• Sonuç bulunamadı

I Dünya Savaşı’na Giden Yol ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun

Balkanlardaki karışık durum Balkan Savaşları’nın patlak vermesiyle daha da karıştı. Türkiye Avrupa kıtasında Arnavutluk, Makedonya, Teselya ve Trakya’yı henüz elinde bulunduruyordu. Halklar her an ayaklanmaya hazır bir halde devrimin eşiğinde bekliyordu. Nihayet 1912’de başkaldırdılar. Birinci Balkan Savaşı, Karadağ, Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan’ın Türklerin Avrupa’da kalan son eyaletlerine saldırmasıyla başladı. Savaş Osmanlı orduları için tam bir başarısızlık sınavı olmuştur. Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlar, Osmanlı ordularını kısa sürede bozguna uğrattılar. Bulgaristan ordusu, Çatalca’ya kadar ilerleyerek, İstanbul’u tehdit etmeye başladı. Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan orduları, Makedonya’yı tamamen işgal ettiler. Diğer Balkan ülkelerini kendine karşı tehdit olarak gören Arnavutluk, mecburen bağımsızlığını ilan etti. Yunanistan, Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada dışındaki Ege Adaları’nı işgal etti. Savaşın bu şekilde gelişmesi Avrupa devletlerinde büyük şaşkınlık yarattı. Hiçbiri Osmanlı ordularının böylesine yenileceğini düşünmüyorlardı. Bulgarların aldıkları topraklar, dostlarıyla aralarında anlaşmazlık doğurdu. Savaş sonunda yapılan Londra konferansında toprak bölüşümü yeni sorunlara yol açtı ve müttefikler, Balkanları arzularınca bölmek için İkinci Balkan Savaşı’nı hazırladılar.

İkinci Balkan Savaşı o kadar birdenbire çıkmış ve o kadar kısa sürmüştür ki, büyük devletler işe karışmaya fırsat bile bulamamışlardır. Bu savaşın en çok Rusya’yı üzdüğü görülmektedir. Çünkü o kadar umut bağlamış olduğu Balkan birliği böylece bozuluyordu. Avusturya’ya gelince o bütün savaş boyunca Bulgaristan’ı desteklemiştir. Eğer Bulgaristan kazanacak olursa Sırbistan’ın büyümesi durdurulacak; ama Sırbistan

kazanırsa o zaman Balkanlardaki Sırp kışkırtmalarını önlemek olanaksızlaşacaktı.359

Giriştiği savaşta yenilgiye uğradıktan, üstelik Avusturya-Macaristan’dan yardım göremeyeceğini de anladıktan sonra, Bulgaristan için barış yapmaktan başka çare kalmıyordu.

İkinci Balkan Savaşı’nın ardından, 1913 yılında yapılan Bükreş Antlaşması’yla, Üsküp ve Manastırla beraber Makedonya’nın büyük bir bölümü Sırbistan’a bırakıldı.360

Sırbistan toprak kazanımlarına rağmen, Avusturya’nın baskısı karşısında Adriyatik’e çıkamamış ama sınırlarını genişleterek büyümesini başarmıştır. Bu büyüme, Avusturya- Macaristan’da yaşayan Sırpları çok etkilemiştir. Bu bakımdan Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a karşı duyduğu güvensizlik, Balkan Savaşları’ndan sonra daha da çoğalmıştır. Buna karşılık Sırbistan da Adriyatik’e çıkmasını önlediği için, Avusturya’ya daha büyük bir düşmanlık duymaya başlamıştır.361

Bu arada Sırbistan bağımsız bir devletti, Hırvatlar veya Slovenlerle ortak olmayan uzun bir tarihî ve dinî gelenekleri vardı. 19. yüzyılda başlıca hedefleri, Bosna Hersek, Eski Sırbistan, Makedonya ile Sırpların yaşadıkları Habsburg İmparatorluğu toprakları gibi, Sırplara ait gördükleri bölgelerin birleştirilmesi olmuştu. I. Dünya Savaşı süresince de bu hedefini gerçekleştirmek için çabalamıştır.

