• Sonuç bulunamadı

Onarım Garantileri Açısından Özel Değerlendirme

B. ONARIM GARANTİSİNİN İŞLEVLERİ

II. Onarım Garantileri Açısından Özel Değerlendirme

Yukarıda ürün garantilerinin işlevleri ile yaptığımız değerlendirmeler onarım garantileri için de geçerlidir. Ancak onarım unsuru gereği onarım garantinin garanti verenle müşteri arasında uzun süreli bir ilişki kurma işlevi de bulunmaktadır.

Nitekim onarım garantileri literatürde ve uygulamada satış sonrası hizmetlerle (servislerle) birlikte değerlendirilmekte211, bu anlamda satış sonrasın müşteri memnuniyetsizliğini gidermek ve müşteri sadakati yaratmak amacıyla kullanılmaktadır212. Garanti uygulaması servisler aracılığıyla yapılır. İşletmeler, özellikle satış sonrasında montaj, teknik destek, bakım ve onarım gerektiren sanayi malları için servisler kurmakta veya bu işi bağımsız servislere vermektedirler213. Hatta ülkemizde 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve ilgili mevzuatta olduğu gibi, yasal düzenlemelerle üretici ve ithalatçılara sanayi mallarında satış sonrası hizmetlerin sunulmasında yükümlülükler getirilmektedir.

Üretici ve/veya satıcı tarafından nihai alıcıya yönelik olarak verilen onarım garantileri, satış sonrası hizmetlerini gerektiren pahalı ve komplike sanayi mallarında –örneğin otomotiv sektöründe- çoğu zaman üretici ve satıcı için ekonomik açıdan daha ucuz bir giderim yolu olabilmektedir. Onarım, kimi zaman satım konusu ürünü elinde tutmak isteyen alıcı açısından tercih edilen bir giderim yolu olabilir. Bununla birlikte, Roma hukuku etkisi altındaki Türk-İsviçre hukuku ve diğer hukuk düzenlerinde, kural olarak, satıcı malı onarmakla yükümlü olmadığı gibi, satıcı da

211 Murthy/Blischke, s. 6; Murthy/Djamaludin,s. 232; Tek, s. 388.

212 Murthy/Blischke, s. 209.

213 Kotler, s. 447.

onarım teklif etmek suretiyle alıcının ayıba karşı tekeffülden doğan haklarını kullanmasına engel olamaz214. İşte bu genel prensip nedeniyle, tüketici hukuku düzenlemelerinin yasalaşmasına kadarki süreçte, onarım garantileri, BK’nın temel ilkelerinden irade serbestîsi ile birlikte ayıbın onarım suretiyle giderilmesinin hukukî dayanağı olmuştur215.

Ürün garantilerinin hukukî açıdan önemli bir diğer işlevi ise, üretici ve satıcılar tarafından alıcının ayıba karşı tekeffülden doğan haklarını sınırlamak amacıyla kullanılmış olmasıdır216. Bu tür sınırlamalar çoğu zaman süre açısından yapıldığı gibi, özellikle Tezin konusunu oluşturan onarım garantilerinde, ayıp halinde yalnızca onarım yolunun öngörülmesi, alıcının diğer yasal haklarının kaldırılması şeklinde de uygulanmıştır. Tüketicinin korunması hukuku alanında bu tür uygulamalara geçerlilik tanınmamaktaysa da, bu imkân adî ve ticarî satımlarda sözleşme serbestîsinin genel sınırları içerisinde kalmak kaydıyla devam etmektedir.

214 Bu hususta bkz. aşağıda § 4, A.

215 Krş. Arbek, s. 47.

216 Bu yaklaşım nedeniyle ürün garantileri için ilk ortaya atılan teorinin istismar teorisi olduğunu yukarıda belirtmiştik.

İKİNCİ BÖLÜM

ONARIM GARANTİSİNİN HUKUKİ DÜZENLEMELERDEKİ DURUMU

§ 3. KARŞILAŞTIRMALI HUKUKTA ONARIM GARANTİSİ

Çağdaş hukuk sistemlerinde satıcının satılanın ayıplarından sorumluluğunun, 18. yy. ve sonrasında gerçekleşen kodifikasyon hareketlerinde özel hükümlerle düzenlendiğini belirtmiştik. Borçlar hukukuna ilişkin yasal düzenlemelerde yer alan konuya ilişkin hükümler genellikle yedek hukuk kuralı niteliğindedir ve ilgili hukuk düzeninin sözleşme serbestîsine ilişkin kuralları çerçevesinde taraflar farklı düzenlemeler yapabilirler217. Bu itibarla, belirtilen yasal düzenlemelerde doğrudan ürün garantilerine veya onarım garantilerine ilişkin pek fazla hüküm olduğu söylenemez. Ancak, 20. yy.’da tüketicinin korunması hukukunun gelişimi ile birlikte

