• Sonuç bulunamadı

3. ORDU EKSENLİ DEĞERLENDİRMELER

değişmemiştir.106 Yani 12 Mart öncesi iktidar olan egemen güçler hala iktidarını muhafaza etmektedir.

3. ORDU EKSENLİ DEĞERLENDİRMELER

Ordu eksenli görüşler orduya siyasi sınıfsal gelişmeleri tayin eden bir aktör olma vasfı yüklemekteler. Bu görüşe göre her ne kadar farklı içeriklendirilse de; ordunun rejimi koruma duyarlılığı doğrultusunda sahip olduğu bilinç; ordunun iç kurumsal gelişmeleri, muhtıranın verilmesine sebep olmuştur. Aşağıda bu görüşlere değinilecektir.

12 Mart’ı değerlendiren kimi yorumlarda,12 Mart’ın esasında taşıdığı gerici karakter nedeniyle ilerici 9 Mart grubunu enterne etmek gayesiyle gerçekleştirildiği savlanmaktadır. Hikmet Özdemir’e göre 12 Mart’ın hedef tahtasında ordunun iç hiyerarşisini zaafa uğratan ve 12 Martçılardan farklı bir programa sahip 9 Martçılar bulunmaktadır.107 “…12 Mart 1971’de aynı zamanda Milli Güvenlik Kurulu üyesi generallerin gerçekleştirdikleri askeri darbe, zamanın hükümetine olduğu kadar, ordunun kendi bünyesinde yükselen muhalefete(9 Martçılar’a)karşı bir iç-darbe olup; Aydemir ayaklanmalarını bastırdıktan sonra daha da güçlenen yüksek komuta konseyinin askeri kurulu düzeni koruma ve sağlamlaştırma hareketi olarak algılanmalıdır.”108 Gerçekten de o dönem ordu içindeki radikal subayların mevcudiyeti ve radikal subaylarla parlamento dışı sol-sosyalist muhalefetin bilhassa MDD’cilerin ve Yön-Devrim dergisi çevresinin yakın ilişki içinde olduğu bilinmekte, bununla beraber ordunun müdahalelerinin ilerici bir içerik taşıyabileceği beklentisini besleyen ideolojik ve siyasi bir iklim de hakim bulunmaktadır.109

106 a.g.e, s. 127–128.

107 12 Mart muhtırasının anlaşılmasında anahtar kurumlardan birisi de AP’dir. Zira literatürde muhtıraya AP’nin sebep olduğu, muhtıranın AP’nin iktidardan uzaklaştırılması amacıyla verildiğini öne süren anlatımlar söz konusudur. Türkiye’nin 27 Mayıs sonrası siyasi tarihinin önemli aktörlerinden belki de parlamenter düzeyde en önemli aktörlerinden birisi AP’dir. Bu manasıyla Tanel Demirel’in belirttiği üzere “AP’yi anlamak demokrasi tarihimizde kritik bir süreç olan 1961–80 döneminin anlaşılmasının ön şartıdır.”bkz., Demirel, a.g.e., s. 11. Hikmet Özdemir ile benzer biçimde muhtırayı değerlendiren Tanel Demirel’e göre AP hükümetinin 12 Mart muhtırasına giden süreçte pek payı olduğu öne sürülemez. Zira Süleyman Demirel Tanel Demirel’e göre 12 Mart muhtırasına giden süreçte siyasal açıdan oldukça müsamahalı bir tavır sergilemiştir. Bu yüzden Tanel Demirel’e göre 12 Mart muhtırasının verilmesinin arkasındaki asıl aktörler basın subay ve bir aydınlar grubudur. Dolayısıyla muhtıraya müsebbib olma yönünde bir yargıya varılacaksa; bu aktörleri itham etmek daha doğrudur. a.g.e., s. 63. Tanel Demirel’e göre 12 Mart muhtırasının asıl sebebi bilhassa 1960’dan sonra ordu içinde hakimiyet kazanma çabasına girecek olan radikal unsurların tasfiyesidir. Zira bu türden radikal subaylar bu dönemde Ortadoğu’daki örneklerinde sıkça görüldüğü üzere askeri bir diktatörlük kurarak Türkiye’nin batı blokuyla olan ilişkilerini zayıflatacaktır. 12 Mart muhtırası da bu türden bir girişimin önünü kesmek amacıyla verilmiştir.