Balkan yarımadası siyasi krizlerden tamamıyla değişmiş olarak çıktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’da az bir arazisi kalmasına karşılık, bütün Balkan devletleri topraklarını genişlettiler. Fakat Bulgaristan yalnız 400.000 nüfus kazandı. Yunanistan 1.600.000, Sırbistan da 1.200.000 kişi kazandı.362

Fakat Balkan Savaşları bitmesine rağmen Balkan yarımadasında henüz çözüme kavuşturulmamış ulusal meseleler ve büyük istikrarsızlıkla sonuçlanan iç siyasi çatışmalar, hâlâ tehlikeli noktaları teşkil etmeye devam ediyordu. Makedonya ve Trakya’nın ayrılması ve Arnavutluk’un kurulmasından sonra, Balkan ulusları en sonunda Osmanlı idaresinden dilediklerini koparmışlardı. Bundan sonraki ulusal talepler sadece Habsburg topraklarını veya Romanya’yla ilgili olarak, Rus Baserabyasını ilgilendirebilirdi. Ancak, Romanya hükümetinin bu iki büyük komşusuna da baskı yapması mümkün görünmüyordu. Erdel, Bukovina ve Baserabya’da çok sayıda Rumen yaşıyordu. Fakat Romanya, Avusturya-Macaristan ile o dönemde müttefikti ve

359 A. Haluk ÜLMAN, a.g.e., s. 289 360 Zab ZEMAN, a.g.e., s. 53 361 A. Haluk ÜLMAN, a.g.e., s. 293 362 Pierre RENOUVİN, a.g.e., s. 148

bu toprakların hiçbirine aktif müdahalede bulunacak durumda değildi. Aksine Sırp hükümetinin Habsburglu Güney Slavlarına yönelik tavrı çok daha karmaşıktı.363

Güney Slavları arasında o dönemde başlıca iki eğilim ortaya çıkıyordu. Örneğin bazı Hırvat Partileri Hırvatistan, Slovenya, Dalmaçya ve Bosna Hersek’i kapsayan, kendilerinin Hırvat toprakları olarak nitelendirdikleri toprakların birleşmesini talep ediyordu. Hedefleri federal bir ilişkiyle, fakat Avusturya ve Macaristan ile tamamen eşit seviyede ortak edilebilecek bir Hırvat ulus devleti kurulmasıydı. İkinci görüş eğilimini, Hırvat politikasında oldukça aktif olan Hırvat-Sırp Koalisyonu temsil ediyordu. Koalisyonda Sırplar ve Hırvatların imparatorluk dâhilinde işbirliği etmeleri ve kendi çıkarları için iki ulusu birbirine düşürmesine izin vermemeleri gerektiği fikri esastı.

Bu arada Sırp Krallığı ve monarşinin Sırplarının önündeki seçenekler daha fazlaydı. Habsburglu Sırplar, pekâlâ da imparatorluk dâhilinde bağımsız bir Güney Slav birliği tesis etmek isteyen Yugoslav partilerle iş birliği edebilir ya da bizzat Sırpların hedeflerini vurgulayarak nihayet Sırbistan tarafından ilhak edilmeyi isteyebilirlerdi. Sırp hükümetinin ise daha fazla seçeneği vardı. Birincisi, geçmişte tutulan yoldan giderek daha büyük bir Sırbistan inşa etmeye girişilebilirdi. Bu politikada ulusal hedef, Sırplara ait olduğu düşünülen Habsburg topraklarının, özellikle Bosna Hersek, Voyvodina ile Hırvatistan, Dalmaçya ve Slovenya’nın Sırp nüfusa sahip bölgelerinin ilhakı olurdu. İkincisi, Balkan Federasyonu fikri, devrimci ve ulusal programlarda uzun zamandır genel kabul gören bir maddeydi. Böyle bir örgütlenme Sırbistan’ı Bulgaristan, Karadağ ve dağıldığı takdirde Avusturya-Macaristan’daki Slavlarla birleştirebilirdi. Daha geniş bir birlik, Yunanistan ve Romanya’yı da kapsayabilirdi. Üçüncüsü, Sırp liderler, bütün Sırp, Hırvat ve Slovenlerin tek bir devlet çatısı altında birleşmelerini hedefleyen bir Yugoslav programını benimseyebilirlerdi. Ama asıl, Sırbistan’da büyük bir Güney Slav Devleti’nin kurulmasına, doğal olarak monarşinin parçalanmasını gerektiren fikre destek fazlaydı.364 Bu da ileride görüleceği üzere, gerek savaş sürecinde gerekse savaş

sonrasında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu için çok yıpratıcı bir sürecin kapısını açmıştır.

