• Sonuç bulunamadı

OSMANLI TOPLUMSAL FORMASYONUNDA ÇÖZÜLME YA DA AZGELİŞMİŞLİĞİN MİLADI

1. BİR ARA NOT: ATÜT

2. OSMANLI TOPLUMSAL FORMASYONUNDA ÇÖZÜLME YA DA AZGELİŞMİŞLİĞİN MİLADI

İmparatorluğun bir çözülme sürecine girdiği Kanuni zamanında Avrupalı tüccarlara Osmanlı’da serbestçe ticaret yapmaları ve dini vecibelerini ifa etmeleri amacıyla padişah tarafından verilen berat ve imtiyazlara tekabül eden kapitülasyonlar sonraki yıllarda imparatorluğun sömürgeleşme sürecinin zeminini hazırlayacaktır. Başlangıçta bu kapitülasyonlar karşılıklı olarak değil; tek taraflı olarak verilen ve hemen geri alınabilecek imtiyazlardır. Diplomatik ilişkiler icabı verilen kapitülasyonlar zamanla Osmanlı üretim tarzı ile Avrupa üretim tarzı arasındaki farklılık nedeniyle daimi hale gelmiştir.

Kanuni devri seferlerle geçmiştir. Bu durum aslında imparatorluğun Küçükömer’in deyimiyle doğal sınırlarına geldiğine işaret etmektedir. Kanuni dönemi imparatorluğun iç ve dış dinamiklerinin etkisiyle çöküşe geçtiği dönemdir. Toprak sisteminin çözülmeye başlaması kapitalist üretim tarzının ortaya çıkması Osmanlı toplumsal yapısını etkilemiştir. Bu bozulmanın etkisiyle, toplumsal yapıda meydana gelen bu bozulma siyasi yapıya da yansımıştır. Kanuni zamanında yoğunlaşan iç iktidar mücadelesinin ve saray komplolarının bir sonucu olarak Veziriazam Lütfi Paşa zamanında kimi hukuki düzenlemelere gidilmiştir. Ceza hukukundan vergi ve arazi kanunlarına kadar geniş bir yelpazede seyreden bu hukuki düzenlemelerde müsadere kanunla sınırlanmış, vergi hukuku düzenlenmiş, kişinin yargılanmadan hapsedilmesi men edilmiştir. Lütfi Paşa ile temelleri atılan bu “reform” çabaları 17,18 yy.larda da devam edecek fakat 19.yy’dan itibaren farklı bir mecraya girecektir. 17. ve 18. yy.lardaki çabalar en somut ifadesiyle Koçi Bey risalesinde görüldüğü üzere daha ziyade restorasyon çabalarını ve bozulma öncesi eski düzene geri dönüş özlemini yansıtmaktadır. Oysa ki; 19. yy.’dan itibaren girişilen reform çabaları imparatorluğun hem sömürgeleşme hem de kapitalistleşme süreciyle at başı gitmekte; yeni beliren bir üretim tarzının üstüne oturmaktadır.

19. yy.’dan itibaren içine girilen kapitalistleşme süreci incelenen dönemdeki siyasal ve toplumsal gelişmeleri ve sınıf mücadelesini anlamak açısından anahtar bir öneme sahiptir. Bu

ailelerin de jure olarak haklarını çocuklarına devredemeseler de, de facto olarak devredebildikleri speküle edilebilir.

56

yüzden hem çalışmanın kısıtı hem de anlam bütünlüğünü bozmamak açısından 17 ve 18 yy.’daki gelişmelere değinilmeyecektir.176 Ama amiyane tabirle bu yüzyılda yaşanan gelişmeleri Osmanlının klasik sisteminin bozulması, imparatorluğun çöküşe geçmesi ve bu çöküşe karşı geleneksel düzeni tekrardan diriltmeye yönelik çabalar biçiminde ifade etmek mümkündür

