• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devletinin Avrupa’ya Geçişi ve Türk-Macar İlişkileri

14. yüzyılın sonu ve 15. yüzyılın başı, Papalık ve İmparatorluk müesseselerinin temelinden sarsılarak mahallî krallıkların kurulduğu ve gittikçe millileşen devletlerin kuvvetlendiği bir zamandı. Halk, mahallî beylerin ve dış istilacıların tasallutundan kurtulmak için, kralların himayesi altında yaşamanın zaruri olduğunu anlamıştı. Böylece eski mahallî idarelerin gevşemesine ve kral etrafında gruplanmalara şahit olunuyordu.73

70 Şerif BAŞTAV, a.g.e., 1991, s. 48-49 71 Ferenc ECKHART, a.g.e., s. 90-91 72 Şerif BAŞTAV, a.g.e., 1991, s. 13 73 Şerif BAŞTAV, a.g.e., 1991, s. 22

X. yüzyılda iki dil konuşan Macarların en eski Macar, şahıs ve yer adları genel olarak Türkçedir. Bizans İmparatoru Konstantinos Porphyrogennetos’a göre Macarlar Türkçe konuşmaktaydılar.74 İskitlerin ve Atilla Hunlarının soyundan geldiklerini öne

süren Macarlar XV. yüzyılda doğulu Müslüman kardeşleri olan Osmanlılara karşı Hristiyan Batının coşkulu savunucusu olmuşlardır.75 Durum böyle olunca tarih, farklı

dinlere mensup iki kardeş toplumun çarpışmalarına tanık olmuştur.

Macaristan’ın Osmanlı’nın fethinden önceki sınırları, bugünkü Macaristan, Slovakya, Hırvatistan ve Slovenya ile Sırbistan’ın kuzeyindeki Voyvadina, Sırbistan ve Romanya arasında bölüşülen Banat, bugün Romanya’da kalan Transilvanya ve Ukrayna’da kalan Ruthenya bölgelerini içine alıyordu. 330 bin kilometrekare büyüklüğündeki Macaristan Krallığı; Macaristan, Erdel, Slavonya ve Hırvatistan mülklerinden meydana geliyordu.76

Macarlar, bağımsız olarak sürdürdükleri hayatlarının başlangıcından beri, çeşitli Türk kavimlerinin komşusu, ortağı, alıcısı ya da satıcısı olmuş, Türklerin etkisi altında kalmış ve bu iç içe ilişki yüzyıllar boyunca sürmüştür.77

İlk Osmanlı-Macar ilişkileri Osmanlıların Rumeli’ye geçmesiyle başlamıştır. Niğbolu (1396) Savaşı’yla Türklerin Haçlı Ordusunu dağıttıktan sonraki yıllarda, Macarların Tuna boyundaki birçok kalesini ele geçirdikten sonra Erdel’e akınlar yapmıştır. 78

Bazı tarihçilere göre ilk Osmanlı-Macar teması 1363 baharında gerçekleşmiştir. Papanın en Hristiyan kral dediği, 1342-1382 yılları arasında hüküm süren I. Lajos (Büyük Layoş), Eflak ve Bosna Voyvodalarıyla beraber Makedonya’da Sırplarla ve daha sonra Bulgarlarla birleşmiş ve Edirne’ye doğru yürümüştür. Meriç civarında Sırpsındığı denilen mevkide bu birleşik kuvvet ve Türk ordusu karşılaşmıştır. Uzun Macar-Türk ilişkilerinin başlangıç noktası bu olay olarak görülmüştür. Müttefik ordu ağır bir yenilgi almıştır. Macar Kralı Türklerin ne kadar tehlikeli olduğunu bu savaştan sonra tecrübe etmiştir. Bunun üzerine Macaristan, Lehistan ve Dalmaçya’da Türklere

74 László RÁSONYİ, Türk Devleti’nin Batıdaki Varisleri ve İlk Müslüman Türkler, Türk Kültürü

Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1983, s. 9

75 Reşit Saffet ATABİNEN, Doğu Avrupa’nın Uygarlığına ve Yerleşmesine Türklerin Katkıları, Çev.

Nihal Önol, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayınları, İstanbul, 1987, s. 28-29

