu aşamada savunamayacağını düşünmüş olacak ki; Budin’i Zapolyai’ya vermiştir. Çünkü Budin ve Macaristan Osmanlı topraklarından oldukça uzak ve henüz oradaki halk Osmanlı idaresine hazır değildi. Diğer taraftan ise Habsburg ve Şarlken tehlikesi vardı. Sultan Süleyman, bu tehlikelere karşı Macarları belki de bölmek ve kendisine karşı Habsburgluların önderliğinde birleşmesini engellemek için Zapolyai’yı kendi tarafına çekmek suretiyle farklı bir siyaset uygulamıştır.

Osmanlılarla Ferdinand arasında vuku bulan çatışmaların ardından 1547’de İstanbul Antlaşması imzalandı. 1547’de imzalanan ve beş yıl geçerliliği bulunan antlaşma ile Avusturya elinde bulundurduğu Macar toprakları için, yıllık 30.000 duka vergi vermeyi kabul ve İstanbul’da daimî bir elçi bulundurma hakkını elde etmiştir. Bunun yanında tarafların toprak konusu üzerinde münakaşa ve anlaşmazlığa düşmemesi Erdel’in statüsünü de yansıtmaktadır. Erdel, Osmanlı himayesinde kabul edilmiştir. Bu süreçte Erdel sınır çatışmalarının merkezi olmaya devam etmiştir. Antlaşmanın yürürlükte olduğu süre zarfında sınırlardaki küçük çatışmalar ve politikalar yerini savaşlara bıraksa da her iki tarafın da tercihi doğrudan muharebe etmek yerine kale ve şehir kuşatmaları olmuştur.124

Osmanlılar, Avusturyalılara nazaran daha başarılı bir fütuhat süreci neticesinde bugünkü Slovakya topraklarını ele geçirmiştir. Arşidük Ferdinand’ın askerî kuvvetleri, Osmanlı sınır kuvvetleri karşısında sürekli bir mağlubiyet serisine kapılıp gittiğinde, en mantıklı hamleyi yaparak Sultan Süleyman’dan antlaşma isteminde bulunmuştur. Osmanlıların, Safevî Devleti ile problem yaşamaları ise bu antlaşma istemine sıcak bakmalarında etkili olmuştur. 1562 yılında daha önce yapılan antlaşma şartlarını taşıyan sekiz yıllık bir antlaşma yapılmıştır. 1564’te Arşidük Ferdinand’ın vefatı ile taraflar antlaşmanın kalan altı yılının yenilenmesi taraftarı iken, Erdel Bölgesi’nde patlak veren olaylar ile ortam yine gerginleşmiştir. Avusturya hemen askerî bir müdahale ile saldırıya geçerken sınırlardaki Osmanlı beyleri ve valileri de derhal karşılık vermişlerdir. Sultan Süleyman bu sınır çatışmalarına son vermek için ordunun başında yeni bir sefere çıkmıştır. Daha önce iki defa istediğini yapmaya muvaffak olamayan Sultan Süleyman, bu kez nihai bir sonuç için elinden geldiğince Eğri ve Zigetvar bölgelerine şiddetli saldırılarda bulunarak Avusturya ordusunu meydan muharebesine

124 Türkan POLATCI, Alican BATMAZ, “Doğu- Batı İmajı Gölgesinde Konstantinopolis ve Beç: XVI.

zorlayacak, başarılı olduğu nisbette sonuç farketmeksizin Viyana üzerine yürüyecekti. Fakat eceli kendisine Zigetvar’dan daha ileriye gitmeye müsaade etmemiştir. 125

Görüleceği üzere Orta Avrupa’nın en itibarlı ülkelerinden biri olan Macaristan, 16. yüzyılda iki büyük devletin, Habsburg ve Osmanlı imparatorluklarının cenderesi altında devlet olarak bağımsızlığını kaybetti. Ülkenin batı kesimi Habsburg İmparatorluğunun: orta ve doğu kesimleri ise Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği altına girdi. 126 Evet, Türk yönetimi altında bir Macar milleti vardı ama kökenlerini

hatırlamayan, Hristiyanlıkla beraber Avrupalılaşan bu toplum, eski kültürlerinden artık çok uzaklaşmıştı.127 (Bkz. Harita 7-8, s. 393)

Netice olarak, Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) Macaristan’ın büyük bir kısmı Osmanlı idaresine geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğuna bağlanan Macaristan, Erdel Prensliğine bağlanan yerler ve Avusturya’nın elinde kalan Kuzey Macaristan olmak üzere üç kısma ayrılmıştır. Diğer bir ifadeyle, Ferdinand’ın bölgesi, Osmanlı Sancağı Macaristan ve Erdel Krallığı128

Eski Macar Krallığı arazisinde oluşan bu üç iktidardan Krallık Macaristan’ı olarak da adlandırılan Ferdinand’ın bölgesi, Adriyatik Denizi kıyısından Szatmar iline kadar, ülkenin batı ve kuzey kısmından oluşur ve yönetim merkezi Pozsony’dur.129

Erdel’in doğrudan doğruya Osmanlı İmparatorluğuna bağlı olduğu dönemde Macaristan’ın bu kısmı, Avusturya-Habsburg hâkimiyeti altındadır ve bu bölgeye Kuzey Macaristan denilmektedir.

