• Sonuç bulunamadı

SİYASİ - DIŞ POLİTİKA AĞIRLIKLI DEĞERLENDİRMELER

12 MART LİTERATÜRÜNE BİR BAKIŞ

2. SİYASİ - DIŞ POLİTİKA AĞIRLIKLI DEĞERLENDİRMELER

2. SİYASİ - DIŞ POLİTİKA AĞIRLIKLI DEĞERLENDİRMELER

Siyasi dış politika ağırlıklı görüşler ülke içindeki muhtelif siyasal gelişmelerin, ordu-siyaset ilişkisinin ülkenin stratejik konumunun muhtıranın verilmesine sebep olduğunu öne sürmekteler. Aşağıda bu görüşlere yer verilecektir.

Kurtuluş Kayalı genel olarak darbe özel olarak ise 12 Mart açıklamasını bu çalışmada incelenen birçok yazar gibi tarihsel ve kuramsal bir bakış açısıyla üretmektedir. Fakat Kayalı yapısal bir bakış açısının dışında Türkiye’deki siyasal gelişmeleri değerlendirdiği için analizinde aktüel politik gelişmeler ve siyasi partilerin tercihleri ağırlıktadır. Kayalı askeri darbe olgusunu aydın grupları arasındaki ilişkiler dolayımıyla kültürelci bir yaklaşımla ele almaktadır. Bu nedenle Kayalının anlatımı kendi meşrebince ülkedeki siyasi grupların anatomisini ortaya çıkarma amacına odaklanmıştır. Kayalı’ya göre Türkiye’nin demokratikleşmesini ya da demokratik hakların ülkeye yerleşmesini sağlayan esas fail kendi grupsal çıkarlarını önde tutması nedeniyle bürokrasidir. Bürokrasi kendi grupsal çıkarları gereği demokrasiden yana taraf olmuştur. Böyle bir tarihsel miras Türkiye’de güçlü bir burjuvazi bulunmadığı için demokrasinin; aşağıdan yukarıya verilen toplumsal mücadeleler dolayımıyla değil yukarıdan aşağıya inşa edilmesine neden olmuştur. Dolayısıyla Türkiye’nin incelenen dönem itibarıyla 1971’e kadar olan siyasal süreci aydın grupları arasındaki ve içindeki çelişkiler çerçevesinde halkın verdiği tepkiler tarafından biçimlendirilmektedir.78 Yani halk demokrasi mücadelesinde dolaylı bir rol taşırken esas aktörler olan aydın gruplarının aralarındaki ve içindeki çelişkiler Türkiye’deki siyasi mücadeleye damgasını vurmaktadır. Öte taraftan İttihatçı geleneklerinden ötürü Türk aydını Kayalı’ya göre tutucu bir karakter taşır, düşünüş itibarıyla şahsiyete sahip değildir, günü birlik düşünür.79 Türkiye’de tüm politik hareketlerin aydınlarca yönlendirilmesi ve büyük çoğunluğunun halk desteği sağlayamaması temel savından hareket eden Kayalı’ya göre aydın grupları arasında bir doku benzerliği mevcuttur.80

Kayalı’ya göre Türk ordusu aydın grupları arasındaki mücadelede ve siyasi mücadeledeki meselelerin çözüme kavuşturulmasında bir şiddet aracı olarak

78 Kurtuluş Kayalı, Ordu ve Siyaset 27 Mayıs- 12 Mart, İstanbul: İletişim Yay., 2005, s. 31-32.Halkın aydın grupları ile arasındaki ilişkideki rolüyle alakalı argümanı için bkz. Kayalı, a.g.e., s. 91.

79 a.g.e. s. 15.