76 Sadık Müfit BİLGE, a.g.e., s. 3

77 Éva CSÁKI, “Eski Türk-Macar İlişkilerine Dair”,

http://www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/index.php/TKHBVD/article/viewFile/688/678

karşı bir haçlı seferi düzenleyebilmesi için Papadan destek istemiştir. Fakat durum Papa tarafından kabul edilse de başarısızlıkla sonuçlanmıştır.79

Esasında 1300 yılı civarında yapılan Haçlı Seferi projelerinde Türklerin, Batı Anadolu’yu istilası Haçlı ordusunun Filistin’e giderken halledeceği küçük bir mesele olarak kabul ediliyordu. Hristiyan Avrupa, Türk ilerleyişinin önemini ancak 14. yüzyılın başlarında Latin mülkleri ve ticari ulaşımı, Ege Denizi’nde cihat faaliyetlerinde bulunan Türkmen gazilerinin günden güne artan hücumlarına maruz kalınca fark etti. Böylece İslamiyetin denizlerde Avrupa’ya doğrudan bir meydan okuma teşkil etmesiyle İslamiyet ile Hristiyan âlemi arasındaki uzun mücadelede tamamen yeni bir durum ortaya çıktı.80

Daha sonra ülkesinin sınırlarını güneye ve doğuya yaymak ve Osmanlılara karşı asıl Macaristan’ın önüne bir savunma hattı oluşturmak için Macar Kralı I. Lajos Bulgarlara ve Osmanlılara karşı 1365 baharında sefere çıkmıştır. Macarlar, Bulgaristan’da Katolikliği yaymak istiyordu. Fakat 1368-69 yıllarında Bizans İmparatoru’nun desteğini alan Bulgarların Macarları yenilgiye uğratması üzerine emellerine ulaşamadılar. Osmanlıların 1371’de Meriç Nehri kıyısında Çirmen’de Sırplar’ı bozguna uğratmasının ardından Macaristan Kralı I. Lajos Eflak, Boğdan ve Bosna birlikleriyle birleşerek Osmanlılara karşı bir haçlı seferi düzenlemek ve Edirne üzerine yürümek için Papa’dan destek istedi. Ancak Eflak ve Boğdan’ın Osmanlılarla savaşa yanaşmamaları bu sefere imkân vermedi.81

Sultan I. Murad’ın, Balkanlı güçlere karşı 15 Haziran 1389’da kazandığı I. Kosova Savaşı’ndan sonra Osmanlılara Macaristan Krallığı’ndan başka karşı koyacak bir güç kalmamıştı. Bu tarihlerde de hatırlanacağı üzere Macaristan Kralı olarak da, Büyük Lajos’un ölümünden sonra süren karışıklıkların ardından, Macar tahtına oturan Jagellon Hanedanından Sigusmund bulunuyordu.

Osmanlıların Balkanlar’da en tehlikeli düşmanı haline gelen, Avrupa’nın büyük ve güçlü devletlerinden olan Macaristan, artık Katolik Avrupa’nın sınır kalesi haline gelmişti. Osmanlıların bir taraftan Adriyatik Denizi ve Mora Yarımadası, diğer taraftan Tuna nehri kıyılarına ulaşmaları Avrupa’da endişeye neden oldu. Macaristan ve Venedik, Osmanlı tehdidine karşı harekete geçerek Papa’nın da desteğiyle Batı

79 Erdal ÇOBAN, a.g.m., s.185

80 Halil İNALCIK, a.g.e., 2014, s. 10-11 81 Sadık Müfit BİLGE, a.g.e., s. 3-4

Hristiyan dünyasını bir Haçlı Seferi düzenlemek için ikna ettiler. Papa’nın girişimi ile Macaristan Kralı Sigismund komutasında, Osmanlılara karşı Haçlı Seferi düzenlendi.82

1396’da Macar Kralı Sigismund’un önderliğinde Türklere karşı yapılan Niğbolu Seferi, Macaristan için çok tehlikeli bir hal alan Türk ilerlemesine karşı yalnız başına dayanamayacağını anlayan Sigismund’un, Avrupa’da geniş bir diplomatik faaliyete girişerek, Avrupa ordusunu harekete geçirmeye muvaffak olduğundan bir Haçlı Seferi manzarasını almıştı. Sigismund’un bu muvaffakiyeti onun Avrupa ölçüsünde mühim bir diplomat olduğunu da göstermiştir.83