Aslında, büyük savaştan bir yıl öncesine kadar, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dünyanın en büyük güçlerinden biriydi. Bir donanması vardı, fakat kolonilerde gözü yoktu. Geri kalmış tarımsal alanları ve çok gelişmiş endüstrisi,

363 Barbara JELAVİCH, Balkan Tarihi 2, Küre Yayınları, İstanbul, 2009, s. 114 364 Barbara JELAVİCH , a.g.e., Cilt: 2, s. 115-116

ekonomik bakımdan birbirlerini tamamlıyorlarsa da, politik açıdan tam bir uyumsuzluk içindeydiler.

1914 başında, bu yılın eşi benzeri görülmedik bir felaketle sonuçlanacağına dair hiçbir işaret yoktu. Aslında, Balkan sahnesi gayet sakindi; iki yıllık çatışma döneminden sonra galip veya yenik hiçbir güç yeniden bir savaş dönemini göze alacak durumda değildi. Genel diplomatik alanda da olağandışı bir sıkıntı yoktu. İki ittifak sistemi, Üçlü İttifak ve Üçlü İtilaf mevcuttu, fakat bunlar temel olarak savunmaya yönelik, kıtadaki statükoyu koruma amaçlı antlaşmalardı. Geçmişte üyelerini, belirli meselelerde muhalif tarafla yakın işbirliğine girmekten alıkoymamışlardı. Üçlü İttifak içinde, İtalya’nın bağlılığından giderek daha fazla şüphe edilmeye başlanıyordu. İngiltere ve Rusya arasında, etki alanları hakkında daha önceki antlaşmalarına rağmen, İran hâkimiyeti konusunda büyüyen çatışma Antant güçlerini zayıflattı. Almanya, kıtadaki en güçlü yegâne askerî kuvvetti, fakat dünya sömürge sahasına İngiltere ve Fransa’nın hâkim oldukları aşikârdı. İngiliz donanması hâlâ denizlerde hâkimdi. Büyük güçlerin ilişkilerine pek çok küçük anlaşmazlığın musallat olmasına rağmen, bunların hiçbirisi bir savaş çıkarmaya değmez gibi görünüyordu.365

Fakat 19. yüzyılın özellikle son çeyreği ve 20. yüzyılın hemen başındaki gelişmelerin ardından, patlamaya hazır bir barut fıçısı halinde bekleyen Avrupa, nihayet 1914 yazında patladı. Avusturya-Macaristan’ın izlediği politikayı ulusal çıkarlarıyla bağdaştıramayan Sırbistan, sürekli olarak Avusturya-Macaristan’ın egemenliği altında yaşayan Sırpları kışkırtıyordu. Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı Devleti’nden aldığı Bosna Hersek’teki Sırp faaliyetleri ise daha da yoğundu. Nitekim Kara El366 Örgütü’ne

bağlı Gabriyel Princip adlı bir Sırp milliyetçisinin, 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da Avusturya-Macaristan Veliahdını öldürmesi, siyasi gerginliği iyice artırdı.367 Gizli Kara El Örgütü’nün temaslarının her şeyi nasıl sarmaladığı açık değildi. 1911’de oluşturulan bu cemiyet, Sırpların yaşadığı bütün bölgelerdeki devrimci hareketleri destekleme görevini üstlendi. Örgütün temasları ve bağlantıları ordu ve Sırbistan idaresinin içlerine kadar uzanıyordu. Ancak tam olarak Princip’in niyetini açığa çıkaracak izler ve onu kimin destekleyebileceği özenle saklandı. Hatta Sırp yönetimi bu durumun fırsata

365 Barbara JELAVİCH, a.g.e., Cilt: 2, s.113

366 Sırbistan dışında yaşayan Sırpların Habsburg ve Osmanlı egemenliğinden kurtulmasını sağlamak

amacıyla terörist yöntemler kullanarak mücadele eden gizli bir Sırp örgütüdür.