27

kullanılmaktadır.81 27 Mayıs ve 12 Mart’ta bu tavrın etkisi gözlenebilmektedir. İttihatçılar döneminden bu yana vatanın kurtarılması amacıyla askeri müdahale iç içe geçmiştir.82 Yani Türk ordusu ve cumhuriyetçi gelenek tabiri caizse bu ortak siyasi özden beslenmektedir. Kayalı’ya göre aydın gruplarından biri olan sosyalistlerle cumhuriyetçiler anti demokratik bir zihniyete sahiptir. Bu gruplar sınırlı bir özgürlük anlayışını savunurlar ve orduyu politikalarının hayata geçirilmesi doğrultusunda araçsallaştırırlar.83 Kayalı Dev Gençliler ile dönemin Ülkü Ocaklar’ına mensup unsurların darbeci bir yaklaşıma sahip olmaları münasebetiyle ortak bir zihniyeti paylaştıklarını ileri sürmektedir.84 Devletçi bir zihniyete sahip olan Türk aydını 1965 sonrasında ise ilk defa olarak devletçi çerçevenin dışına taşarak düşünsel bölünmeler yaşamış, daha doğrusu devletçi çerçeveyi çatlatmayı başarmıştır.85

Kayalı’ya göre 1960 sonrasında ordunun müdahale potansiyeli taşımasının en temel nedeni; ordunun, Türkiye’nin sorunlarına ancak Kemalist bir reçeteyle çözüm bulunabileceğine inanması ve aydın gruplarının da orduyu bu hususta desteklemesidir. Fakat ordu parlamenter meşru siyaset zemininin Kemalist tandanslı programı tatbik etmeye uygun olması nedeniyle darbe yapmamaktadır.86 Kayalı’ya göre 1965 seçimleri ve seçimin sonuçları hem AP’nin ordu nezdinde meşruiyetine kapı aralarken, hem de AP karşıtı güçlerin tepkilerini artırması nedeniyle 12 Mart muhtırasına giden yolların anlaşılması açısından önem arz etmektedir. Yani 1965 seçimleri Türk siyasal hayatında AP eksenli bir polarizasyona yol açmıştır. Aynı kutuplaşma orduya da yansımış; ordu içinde bir bölük müdahale yanlısı, bir bölük de müdahale karşıtı haline gelmiştir. Ordu içindeki bu ikileşmenin 12 Mart muhtırasında bile gözlemlendiği görülmektedir.

1965 seçimleri AP’den, CHP’ye, parlamento içi ve dışı sol muhalefete kadar siyasi alanda önemli çatlamalara ve değişimlere yol açmıştır. Solun bir kesimi AP’nin sağladığı nispi demokratik ortam çerçevesinde siyasal muhalefeti daha demokratik bir zeminde yürütmeye çalışırken, bir kesim de demokrasiden umudunu keserek sol tandanslı bir askeri diktatörlük arayışına girmiştir.87

81 Sözgelimi Atatürk padişahlığın kaldırılmasıyla ilgili tasarının görüşülmesi esnasında adeta tehdit dolu cümleler sarf ederek bir siyasi meselenin çözümünde orduyu araçsallaştırmıştır.

82 a.g.e., s. 44-45. 83 a.g.e., s. 57. 84 a.g.e., s. 79. 85 a.g.e., s. 97. 86 a.g.e., s. 130. 87 a.g.e., s. 133.

28

Kayalı sivil aydınların 12 Mart öncesinde ordu içindeki memleketin durumundan endişeye kapılan güçler üstünde; bir ideolojik etkisi olduğunu belirtmekle birlikte, bu etkinin çerçevesini ordunun Kemalist duyarlılıklarının tayin ettiğini de vurgulamaktadır. Türkiye’de 60 sonrası ortaya çıkan yeni fikir akımlarını ordunun benimsemesinden ziyade bu fikir akımlarının Kemalizm dolayımıyla revize edilmesi, bu çerçevede tanımlanmasıdır söz konusu olan. Türkiye’deki tüm politik grupların siyasal davranışlarını 1965 sonrasında belirleyen unsur Kayalı’ya göre ordudur.88 Ordu adeta siyasetin üzerinde bir kesen konumundadır.