Büyük Haçlı ordusu, 25 Eylül 1396’da Niğbolu’da Sultan I. Bayezid komutasındaki Osmanlı ordusu karşısında bozguna uğrayarak başarısız oldu. Osmanlıların Avrupalı müttefik güçlerle karşı karşıya geldiği ilk mücadele olan Niğbolu Savaşı, Osmanlı-Macar düşmanlığını körükledi ve Macarlar için Osmanlı tehlikesini arttırdı.84

Diğer taraftan, Türklerin Niğbolu’da gösterdikleri mukavemetten sonra, Batı Avrupa’nın cesareti kırılmış ve Doğu Avrupa’yı Türklerle baş başa bırakmıştır. Bu muharebede Hristiyan orduları hemen tamamen mahvolmuş ve seferin ele başılığını yapan Macar Kralı Sigismund, hiç olmazsa bir müddet mukavemet edemeyecek bir hâle gelmişti. Buda’ya götüren yollar istedikleri takdirde daha o zaman Türklere açılmıştı. Bu seferin Batılılar namına çok acı bir ders olmasından dolayı, Batılı hükümdarlar artık kendilerine felaket getiren Doğu meselesi ile daha fazla meşgul olmak istemiyorlardı.85

Macarlar açısından Niğbolu yenilgisi ise, Avrupa toprağının Türklerden kurtarılması yerine, Türk egemenliğinin Avrupa’da kesin olarak sağlanmasına yol açtı ve savaş günü adeta Macar tarihinin kaderini değiştiren bir dönüm noktası oldu. Macar tarihinin ve Macar siyasetinin o günden itibaren odak noktası haline gelen Türk tehlikesi, Macaristan’ın önünde ilk defa bütün büyüklüğü ve ciddiyetiyle gözler önüne seriliyordu. Niğbolu yenilgisi sonunda Macar askerî otoritesi çok sarsılmış ve bundan sonra Macarlar Balkanlar’da yeniden bu otoriteyi sağlayabilmek için bir hayli beklemek zorunda kalmışlardır.86

82 Sadık Müfit BİLGE, a.g.e, s. 5-6 83 Şerif BAŞTAV, a.g.e., 1991, s. 52 84 Sadık Müfit BİLGE, a.g.e, s. 5-6 85 Şerif BAŞTAV, a.g.e., 1991, s. 24

86 Hicran YUSUFOĞLU, Osmanlı-Macar İlişkileri, Türk-Macar Dostluk Derneği Yayınları, Ankara,

Niğbolu’da Macar ordusunun hemen hemen mahvedilmesi, hiç olmazsa bir müddet için Sigismund’un Türklere karşı bir mukavemet teşkilatı kurmasına engel oldu. Bayezid, arzu ettiği takdirde Macaristan ve Buda yolunu tutabilirdi. Niğbolu Muharebesi’nden sonra artık Macar tarihinin üç yüz sene müddetle başlıca problemi olan Türk meselesi ortaya çıkmaktaydı.87

Niğbolu Muharebesi’nin gayesi, Türkleri Balkanlar’dan atmakla kalmayarak Kudüs’e kadar gitmekti. Fakat artık, Avrupa’da bu zamandan sonra yapılan ve Haçlı Seferi mahiyetinde hareketler, daha çok nefis savunması maksadıyla yapılan mahallî savunmalardan ibaret kalıyordu. 14. yüzyılın Haçlı Seferi gayretleri, devrin zihniyetinde değişiklik husule geldiğini, bütün Hristiyanları bundan böyle mukaddes bir gaye uğruna harekete getirmenin imkânsız olduğunu, kısmi teşebbüslerin ise, hezimetle sona ermeye mahkûm bulunduğunu açıkça göstermişti.88