217 Bu anlamda satılanın ayıplarından sorumluluğuna ilişkin hükümler sözleşme serbestîsinin genel sınırlamalarına tabi olmaktadır. Uluslararası Barolar Birliği’nin satım sözleşmelerinde garanti ve sorumsuzluk kayıtlarına ilişkin olarak 2000 yılında Amsterdam’da Kıta Avrupası ve Common Law hukuk sistemlerinden toplam 33 ülkenin katılımıyla gerçekleştirdiği seminerde, satılanın niteliklerine ilişkin sorumluluk sınırlandırmalarını ve sorumsuzluk kayıtlarını inceleyen Teh, bu tür kayıtların Kıta Avrupası (‘civil law’) hukuk sisteminde genellikle kamu düzeni, kamu yararı, kötüye kullanma kavramlarına dayalı hukukî müesseselerle denetlenip, sınırlandırıldığını; Common Law hukuk sistemlerinde bu işlevin ‘makuliyet’ (‘reasonableness’) kuralı müessesesiyle yerine getirildiğini; hile ve aldatma esasına dayalı müesseselerin ve sorumsuzluk kaydını içeriğinin açık olması gibi ilkelerin evrensel ilke kabul edilebilir şekilde hemen hemen tüm hukuk düzenlerinde görüldüğünü belirtmektedir. Bkz. Teh, “Disclaimers and Limitation of Liability”, Martin Kurer/Stefano Codoni/Klaus Günther/Forge Santiago Neves/Lawrence Teh (Ed.), Warranties and Disclaimers Limitation of Liability in Cosumer-Related Transactions, London 2002, içinde, s. 27.

ürün garantileri tüketicinin korunmasına ilişkin yasal düzenlemelerde kendisine özel olarak yer bulmaya başlamıştır.

Ürün garantileri alanında en dikkat çekici gelişme, Avrupa Parlamentosu ve Konseyi tarafından çıkarılan, 1999/44/AT sayılı “Tüketim Malları Satımının ve Bağlantılı Garantilerin Belirli Yönleri Hakkında Yönerge”dir. Anılan Yönerge, tüketicinin korunması hukuku alanında, ürün garantileri ve bu çerçevede Tez’de inceleme konusu yapılan onarım garantilerini AB’ye üye ülkeler açısından açık ve ayrıntılı denilebilecek özel bir düzenlemeye kavuşturmuştur. AB ülkeleri, bu Yönerge’de belirlenen asgari şartları iç hukuklarına aktarmış bulunmaktadırlar.

Türkiye henüz AB’ye üye olmamakla beraber, üyelik sürecinde AB müktesebatını takip etmektedir. Gerek 4077 sayılı TKHK hazırlanırken, gerekse 4077 sayılı TKHK’da yapılan ve yapılması öngörülen değişikliklerde AB müktesabatına uyum esas alınmakta ve bu husus yasal düzenlemelerin gerekçelerinde açıkça belirtilmektedir. Bu anlamda anılan Yönerge, 4077 sayılı TKHK’ya da esas teşkil etmektedir.

Yönerge oluşturulurken AB’nin Türkiye’ye tanıdık ve yakın olan Kıta Avrupası hukuk sistemi içerisindeki ülke hukukları dikkate alındığı kadar, İngiltere nedeniyle Common Law prensipleri de kullanılmıştır. Ayrıca Yönerge’de 1980 tarihli Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması’ndan218 da önemli ölçüde yararlanılmış, AB nezdinde yeknesaklık

218 Bundan sonra ‘Viyana Satım Sözleşmesi’ olarak anılacaktır.

oluşturulmaya çalışılırken, uluslararası satım hukuku ve uygulaması ile çelişen bir durum yaratmaktan da kaçınılmıştır. Uluslararası alanda yeknesak bir satım hukuku oluşturma çabalarının en önemli ürünü olarak değerlendirilebilecek Viyana Satım Sözleşmesi’nde ise ABD’nin 1952 tarihli UCC model Kanunu’nun izleri vardır.

Böylece Kıta Avrupası hukuk sistemi içerisinde yer alan Türk hukukuna yabancı olduğu düşünülen Common Law’a ait prensiplerin, aslında çok da uzağımızda bulunmadığını ve Türk hukukuna etkileri açısından incelmeye değer olduğunu tespit edebiliriz.

Belirttiğimiz çerçeve içerisinde, Tez’in bu kısmında karşılaştırmalı hukuk açısından İngiliz ve ABD hukuku örnekleri ile Viyana Satım Sözleşmesi ve AB hukukunda 1999/44/AT sayılı Yönerge ana hatlarıyla incelenecektir.