Kayalı’ya göre 12 Mart muhtırasının en önemli sebebi 1969 seçimi sonuçlarıdır. Zira 1969 seçimi sonuçları Türk siyasi hayatının esas aktörü olan aydın gruplarının arasındaki ayrışmayı kristalize etmiş, aydın gruplarını saflaştırmıştır. Yani Kayalı seçim sonuçlarını bir mihenk taşı olarak görmektedir. Kayalı’ya göre 1969 seçim sonuçları 12 Mart muhtırasının en önemli sebebidir. “… aydın grupları arasındaki yeterince açık olmayan farklılaşma bu seçimden sonra iyice belirginlik kazanacaktır. Bu bağlamda düşünüldüğü takdirde 1969 seçim sonuçlarını 12 Mart Muhtırası’nın en önemli sebebi olarak nitelemek sanırım doğru bir saptamadır.”89

1969 seçimi sonuçları dönemin önemli siyasi aktörleri TİP, CHP, AP, parlamento dışı sol akımlar ve MHP üzerinde Kayalı’ya göre derin tesirler yaratmıştır. 1969 seçimlerinin ortaya çıkardığı tablo bilhassa da sol cenahta radikal siyasi fikirlerin güç kazanabileceği mümbit bir atmosfer yaratmıştır. Demirel’in 1969 seçimlerinden önce milli bakiye usulünü lağvederek tekrardan nispi temsil sistemini hayata geçirmesi TİP’in parlamentodaki mebus sayısının düşüşüyle neticelenmiştir. 1965 seçimlerinde parlamentoda 15 mebus ile temsil edilen TİP 1969 seçimlerinde yalnızca 2 milletvekilliği kazanabilmiştir. Bu sonuç da; solda TİP dışında farklı siyasi seçenekleri ve arayışları gündeme taşıyarak, Kayalı’ya göre 12 Mart muhtırasına sebep olan bazı olayların yolunu döşemiştir. Ayrıca bu seçim sonuçları TİP içinde de bir çatlamaya neden olmuş, Aybar ve ekibi nezdinde cisimleşen özgürlükçü-demokratik grup TİP içinde yönetim yarışını yitirirken; TİP daha bürokratik eğilimli bir grubun yörüngesine girmiştir. Ayrıca TİP’in parlamentoda yürüttüğü etkin muhalefet grup kuramaması nedeniyle imkan dahilinde olmaktan çıkmıştır. Dolayısıyla TİP’e parlamenter bir strateji dolayımıyla bel bağlayan aydınlar 69 seçimleri ile beraber umutsuzluğa kapılarak parlamento dışı mecralara kanalize olmuştur. “…69 seçim sonuçları solun daha bürokratik kesiminin nitelik olarak güçlenmesine yol açmakla kalmamış, daha demokrat eğilimliler de

88 a.g.e., s. 145.

29

bürokratik çözüm yollarına yakınlaşmıştır.”90 Sol açısından bu tabloyu tamamlayan bir diğer unsur da FKF yönetiminin 1969 yılında el değiştirmesidir. Bu yönetim değişikliği örgütün geniş cephe stratejisi savunan sol fikirlilerin güdümüne girmesine neden olmuş; örgütün bürokratik yanı kuvvetlenmiştir.

1969 seçimlerinden sonra aydın grupları ve sol arasında saflar iyice netleşmiştir. Solun gittikçe radikalleşmesi bazı aydınları soldan uzaklaştırmıştır. Askerler rejimin temel ilkelerinin yalnızca AP’ye karşı değil sola karşı da korunması gerektiğini düşünmeye başlamışlardır. Solun demokratik zeminde siyasi faaliyet yürütürken koyduğu sınırlamalar da bu dönemde gittikçe ortadan kalkmıştır.91 Yani demokratik çerçeveye olan itikadını yitiren sol bu dönemde kendini kayıtlayan tüm sınırlamaları kaldırmıştır. Rejimin temel ilkeleri açısından tabu sayılabilecek Kürt sorunu gibi hassas konuları sol bu dönemde siyasal alanın bir başlığı haline getirebilmiştir. Solun bu türden rejim karşıtı konuları gündeme getirmesi askerler arasında rejim duyarlılığını güçlendirirken, orduyu AP’ye yakınlaştırmıştır. Öte yandan 69 seçimlerinde Erbakan’ın adaylığının AP yönetimince veto edilmesi AP içinde Osman Yüksel Serdengeçti, Osman Turan gibi laiklik karşıtı unsurların tasfiyesi ve AP’de Demirel’in Yeminliler ekibinin Bilgiç grubuna karşı yönetim kademelerinde hakim hale gelmesi askerlerin AP’ye karşı reaksiyonlarını azaltmıştır.