108 Özdemir,a.g.e., s. 249.Ayrıca 9 Martçıların ilerici bir yön taşıdığı savı için bkz., a.g.e., s. 261.

109 Ordunun ilerici yöndeki müdahalelerini sol Kemalistler ve sosyalist devrim milli demokratik devrim ideolojik saflaşmasında MDD çizgisini benimseyen sosyalistler münasip görmektedir. Başını İlhan Selçuk, Doğan

34

Ordu eksenli değerlendirmelerde bulunan bir başka yazar Serdar Şen’in 12 Mart muhtırasıyla ilgili görüşlerini Türk ordusuna ve ordunun sahip olduğu bilince ilişkin yaklaşımından türetmek mümkündür. Şen askeri darbeleri; rejimi koruma amaçlı yapıldıklarını öne süren olumlayıcı; Marksist literatürde yaygın olarak kullanılan olağanüstü devlet biçimlerine tekabül eden olumsuzlayıcı yaklaşımların ötesinde bir açıklama yoluna gitmektedir. Şen’e göre “ Türkiye tarihinin anlaşılmasında anahtar kurumlardan biri -belki de en önemlisi- olan ordu üzerine yapılan değerlendirmelerde odak noktasını genellikle siyasal alanla ilişkiler oluşturduğu için, kurumun varoluşundaki özgünlükler gözden kaçmaktadır.”110 Şen’e göre böyle bir bakış açısının taşıdığı zaaf ise ordunun evrimini ve bir dinamik yapı olma vasfını ıskalamasıdır. Görülmektedir ki; Şen de askeri darbeleri esasında kurumsalcı bir yaklaşımla kurum sosyolojisinden hareketle açıklamakta. Şen’e göre ordu amaçları ve işlevleri bakımında değişimler geçirmesi hasebiyle dinamik bir karakter taşımaktadır. Şen’in yaklaşımı Alain Rouigé’nin Latin Amerika’da askeri darbeleri orduların yapısını öne çıkararak açıklamaya uğraşan; orduların özgüllüklerinin kavranması gerektiğini savlayan tezleriyle de paralellik arz etmektedir.

Şen’e göre ordunun askeri müdahale yapmasının arka planındaki temel mantık neredeyse Hegelyen bir bakış açısıyla askerlerin sahip olduğu bilinçtir. Şen ordunun bilincini deyim yerindeyse adeta yalıtıp profesyonel bir askeri bilincin darbelere neden olduğunu öne sürmektedir. Şen’e göre “Türk subayının rejime ve onun içindeki kendi yerine ilişkin