Bu arada Osmanlı Devleti 1402-1413 yıllarını kapsayan Fetret Devri adı verilen kısa bir duraklama dönemi yaşadı. Balkanlar’da Osmanlı Devleti’ne bağlı topraklarda hiçbir hareket olmaması, Balkan devletlerinin Osmanlı’ya karşı birleşmemesi ve bu kritik dönemde Osmanlıların Rumeli’yi ellerinde tutmayı başarması Osmanlı Devleti için büyük şanstı. Balkan devletlerinin Osmanlı egemenliğinde kalışında, Avrupa’nın karışıklık içinde olmasının ve Macarların Balkanlarda, özellikle Ortodoks mezhebine karşı gerçekleştirdikleri din savaşlarının büyük payı vardır. Ayrıca Macaristan Niğbolu yenilgisi sonucu oluşan ülkedeki iç karışıklıklar ve taht kavgalarıyla uğraşıyordu.89

Dış politikada da en mühim mesele Türk tehdidiydi. Ankara bozgunundan sonra çok çabuk toparlanan Türkler, Çelebi Mehmet idaresinde Eflak’ta fetihlere girişmiş, Tuna üzerinde tahkimat yapmaya başlamışlardı. Sigismund, Fransız-İngiliz ihtilafında İngilizlere yardımı düşünüyordu. Venedik’e karşı infial duymakta, Almanya’nın güney ticaretini Cenovalılara çevirerek Venedik’i mahvetmeyi düşünmekteydi. Bütün bu mühim meseleler arasında Sigismund’un reform hazırlıkları yarıda kalmıştır. Ayrıca 1414 ve 1417’de Konstans’ta (Almanya’da bir şehir) önerdiği reform projeleri halk tarafından itimatsızlıkla karşılanmıştır. Zira ticareti ve gereken parayı başkalarından bekliyordu. Bu sebeple şehirli halk bu reform hareketini desteklemekten kaçınmış, prensler de rağbet göstermemişlerdir.90

87 Şerif BAŞTAV, a.g.e., 1991, s. 55 88 Şerif BAŞTAV, a.g.e., 1991, s. 7 89 Hicran YUSUFOĞLU, a.g.e., s. 109 90 Şerif BAŞTAV, a.g.e., 1991, s. 14

Daha sonraki süreçte Sigismund, 1428’de Belgrad’ı Sırplardan alarak Osmanlıların önüne bir set çekmiş oldu. Zira Belgrad, Orta Avrupa’nın kapısı sayılıyordu. Osmanlı Sultanı II. Murad, Belgrad’ın Macarlardan alınması için Evrenosoğlu Ali Beyi görevlendirdiyse de başarılı olunamadı. Papa IV. Eugene’nin girişimi ile Osmanlı Devleti’ne karşı yeni bir Haçlı Seferi düzenlendi. Janos Hunyadi komutasındaki Haçlı ordusu 1443’te Niş’de Osmanlı ordusunu yendi. Ancak Sofya’nın doğusundaki İzladi Geçidi’nde geri püskürtüldüler.91

Bununla beraber, 15. yüzyılın nafile geçen denemeleri Papaları yine de ümitsizliğe düşürmemiş ise de bu devir artık, eskinin Papalık ve İmparatorluk gibi kurumlarının temelinden sarsıldığı ve yeni kralların gittikçe büyüyen ve millileşen devletlerin kurulduğu devirdi. İnsanların zihinlerinde kendi memleketlerinde meydana gelen karışıklıkların tesiri, Haçlı Seferlerinden daha fazla yer tutuyordu.92

Bu arada 11 Temmuz 1411’de Macar Kralı Sigismund oy birliği ile Alman Kralı seçilmişti. Sigismund, Venedik’in entrikaları ve Kuzey İtalya şehirlerinin çıkardıkları zorluklar yüzünden uzun bir mücadeleyi müteakip 1431’de Milano’da Lombardia Demir tacını, 1433’de Papa IV. Eugenius’un elinden Roma’da Mukaddes Roma- Cermen İmparatorluğu tacını giymiştir. Papanın aracılığı sayesinde Venedik ve Sigismund barıştırılmış, fakat Dalmaçya’nın Venedik’e terki icabetmiştir. Sigismund’un İmparatorluk tacını kazanması, Almanya hesabına hiçbir değişiklik meydana getirmemekle beraber, Macarlar bakımından bunun büyük bir önemi vardı. Macaristan’ın, Almanya ile aynı şahıs idaresinde birleştirilmesi, memleketin ananevi siyasetinin terk edilerek Alman oryantasyonunun yerleştirilmesi anlamına geliyordu. Sigismund’un Macar politikasını, Çek-Alman-Macar mihverine bağlamak suretiyle ve özellikle Habsburg prensi Albert’i damat seçmekle, Türklere karşı yeni bir savunma sistemi meydana getirmeyi düşündüğü şüphesizdir.