367 İhsan GÜNEŞ-Erol KUTLU-Kemal YAKUT, Çağdaş Dünya Tarihi, Anadolu Üniversitesi Yayınları,

çevrilmesini önlemek adına, suikastçıları ve Kara El’i kendinden uzak tutmaya çalıştı.368

Cinayet, politikacıların görevlerinden uzak yerlerde tatilde, politik çalışmaların da tembel ve gevşek bir hava içinde geçiştirildiği müthiş sıcak bir yaz ortasında işlendi. Hiç kimse Saraybosna olayı ile rahatsız edilmek istemiyor gibiydi. Viyana’da bile haberin yayıldığı o Pazar öğleden sonrasında, hiç kimsenin ne üzgün ne de telaşlı veya kızgın olduğu görülemedi. Haber ancak kara büyük puntolarla basılmış gazetelerin ikinci baskılarında gereken önemi bulabilmişti. 1914’ün 30 Ağustos Salı gününde, Rus elçisi raporunu şöyle yazıyordu. “Arşidük Ferdinand’ın trajik ölümü, burada büyük bir heyecan yaratmadığı gibi, borsayı da etkilemedi. Hükümet stoklarının değerinin değişmemesi, barışın sürdürüleceğini kanıtlıyor.” Budapeşte’deki borsa kuru ise artış gösterdi. Arşidük Macaristan’da, Avusturya’da olduğu kadar bile sevilmiyordu.369

Viyana basınında katiller ile Belgrad arasında bir bağ bulunduğu öne sürüldü. Belgrad ise Viyana’nın Yahudi basınına ateş püskürüyordu. Saraybosna’da Sırp aleyhtarı gösteri ve yürüyüşler yapıldı. Viyana’da ise siyasi liderler birbirinden çok değişik tepkiler gösteriyordu. Genel Kurmay Başkanı Conrad Von Hötzendof hemen Viyana’ya geri dönerek, arkadaşlarına olayın altında bir Sırp tertibi olduğunu ve durumun Sırplarla bir savaşı gerektirecek kadar ciddileştiğini, Rusya ve Romanya’nın da düşman olarak tanımlanmaları gerektiğini söyledi. Dışişleri Bakanı Kont Berchtold da, Sırbistan ile hesaplaşma zamanının artık geldiğine inanıyordu.

Güney Slavların özlemleri imparatorluğun varlığı için bir tehlikeydi. Bu tehlike bölücü bir hareketin başarıya ulaşmasının, öteki ulusal azınlıkları da cesaretlendirerek, onlara da aynı yoldan gitmek hevesini vermesi bakımından, Viyana hükümeti için çok büyük bir tehlike arz etmekteydi. Buna bir çare bulmak için, hükümet, boyunduruk altındaki küçük milletlerin umut bağladıkları milliyetçilik odaklarına karşı, sert bir girişimin zorunluluğuna inanıyordu ve Sırbistan’ı bir politik faktör olarak ortadan kaldırmaya kararlıydı. Avusturya-Macaristan devlet adamları önlerinde iki yol görüyorlardı, ya savaş ya devrim.370 Ayrıca, bir hanedanlık üyesi öldürülmüştü ve

bunun hesabının sorulmasında, Avrupa’nın çeşitli hanedanları birbirlerine yardım etmeseler bile, karşı da çıkmamalıydılar.

368 Keith ROBBİNS, a.g.e., s. 16 369 Zab ZEMAN, a.g.e., s. 76

7 Haziran 1914’de ülkenin başbakan ve bakanları Viyana’da toplandılar. Ne varki Macar Başbakanı Tisza, Sırbistan’a habersiz yapılacak bir saldırıyı onaylamayacağını, savaşın diplomatik yollardan ilan edilmesi gerektiğini bildiriyor, Sırbistan’a bir ültimatom verilmesini öneriyordu. Meslektaşları Sırbistan üzerinde diplomatik bir zaferi önemsiz bulduklarından, Tisza’ya karşı çıktılar. Toplantıda Sırbistan ile olan anlaşmazlıkların gerek savaş, gerekse barışçı yollarla ivedilikle çözülmesine ve Sırbistan’a sunulacak tekliflerin kabul edilmemesi halinde seferberliğe geçilmesine karar verildi.

Avusturya, Almanların desteğine sahip olduklarını biliyor, fakat diğer Avrupa güçlerinin nasıl bir tepki göstereceklerini, kestiremiyordu. Petersburg da bu konuda en çok Avusturya kadar bilgi sahibiydi. Kuşkularına rağmen sonunda Avusturya, Sırbistan’a saldırmaya karar verdi. Tisza’nın kararsızlığı da sonunda gideriliyor ve Sırbistan’a verilecek ültimatomun sözleri üzerinde anlaşmaya varılıyordu.

23 Haziran 1914 Perşembe günü, öğleden sonra geç bir vakitte, Belgrad’daki Avusturya elçisi Dışişleri Bakanlığı’na giderek, özet olarak, suikastı işleyenlerin yakalanıp cezalandırılmasını, Avusturya-Macaristan’a yönelik zararlı Sırp faaliyetlerinin durdurulmasını, bu faaliyetleri yapan derneklerin kapatılmasını içeren Avusturya’nın ültimatomunu, Sırbistan Hükümetine verdi.