Avcıoğlu, Mümtaz Soysal gibi Yön-Devrim dergisi etrafında kümelenen Sol-Kemalist aydınların çektiği kesimler; kalkınmacı-devletçi, kısaca kapitalist olmayan yol olarak formüle edilebilecek bir anlayış çerçevesinde Mısır, Cezayir gibi ülkelerdeki askeri cuntalardan mülhem, ordunun aydınlarla kurduğu bir ittifakla yönetime el koymasını savunuyorlardı. Bu anlayışın ülke topraklarındaki kökenlerini kimi yorumcularca Jakoben tavır olarak nitelendirilen İttihatçı ve Kemalistlerin yukarıdan aşağıya toplumu dönüştürmeyi hedefleyen komitacı geleneklerine kadar uzatmak mümkün. Sosyalistlerin ise ordu ile bu düzlemde kurdukları ilişki sol Kemalistlerden biraz daha farklı bir özellik arz etmekteydi. Sosyalistlerin yaklaşımında ordu doğrudan bir özne değil, işçi sınıfın zayıflığından ötürü sosyalistlerin devrim programına destek verebilecek, yardımcı bir güç olarak kurgulanıyordu. Ordunun sosyalistlerin programına destek verebileceği beklentisi ise, ta Tanzimat’tan beri Türk ordusunun ilerici bir rol edindiği argümanına dayanmaktadır. MDD tezi sosyalistler arasında ülkenin yapısıyla ilgili yaşanan tartışmalara koşut ortaya atılmıştır. TİP çevresindeki sosyalist devrim hattını benimseyenler; Türkiye’nin kapitalist bir ülke olması dolayısıyla ülkenin önündeki aşamanın, işçi sınıfının gerçekleştireceği bir sosyalist devrim olduğunu iddia ediyorlardı. MDD çizgisini benimseyen kesimler ise aşamalı devrim stratejisi gereği, yarı sömürge-yarı feodal bir yapıdaki Türkiye’nin önündeki aşamanın milli demokratik devrim olduğunu belirtiyorlardı. Güçlü bir burjuva sınıfına sahip olmayan Türkiye’de burjuvazinin tarihsel misyonunu sosyalist bir devrimle köprü oluşturacak şekilde ordu-aydın ittifakının yerine getirebileceğini savunuyorlardı. MDD’cilerin ana argümanı henüz kapitalist bir ülke olmayan, bu suretle de güçlü bir işçi sınıfının bulunmadığı bir ülkede işçi sınıfının tarihsel misyonunu başkaca güçlerin üstlenmesiydi. Tabi ki MDD’ciler daha sonra kendi içlerinde de bir bölünme yaşayacaklar, PDA çevresi Çin sosyalistlerinden mülhem köylülüğün ağır bastığı demokratik halk devrimi stratejisini benimseyecek, THKP-C taraftarları ise özellikle 12 Mart’ın ardından denklemde orduyu devre dışı bırakarak işçi sınıfının ideolojik önderliğinde köylülükle ittifak halinde bir devrimi savunacaklardır. Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli gibi eski kuşak sosyalistlerin formüllerinde ise ordu eski baskın konumunu hala muhafaza edecektir.

35

bilincinin gelişkinliği, askerliğin temel işlevlerine dair bilgilerinin, eğitimlerinin ve sahip oldukları teknolojinin önünde bir öneme sahip duruma geldi. Bu bilinç o kadar etkili olmuştur ki yapılan tüm askeri müdahaleler aynı yerden beslenebilmiştir.”111 Kuşkusuz ki; Şen’in yaklaşımı bilinci ve ideolojiyi maddi üretim ilişkileri bağlamından koparmakta deyim yerindeyse Hegelyen mutlak tin yani ordunun sahip olduğu bilinç Türkiye tarihinde askeri darbelerin oluşumunda motor işlevi görmektedir.

Şen’e göre Türkiye’de ordunun fütursuzca siyasal alana müdahale edebilmesinin arka planında aynı zamanda ordunun halktan aldığı desteğin de etkisi bulunmaktadır. Askeri darbelerin meşruiyet kazanmasının arka planındaki neden ise ordunun ideolojik inşa sürecinde üstlendiği önemli rolden kaynaklanmaktadır. Ordunun bu süreçteki fonksiyonu otoriter ve hiyerarşik bir kültürün toplumsal yapıya sirayet etmesine sebebiyet vermiştir. İşte bu hiyerarşik ve otoriter anlayış askeri müdahalelerin esas meşruiyet zeminini teşkil etmektedir.112

Şen her ne kadar ordunun dinamik yapısına bakılmasının askeri darbelerin anlaşılmasında kilit önemi haiz olduğunu işaret etse de; ordunun bilinci ve ideolojik hassasiyetlerinin ise özsel olarak neredeyse statik bir karaktere sahip olduğunu öne sürmektedir. Şen’in bu yaklaşımını yani ordu bilincinin değişmezliği istikametindeki düşüncesinin izlerini şu cümlelerden bulabilmek mümkündür.“Ordu Kemalizm yorumuyla iktidarlara bir kısım görevler yükler. Kabul edilen ilkelerle uyumsuzluk ve görevlerin yerine getirilmemesi durumunda sivil alana, hükümetlere müdahale askerlerin gözünde meşruluk kazanmaktadır”113 Şen’e göre ordu bir iç ayrışma ile yüz yüze kaldığı durumlarda bile asla rejimin korunma ve kollanması doğrultusundaki ideolojik yaklaşımından taviz vermez.“Ordu içindeki ayrışmadan belki de en önemlisi 27 Mayıstan sonra yaşanandır. Çünkü taraflar düşüncelerini açıkça ifade etmişlerdi. Fakat bu ayrışmaya rağmen birleştikleri temel; ordunun devletin ve rejimin teminatı olduğu düşüncesiydi.”114 Ordunun böyle bir bilinç geliştirmesi Şen’ e göre çok partili sisteme geçişle birlikte askerlerin bilincindeki devlet iktidar hükümet ordu üçlemesinin aksamasından kaynaklanmaktadır.115