19.yy’dan itibaren yeni bir üretim tarzının nüveleri belirecek;19.yy’la birlikte Osmanlı İmparatorluğu emperyalizmin denetimi altında bir kapitalistleşme süreciyle yüz yüze kalacaktır. Bu süreçle birlikte ticaret temelinde komprador bir nitelik taşıyan yeni bir sınıf yani burjuvazi ortaya çıkacaktır. Bu yeni sınıfın çıkarları doğrultusundaki gelişmeler de bundan sonraki Türkiye tarihine mührünü vuracaktır. Aynı zamanda Batıda gerçekleşen Sanayi Devrimi Türkiye’nin bundan sonraki toplumsal formasyonunu da tayin edecek, Türkiye artık bu dönüşümle birlikte azgelişmiş bir ülke haline gelecek, ülkenin yasadığı tüm gelişmeler de bu kritere bağlı olarak şekillenecektir. Bu çalışma itibarıyla ordunun kurumsal ve teknik gelişiminden ülkedeki sınıf mücadelesinin niteliğine kadar her alanı bu toplumsal formasyon belirleyecektir

2. 1. Emperyalizm Denetiminde Kapitalistleşme Ya Da Azgelişmişlik

Azgelişmişlik olgusunun miladı olarak Sanayi Devrimi kabul edilebilir. Kapitalizmin dünya ölçeğinde genişleme zorunluluğu bir uluslararası işbölümünü doğurmuştur. Sanayi Devrimini gerçekleştiren ülkeler bu işbölümünde sanayi mamul üreticisi ve ihracatçısı olarak, sanayi devrimini gerçekleştiremeyen ülkeler ise tarım ürünleri ve hammadde ihracatçısı olarak konumlanmıştır. Azgelişmişlik olgusu da bu iş bölümüne bağlı olarak şekillenmiştir. Azgelişmişlik olgusu; bu kategorideki ülkelerin toplumsal, siyasal ve sınıfsal yapıları üzerinde derin tesirler de bulunmuştur. Osmanlı Devleti de azgelişmiş bir ülke olarak bu uluslararası iş bölümünde hammadde ve ana mamul üreticisi olarak konumlanmıştır.177

Osmanlının girdiği bu yeni iş bölümü de ülkenin iktisadi ve sınıfsal yapısını etkilemiştir. Bu yeni iş bölümü ile birlikte tarım ülkenin kimi bölgelerinde geçimlik için

176 Osmanlı toplumsal yapısına 17. ve 18.yy.’lar açısından kabaca bakıldığında modern anlamda sınıfların varlığından söz edilemez. Anadolu’da Bizans döneminden beri canlı olan ticaret hayatında bu dönemde yabancı tüccarlar, sarayla ilişkileri iyi olan bir banker ve sarraf sınıfı da mevcuttu. Ayrıca bu dönemde bürokratik katmanın ve sarayın lüks tüketim ihtiyacını karşılayan bir tacir sınıfından da söz edilebilir.

177 Doğu Ergil, “Class Relations and the Turkish Transformation in Historical Perspective”, Studia İslamica, Sayı: 39, s. 79.

57

üretim yerine dış pazar için yapılmaya başlamıştır. İzmir, Aydın, Adana pamuk; Adapazarı patates, Eskişehir arpa üretiminde uzmanlaşmıştır.178 Pazar için üretimin yapılması ürünlerin dünya pazarına transferi işlevini üstlenen yeni bir aracı komprador ticaret burjuvazisini vücuda getirmiştir. Osmanlı tarımsal üretiminin uluslararası metropollere ihracata yönlendirilmesinin bir diğer sonucu da, yerli zanaatçının ve manifaktürün kullandığı hammadde fiyatlarını artırmasıdır. Böyle bir gelişme doğal olarak bu kesimler için bir yıkıma neden oldu. Öte yandan gelişmiş ülkelerin ürettiği sanayi mamullerin de ülke pazarını işgal etmesi geleneksel zanaatçılar ve manifaktürün yıkımına neden olan bir diğer önemli gelişmedir. Osmanlı tarihinin 19.yy’da yüz yüze kaldığı bu dönüşümleri Marks’ın şu cümlesi çok iyi anlatmaktadır: “Burjuvazi, dünya pazarını sömürmekle, her ülkenin üretimine ve tüketimine kozmopolit bir nitelik verdi. Gericileri derin kedere boğarak, sanayinin ayakları altından üzerinde durmakta olduğu ulusal temeli çekip aldı. Eskiden kurulmuş bütün ulusal sanayiler yıkıldılar ve hala da her gün yıkılıyorlar.”179 19 yy.’da ticaret hayatından yerli müslüman tüccar silinirken; ticaretin ekonomik faaliyet içinde önemi genişlemesine rağmen müslüman tüccar aktörlerin yerini gayrimüslimler aldı. Bürokrasinin ise kapitalistleşme süreci ile birlikte artıktan aldığı pay küçülmekte, gayrimüslim tefeciler ve tüccarlar tarafından temellük edilen artığın önemli bir bölümü 1854’ten itibaren başlayan mali borçlanma kanalıyla emperyalist metropollere aktarılmaktadır. 17. yy sonu ve 18.yy başından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa devletleriyle diplomatik ilişkiler geliştirmesiyle beraber ulema karşısında önemi artan sivil bürokrasi artıktan aldığı payı azaltmasına rağmen kapitalistleşme sürecinden yana taraf oldu.180 Bürokrasiyi böyle bir taraf olmaya iten öznel iradi tercihi değil kapitalistleşme sürecinin yarattığı baskıdır.