Sigismund’un hazır mirasına konan Habsburglar, bu politikaya sahip çıkmış ve onu sürdürmüşlerdir. Habsburgların 1291’de Rudolf’un ölümünden 1437 tarihinde, Sigismund’un ölümünün ardından, damadı V. Albert’in İmparator seçilmesine kadar İmparatorluk tacını elde edememeleri, bu aile namına sanki ilahî bir lütuf olmuştu. Zira bu bir buçuk asırlık zaman içinde dış hadiselerden zarar görmeden, Almanya’da büyük bir araziye sahip olmak suretiyle hatırı sayılır bir iktidar sağlamışlar ve Albert

91 Sadık Müfit BİLGE, a.g.e., s. 7 92 Şerif BAŞTAV, a.g.e., 1991, s. 7

zamanında yeniden ele geçirdikleri İmparatorluk tacını, Birinci Dünya Savaşı’na kadar bir daha ellerinden bırakmamışlardır.93

Kutsal Roma Germen İmparatoru ve Macaristan Kralı Sigismund’un, 9 Aralık 1437’de ölümünün ardından yerine geçen damadı Albert (1437-1439) döneminde de, Türkler ile mücadele devam etmiştir. 1438’de Macar topraklarına saldıran Osmanlı Sultanı II. Murad Mayıs-Ağustos 1439’da Sırbistan’ı işgal ve ilhak etti. 1440’da Türkler Macaristan’a büyük bir akın yaparak 70 bin civarında esir aldılar.94 Döneme damga

vuran önemli Macar komutanı Hunyadi, Kral Albert zamanındaki Türk muharebelerinde de kendini göstermiş, bu sebeple Kral onu Szörény’e Ban yapmıştır. Sonra Belgrad komutanı ve Erdel Vajdası tayin edildi. Böylece bütün Güney hudut müdafaası ona bırakılmış oldu. Macar Kralı Albert’in ölümünden sonra taht meselesi yüzünden karışıklık içinde bulunan memleketin müdafaası sadece onun komutanlık kabiliyetine ve büyük aile servetinden gelen kuvvet kaynaklarına dayanıyordu. Albert öldükten sonra asillerin geneli, Türklere karşı mücadelede Lehistan’ın yardımını almak maksadıyla tahta Leh kralı Ulászló’yu (1440-1444) getirdiler. Albert’in ölümünden dört ay sonra László adlı bir oğlu dünyaya geldi. Annesi her ne kadar László’yu varis yapmaya çalışsa da başarılı olamadı.95

1443 yılına gelindiğinde Hunyadi Güney Macaristan asilleriyle yalnız sınırları müdafaa etmemiş, yukarıda da bahsedildiği üzere, aynı zamanda taarruza geçmiş ve Türk ordusunu mağlup ederek Balkan dağlarına kadar ilerlemişti. Bununla beraber sert kış mevsiminde Macar ordusu korkunç dağları aşamadığından seferden de kalıcı bir netice elde edilememiştir. Macar ordusunun çekilmesinden sonra Türkler çıkarıldıkları eyaletleri tekrar işgal ettiler. Hunyadi’nin komutanlık kabiliyeti artık bütün Avrupaca da tanınmış ve Osmanlıları geri atma gayretlerinde bilhassa Papadan yardım görmüştür.96

Öyle ki Osmanlı Devleti ile Macaristan arasında, 1444’te on yıl süreli Edirne- Segedin Barış Antlaşması imzalanmıştı.

Bu arada Osmanlı Devleti Anadolu’daki karışıklıkları da büyük oranda halletmişti. II. Murad her tarafta barış ortamını garantilediği düşüncesiyle kendi isteğiyle tahttan çekilmişti. Bunu fırsat bilen Macar Kralı Ulászló, Bizans ve Papa vakit kaybetmeden bir Haçlı Seferi hazırlığına daha girişerek yapılan anlaşmaya uymadılar.