111 Serdar Şen, Silahlı Kuvvetler ve Modernizm, İstanbul: Nokta Kitap, 2005, s. 25.

112

Şen, a.g.e., s. 34. Ayrıca bkz. Şen, a.g.m., s.20.

113 Şen, a.g.e., s. 116.

114

a.g.e., s. 121. Askerin müdahale bilincini pekiştiren metinler için bkz. a.g.e., s. 56-57.

36

Şen ordunun bütün askeri darbelerde aynı saikle hareket ettiğini öne sürmektedir. Tabiatıyla, böyle bir yaklaşım 12 Mart muhtırası söz konusu olduğu takdirde, muhtıranın özgüllüklerinin kavranmasına set teşkil edecektir. Tüm askeri darbelerin ordunun özsel bilincinden kaynaklandığı iddiası askeri darbeler arasındaki özgül farklılıkların yitirilmesine askeri darbelerin eşit düzeyde kavranmasına sebep olur. Bu tespitin doğruluğu Şen’in şu cümlelerinde görülebilir: “Tek parti döneminin ordusu ile 27 Mayıs’ı gerçekleştiren, 12 Mart muhtırasını veren ve 12 Eylül darbesini yapan ordu arasında özde bir bütünlük/süreklilik bulunmaktadır. Her üç eylemin devlet, rejim ve siyasi iktidar karşısındaki konumu aynıdır.”116 Şen’e göre ordunun siyasal alana müdahale etmesinin nedenlerinden birisi de ordunun Atatürk döneminden itibaren siyaset dışı tutulma çabasıdır. Atatürk’ün rejimin yerleşmesinde yardımcı bir kuvvet olarak ve muhaliflerine karşı orduyu kullanması muvazzaf askerleri ordu ve siyaset arasında bir tercih yapmaya zorlaması ordunun siyasal alana müdahalesine giden yolları döşedi. Zira bu düzenlemeler ordunun bir kurum olarak konumunun güçlenmesine hizmet etti. Ülkede siyasal alanda yaşanılan istikrarsızlığa ve siyasal partilere dayalı bir kültürün kırılganlığına ve zayıflığına karşın; ordu güçlü ve kararlı bir kurum olarak zuhur etti.

Bir başka yazar Nihat Erim 12 Mart muhtırasının rejime karşı muhtelif kanallardan yöneltilen tehditler ve siyasal sistemdeki aksaklıklar neticesinde vuku bulduğunu öne sürmektedir. Erim’e göre demokratik rejimin sağlıklı işlememesinin nedeni ise dış tahriklere meyyal sağ ve sol cereyanların mevcudiyetidir.117 Erim’in muhtıraya dair yaklaşımını sistematik kuramsal bir açılımdan ziyade çeşitli görüşlerinden çıkarsamak mümkün. Aşağıda bu görüşlere değinilecektir.

Erim’e göre “her şey doğal yoluna giderken muhtıra vermek hiçbir komutanın göze alabileceği bir yaklaşım değildir. Yurtta ve özellikle orduda bazı korkunç, ulusumuzun geleceğini, devletimizin esenliğini tehdit eden birikimler yığılmakta bulunmasaydı, kamuoyu da muhtırayı genellikle içine sindiremezdi.”118 Rejimin, ordunun ve ulusun istikbalini tehlikeye iten faktör ise dış mihraklardır. Zira ülke içindeki “anarşik” eylemler ülke dışındaki bir takım güçlerce yönlendirilmekte ve kontrol edilmektedir. Hatta Erim’e göre tedhişçilerin yegane siyaseti reformların hayata geçirilmesi olsaydı, kendi reformcu hükümetleri işbaşına geldikten sonra anarşik olayların durması gerekirdi. Bu bakımdan Erim Türkiye’deki

116a.g.e., s. 218.