Osmanlı’da kapitalistleşme sürecinin emperyalizmin baskısı altında gerçekleşmesi kapitalist üretici güçlerin gelişimini engellemiş yarı sömürge bir yapının doğmasına neden

178 Pazara dönük tarımsal üretimin başlamasıyla birlikte Ermeniler Çukurova’da, Rumlar ise Batı Anadolu’da toprak satın aldılar. Ayrıca emperyalist metropollerle yapılan ticaretin beşiği liman kentlerinde nüfusun bileşiminde gayrimüslimlerin lehine bir değişim yaşandı.

179 K. Marx, F. Engels, Komünist Manifesto Ve Komünizmin İlkeleri, s. 113. Bu dönüşümün hakikaten Türkiye’de siyasi mücadele açısından ve sınıf mücadeleleri açısından benzer bir tepkiye yol açtığı ifade edilebilir. Geleneksel konumları sarsılan kitleler bu tarihten sonra eski düzene özlem talebiyle gerici, İslamcı siyasal akımların da kitle tabanını oluşturacaktır.

180 19. yy başından itibaren modernleşme hareketiyle birlikte saray dışında Babı Ali’de sivil bir bürokrasi vücuda geldi. 1860’lı yıllara kadar memurların sayısı arttı. Mülkiye ve harbiye gibi okullarda yetişen rasyonel düşünce kalıplarının etkisindeki bu bürokratlar devleti kurtarma amacına da sahipti. Abdülhamit döneminde iktidar tekrardan Babı Ali’den saraya geçti.

58

olmuştur.181 Ülke kapitalistleşme süreciyle birlikte muhtelif yollarla emperyalizmin denetimine girmiştir. Yed-i vahit adı verilen tekelleri kaldırarak yabancı tüccarlara Osmanlı ülkesinde önemli imtiyazlar bahşeden 1838 tarihli Baltalimanı Sözleşmesi emperyalizm denetiminde kapitalistleşme sürecinin önemli sembollerinden birisidir.182 İmparatorluğun tüm iktisadi ve mali kaynakları üzerinde denetim kuran Düyun-u Umumiye’nin 1881 yılında vücuda getirilmesiyle birlikte emperyalizmin denetimi altındaki gelişme çizgisi doruğa ulaştı.183 20.yy’ın başına gelindiğinde emperyalizm kapitülasyonlar, meta ihracı ve mali borçlanma mekanizması vasıtasıyla ekonomiyi denetim altına aldı. Fakat şunu da ilave etmek gerekir ki; Osmanlı imparatorluğu emperyalist ülkeler arası rekabetin bir sonucu olarak tam manasıyla sömürgeleşmemiştir.

Osmanlı’da kapitalist üretim ilişkilerinin ticaret kanalıyla yerleşmesi ekonomi de sanayileşmeye yol açacak yapısal bir dönüşüme sebep olmadı. Yabancı sermaye yatırımları daha ziyade demiryolu ve liman gibi ulaşım hizmetleri, altyapı ve kentsel hizmetlerde yoğunlaşmıştır. Bu manada 1857-66’da İzmir-Aydın demiryolu, 1880’de Adana- Mersin, İstanbul-Adapazarı-Konya demiryolu hatları inşa edildi. 1888’de Deutsche Bank Anadolu demiryolu imtiyazını elde etti. Ülkedeki yabancı sermaye yatırımları ticareti destekleyici yani ülkenin uluslararası işbölümüne hammadde tedarikçisi olarak katılma biçimine payanda olacak tarzda gelişmiştir. Ülkede en fazla ağırlığa sahip yabancı sermaye olan Fransız sermayesinin %75’i demiryolu ve liman yatırımlarına yönelikti. Yabancı sermaye ülkede bir sanayi tabanı oluşturacak yatırımlarda yoğunlaşmamıştı.184 Yani yabancı sermaye yatırımlarının temel doğrultusunu imparatorluğun tarım ürünlerini kapitalist metropollerle buluşturmak amacı güdülemektedir. Marks’ın Hindistan için ifade ettiği emperyalizmin ilerletici misyonu; Türkiye örneği söz konusu olduğunda üretici güçleri geliştirmek şöyle dursun üretici güçlerin gelişimine set çekmektedir.185 Zaten bu dönemde 1840’larda devlete siparişle çalışan Feshane, Bakırköy bez fabrikaları; İzmit çuha, Hereke halı ve yünlü dokuma,