1969 seçimlerinin solun demokratik yollarla düzenin değişebileceğine olan inancını sarstığı yukarıda belirtilmişti. Kayalı’ya göre öteden beri İttihatçı geleneği itibarıyla demokrasiyi içselleştiremeyen sol;1969 seçimleriyle iyice demokrasiden uzaklaştı. 1969 yılında Doğan Avcıoğlu’nun yönetiminde yayın hayatına başlayan Devrim dergisi solun demokrasiye karşı inançsızlığının bir sembolü olarak kabul edilebilir. 1969 seçimleri Kayalı’ya göre solun tutarlı ve özgün bir biçimde Türk halkının karşısına çıktığı ilk seçimdir. Fakat sol 1969 seçimlerinde daha ilk denemesinde seçimlerin yarattığı sonuçlar karşısında umutsuzluğa kapılarak, Türk halkının demokratik yolardan bir toplumsal dönüşümü gerçekleştirebileceğine dair inancını yitirmiştir.92

Kayalı’nın temel tezi İslamcı, sol, sağ Türkiye’de batılılaşma ile beraber ortaya çıkan tüm siyasi hareketlerin her ne gerekçe ile olursa olsun özgürlükleri belli ölçülerde

90 a.g.e., s. 151-152.

91 Kayalı’ya göre sol 1967 tarihli Anayasa Mahkemesinin anayasanın sosyalizme açık olduğu yönündeki kararını kendi siyasal çıkarları doğrultusunda yeterince değerlendirememiş; yürüttüğü siyasal muhalefetin tarzı itibarıyla ülkede özgürlüklerin kısıtlandığı bir atmosferin oluşumuna çanak tutmuştur.

30

sınırlandırmasıdır. Yani Türk siyasi hayatının akımlarına hakim olan özgürlükleri sınırlandırıcı unsur hem siyasi aktörlerin otoriter eğilimlere ümit beslemesine sebebiyet vermiş hem de darbeci temayüllerin meşruluk kazanmasına. Yani Kayalı aynı zamanda askeri darbelerin izini Türkiye’nin siyasi hayatına hakim olan gelenekte sürmektedir.

İsmail Cem 12 Mart muhtırasının muhtelif faktörlerin bileşkesi olarak meydana geldiğini iddia etmekle beraber; ağırlıklı olarak 12 Mart muhtırasının perde arkasında Demirel hükümetinin dış politika hususunda Türkiye’nin ABD eksenli geleneksel dış politika çizgisi hilafına attığı adımların rolünün bulunduğunu öne sürmektedir. 12 Mart muhtırasının arifesinde Akdeniz’de Sovyet kuvvetlerinin etkisinin artması, ABD’nin Vietnam savaşının da etkisiyle daha “barışçıl bir dış politika çizgisi izlemesi”, Yunanistan’da meydana gelen albaylar cuntası Türkiye’yi çevreleyen dış koşullarda önemli değişimler meydana getirmiştir. Dünya ve Türkiye koşullarının değişmesi ise Türkiye hükümetini geçmişte üstlendiği stratejik misyonu revize etmeye mecbur bırakmaktadır.

Cem’e göre Türkiye’nin yabancı kuvvetler açısından stratejik önemi sebebiyle Türkiye’nin dış çevresinde meydana gelen değişimlerin Türkiye’nin iç yapısını etkilememesi düşünülemez.93 Geçmişte aldığı borçlar karşılığında Ortadoğu’da belli bir misyonu yani ABD’nin çıkarlarının jandarmalığını hatta Irak ihtilalinde gönüllü bastırma kuvveti olma rolünü bile üstlenen94 Türkiye’nin Demirel hükümeti döneminde SSCB ile Arap ve sosyalist Balkan hükümetleriyle kurduğu yakın ilişkiler ABD eksenli dış politika çizgisinden bir sapmaya işaret etmektedir. Ayrıca Cem Demirel hükümetinin rotasını Ortak Pazara çevirmesinin de bu ABD eksenli dış politika çizgisinden sapmanın bir göstergesi olduğunu öne sürmektedir.95