117 Erim, a.g.e., s. 569.

37

“anarşik” olayların vuku bulmasında bir komplo emaresi olduğunu bile sezebilmektedir.119 Erim’e göre gençlik bir takım sapık ideolojilerin efsununa kapılarak Türkiye’nin kalkınmasının önüne engel olarak dikilmektedir.120

Erim’e göre 12 Mart muhtırası öncesinde siyasal sistemin kesinlikle rehabilite edilmesine inananlar sayıca az değildi.121 12 Mart müdahalesi de tıpkı 27 Mayıs gibi rejimin ortaya çıkardığı birtakım aksaklıkların düzeltilmesi yolunda yapılan bir rötuştu. Bu düşünceyi Erim’in şu cümlelerinde açıkça görmek mümkün: “Çok partili yaşama geçildiği 1946 yılından bu yana,1960’ta ve 1971’de silahlı kuvvetler araya girmek zorunda kaldılar… Bunlar rejimimizin gelişme süreci boyunca rastlanan “yön düzeltme” müdahaleleridir. Her ikisinde de, silahlı kuvvetler ülke yönetimine sürekli bir el koyma eylemine girmemişlerdir.”122

Erim’e göre 12 Mart öncesindeki “anarşik” eylemler ve parlamento içindeki siyasetçilerin ülkenin ortak menfaati hususunda bir oydaşmaya varamamaları ülkeyi karanlığa doğru iten en önemli sebeplerdendir. Dolayısıyla 12 Mart muhtırasının asıl sorumluluğunu askerler değil; Demirel gibi, gerekli siyasal açılımları yapamayan basiretsiz siyasetçiler yüklenmelidir.123 Yani Erim’e göre dar parti çekişmeleri ve siyasetçilerin olgun siyasi davranışlardan ırak tepkileri muhtıranın esas nedenidir.124 Erim göre tabiri caizse 12 Mart muhtırasını ordu vermemiş; ordu adeta ülkenin içinde bulunduğu ahval ve şerait nedeniyle vazifeye çağrılarak muhtıra vermeye zorlanmıştır.125

Erim’in naklettiğine göre 12 Mart öncesinde ordu içinde özel sektörden ve politikacılardan rahatsızlık duyan güçlü bir akım; ülke sorunlarının çözümüne dair radikal reform beklentileri içindeydiler. Erim bu yüzden 12 Mart sonrası kurduğu hükümette ordunun bu reformcu hassasiyetlerini de dikkate aldığını vurgulamaktadır.126 Erim’e göre 12 Mart faşist karakterde bir rejim değildi çünkü 12 Martta çok partili siyasi yaşam devam ederken siyasi partiler de yasalarda özgürlükleri yok edici bir kısıtlamaya tabi olmadan faaliyetlerini sürdürmekteydiler.”127 Görülmektedir ki; Erim’in yorumunda ordu; ülke içi çatışmaları çözüme kavuşturmaya muktedir olmayan sivil aktörlerin, üstünde deyim yerindeyse bir 119 a.g.e 525. 120 a.g.e., s. 619. 121 a.g.e., s. 7. 122 a.g.e., s. 8. 123 a.g.e., s. 168. 124 a.g.e, s. 170–171. 125 a.g.e., s. 329. 126 a.g.e, s. 181–185. 127 a.g.e, s. 216.

38

hakem olarak müdahale etmektedir. Orduyu müdahaleye ise dış mihraklarca manipüle edilen anarşi eylemlerini kendi dar siyasi çıkarları nedeniyle önleyemeyen politikacılar ve anarşik ortam sevk etmektedir. Ayrıca Erim’in yorumunda Huntingtoncı siyasal kurumların güçsüzlüğü ve siyasal bozulma yaklaşımının izleri de görülmektedir.