181 Osmanlının yarı sömürge olduğu yönünde bir nitelendirme için bkz. Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi

1908–2002, Ankara: İmge Yayınları, 2003, s. 19. Keyder’e göre Osmanlı ekonomisinin kapitalistleşme sürecini

emperyalizm engellememiştir. Keyder, a.g.e., s. 48. Keyder’e göre Osmanlı devleti sömürgeleşme sürecine girmeden periferileşti. Çağlar Keyder, “Türkiye Demokrasisinin Ekonomi Politiği”, s. 39.

182 Baltalimanı Anlaşması için bkz. Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (dün-bugün-yarın), İstanbul: Cem yayınevi, 1973, s. 102–106.

183 Gülten Kazgan, Tanzimat’tan XXI. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, İstanbul: Altın kitaplar yayınevi, 1999, s. 39-45. Avcıoğlu, a.g.e., s. 124-132.

184 Keyder, a.g.e., s. 66-67.

185 Hindistan örneği için bkz. Cristian Barsoc, Kapitalizmin Çarkları Marksist İktisadi Analiz Öğeleri, İstanbul: Yazın yayıncılık, 1997, s. 80–81.

59

Beykoz deri işleme fabrikaları dışında kayda değer bir sanayi yapısına rastlanmaması bu savı doğrulamaktadır.

Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve Kanun-i Esasi gibi vesikalarda ifadesini bulan Osmanlı modernleşmesi kapitalistleşme sürecinin sonucu olarak meydana gelmiştir. Altyapıda meydana gelen değişimler üstyapıda bir dönüşümü de zorunlu kılmıştır. Sözgelimi toprakta özel mülkiyet olgusunun zuhur etmesi beraberinde 1858 tarihli Arazi Nizamnamesini getirmiştir.186 Yoksa bu reformlar bürokrasinin kendi ajandasının ve ayrıcalıklarını genişletme ihtiyacının bir sonucu olarak uygulamaya koyduğu iradi tercihinden ileri gelmez. Bürokrasi sözü edilen üstyapı dönüşümlerinin yalnızca icracısıdır. Kuşkusuz ki; icra sürecinin biçimi bürokrasinin ağırlığının artmasına sebebiyet vermiş olabilir fakat bu durum bürokrasinin sözü edilen süreçleri külliyen yönlendirdiği şeklinde tefsir edilmemelidir. Bu üstyapı değişimlerini yalnızca bürokrasinin eseri olarak telakki etmek emperyalizmin baskısı altında yarı sömürge bir ülkenin konumunu gözden kaçırarak; bürokrasiye olağanüstü bir manevra kabiliyeti ve alanı atfetmek anlamına gelir. Sungur Savran’ın cümlelerinde üstyapı değişimlerinin bürokrasinin bir eseri olarak değil kapitalistleşme sürecinin sonucu olarak vuku bulduğunu yakalamak mümkün: “…Sened-i İttifak (1808), Yeniçeri Ocağı’nın ilga edilmesiyle sonuçlanan Vaka-yı Hayriye (1826), Batı’nın burjuva toplumunun hukuki biçimlerini ilk kez Osmanlı toplumuna aktaran Tanzimat (1839), özel mülkiyetin yasallaştırılmasına doğru ilk adımları atan Arazi Kanunnamesi (1858) ve Birinci Meşrutiyet’in ilanı (1876)… İlk bakışta aralarında bir ilişki kurulması zor gibi görünen bu olayların ortak yanı, bunların kapitalizm öncesi devletin mutlak gücünü kısıtlaması ve özel mülkiyeti adım adım yasal dokunulmazlığa kavuşturmaya başlamasıdır.”187

3. MİLLİ KAPİTALİZM ÇABALARI YA DA DEVLET ELİYLE SERMAYE