Cem’e göre içteki demokratikleşme yönündeki basıncın etkisiyle Demirel Hükümeti dış politika çizgisini revize etmek zorunda kalmıştır. Akdeniz’de dış dengelerin değiştiği ve ABD’nin güvenilir müttefik aradığı bir dönemde Türkiye’nin dış politika çizgisinden en ufak bir sapma ise ABD’nin bölgedeki çıkarlarını ziyadesiyle etkilemektedir. Hatta Türkiye’nin dış politika hattındaki bu değişiklik ABD’nin Türkiye’ye karşı takip ettiği siyasette de etkisini göstermiştir.96 Demirel hükümeti Cem’e göre “ 1946’dan beri en ilerici dış siyaseti

93 İsmail Cem, 12 Mart, İstanbul: Cem Yay., 1973, s. 23.

94 Cem, a.g.e., s. 23.

95 Aynı anlayışı Ali Tümer’in naklettiğine göre bir başka milliyet yazarı Ali Gevgilili’de de bulmak mümkün. Ali Tümer, a.g.m.

31

uygulamak durumunda yahut zorunda kalmıştır.” 97 Türkiye’nin Akdeniz’de kilit bir stratejik konumu haiz olması hasebiyle Türkiye’nin uyguladığı dış siyasetteki herhangi bir sapma yahut daha bağımlı ya da daha az bağımlı bir siyaset izlemesi ise Akdeniz ve Ortadoğu’daki tüm siyasi dengeleri sarsabilecek önemdedir. Türkiye ise 12 Mart öncesi son beş yıl da yani Demirel iktidarı ile birlikte ulaşılan %41’lik iktisadi büyüme rakamı nedeniyle daha az bağımlı bir dış siyaset izlemektedir.98 Türkiye’deki ekonomik büyümeyi bu suretle başta ABD olmak üzere müttefikler Türkiye’ye daha rahat söz geçirebilmek kaygısıyla da yavaşlatmak istemektedir.

Öte yandan Cem 12 Mart’a gelişte kendi tabiriyle orta sınıfların tepkisinin de rolü bulunduğunu öne sürmektedir. Modernleşmeci bir bakış açısıyla Cem gelişme halindeki toplumların kargaşasından rahatsızlık duyan orta sınıfların tepkisinin 12 Mart muhtırasını tetiklediğini ileri sürmektedir. Cem’in bu düşüncesini şu cümlelerinden rahatlıkla çıkarsamak mümkün: “1971 rejiminin doğuşundaki ikinci etken, gelişme halindeki toplumların kargaşasından rahatsızlık duyan orta sınıfların tepkisi olmuştur.”99

Cem’e göre 12 Mart muhtırasını bir sebebi de Türkiye’deki hakim çıkar çevreleriyle AP hükümeti arasındaki ilişkilerin bozulması daha doğrusu AP hükümetinin hakim çıkar çevreleri aleyhine izlemeye başladığı politikadır. Cem’e göre özel sektör AP’ye karşı bir tedirginlik duymaktadır. Özellikle 1969’dan sonra AP döneminde çıkarılan Emlak ve Arazi Vergisi ve Finansman Kanunu gibi kanunlarla AP ile özel sektör arasındaki köprüler keskinleşen sınıfsal çıkarlar nedeniyle atılmıştır. Bir kitle partisi olan AP’nin yaptığı politik tercihler artık tüm sınıfları memnun etmemekte; belli sınıfların doğrudan çıkarlarına denk düşmektedir. Sözgelimi AP’nin sanayi burjuvazisinden yana siyasi tercih de bulunması AP’ye 41’ler hareketine mal olurken AP’nin yığınların taleplerine yanıt verecek politikalar üretmesi de özel sektörle arasındaki mesafeyi açmıştır.100 Ayrıca Demirel’in montaj sanayinin vergi muafiyetlerinin kaldırılması, inşaat ve emlak vergileri gibi izlediği ekonomi politikaları onu ekonomik çıkar çevreleriyle karşı karşıya getirmiştir.101 Demirel 1969 ile 1971 arasında çıkar çevrelerinin Demirel’den beklediği görevleri yerine getirememiştir. Cem’e göre 12 Mart öncesi iki yıl bu çekişmelerin bir özetir aslında. Bununla birlikte Demirel’i hakim çıkar çevrelerinden koparan bir diğer etken de; Demirel’in Türkiye ölçülerinde alışılmadık bir 97 a.g.e., s. 24, ayrıca s. 49-51. 98 a.g.e., s. 91. 99 a.g.e., s. 107. 100 a.g.e., s. 59. 101 a.g.e., s. 64.