Türk egemenliğindeki kısım ülkenin ortasında, Nograd’dan Aşağı Tuna ve Sava Nehrine kadar, Balaton Gölünden Temesköz’e kadardır. İdari ve askerî merkezi Budin kalesidir.

Macar Krallığının en az gelişmiş kısmında müstakilleşen Erdel ise, Maramoros’tan Karansebes Banlığına ve Nagyvarad’dan Szekelyföld’e kadar uzanan bölgedir ve yönetim merkezi Gyulafehervar’dır130. Budin’in ilhak edilmesiyle birlikte

125 Türkan POLATCI, Alican BATMAZ, a.g.m., s. 63

126 Pál FODOR, “Ondokuzuncu Yüzyılın İlk Yarısında Macar Reform Hareketleri ve 1848-49 Devrimi”,

Macar Özgürlük Mücadelesi ve Osmanlı-Macar İlişkileri Sempozyumu Dumlupınar Üniversitesi,

Kütahya, 2002, s. 42

127 Nicolae JORGA, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Cilt: 3, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2009, s. 244 128 İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, a.g.e., s.497

129 Günümüzde Slovakya’nın başkenti olan Bratislava şehridir. 130 Günümüzde Romanya’nın Alba Luka şehridir.

Erdel’in Osmanlı İmparatorluğuna vassal olarak bağlanması fiilen 1541 yılında gerçekleşmiştir.131

Krallık Macaristan’ı, Yukarı Macaristan’la batı ve kuzeybatı hududunda dar bir şeritten ve topu topu takriben yirmi küçük ilden ibaretti. Yeni oluşan düzende dış siyaset meselelerini, aynı zamanda çok mühim Macar dışişlerini, hükümdarın makamında teşkil edilmiş olan Gizli Şûra, harp işlerini de orada kurulan Harp Şûrası idare ederdi. Pek çok muharebe zamanında Harp Şûrası Macaristan’da en büyük kuvvet olmuştu. Türklerle en önemli toprak meseleleri üzerinde cereyan eden birçok siyasi münasebet ve sulh anlaşmalarıyla da Harp şûrası meşgul oluyordu. Diğer taraftan eski Sınıflar Teşkilat-ı Esasiye Kanunu baki kalmıştı. Vergi tarhına oy vermek üzere Millet Meclisi sık sık toplantıya çağrılıyordu. Kral ile sınıflar arasındaki ikilik ise hâlâ mevcuttu. Millet Meclisi kararlarında her adımda sürtüşme yaşanıyordu. Fakat memleket hükümdarın yardımına muhtaç duruma düştüğü için, bu tarz sürtüşmelerde galip gelen yine hükümdar oluyordu. Sınıflar rejiminin bir müessesi olan iller de baki kalmış, hatta gelişmişti.

Krallığın Osmanlılarla müşterek uzun sınır boyunu, sıra halindeki serhat kaleleri koruyordu. Hatta bu kalelerin mevcudiyetinin korunması hususunda kral ile büyük mülk sahipleri gayret gösteriyorlardı. Zira bu serhat kaleleri bütün Orta Avrupa’yı da koruması açısından mühimdi. Viyana makamlarının mücadele ettiği daimî mali güçlükler yüzünden, bilhassa resmi barış zamanlarında muhafızlar ücret almadıkları için yağmacılığa mecbur oluyorlardı. Hatta yabancı ücretliler krallık arazisinde bile yağma yapıyorlardı. Bundan dolayı Millet Meclisi şikâyetlerinin ardı arkası kesilmiyordu.132

Türk-Macar Muharebeleri, XVI. asır sonunda bile, Macar ahalisinin büyük ölçüde telef olmasına sebep olmuştur. O devirden kalma yazılara göre, Anadolu kadın erkek Macar esirlerle dolmuştu. Osmanlı kuvvetlerinin dokunmadıkları şeyleri de, sadrazamların müsadesiyle memlekete gelen Kırımlı Türk çeteleri mahvetmişti. Metruk kalan Macar kulübelerine Erdel’in dağlık bölgelerinden inen Rumenleri yerleştiler. Türk-Macar muharebelerinin neticesi olarak Türklerin elindeki arazide tamamıyla harap olmamış köy hemen hemen yok gibiydi. Buralara sonra, başka yerlerden gelenler yerleşmişlerdi. Önceleri tamamen Macar olan Güney Macaristan’ın eski ahalisi