Başbakan Pasic başkentte bulunmuyordu ve yerine bıraktığı vekili ültimatomu kabul etmek istemedi. Fakat ültimatomu okuduktan sonra, Sırbistan Bakanları başa geleni çekmekten başka çareleri kalmadığını anlayacaklardı. Ültimatom Arşidük Franz Ferdinand’ın katillerine karşı yapılan suçlamaları özetliyor ve İmparatorlukça öne sürülen on şarta cevap vermesi için, Sırp Hükümetine 48 saatlik bir süre tanıyordu. Sırbistan bu ültimatomdaki bazı noktaları kabul ederken bazılarına da kaçamak cevap verdi. Çünkü Sırbistan Rusya’ya güvenmekteydi. Bu arada Rusya’nın siyasetine değinecek olursak temelde dört hedef üzerine konumlandırmıştı. Bunlar;

 Batıda Panslavizm politikalarıyla Slav kökenli halkların kontrolünü ele geçirmek ve Balkanlarda hâkimiyet sağlamak,

 Güneyde, Osmanlı İmparatorluğu Boğazlar ve Doğu Anadolu’yu ele geçirmek ve İran politikaları ile hâkimiyet sağlamak,

 Doğuda, Japonya-Rusya-İngiltere-ABD arasındaki güç dengesini kaybetmemektir.371

Nitekim daha sonraki süreçte de gözlemleyeceğimiz gibi Rusya bu hedefler doğrultusunda hareket etmiştir.

Sırp Hükümetine gelince, verilen ültimatom karşısında verdiği cevap yeterli bulunmayınca, Avusturya 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a savaş ilan etti.372 Rusya ve

Fransa, seferberlik işlemlerine başladı. Almanya, Rusya ve Fransa’ya seferberliğin durdurulması için ayrı ayrı ültimatom verdi. İki devlette bu ültimatomları reddetti ve Almanya, Rusya’ya savaş ilan etti. Genelkurmay Başkanlığı’nın hazırladığı plan gereğince, Belçika topraklarını geçen Alman askerleri, 3 Ağustos’ta Fransa’ya saldırdı. 4 Ağustos 1914’te İngiltere Almanya’ya savaş ilan etti. 6 Ağustos’ta da Avusturya- Macaristan, Rusya’ya savaş ilan etti. Böylece, Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasındaki savaş bir Avrupa Savaşı biçimini aldı.373 Beklenmedik bir olay, Avrupalı

devlet adamlarını uzun zamandır düşündükleri, ancak o zamana kadar uzak durdukları eylemlere geçmeye sevk etmişti. Bu nedenle savaşı Avrupa’da on dokuzuncu yüzyıl sonundaki büyük egemenlik mücadelesinin zirvesi olarak düşünmek yerinde olacaktır.374

Avusturya-Macaristan hükümetinin isteği, Sırbistan’a karşı bir cezalandırma seferine girişmek, Yugoslav sorununu savaş yolundan çözümlemektir. Sırbistan’a savaş ilan edilişi, Avusturya- Macaristan’ın diplomatik bir çözümle yolundan dönmek istemeyerek, cezalandırma seferine girişmekte kararlı olduğunu tüm Avrupa’ya göstermekteydi.

Bu karar ise, her şeyden önce Rus çıkarlarına dokunmaktaydı. Çarlık hükümeti Avusturya-Macaristan’ın niyetini öğrenir öğrenmez derhal protesto etti. Kuşkusuz olay kendisi için yaşamsal bir çıkar niteliğinde değildi. Fakat Sırbistan’ın ezilmesine seyirci kalırsa, Balkanlardaki nüfuzunu kaybeder ve Avusturya-Macaristan politikasına meydanı boş bırakmış olurdu. Koşullar öyle bir hal almıştı ki, büyük devletlerarasında seferberlik adımını ilk atan Rusya olmuştu.