93 Şerif BAŞTAV, a.g.e., 1991, s. 16-17 94 Sadık Müfit BİLGE, a.g.e., s. 7 95 Ferenc ECKHART, a.g.e., s. 97 96 Ferenc ECKHART, a.g.e., s. 98

Avrupa’daki Osmanlı kuvvetlerinin mahvedilmesi için bunu bir fırsat olarak gördüler. Toplanan Macar ordusunun toplamı ancak on bin kişiden ibaret olduğu halde bu kadar az askerle yinede Türkleri Avrupa’dan çıkaracaklarını böbürlenerek söylüyorlardı.97

1444 baharında Macar-Eflak ordusu Tuna’yı aştı. Sultan II. Murad büyük ısrar ve ricalarla ordunun başına çağrıldı. Varna ovasında gerçekleşen çarpışmada, Macar ordusunda çözülmeler başladı.98 Macar Kralı’nın savaş esnasında öldürülmesi Türkleri

daha da cesaretlendirdi ve savaş Türklerin galibiyetiyle sonuçlandı.

Esasında Varna yenilgisi Papa’nın ve Venedik’in takip ettiği tutarsız politikanın neticesiydi. Çünkü beklenen yardımlar ve destek ya gecikmeli olarak yapılmış ya da hiç yapılmamıştır. Varna yenilgisi Macaristan’ı oldukça olumsuz etkilemiştir. Nitekim Macar Kralı Varna Muharebesine giderken ülkenin idaresini üç naibe bırakmıştı. Kralın vefatı üzerine Macar ordusunu komuta eden Hunyadi Janos ülkede oluşabilecek bir kargaşanın önüne geçmek için acele memleketine döndü. Fakat Hunyadi Janos döndüğünde Habsburgların Macar tahtı üzerindeki iddiaları yeniden canlanmış, ülkede nizam altüst olmuştu. Macaristan içindeki kaynaşmalar ve dış müdahaleler, Macaristan’ın Türkler karşısındaki durumunu tehlikeye sokmuştu. Türklerle girişilecek bir savaşta Macaristan’ın dağılması muhtemeldi. Merkezî idarenin kuvvetlendirilmesi gerekiyordu. Bu işi başarabilecek yeterlilikteki tek kişi Hunyadi Janos’tu. Hunyadi ilk iş olarak Türklerin muhtemel taarruzlarına karşı hudutları tahkim etti. Bunun yanında Varna’da uğradığı yenilgiden sonra sarsılan siyasi nüfuzunu artırmak maksadıyla uzun bir çalışmaya koyuldu. Yeni Macar Kralı Albert’ın oğlu V. László henüz çocuk yaşta olduğundan Hunyadi, 1446’da kral naibi seçildi. Naipliğinin ilk yıllarında iktidarını artırmış, dağılan kral mülklerinin mühim bir kısmını geri almış, boşalan hazineyi düzene koymuş ve orduyu güçlendirmiştir.99

Varna savaşından yaklaşık dört yıl sonra, 1448 yılında yapılan İkinci Kosova Savaşında ise, Macar ordusu Varna Savaşı’na katılan ordudan daha kalabalıktı. Ordu özellikle iyi teçhiz edilmiş ve ateşli silahlar bakımından Türk ordusundan üstündü. İlk günkü muharebe iki taraf atlılarının birbirlerini tartmaları ile geçmiş, hatta Türk ordusuna bir gece baskını düzenlenmiş ise de püskürtülmüştür. 18 Ekim 1448’de şafakla başlayan muharebe çok kanlı geçmiş, karşılıklı top atışları şiddetlenmiş, 19

97 Hammer PURGSTALL, Büyük Osmanlı Tarihi, Cilt:1, Milliyet Yayınları, İstanbul, 2010, s. 261 98 Halil İNALCIK, Devlet-i Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, Türkiye İş Bankası

Kültür Yayınları, İstanbul, 2009, s. 107

Ekim günü Hunyadi’nin yaptığı cesur hücumlara rağmen Türk ordusunu ve Sultan Murad’ı çevreleyen orduyu sarsamamış, iki tarafın topçu ateşi her tarafı cehenneme çevirmiştir. Macar ordusundan yavaş yavaş firarların başlaması ve Hunyadi’nin idare ettiği hücumun kırılmasıyla savaş Osmanlıların lehine sonuçlanmıştır.100 Hunyadi

bundan sonra Türklere karşı büyük çaplı bir taarruza geçemedi. Büyük taarruz harplerinin sona ermesi; Balkan ittifakının zayıflaması, Türklere karşı mücadele eden kavimlerin ümidinin kırılması ve Türklerin ilerlemelerine karşı ciddi bir engelin kalmaması anlamına geliyordu. Daha büyük hedeflere yönelebilirlerdi. Nitekim bu olayların akabinde İstanbul’un fethi gerçekleştirildi.