32

hürriyet ortamının başbakanı olmasıdır.102 Hatta Ecevit’in CHP genel sekreterliği görevinden istifası da aynı çıkar çevrelerinin bir operasyonudur.

Cem’e göre sınıfsal çelişkilerin keskinleştiği toplumlarda demokrasi, oligarşi, ya da seçkinler yönetimi biçimindeki yönetsel tercihler hakim zümrelerin talep ve çıkarlarına bağlı olarak şekillenmektedir. Hakim zümreler ilerici bir karakterde ise yönetim biçimi de ilericiyken, hakim zümreler gerici karakterde ise yönetim biçimi de gerici olarak şekillenmektedir.103 Türkiye’deki 12 Martla alakalı siyasal ve toplumsal gelişmeleri de bu bağlamda değerlendirmek icap etmektedir. 1946’dan beri halkın desteğiyle bürokrasinin nüfuzunu kıran hakim zümreler bu destek sayesinde halka verdiği ödünleri artık sürdüremez hale gelmiştir. Çünkü hakim zümrelerin verdiği ödünler artık kendi egemenliklerini tehlikeye düşürecek bir noktadadır. Dolayısıyla hakim zümreler kendi iç çelişmelerinin de etkisiyle halkın desteğiyle yönetmek ya da halkın desteğini bir kenara bırakmak şeklinde bir yol ayrımıyla yüz yüze kalmışlardır. Hakim zümreler Demirel dolayısıyla meydana gelen demokrasiden halkın desteğini bir kenara bırakarak rücu etmiştir.104 12 Mart muhtırası sonrası vücuda getirilen teknokratik hükümet bu babta ele alınmalıdır.

1971 rejimi Cem’e göre bürokrasinin tekrardan iktidara ağırlığını koyması biçiminde yorumlanmalıdır. Bu yaklaşım uyarınca 19.yy.dan itibaren devletin asıl sahipleri padişahlardan ziyade asker-sivil bürokrasidir. Asker-sivil bürokrasinin devlet katındaki egemen konumu 20.yy’ın ilk yarısına değin devam etmiştir. 1945 ile birlikte Türkiye’de bürokrasinin rengini verdiği devlet anlayışı tarihin derinliklerine gömülecek, ülkenin ve dünyanın değişen koşulları yeni bir hükümet etme biçimini gündeme getirecektir. Bu siyasal denklem içerisinde ise önemli bir aktör haline gelen halkın/kitlelerin talepleri hükümetler tarafından gözetilmek, halk kitlelerine daimi tavizler verilmek mecburiyetinde kalınmıştır. Fakat 12 Martla birlikte çok partili sisteme geçişten itibaren siyasal arenada bir unsur olarak dikkate alınması gereken halk kitleleri tekrardan enterne edilirken, iktidarı bürokrasi devralmış Türkiye’de tarihe gömüldüğü sanılan elitist nitelikli bir devlet zihniyeti yeniden tebarüz etmiştir. Bu elitist zihniyete göre halk kitleleri çıkarlarının ayırdında olmadıkları için onlar namına aydınlar karar vermelidir.105 Son olarak Cem’e göre 12 Martla birlikte iktidarın biçimi, iktidarın iç yapısı ve sınıf içi dengeler değişse bile iktidar daha doğrusu iktidarın özü

102 a.g.e., s. 65.

103 a.g.e, s. 99–100.

104 a.g.e, s. 103.