Rusya ile Avusturya-Macaristan arasında yüzyıldan beri süregelen Balkanlardaki rekabet, Avrupa politikasının devamlı verilerinden biriydi. Rusya, Avusturya-

371 Kubilay Mehmet GÜL, 1914-1918 I. Dünya Savaşı, Kafekültür Yayıncılık, İstanbul, 2014, s. 52 372 Buradaki son diplomasi girişimi “Temmuz Krizi” olarak adlandırılmıştır. Bkz. Derya Tulga (ed.),

Dünya Tarihi, NTV Yayınları, İstanbul, 2013, s.340

373 İhsan GÜNEŞ, Erol KUTLU, Kemal YAKUT, a.g.e., s.118 374 Keith ROBBİNS, a.g.e., s. 21

Macaristan’ın kaygı ile gözaltında tuttuğu Balkan Slavlarının koruyucusu geçiniyordu. Aslında bu problem daha tehlikeli başka bir probleme bağlıydı: Avusturya- Macaristan’ın varlığı, ulusal azınlıkların uyanışı karşısında tehlikedeydi.375

Bu arada Viyana’daki yöneticiler içerdeki siyasal durumun karmakarışık olduğu bir dönemde devletin geleceğini askerlerin eline devrediyorlardı. Macaristan’da muhalefetin Tisza’ya karşı olan antipatisi öylesine derindi ki, bu ülke hiç olmazsa savaş süresince parti ayrılıklarının üstüne çıkıp, belirli bir resmi politik tutum içine giremedi. Avusturya kesiminde, Bohemya’daki Çeklerle Almanların uyuşmazlığı zaten savaştan önce ileri derecedeydi. Ayrıca Habsburg Slavları arasında başka kıpırdanmalar ve huzursuzluk belirtileri de vardı. Almanya ile yapılan dostluk antlaşması, Rusya ile bir çelişki meydana getiriyor ve henüz denenmemiş bir politik yöntem olarak bazı tehlikeler belirtiyordu.376

Balkanlar üzerindeki güç ve etkinlik kavgası nedeniyle 1914 yılında başlamış olan savaş, doğuda Çarlık Rusyasından batıda İngiltere’ye kadar tüm büyük güçleri içine çekmiş, araya daha küçük ülkeler de katılmıştı. Olayın dışında kalmayı ancak İspanya, İsviçre, Hollanda ve İskandinav ülkeleri başarabilmişti. Asya’da, Afrika’da, Pasifik Adaları’nda ve Ortadoğu’da da çatışmalar olmuştu, ama en çok Avrupa topraklarında savaşılmıştı. Dünyanın her yerinden askerler gelmişti. Avustralyalılar, Kanadalılar, Yeni Zelandalılar, Hintliler ve Newfoundlandlılar, İngiltere İmparatorluğu için savaşmaya gelmişlerdi. Vietnamlılar, Faslılar, Cezayirliler, Senegalliler de Fransızlar adına oradaydı. Son olarak Amerikalılar, gemilerine Almanların sürekli saldırmasından ötürü öfkeye kapılarak gelip katılmışlardı.377

Elbette ekonomik çıkar ve sömürge çatışmaları da dolaylı biçimde savaşın çıkmasını etkilemişlerdir. Şöyle ki, bu sömürge çatışmaları, Avrupa devletleri arasında bir karşılıklı güvensizlik havası yaratmışlar, bloklaşma ve silahlanmaya yol açmışlardır. İkinci olarak, Alman ekonomisi güçlendikçe, öteki devletler bundan ekonomik çıkarlarının günün birinde Almanya tarafından sarsılabileceği korkusuna kapılmışlardır. Bu korku, Almanya’nın 1890’lardan sonra açık bir yayılma politikası izlemek istediğini gösteren girişimlere başlamasından, bu arada donanmasını güçlendirmeye koyulmasından sonra, daha da çoğaltmış ve İngiltere’yi o zamana kadar izlediği

375 Pierre RENOUVİN, a.g.e., s.173 376 Zab ZEMAN, a.g.e., s. 81-82

377 Margaret MACMİLLAN, 1919 Paris Barış Konferansı ve Dünyayı Değiştiren Altı Ayın Hikayesi,

yalnızlık politikasından ayrılmaya yöneltmiştir. İngiltere’nin bu davranışı ise Fransa’yı Almanya, Rusya’yı da Avusturya karşısında daha cesaretli olmaya yönelterek bunalımları çoğaltmış, ağırlaştırmıştır. Üçüncü olarak da, Rusya’nın Balkanlarda izlediği genişleme politikası da bir çeşit sömürgecilik diye anılırsa, onun da savaşın çıkmasında yaptığı katkı büyüktür.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. AVUSTURYA-MACARİSTAN İMPARATORLUĞUNUN DAĞILMASI