Türkler artık Tuna hattının son istihkâmlarına taarruz, bunları kısmen de işgal ediyorlar, hatta başta Erdel olmak üzere zaman zaman Macar topraklarına giriyorlardı. Güney Macaristan’da Macarlar’ın azalması bu devirde başlamıştır. Şu da bir gerçek ki seçkin komutan Hunyadi Janos olmasaydı Macaristan daha XV. asrın ilk yarısında kurban gidebilirdi. Hunyadi’nin mühim zaferleri Osmanlıları memleketten yetmiş yıldan fazla uzak tutmuştur.101 Kral Sigismund döneminde Macar ordu komutanlığı

yapmış olan Hunyadi, Türk muharebelerinde büyük yararlılık göstermiştir. Rumen knezlerinden oluşan bir küçük aileye mensup olan Hunyadi, Macar Sınıflarının temsil kabiliyetini gösteren somut bir örnektir.

Türklerin Orta Avrupa’da ilerleme teşebbüsleri bütün Avrupa’da büyük bir korku yarattı ve savunma önlemleri alınması zarureti hâsıl oldu. Papadan teşvik gören kilise mensupları, köy köy dolaşarak vaizler veriyor ve büyük miktarda para topluyorlardı. Fakat Alman prensleri hiçbir faaliyet göstermediler. 1454 ve 1455’te toplanan üç Millet Meclisi, işbirliği maksadıyla bir plan bile hazırlayamadı. Hristiyan âleminin savunması yalnız Macarların omuzlarına yükleniyordu.102

14. yüzyılda İmparatorluk, bir Haçlı Seferini tertip etmek ve buna başarılı bir sonuca erdirebilmek için gerekli bir paraya ve insana sahip değildi. Almanya’da başlıca iki tarikat vardı. Bunlar Alman Şövalyeleri ve Kılıç tarikatıydı. Bunların ikinci derece meşgalesi, Hristiyan olmayanlarla mücadele etmekti. İmparatorluk içinde mukaddes bir harbi idare edecek bir adam bulmak da güçtü.103 Bu çabalar 15. yüzyılda da devam etti.

100 Şerif BAŞTAV, a.g.e., 1991, s.115 101 Ferenc ECKHART, a.g.e., s. 97 102 Şerif BAŞTAV, a.g.e., 1991, s. 20 103 Şerif BAŞTAV, a.g.e., 1991, s. 21

Fakat verilen tüm uğraşılar boşuna çıkmaktaydı. Çünkü Osmanlı Devleti en kudretli dönemlerinden birini yaşıyordu.

Balkanları Osmanlı hâkimiyetinden kurtarmak için son Macar teşebbüsü olan 1448 yılında yapılan II. Kosova Savaşı Balkanlardaki Macar etkisinin sonunu getirmişti. Osmanlı-Macar ilişkileri, Fatih Sultan Mehmed’in başarısız Belgrad kuşatmasına kadar bir durgunluk dönemine girdi. Fatih Sultan Mehmed komutasındaki 60-70 bin kişilik Osmanlı ordusu, 4 Temmuz 1456’da Macaristan’ın kilidi sayılan Belgrad’ı kuşattı. Belgrad hatırlanacağı üzere, 1428 tarihinde Sigusmund tarafından Sırplardan alınmıştı. Osmanlı nehir donanması, 14 Temmuz 1456’da Belgrad önünde Macar donanmasına yenildi. Hunyadi komutasındaki Macar ordusu, aynı gün Belgrad’a ulaştı. Fatih Sultan Mehmed, 22 Temmuz 1456’da Hunyadi karşısında mağlup oldu.104 Belgrad’ın